(Yazarın anlatımıyla.)
Ayça yerde kanlar içinde yatıyordu. Alp ise tek yaptığı ağlamaktı. Diğerleri Ayça’nın yerde yatan hareketsiz bedenine bakamıyordu. “Alp kapa çeneni ağlamayı da bırak!” Diye bağırdı Bora. “Şunu unutma, Ayça’yı sen seçtin sen öldürdün.”
“Ben öldürmedim,” dedi Alp ağlamaklı bir sesle. “Başka birini ne-den seçmedin o halde!” Diye bağırdı Bora. Bora Ayça’yı öldürmüş olabilir ama Ayça’yı da seçen Alp’ti.
Bora Alp’i umursamadan en çok güvendiği korumalarının yanına gitti. “Herkesi evlerine kadar eşlik edin,” dedi Bora. “Tamamdır Bora Bey içiniz rahat olsun,” dedi.
“Kimse polise falan gitmesin tehdit et onları Bora Bey hepinizi öldürür falan dersin.”
“Kimsenin bu olaydan haberi olmayacak!” Diye bağırdı Bora. “Hatta söyleyin çünkü hiçbir kanıt bulamayacaklar,” dedi Bora kahkaha atarak. “Efendim söylerlerse,” dedi korumalardan biri. “Bu olaydan sonra kimsenin söyleyeceğini pek zannetmiyorum.”
Herkes bodrumdan çıkınca Bora Ayça'nın yerde yatan bedenine doğru yaklaştı. Elini boğazına doğru götürdü. Ayça ölmemiştir hâlâ yaşıyordu.
“Hey sen,” dedi Bora korumalarını göstererek. “Hemen doktor çağırın,” dediğinde koruma hâlâ Bora’nın yüzüne böm böm bakıyordu. “Ne bekliyorsunuz çabuk olun!” Diye bağırınca hepsi koşmaya başladı.
Ayça’dan kan akmaya devam ediyordu. Doktor hızlı bir şekilde gelmişti. “Ne oldu?” Diye sordu. “Vuruldu,” dedi Bora. “Kurtarma imkanın var mı hâlâ nefes alıyor?” Dediğinde Doktor Ayça'nın nabzını kontrol ediyordu. “Hızlı olursak kurtarırız siz dışarı çıkın,” dedi Doktor. “Hayır izleyeceğim,” dedi Bora. Kadın Doktor Bora’nın sadece şirketin sahibi olduğunu biliyordu. Seri katil olduğunu ve arandığını da bilmiyordu.
Doktor kurşunu çıkarmaya çalışıyordu. “Ne oldu da vuruldu polisi veya ambulansı niye aramadınız?”
“Küçük bir çatışma oldu polislerde buradaydı zaten,” dedi Bora. Doktor bu bahaneye inanmamıştı. “O yüzden mi kızcağız yerde yatıyor,” dedi kadın doktor.
“Biraz daha fazla konuşursan senin sonunda böyle olur,” dedi Bora sertçe. Doktor daha fazla bir şey söylemedi.
Kurşunu çıkarmaya aşaması bitmişti sadece dikişler kaldı. “İyi ki çok kan kaybetmemiş yoksa tedavisi zor olurdu,” dedi Doktor.
“Ne zaman kalkar?” diye sordu Bora. Doktor dikişi atmaya devam ediyordu. “Şuan bir şey söyleyemem durumuna göre değişir,” dedi Kadın Doktor.
Doktor Ayça’ya dikiş atmaya devam ederken Bora bir korumayı yanına çağırdı. “Buyurun efendim,” dedi koruma. “Bugün şirketi kapatıyorsun,” dedi Bora. “Ama efendim bugün günlerden...”
“Sana ne diyorsam onu yap!” Dedi Bora bağırarak. “Tamam Bora Bey derhal ilgileniyorum.”
“Dikişi attım lakin bir hastaneye görünse iyi olur,” dedi Doktor kadın. Bora gözlerini devirdi. “Hastaneye gerek yok dinlenirse hiçbir şeyi kalmaz,” dedi Bora. Doktor kadın hiçbir şey demeden oradan uzaklaştı.
Bora Ayça’yı kucağına alarak bodrumdan yukarı doğru çıktı.
Bora odasındaki koltuğa Ayça’yı yatırdı. Bir battaniye alıp Ayça’nın üstünü örttü. Ve kapıyı kilitleyip odadan çıktı.
(Bir gün sonra Ayça’nın anlatımıyla.)
Saat gece ikiye doğru geliyordu. Uyumakta zorlanıyordum. Gözümü kapatsam hemen açıyorum.
Boğazım kuruduğu için mutfağa su almaya doğru gittim. Bir de ne göreyim karşımda Alp duruyordu. Elinde bir bıçak vardı.
“Alp senin ne işin var burada?” Diye sordum. Bana sert bir şekilde baktı. “Seni görmeye geldim,” dedi. Bu saatte burada ne işi vardı? Ve buraya nasıl girebilmişti.
“Sen buraya nasıl geldin?” Diye sordum. Dudağın kenarı yukarı kıvrıldı. “Meslek sırrı,” dedi ve gülümsemesi sordu.
“Seninle hesaplaşması yarım kalmıştı,” dedi ayağa kalkarak. Elinde ki bıçağı hâlâ bırakmamıştı. Üzerime doğru yürümeye başladı. “Sen benden nefret ettiğini söylemiştin en son,” dedi. Evet bunu söylemiştim. Çünkü beni az kalsın öldürüyordu.
