Yeni Üyelik
3.
Bölüm

(Benim Hayatım) Bölüm 2

@edaiste53

Gözlerimi yavaşça açtığımda beyaz bir tavan gördüm. Etrafımdaki steril hava ve cihazların hafif sesi, hastanede olduğumu anlamamı sağladı. Hafif bir baş ağrısı ile vücudumda beliren sızılar, o gece yaşananları düşünmemi zorlaştırıyordu. Kendimi toparlamaya çalışırken, odanın bir köşesinde dikilen bir adam dikkatimi çekti. Adam, ciddi ve sert bir duruşla bana bakıyordu. Gözlerinde soğuk bir ifade vardı; omzunda sargı görünce, o gece beni kurtaran kişinin o olduğunu düşündüm. Sessizce duruyordu, ama bakışları sanki hiçbir detayı kaçırmıyormuş gibi üzerimdeydi. Derin bir nefes alarak sesimi çıkarmaya çalıştım.

"Buraya nasıl geldim ve oradaki adamalar kimdi? bana niye saldırdılar?" diye sordum, sesimde hâlâ şaşkınlık ve korku vardı. Adam, ifadesiz bir yüzle bana bakarak sakince ama soğuk bir sesle konuştu: "Bu meseleler hakkında daha sonra konuşulur. Şu an bilmeniz gereken tek şey, babanızın birazdan burada olacağı.

"B-babam mı?" diye mırıldandım, şokla gözlerimi ona dikerek. "O ne demek şimdi? Buraya mı geliyor?" diye sormamla birlikte yataktan kalkmaya çalıştım, ancak belimde hissettiğim keskin bir ağrı beni yerime çiviledi. Acıdan inleyerek hareket etmeyi kestim. Adam, bir adım yaklaştı ama yardım etmeden önce, sert bir ifadeyle,

"Yerinden kıpırdama," dedi. "Daha fazla ağrı çekmene gerek yok." Bu sözleriyle, istemeden de olsa yatağa geri yaslandım, gözlerimi ona diktim ama yüzünden hiçbir duygu okumak mümkün değildi. Her şeyin cevabını babamdan alacağımı düşündüğüm sırada, kapı açıldı ve içeriye ağır adımlarla babam girdi. Babamın ağır adımlarla odaya girişiyle içimden bir ürperti geçti.

Sert yüz hatları, her zamanki otoriter bakışlarıyla bana baktığında, içinde bulunduğum durumu daha da ciddiye almam gerektiğini hissettim. Yanındaki adamın ona saygıyla başını eğdiğini fark ettim; belli ki babamın yanında çalışan, güvendiği biriydi. Babam gözlerini üzerimden ayırmadan, tek kelime etmeden yanıma yaklaştı. Yatağın kenarına geldiğinde bir süre sessizce beni süzdü, ardından derin bir nefes alarak soğuk bir sesle konuştu:

"Eflal, başını nasıl bir belaya soktuğunun farkında mısın?" dedi. Sesi sert ve mesafeliydi; sanki benim başıma gelenlerde benim bir payım varmış gibi konuşuyordu.

"Başını belaya sokmak mı? Bu durumun benimle ne ilgisi var?" dedim, kendimi savunmak istercesine. Hayatımda belki yan yana bile gelmeyeceğim adamların saldırısına uğrayan benken bana hesap soruyordu kendi çevresine bakması gerekirken. Babam, başını yanındaki adama çevirerek,

"Durumu anlat," dedi sert bir sesle. Adam adeta emir almış gibi başını hafifçe eğdi ve bana dönerek olayları kısaca özetledi:

"Bu saldırı size yönelik bilinçli bir hamleydi, Eflal Hanım. Arkanızdan gönderilenler babanızın ezeli düşmanları olmalı. Gözünüzün önünde iş bitirmek niyetindelerdi ama neyse ki tam vaktinde ordaydık ve onları etkisiz hale getirdik.

"Babam, söze girmeden önce bir an sessiz kaldı, ardından soğuk bir ifadeyle konuştu:

"Eflal, bu iş ciddi. tehlikedesin ve bunun tekrar olmayacağının garantisi yok. Sakın inat edeyim deme." Ne söyleyeceğimi bilemez halde babama bakarken, başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Babamın korumasına muhtaç hale gelmek, hem utanç verici hem de ürkütücüydü.

"Seninle kalmam bunu biliyorsun." dedim derin bir nefes vererek. Babam kaşlarını sertçe çatıp gözlerime baktı.

"Bundan sonra sadece benimle kalacaksın. Hiçbir yere çıkmak yok," dedi kesin bir ses tonuyla, itiraz kabul etmeyen bir tavırla. Kaşlarımı çatarak ona baktım, dudaklarım istemsizce sıkılıyordu.

"Bu ne demek şimdi? Düzene soktuğum hayatımı senin kirli işlerin yüzünden yok mu sayayım? Sırf bunun yüzünden senden ayrı yaşıyorum zaten, Bu benim hayatım bu şekilde müdahale edip, hayatımı değiştiremezsin." dedim, sinirle kelimeler ağzımdan dökülürken. Babam, yanındaki adama sadece bir göz işareti yaptı ve adam hemen odadan çıktı. Sonra bana doğru eğilerek aynı sertlikle konuşmaya başladı.

"Bana bak, Eflal. Senin bu şımarık ve çocukça tavırlarına yeterince müsamaha gösterdim. Ama durumun ne kadar ciddi olduğunun farkında değil misin hâlâ?" Derin bir nefes alarak yüzüme düşen saçları usulca kulağımın arkasına attım, bakışlarımı ondan ayırmadan.

"Umurumda bile değil, anladın mı? Zaten senin kızın olma ağırlığı beni yeterince bıktırıyor, bir de yığınla adamın olduğu evde yaşamamı mı istiyorsun? Hayatta olmaz," dedim, kararlılığımı göstermek istercesine dik bir duruş sergileyerek. Babam derin bir nefes aldı, bakışları yumuşar gibi oldu ama sesi hâlâ ciddiydi.

"Eflal, kızım, bak durum sandığından çok daha ciddi. Eğer Karan seni yakından takip etmiyor olsaydı, şu an... belki de burada yaşıyor olmayacaktın," dedi sakin bir ses tonuyla. Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırıp ona baktım, gözlerim istemsizce büyüdü.

"Ne yani, peşime adam mı taktın?" Sinirle güldüm, bu durumun absürtlüğüne inanamıyordum.

"Tamam istediğin hayatı yaşa derken aklında böyle bir şey vardı yani bunun içindi, değil mi? Peşime adam takmak," dedim, yüzümde alaycı bir tebessümle ona bakarken içimde öfke giderek büyüyordu. Babam derin bir nefes alıp ciddiyetini koruyarak bana yaklaştı.

"Eflal, bu sadece senin güvenliğinle ilgili. Durumu hâlâ hafife alıyorsun ama dışarıda sana zarar vermek isteyen insanlar var. Sırf benim canımı yakmak için sana neler yapabilirler aklın hayalin almaz inan bana. Bu, düşündüğün gibi bir takıntı ya da gereksiz bir tedbir değil," dedi, ses tonu soğuktu ama altında bir endişe vardı.

"Senin yüzünden bu durumda olduğumu bile bile hala bunu söyleyebiliyorsun, öyle mi? Eğer senin kirli işlerindeki düşmanların olmasaydı, ben de bu şekilde yaşamaya zorlanmazdım," dedim, gözlerimi ondan kaçırmadan, içimde biriken öfkeyi kontrol etmeye çalışarak.

Babam omuz silkti, umursamaz bir ifade takınarak, "Düşmanlar her zaman var olacak, bunu kabullenmelisin. Ama senin için en güvenli yer yanımda kalman." Başımı iki yana sallayıp bakışlarımı yere indirdim.