“Sen beni öldürüyordun!” Diye bağırdığında kahkaha attı. “Ben senin iyiliğini düşündüm sevgilim,” dedi bana sırıtarak. “Ne iyiliğinden bahsediyorsun, sen beni öldürmek istedin. Bu nasıl bir iyilik anlamadım?”
“Bu kötü dünyadan kurtarıyorum seni,” dediğinde bende sırıttım. “Beni dünyadan mı kurtarıyorsun yoksa senden mi?” Diye sordum. Bu sorum onu sinirlenmişti. “İkisinden de kurtulacaksın,” dedi.
Bıçağını alıp önce karnıma sapladı, bir kaç kere karnımdan bıçaklayınca dayanabilirim anlayınca bıçağı fırlatıp boğazıma elleri gitti. Beni boğmaya çalışıyordu. Ben ellerini tutmuştum çekmeye çalışıyordum.
Bir anda ellerim boğazımda öksürerek gözlerimi açmıştım. Kabus görmüştüm. Aynı gerçek gibiydi. Ben nefes alamaya çalışırken odaya birisi girdi. Ben kimin geldiğini görmeden elime su dolu bardak verdi. Hemen içmeye başladım. Suyu içmek iyi gelmişti rahat bir nefes almıştım.
Gelenin kim olduğunu baktığımda Bora’nın içeride olduğunu gördüm. Bunun burada ne işi vardı? Daha doğrusu ben neredeyim? Burası neresi?
“Olan biteni hatırlıyor musun?” Diye sordu. Biraz düşünmeye başlayınca bize bazı çocuk oyunları oynamıştı. Birinci oyun köşe kapmaca, ikinci oyun deve cüce ve üçüncü oyun ise bom.
Bir şey daha vardı Alp olacak şerefsiz beni öldürmüştü. “Nerde o it,” dediğim anda ayağa kalktım. Lakin göğsümde ki acıyla yerime geri oturdum. “Ani hareketler yapma dikişlerin patlayacak,” dedi Bora.
“Ben patlatacağım birine,” dediğimde tekrardan ayağa kalktım. “Otur yerine,” dedi Bora sertçe. Sinirlenmeye başlamıştım. Bana kimse emir veremez. En nefret ettiğim şey.
“Sana mı soracağım?” Dediğimde önüme geçti. “Evet bana soracaksın,” dediğinde onu ittirdim. Kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi. Kilitlemiş psikopat. Alay edercesine güldü.
“Anahtarı ver Bora!” Diye bağırdım. “Herkes bana efendim ya da Bora Bey diye seslenirler,” dedi Bora. “Saygısızlık olmasın diye, ama senin yaptığına bak.”
“Saygıyı hak eden kişiye göstereceksin,” dedim yüzüne bakarak. “Anladın mı Bora?” Dedim bağırarak. Bora ismini bastırarak söylemiştim. “Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” Diye bağırınca elimi yumruk yaptım. Her an Bora’nın yüzüne geçirmek istiyordum.
“Evet duyuyor sağır değilim,” dedim. “Şimdi bana anahtarı ver,” dedim elimi ona uzatarak. Elini cebine attığında anahtarı bana gösterdi. Almak için elimi uzattığımda elini yukarı kaldırdı.
Pislik boyum ermiyor diye benimle dalga geçiyor. “Ulaşamıyor musun?” dedi gülerek. “Ver şunu,” dedim sertçe. Zıplayarak bile alamıyorum. 1,80 boylarında olursa ve benimde boyum 1,62 olunca almak imkansız.
Koltuğun üstüne çıkıp öyle almaya denedim. Elini tuttum ama elini başka tarafa doğru çevirmeye başladı. Ben uzanıp almaya çalışırken dengemi kaybedip onun üstüne düştüm.
İkimizde beraber yere düşmüştük. Ben onun üstündeydim. Bir eli belimi tutuyordu. Gözlerimi fal taşı gibi açık yüzüne bakıyordum. “Kalkmayı düşünüyor musun?” dediğinde hâlâ yüzüne şoka girmiş gibi bakakalmıştım. “Böyle mi kalmak istiyorsun?” dediğinde gözlerimi kapatıp açtıktan sonra hızlıca ayağa kalktım.
“Aynen kalmak istiyorum(!)” dedim gözlerimi devirerek. “Belli,” dedi gülerek. Ben bu çocuğu öldüreceğim. “Bora senden nefret ediyorum!” Diye bağırdım.
“Benden mi?” Dedi gülerek. “Benden nefret etmeyi denesene,” diye devamını getirdi. “Zaten nefret ediyorum,” dediğimde beni duvarın oraya sıkıştırdı. “O zaman bana karşı koy,” dedi yüzüme doğru eğilerek.
“Bana engel olmaya çalış,” dedi gülümseyerek. “Cevap vermedin hoşuna mı gitti yoksa?” dediğin de sinirden güldüm. “Bora benimle uğraşma,” dedim.
“Sana lanetleniyoruz ya o yüzden sinir etmek eğlenceli,” lanet olsun bunu en son oyun oynarken demişti.
“Şerefsiz lanet adam!”
“Lanet adam mı? Güzel ama size lanetleniyoruz.”
Bora’nın gülümsemesi aniden solunca kapıya doğru hızlıca gitti. Kapının kilidini açınca bende arkasından koştum ama hemen kapıyı kilitleyip gitti.
“Bora kapıyı aç,” dedim kapıyı yumruklayarak. “Neden beni mi özledin?” dediğinde kahkaha attı. “Evet seni özledim Bora aç şu kapıyı(!)” Dedim.
“Gerçekten mi?” Dedi. Gözlerimi devirdim. “He evet gerçekten(!)” dedim. “Açmıyorum,” dediğinde kapıya daha sert vurdum. “Açmazsan kırarım kapını!” Diye bağırdım.
Bir kaç kere kapıya vurdum. Bora ses vermemişti. Lanet olsun beni burada bırakıp gitmişti. “Bora!” Diye bağırdım bir kaç kez. “Şu kapıyı aç da öldüreyim seni!” Diye bağırdım.
Odada öylece dolaşmaya başladım. Bir masa görünce oraya oturdum. Sanırım burası Bora'nın odasıydı çünkü masanın üstünde Bora Şimşek yazıyordu.
Masada bir sürü farklı farklı dosyalar vardı. Can sıkıntısından masayı falan kurcalamaya başladım. Çekmeceyi açtığımda Bora'nın fotoğrafı vardı.
Bir tane keçeli kalem alıp bıyık ve kulak çizdim. En sonunda da şerefsiz tavşan yazdım. Kilit sesi duyunca fotoğrafı tekrar yerine koydum.
Kapıya doğru hızlı bir şekilde gittim. “Bana hiç öyle bakma seni çıkarmaya niyetli değilim,” dediğinde gözlerimi devirdim. “Yurda gittiğimde müdüre derim o zaman,” dedim.
“Ne diyeceksin müdüre?” Diye sordu. “Beni seri katil odaya kilitledi üstelik yedi aydır aranıyor,” dedim. “Peki ya seni yurda götürmezsem,” dediğinde gözlerimi açtım.
“Ne demek istiyorsun?” Diye sordum. Şerefsiz, lanet adam beni bırakmayacak mıydı? “Gel benimle,” dedi kapını oraya giderek. “Sakın kaçmak gibi bir delilik etme valla acımam sıkarım kafana,” dediğinde ciddi görünüyordu.
“Nasıl vurduğunu biliyorum zaten,” dedim. “Geçen de beni vurmuştun hatırlatırım.”
“Seni Alp seçmişti yalnız bende hatırlatırım,” dediğinde kaşlarımı çattım. İçimden sürekli ona küfür ediyordum. Bora'nın peşine gidince bir adam çıktı önümüze.
“Bonjour M. Bora, quand nous reverrons-nous?” Fransa konuşuyorlardı. Türkçe olarak ‘günaydın Bora Bey ne zaman görüşeceğiz,’ dedi yanılmıyorsam.
Bora bir şey demeden ben konuştum. "Comme vous pouvez le constater, nous avons du travail à faire maintenant,” gördüğünüz gibi yapacağımız işler var.
Bora benim Fransızca konuştuğumu görünce şaşırmıştı. Bora Fransızca “ben sizi arayacağım,” dedi. Adam gidince arkasından sessizce Fransa küfür ettim. Muhtemelen duydu ki arkasını döndü.
“Bana bak!” Diye bağırınca gülümseyerek ona döndüm. “Düzgün dur artık,” dedi. “Kapatmasaydın beni odaya.”
Bora alt kata doğru gidiyorduk. Bir kapıya gelmiştik. Bu kapının anahtarı yoktu yalnızca şifre giriliyordu. Şifreyi eliyle kapatıyordu hiçbir şey göremedim.
“Geç önden bir delilik etme,” dedi. İçeri geçince bizi oyun oynattığı bodruma gelmiştik. Alp’in beni vurduğu yeri gördüğümde aklıma o geldi. Bora koluma vurunca irkildim.
“Bu taraftan,” dedi eliyle yol göstererek. Bora’yı takip etmeye devam ettim. Yine bir kapıya gelmiştik. Bu sefer şifresi yoktu anahtarla açılıyordu.
İçeri girdiğimde dövüş yapılan bir yere girdik. Yoksa benimle dövüşecek miydi? “Ayça,” dedi Bora. Ona doğru döndüğüm de elime boks eldivenlerini attı. “Giy,” dedi.
“Seni öldürmem için bir fırsat mı yoksa?” Dedim boks eldivenleri takarak. “Bu zamana kadar beni öldüren olmadı, istiyorsan deneyebilirsin.”
Bora daha eldiveni giymeden ben suratına yumruğumu atmıştım. İkinciyi yüzüne vuracağım esnada elimi havada yakaladı.
Ben elimi kurtarmaya çalışıyordum lakin buna izin vermiyordu. Bu sefer tekme attığımda onu yakaladı. dengemi kaybedip yere düştüğümde kıkırdadı. “Emin ol gücümün yüzde üçünü sana kullanıyorum,” dedi.
“Yüzde yüzünü kullan,” dedim. Kaşlarını havaya kaldırdı. “Kullanırsam ölmenden hiç kuşkum olmaz,” dedi. Yumruğumu bir kez defa yüzüne geçireceğim esnada kenara çekilip bana çembe taktı. Ben dengemi kaybedip yere düşeceğim esnada belimden yakaladı.
“Bu yüzde beşi falandı,” dedi. Gardımı aldım. Bu sefer tekrardan tekme atacaktım. Tam karnına tekme atacakken sağa kaçtı. Hemen yumruğumu attım.