"Anlamıyorsun... Seninle yaşamak, yüzünü görmek bile bana işkence hele birde evinde tutuğun o iğrenç kadın ondan bahsetmiyorum bile o evde o adamlarla sürekli gözetlenerek yaşamak bana nefes almak gibi gelmiyor. Boğuluyorum o lanet olası evde. Ben kendi hayatımı kurmak istiyorum. Ne kadar ciddi olduğu umurumda değil. Beni bu hale getiren senin kontrol saplantın," diye fısıldadım, artık sesim de yorulmuştu. Babam derin bir nefes aldı, gözlerinde belirgin bir kararlılıkla bakarak,

"Bu kararda senin hayatın mevzu bahisse, Kabul et ya da etme, artık benimle kalacaksın," dedi. Ardından birbirimize inatla baktık.

"Hâlâ bana bir şeyleri zorla yaptırıyorsun! Hâlâ hayatım sanki senin elinde bir kuklaymış gibi davranıyorsun. Bıktım, anladın mı? Senden, senin düşmanlarından, pis bir suçlu oluşundan da bıktım!" dedim, sesimin tonu tıslayarak öfke ve hayal kırıklığını dışarıya vururken. Babam, gözlerini kısarak, yavaşça yanıma yaklaştı. Artık sinirlenmeye başladığını görebiliyordum ama bu beni zerre korkutmuyordu.

"Eflal, sana sunduğum hayat bundan ibaret. Ne hayatını değiştirebilirsin, ne de baban oluşumu. Ben buyum, hep ölene kadar da böyle olacağım. İster kabul et, ister etme," dedi, sesi sertleşerek.

"Taburcu olduktan sonra yanıma geleceksin. Bitmiştir!" Kapıyı çarparak çıktığında, odada yalnız kaldım. Derin bir nefes alıp uzandım; gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Sessizce ağlarken, içimdeki acı ve çaresizlik giderek büyüyordu. Hayatımın kontrolünün bende olmaması sanki bana biçilen hayatı ve mahkumiyeti yaşamak çok zoruma gidiyordu. Kimse hayatıma karışamazdı bu bendim ve yaşamak istediğim hayat bu değildi. İlerleyen saatlerde ruh halim yine eski halime döndü.

Bir yandan içimdeki çaresizlik, diğer yandan yalnızlık duygusu beni kemiriyordu. Doktor, geceyi gözetim altında geçirmemi istediğini söylediğinde, aniden üzerimdeki gerilim bir nebze olsun azalmıştı. Vücudumda birkaç yara izi dışında başka bir şey yoktu, ama doktorlar ne olacağını bilemeyen kafalarda dolanıyordu. Sıkıntıdan yerimde duramaz hale geldim. Hem ben alışık değildim böyle sürekli oturmaya. Yani doktorlara da bazen hayret etmiyor değilim. Benim birkaç sıyrık dışında hiçbir şeyim yokken beni 1 gece müşahedeye almaları gerektiğini söylüyorlar. Yahu adam karşımda omzu sargıda duruyor onu niye yatırmıyorsunuz?

Sanırım kendi kendime konuşmaktan artık kafayı yiyeceğim. Yerim tabi kimse yok ki oturup iki konuşalım anca uzan, bir yere çıkma. Yavaş adımlarla cam kenarına geçerek şehrin ışıklarına dalıp gittim. O ışıkların parıltısı, düşüncelerimin karmaşasında kaybolmama yardımcı oldu. Uzaklarda ışıklar yanıp sönüyordu; bazen mavi, bazen sarı. Gözlerim, akşam karanlığında parlayan lambalara odaklanırken, şehir hayatının neşesi içimdeki hüzünle çatışıyordu. Her biri birer hayal gibi uzakta, ama yine de bana o kadar yakın hissettiriyorlardı.

Bir süre sonra, arkamı döndüm ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı açtığımda, dışarıdaki iki korumanın arkasının dönük olduğunu ve birinin diğerine bir şeyler anlattığını gördüm. Gülümseyerek arkamı dönüp gitmeye hazırlanırken, sert bir göğsüme çarptım. Elimle kafamı ovuştururken, başımı kaldırdım ve çarptığım kişinin yüzüyle karşılaştım. O, beni kurtaran adam olduğunu fark ettim.