Bu sefer durmayacağım. Her hamlem de kaçıyordu. Bana vurmuyordu. En sonunda yüzüne yumruğumu savurunca havada yakalayıp ters çevirdi. Diğer koluyla boğazımı sardı. Çenesini omzumun üstüne koymuştu.
“Kavga esnasında öncelik rakibin,” dediğinde kaşlarımı çattım. “Niye önce ben yiyorum?” Diye sorduğum. Bir yandan da ben kaçmaya çalışıyordum. “Hangi elini daha iyi kullanıyor, sen hamle yaparken nasıl senden kaçıyor, bunları öğrenmen lazım.”
“Ben onları öğrenmeye çalışırsam çoktan dayak yemiş olurum,” dedim. Hiç beklemediği anda ben saldırmak istiyorum. “İşte bu yüzden savunmayı öğrenmelisin,” dedi.
Kapı tıklama sesi gelince Bora beni bıraktı. Dövüşün bittiğini anlayınca eldivenleri çıkarmaya başladım. “Bora Bey,” dedi korumalardan biri. İki kişi gelmişti. “Dinliyorum,” dedi Bora.
Bu kapılar şifreli ve bir sürü anahtar var. Sanırım bunları bilen bir kaç kişi var. Onlarda en güvendiği kişiler sanırım. “Geç kalacağız adamlar varmıştır bile,” dedi korumalardan biri. “Geliyorum,” dedi Bora.
Bana döneceği esnada ayak içine tekme attım. Bu sefer onu düşürmeyi başarmıştım. “Kabul et ilk defa bir kadından dayak yedin,” dedim gülerek. Korumalar bile hafifçe kıkırdamışlardı.
“Cinayette sizde kurban olmak istemiyorsanız çıkın dışarı!” Diye bağırdı Bora gür sesle. Korumalar hemen dışarı çıkmıştı. “Seninle sonra hesaplaşacağız,” dedi Bora.
“Bekleriz bir yere gitmiyorum,” dedim. “Malum beni bir odaya kapatıyorsunuz,” diye devamını getirdim. “Çok konuşmada yürü,” dedi Bora.
Tekrardan yukarı çıktığımızda beni yine kendi odasına kapattı. “Bu arada sana bir isim bulalım,” dedi. Ne alakaysa şimdi. “Ayça ismim,” dedim.
“Onu biliyoruz lakin bir ismin daha olmalı,” dedi Bora. “Bir lakap bulalım sana,” boş işler müdürü başka hiçbir şey değil. “Bir katilin bana verdiği ismi kullanmak istemiyorum,” dedim.
“Belki bu katil sana yeni bir hayat sunar belli mi olur?” Dedi Bora. “Oyunbozan ya da hileci bu ikisinden birini seç.” Gözlerimi devirdim. Ben daha iyi bir seçil sunardım.
“Ya da Azrail bu daha iyi değil mi?” Dedi Bora. “Tamam Azrail olsun ama dikkat et de senin Azrail’in olmayayım.”
Bora'nın dudağının kenarı kıvrıldı. “Hiç kuşkum yok,” dedi Bora. Kapının oraya bazı korumalar geldi. “Benim çözmem gerek bir mesele var.
“Yine kim cinayet işledi acaba?” Diye sordum.
“Haberlere çıktı,” dedi Bora. “Bir kafe de tuvalette adamı öldürmüş, arabayla kaçarken yolda birine çarpmış. Sonrada bankta oturan birini öldürmüş.” Adam art arda üç cinayet işlemiş yuh!
“Tek günde mi?” Diye sordum. Bora kafasını evet anlamında salladı. “Ben gelene kadar buradan çıkmıyorsun,” dedi Bora.
“Efendim gitmemiz lazım,” dedi Koruma. Bora odadan çıkıp kapıyı kilitledi. Anlaşılan bir süre daha buradayım.
Sandalyede bir süre boş boş oturdum. Aklıma babam gelmişti ki gelmez olaydı.
(On üç yıl önce. Yazarın anlatımıyla.)
Altı yaşındaki Ayça evde tek kalmıştı. Kafesten kuşuyla oynuyordu. Ardından içeri Ayça'nın annesi ile babası geldi. Babası sarhoştu ve annesini dövüyordu.
“Korkma tamam mı?” Dedi Ayça kuşuna. “Sadece bağırıyorlar birazdan biter. Ben hep senin yanındayım.”
Ayça’nın annesi bir anda odaya girdi. Ayça’yı kolundan tutarak dışarı fırlattı ve kapıyı kilitledi. “Kapıyı açmazsan kızını öldürürüm!” Diye bağırmıştı Ayça'nın babası.
Ayça onları duymamak için şarkı söylüyordu.
Mini mini bir kuş donmuştu.
Pencereme konmuştu.
Aldım onu içeriye.
Cik cik cik cik ötsün diye.
Donmuş bir kuş olan Ayça’ydı ve pencere bir kalp. Ama Ayça kimsenin kalbine girip ısınamamıştı. O gün öylece donmuştu. Ne pencere buldu, ne de cik cik diye ötemedi.
Ayça’nın annesi odadan çıkmıştı. Ve babası Ayça’nın annesini yerde boğuyordu. Ayça ne olduğunu anlamamıştı. Direk odasında duran kafesten kuşunun yanına gitti.
“Maviş ben geldim buradayım,” dedi Ayça. Ve bir kırılma sesi. Ayça’nın annesi eşinin kafasında vazo kırmıştı. Ayça’nın annesi odaya doğru girip kafesi eline alıp duvara doğru fırlattı.