"Bir şeye mi ihtiyacınız vardı, küçük hanım?" dedi, sesi sert ve soğuk bir tonla. "Küçük hanım derken? neyse acıktım, yemek istiyorum. Beni adamların elinden kurtardınız ama açlıktan mı öldüreceksiniz? Bu nasıl korumadır?" dedim, şakaya karışık bir sistemle gülümsemeye çalışarak.

Ama karşımdaki soğuk nevale hâlâ suratsızdı, Pokemon gibi sert bir yüz ifadesine sahipti. Derin bir nefes alarak arkamı dönüp odama girmek için yürüdüm. O ise arkamdan dışarıdaki adamlarına söyleniyordu. Odaya girip kapıyı kapattığımda, yatağa oturmuşken içeri girdi.

"Eflal, yani Eflal hanım," dedi hemen kendini düzelterek. "Buradan bu şekilde çıkmanız doğru değil. Durumun ciddiyetinin farkında olmayabilirsiniz ama lütfen işimi zorlaştırmayın." Gözlerimi kısarak ona baktım.

"Açım dedim be adam, neyini anlamıyorsun." Şakaklarını ovuşturarak derin bir nefes aldı. "Tamamdır, size bir şeyler getirmelerini söylerim. Siz buradan dışarı çıkmayın," diyerek odadan çıktı. Çıkar çıkmaz, biraz önceki konuşmasını komik bir şekilde taklit ettim, ses tonunu abartarak.

"Durumun ciddiyetinin farkında değilmişim... İşini zorlaştırmayacakmışım..."Yüzümde muzip bir gülümseme, bu tuhaf korumanın ciddi tavırlarıyla eğlenmeye başlamıştım. Korumalar hala dışarıda beklerken, birkaç dakika sonra kapı yeniden açıldı ve elinde yemek tepsisiyle o soğuk ifadesi ile içeri girdi. Gözlerini bana doğru kaldırmadan tepsiyi yanımdaki küçük masaya bıraktı.

"Buyurun yemeğiniz." dedi, her zamanki sert ve mesafeli sesiyle. Gözlerinde en ufak bir sıcaklık belirtisi yoktu, ama bu durumun içinde biraz komik bir şeyler de vardı. Yemeği masaya koyup geri çekileceğini sanıyordum, ama kapıya yönelmeden önce bir an durdu.

"Başka bir isteğiniz var mı?" diye sordu, sadece görevi gereği soruyormuş gibi. Yüzümde hafif bir gülümseme belirirken,

"Biraz tebessüm fena olmazdı aslında," dedim. Ama kaşları daha da çatıldı, sanki bu basit espriyi anlamak istemiyormuş gibi. Gülüşümü gizlemeye çalışarak kaşığımı elime aldım ve bir kaşık alarak yemeği ağzıma aldım, ardından ona doğru bakarak,

"Teşekkür ederim... Gerçekten." dedim içtenlikle. Tam kapıya doğru yönelmişti ki,

"Bir dakika," dedim. Sesimle duraklayıp, hafifçe şaşkın bir ifadeyle bana döndü, sanki söylediklerimi anlamaya çalışıyormuş gibi bakıyordu.

"Yalnız başıma yemek yiyemiyorum," dedim gözlerimle masanın karşısındaki sandalyeye işaret ederek. "Yemek bitene kadar oturur musun?" Bir anlık sessizlik oldu.

Yüzündeki sert ifade çözülmese de gözlerinde hafif bir tereddüt gördüm. Çaresiz bir bakış attı kapıya, ardından derin bir nefes aldı ve isteksizce sandalyeyi çekerek masanın karşısına oturdu. Yemeğimden bir lokma alırken, göz ucuyla ona bakarak gülümsedim. Sessizliği bozmak için hafifçe,

"Bu kadar sessiz oturursan daha da gerilirim," dedim şakayla. Ama yine ifadesini değiştirmeden, sadece başını hafifçe eğdi. Birkaç lokma daha aldıktan sonra,

"İsmini öğrenebilir miyim?" dedim. Hafifçe kaşlarını kaldırdı, bu soruyu beklemiyormuş gibiydi.