“Ben burada ölürken sen sadece kuşuna mı sarıldın,” dedi Ayça’nın annesi. Ayça hiçbir şey söyleyememişti. Dili düğümlenmiş konuşamıyordu.
Ayça’nın annesi, Ayça’ya vurmaya başladı. Ayça ağlıyordu. En sonunda Ayça’yı ittirmişti. Kafasını masanın köşesine çarptı. Ayça’nın kafası kanıyordu.
Ayça’nın annesi mutfaktan bıçak alıp Ayça'ya saplamak üzereyken silah sesi duyuldu. Ayça çığlık attı.
Polisler gelmişti ve Ayça'nın annesini vurmuşlardı. Altı yaşındaki Ayça sadece çığlık atıyor ve ağlıyordu. O gün ölen tek kişi babası ve ölen kuşu Maviş'ti.
(Günümüz. Ayça’nın anlatımıyla.)
“Bende seni özledim Maviş,” dedim göz yaşlarımı silerek. Onu görmek istiyordum ve buradan çıkmak. Kendimi toparlayıp ayağa kalktım.
Öncelikle pencereye gittim. Lanet olsun yüksekti burası Atlayamam. Kapıya doğru gittim. Önce anahtar deliğini kontrol ettim. Anahtar orada yoktu.
Çekmeceler falan karıştırdım belki yedek anahtar falan çıkar. Bütün ajandaları çıkardım lakin bir tane anahtar bile yoktu. Ajandaları yerine koyacağım esnada içinden bir şey düştü. Bu küçük bir anahtardı.
Bu kapıya falan uymazdı. Etrafa daha iyi bakınca bir tane daha çekmece gördüm. Bu çekmece kilitliydi. Anahtarı oraya takip çevirdim. Bu anahtar buranındı.
Çekmeceyi açınca içinden beş tane anahtar çıktı. Hepsini elime alıp kapıya doğru gittim.
Birincisini denedim olmadı.
İkincisini denedim buda olmadı.
Üçüncü ve dördüncü anahtarda olmadı.
Son beşinci anahtar kalmıştı. Onu da takip çevirince kapı tamamen açılmıştı. Her şeyi yerine bırakıp kapıyı da kapatıp çıktım.
Merdivenden aşağıya inerken bir ses duydum. “Sen Bora Bey'in hapsettiği kız değil misin?” Dedi. İçimden bir küfür ettim. Arkamı dönmeden hemen koşarak aşağıya doğru indim. Bir odaya saklandım. Lakin kapıyı kapatamadım. Adım sesleri duyunca nefesimi tuttum.
“Bora Bey hapsettiğiniz kız kaçtı,” dedi. Şuan kapımın dibinde. Bora'nın telefondan bile sesini duyuyorum. “Ne demek kaçtı?” Dedi Bora.
“Bana bakın onu acilen bulun ve odaya kapatın!” Diye Bağırdı Bora. “Sakın kılına bile zarar vermeyin, versenize sonuçları biliyorsunuz.”
“Anladım efendim hemen bulacağım,” dedi adam. “Hemen!” Diye bağırdı Bora. “Hey!” Diye bağırdı. İsmimi bilmediği çok belli oluyor. “Bak ne olursun ortaya çık eğer seni bulamazsam Bora Bey beni gebertir,” dedi.
Bora Allah aşkına adamlara ne yapıyorsun da bana yalvarıyor? Nefesimi daha fazla tutamayacağım için bıraktım. Bu sefer daha sessiz davranmaya başladı. Siktir, beni fark etti mi?
Ani bir hareketle kapıyı kapattı. Lanet olsun onunla göz göze geldim. “Demek buradasın,” dediğinde kaçmak için bir hamle yaptığımda kolumu sıkıca tuttu.
“Bırak beni!” Diye bağırdım. “Normalde umurumda olmazsın ama Bora Bey beni yaşatmaz o yüzden düş önüme,” dedi. Elimi bırakmadığı için ön kolunu ısırdım.
Refleksle bana tokat atınca yere sendeledim. “Özür dilerim,” dedi yanıma yaklaşarak. “Lütfen Bora Bey’e söylemeyin çok çok özür dilerim.”
Bana vurmanın bedelini ona ödeyecektim. “Gitmeme izin vermezsem seni Bora’ya söyleyeceğim,” dedim. Adam önce biraz düşündü sonra kapının oradan çıktı.
Ben yine koşarak dışarı çıktım. Bütün çalışanlar bana bakıp duruyordu. Bana bakmaları umurumda bile değildi. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum.
Bir kapı bulunca oradan çıktım. Biraz daha ilerleyince bir yerde durdum. Rahat bir nefes aldım. Şuan saatin çok geç olduğunu zannetmiyorum. Lakin sonbahar ayında olduğumuz için karanlıktı.
Buraları pek bilmiyordum. Yollara doğru ilerledim. Belki karşıdan geçen insanlar olabilirdi. Lakin buralarda hiç kimse yoktu. Sokaklar biraz daha daralıyordu.
Akşam buralardan geçmek çok iyi bir fikir değildi. Ofise dönemem çünkü Bora neden şu pislikten bir an önce kurtulmayı istiyordum. Midem bulanıyordu. Kim bilir kaç gündür yemek yememişimdir.
Oyun oynadığımız gün ve beni hapsettiği gün. Toplam iki gün falan olmuştu. Sarhoş olduğum içinde bütün yediklerimin hepsini çıkarmıştım. Bir an önce yesem iyi olacaktı.
Bir sokağa girdiğimde hasarlı arabalar ve otobüsler vardı. Bir sürü varil ve konteyner vardı. Ne değişik bir yere girdiysem.
Ben yürümeye devam ederken aninden bir el ağzımı kapattı ve beni arasın arkasına çekti. Ben kim olduğuna doğru baktığımda Bora’nın olduğunu gördüm. “Sessiz ol,” dedi Bora sessizce.
Ben kafamı evet anlamında salladığım da elini ağzımdan çekti. “Şuanda bahsettiğin adamın yerinde miyiz?” Diye sordum sessizce. Kafasını evet anlamında salladı. İçimden bir küfür savurdum.
Gözüm Bora’nın silah tutan eline gözlerim kaydı. Eli morarmıştı. “Eline ne yaptın?” Diye sordum. “Benimle ilgileniyorsun değil mi? İlgileniyorsun.”
“Sadece merak etmiştim gerçi umurumda bile değilsin,” dedim gözlerimi devirerek. “Umurunda olmasam bu soruyu sormazdın,” dedi. “Neyse çok merak ediyorsan söyleyeyim sinirden duvarları yumrukluyorum. Takıntı oldu.”
Bende sinirlenirsem bir yere vururum ama kendime o kadar da zarar vermem Bora sürekli etrafına doğru bakıyordu. Bazı yerlerde adamlar vardı. Dikkatlice bakınca görünüyorlardı.
“Şimdi sen buradan sessizce gidiyorsun,” dedi Bora. Başıma bir iş gelmesin diye buradan uzaklaşacaktım. Ayağa doğru yavaşça kalktım. “Sakın ses çıkarma,” dedi Bora. “Tamam,” dedim.
Biraz daha ilerleyince bir el tekrardan ağzımı kapattı ve benim boğazıma bir silah dayadı. Ben çığlık attım lakin sesim fazlasıyla çıkmamıştı.
Bora bir anda silahıyla üzerimize doğru geldi. “Sakın bir adım daha atmam!” Diye bağırdı adam. “Yoksa sıkarım,” dedi. Ben ondan kaçmaya çalışıyordum lakin beni daha sert tutuyordu.
“Senin işin benimle,” dedi Bora. “Onu bırak!” Diye bağırdı Bora. Nefes almakta zorluk çekiyordum. Bora tarafından silahla vuruldum lakin bu beni korkutmamıştı. Bu adam beni daha çok korkutuyordu.
“Silahlarınızı atın!” Diye bağırdı. “Yoksa sıkarım.” Bu adam gerçekten beni öldürecekti. Bora yardım et. Bora silahlarını yere doğru koydu. “Uzaklaştır!” Diye bağırdı.
“Sikeyim böyle işi!” Diye bağırdı Bora. Silahlarını tekme atarak uzaklaştırdı. “Şimdi kızı bana ver!” Diye bağırdı Bora. Adam Bora'ya dikkatini verirken ben dirseğimi karnına geçirdim.
Tam ondan kurtulup Bora’nın yanına koşacağım esnada biri kafama ağır bir şey vurunca yere doğru düşeceğim esnada bir koruma beni omzuna aldı.
Lakin bu Bora'nın koruması değil, beni öldürmeye çalışan adamın koruması. “Öyle kolay alamazsın.”
“Bizi takip edersen kız ölür eğer aklın varsa bizi takip etmezsin,” dedi beni öldürmeyi çalışan adam. Beni arabaya doğru yatırdı. O sırada bilincimi kaybettim.
⚔
“Kaç dakika oldu?”
“iki saat oldu.”
“Kızın kafasına nasıl vurduysan artık.”
Gözlerim yavaş yavaş aralandığında kafama siyah küçük çuval koymuşlardı. “Uyandı sanırım hareket etmeye başladı.”
Karnıma gelen darbeyle ağzımdan bir çığlık attım ve sandalyeyle yere düştüm. Şerefsiz tekme atmıştı. Ardından bir tane daha yedim ve suratıma bir yumruk.
“Kızı bırak, o bize canlı lazım!” Diye bağırdı tanımadığım bir ses. Yüzümü açtıklarında onlara sert bir şekilde baktım.
“Söyle bakalım Bora Şimşek hakkında ne biliyorsun?” dediğinde hiçbir şey söylemeden yüzlerine baktım. “Sağır falan mısın cevap ver!”
Yüzüme bir yumruk daha vurdular. Ağzıma gelen kan tadıyla yere tükürdüm. “Bilmiyorum,” dedim. Bu sefer tokat atmıştı yüzüme.
“Orospu çocuğu bilmiyorum dedim!” Diye bağırınca tekrardan yüzüme yumruk attılar. Burnum ve dudağımdan kanlar geliyordu. “Sen söylemeyene kadar bu işkence devam edecek,” dedi.
“Patron geliyor birde o konuşmayı denesin.”
“Patronunuz kim?” Diye sordum sertçe. “Sana silah tutan adam şimdi buraya gelir tanıtır kendini.”
Kapı açılınca içeriye giren adamı görünce nefes alamadım. Gözlerim kocaman açılmıştı. Buna inanmak istemiyordum. Gözlerimi bir kaç kez kırpıp açtım ama hâlâ onu görüyordum.
Bana silah tutan adam, bu adamların patronu ve Bora’nın anlattığı kişi benim babamdı. Bu nasıl olabilir o ölmüştü. Hayır siye bağırmak istiyordum.
“Baba,” dedim ağlayarak. Bağırmak çığlık atmak istiyordum. Onun ölmesi lazımdı. Yanıma doğru geldiğinde yüzüme bor yumruk atmıştı. “Konuş Bora kim?”
Yüzüme uzun uzun baktı. “Ayça,” dedi bağırarak. “Gerçekten sen misin?” Dedi babam. Kafamı salladım. “Altı yaşındaki bir kız çocuğun yanında annesini boğazını sıkmıştın hatırladın mı?”
Sinirden elini bana kaldırmıştı ama kendini durdurabilmişti. “Bak halime baba,” dedim ağlayarak. “Kızına ne yaptılar,” diye devamını getirdim.
“Hiç mi sormayacaksın ‘seni kim dövdü’ diye.” Ağlayarak çığlık atıyordum. Babam ise yüzüme boş boş bakıyordu. “Baba bir şey söyle!” Dedim bağırarak. “Görmüyorsun musun kızının halini?”
Başımı aşağıya doğru indiğimde karnımın her tarafı kan olmuştu. Dikişlerim patlamış ve ben bunu fark etmemiştim. Belki de babamı görmek bana daha çok acı verdi o yüzden onun acısını fark etmedim.
“Beni vurdular baba!” Dedim bağırarak. “Sevdiğim adam tarafından,” diye devamını getirdim. “Ama sen yaşıyorsun ve yanıma gelmedin.”
“Baba kızın ölümle burun buruna geliyor artık!” Diye bağırdım. “Hiç mi canın yanmıyor?”
“Annemi öldürülmeye çalışırken bile canın yanmadı mı baba?” Konuş baba artık. Bana cevap ver! “Kimsenin hayatı umurumda değil artık,” dedi babam. Bunu söyleyince son bir kez çığlık attım. Lakin bu üzülme çığlığı değildi. İntikam çığlığıydı.
Bir anda kapının açılıp içeri siyah kısa saçlı kâküllü, siyah kıyafeti bir omzu açık. Birde siyah yan cepli biraz bol pantolon giyen kız çıktı. İçeri bir sis bombası atmıştı.
Arkamda bir el hissettim. Ellerimi çözüyordu hangi ara gelmişti onu anlayamadım. “Özür dilerim geç kaldım,” dedi bütün samimiyetiyle. “Ben Yağmur Bora’nın kardeşiyim,” dedi.
Sis geçince her yerimi çözdüğünü fark ettim. İçeri Bora girdi. “Benden haber bekle demiştim sevgili kardeşim,” dedi Bora. Yağmur göz devirdi.
Yağmur kolumdan tutarak kalkmama yardım etti. Bora'nın arkasından bir adam gelince Bora hemen onu duvara sıkıştırdı. Refleksleri kuvvetliydi.
“Ölmek istemiyorsan buradan uzaklaşırsın,” dedi Bora sertçe. Adamı duvara sertçe itip arkasına döndüğünde adam vurmak için öne doğru adımı atmışken Yağmur sağ ayağını adamın tam omzunun üstüne sertçe vurdu.
“Seni abimin eline bırakmamı istemiyorsan buradan uzaklaşırsın.” Yağmur’u daha yeni görmeme rağmen bu kadar seveceğimi düşünmemiştim. Dövüş konusunda çok iyiydi. Eee kimin kardeşi.
“Hadi Ayça seni yurda bırakalım,” dedi Yağmur. Kafamı evet anlamında salladım. Yurda gidince onlara ne bahanesi uyduracaktım acaba?
Arabaya doğru geçtik. Bora şoför yerine, Yağmur ön koltuğa, bende arkaya oturdum. Kafamı cama doğru dayadım. Tam uyuyacağım esnada Yağmur seslendi.
“Ayça uyuma eczaneye gireceğim sana pansuman yapacağım,” dedi. Fena dövülmüştüm ama şuanda yurda ne diyeceğim? ‘Şey beni bir katil kaçırdı sonra tutsak edildim, Bora’nın düşmanları beni yakalayıp işkence ettiler.’ Bir bahane bulmam lazım.
Yağmur yanıma doğru geldi. Elinde gazlı bezler, peçete, pamuk, su ve yarabandı falan vardı. Öncelikle şu şişesinle peçete ıslatıp kanları sildi. Karnımı gazlı bezle sardı. Kaşıma yara bandı takmıştı.
Gözüm biraz morarmıştı oraya da merhem sürdü. Dudağımı pamukla iyice sildi. Gözlerime kapatıcıyla morlukları kapatmaya çalışıyordu. “Kimse şüphelenmesin, o yüzden kapatıcı sürüyordu.
“Ara ara kontrol etmelisin,” dedi Yağmur. Son bir kez göğsüme ilaç sürüp gazlı bezle sardı. “Yarın erkenden bize gel doktor dikiş atsın,” dedi. “Teşekkür ederim,” dedim Yağmur’a.
Ardından Bora söze daldı. “Yağmur benden habersiz iş yapmıyorsun bir daha, bir anda çıkmaman gerekirdi. Seni kaybedersem ben ne yapardım?”
“Abartma istersen,” dedi Yağmur. “Abartmıyorum eğer orada ölürsen-”
“Tamam abi bir dahakine haber beklerim. Şimdi arabayı sür Ayça’yı bırakalım sonra konuşuruz,” dedi Yağmur.
“Bu arada işi hallettim,” dedi Bora. “Ne halt yaptın?” Diye sordum.
“Bir kızla anlaşma yaptım, para verdim. Yemeklere zehir katmasını istedim. Sonra senin kattaki kişileri uyku ilacı daha vermesini istedim çünkü olanları pek hatırlamayacak. O kadar kişi zehirlenince senin varlığını unutacaklar.”
Oha bu kadar planı nasıl yaptılarsa artık? “Yaralarını sorarlarsa gece tuvalete giderken düştüm dersin. Zehir konusunda da endişelenme kimse sormayacak sana.”
Yurda doğru geldiğimizde güvenlikçi uyuyordu. İşimiz kolaydı lakin kameralar vardı. Bora elindeki kumandayla kamerayı tutarak bir düğmeye bastı. Kameranın ışığı sönünce kapandığını anladım. Bora’ya bak sen neler icat etmiş.
Pencerenin önüne gelmiştik. Pencere açıktı ama yüksekti. “Kapıdan giremez miyim?” Diye sorduğum. “Elbet koridordan geçenler vardır. Bunu göze alamayız.”
Bora elinde kanca vardı. Pencerenin içine doğru attı. Bora kendine doğru kancası çekti. “Davetiye mi bekliyorsun hadi?” Dedi Bora sertçe. Gözlerimi devirdim.
“Ben buraya tırmanmam ki,” dedim. İp ve bir düz duvar oraya hayatta tırmanamam. “Peki sen bilirsin başka yöntemlere başvuracağım.”
Bora yanıma yaklaşınca beni omzuma doğru aldı. “Bora indir beni!” Diye bağırdım. “Tırmanacaktın o zaman,” dedi Bora sertçe. Bora tırmanmaya başlamıştı.
“Bora düşeceğim indir beni!” Diye bağırdım. “Uslu bir kız olup sessiz olur musun acaba,” dedi Bora. “Bağırıp durma yakalanmak istemezsin öyle değil mi?” Dedi gülerek.
Kanca biraz aşağıya doğru ani bir şekilde kayınca Bora'nın omzundan beline doğru kaydım. “Bora düşeceğim!” Dedim bağırarak. Bora’nın eli belime doğru gitti. Sıkı bir şekilde tutuyordu.
“Ben varım burada, düşmezsin.”
Odaya doğru girmeyi başarmıştım. “Ben gidiyorum,” dedi Bora. Cebinden bir kağıt çıkarıp bana uzattı. “Telefon numaram lazım olur,” dedi Bora.
Bora gidince üstümü değiştirdim. Gece yurttan kaçtığım kıyafetler duruyordu. Artık kan kokmaya başlamıştı. Bir poşet alıp kıyafetlerimi ona koydum. Yatağımın altına doğru koydum.
Yatağıma doğru yerleştim. Yorganı boğazıma kadar çektim. O kadar rahat hissediyorum ki hemen kendimi uykuya verdim. Umarım yarın kötü bir olay yaşamam.
(Yazarın anlatımıyla.)
Bora Ayça’yı yurda bırakınca arabaya doğru gitti. “Şimdi ne yapacağız?” Diye sordu Yağmur. “Adamların mekanına gideceğim,” dedi Bora.
“İstersem sende gel,” dedi Bora. Yağmur kafasını evet anlamında salladı.
Yola doğru çıkınca Bora arabayı hızlı sürmeyi başladı. “Yağmur kemerini tak,” dedi Bora. “Sende tak,” dedi Yağmur. “Kardeşim! Şu kemerini takar mısın?”
Yağmur kemerini taktıktan sonra Bora’nın kemerini de taktı. Çok kısa bir sürede adamların mekanına gelmişlerdi. Bora ve Yağmur silahındaki mermileri değiştirdiler. Emniyet kemerini açtı ve şarjörü çektiler.
Saklana saklana kapıdan gizlice içeri girdiler. “O Bora’yı parçalara ayırarak öldürmek istiyorum!” Diye kükredi Ayça’nın babası.
Bora sinirlenerek bir anda kendini belli etti. “Dikkat et de seni ben parçalara ayırarak öldürmeyeyim!” Diye bağırdı. Hedef Bora olunca Yağmur’da arkadan saklanarak diğerlerini vuruyordu.
Yağmur içeri sis bombası atınca Bora’nın yanına gitti. Yağmur Bora’nın kolundan yakalayarak dışarı çıkardı. Bora hemen arabanın yanına gitti.
O sırada Yağmur yerdeki kartonları çakmakla ateş vermeye çalışıyordu. Bora elinde benzini açmış evin etrafına döküyordu. Yerdeki tahtaları da evin etrafına koyuyordu.
Yangın gitgide büyümeye başlayınca Bora ile Yağmur hemen arabaya binip hızlıca uzaklaşmaya başladılar.
“Aferin sana kardeşim,” dedi Bora. “Hem bana diyorsun bir anda çıkma diye, birde senin yaptığına bak!” Diye kızdı Yağmur. “Ben seni düşünüyorum,” dedi Bora.
“Bende seni düşünüyorum,” dedi Yağmur. Bora sinirden derin bir nefes verdi. “Tamam konuyu kapatalım. Hiç birimize bir şey olmadı ona şükredelim.”
Bora ile Yağmur eve gelince hepsi yataklarına geçip kendilerini uykuya bıraktı. Bora hemen uykuya daldı lakin Yağmur yarın başına kötü iş gelmesinden korkuyordu. Ve aklında bir plan vardı.