"Karan Ali," dedi, sesinde o alıştığım soğukluk vardı. Ama bunu söyledikten sonra gözleri tekrar önüne döndü.

"Teşekkür ederim, Karan," dedim hafifçe gülümseyerek. Yemek bitene kadar masada oturdu, sessizdi ama oradaydı, bu bile nedense bana iyi gelmişti. Yemeğe devam ederken, aklımda onun hakkında birkaç soru daha belirdi.

Sessizce oturuyor, her zamanki gibi ciddi bir ifadeyle beni izliyordu. Bir an duraksayıp, gözlerimi ona dikerek sordum,

"Sürekli böyle mi sert görünürsün yoksa bu sadece işinin bir parçası mı?" Soruma şaşırmış gibi hafifçe kaşlarını kaldırdı ama ifadesi hemen eski haline döndü.

"Evet sadece işimi yapıyorum." diye yanıtladı kısa ve öz bir şekilde. Başımı hafifçe sallayarak düşündüm, ama susmadım.

"Peki, başka biri olduğun oluyor mu?" dedim, masum bir merakla. "Yani, bir ara mesela, güldüğünü ya da normal biri gibi hissettiğin oluyor mu?" Yüzünde sıkkın bir ifadeyle yanıt verdi." İşimin gerektirdiği her şeyi yaparım," dedi, yine soğukkanlı bir tavırla.

"İşiniz, işiniz..." dedim, gözlerimi devirdim hafifçe gülerek. "Gerçekten hep bu kadar soğuk ve ciddi misin?" Ona bu kadar çok soru sormamdan sıkılmış gibiydi, ama bu kez kısa bir duraksamanın ardından yanıtladı:

"Peki sen gerçekten hep bu kadar soru sorar mısın?" Onun sorusuyla hafifçe gülümseyerek, "Belki," dedim, omuz silkip yemeğe devam ettim.

"Aslında, cevap almak zor olsa da sormaktan vazgeçmiyorum." Gözlerimi ona kaldırıp tekrar sordum:

"Ama gerçekten, hiç mi rahat bir halin yok? İnsan bu kadar ciddi olmaktan yorulmaz mı ya?" "Başka bir şey yoksa, görevime dönmem gerek, küçük hanım," dedi, gözlerinde sabit bir kararlılıkla. Kaşlarımı hafifçe çatarak,

"Yani gerçekten merak ediyorum bu kadar ciddi olmanı gerektirecek ne olabilir?" diye tekrar üsteledim. Gözlerini kaçırmadan bana baktı, yüzünde sıkılmış bir ifade vardı.

"Bu işte eğlenceye yer yok. Sizin süslü ve rahat hayatınızla bir değil. Her daim tetikte olmam gerekiyor." dedi sert ve donuk bir sesle. Sözlerindeki keskinlik beni bir an duraksattı, ama onun gözlerindeki o karanlık bakış bana karşılık vermem için meydan okuyordu.

"Demek benim süslü ve rahat hayatım öyle mi?" dedim, yüzümde alaycı bir gülümsemeyle.

"Sen benim hayatım hakkında ne biliyorsun ki?" dedim sakin bir ses tonunda. O ise dudaklarını ince bir çizgiye dönüştürdü. "Öyle görünüyor çünkü. Bazen bir şeyler biz istemeden şekillenir. Bunu diretmek yerine ayak uydurmamız gerekebilir. İnat edip peşine düşmek yerine." Sesi, sorgulamalarımı bir sınırda tutmam gerektiğini ima edercesine keskin ve soğuktu.

"Anladım," dedim yavaşça, ama gözlerim ondan bir an bile ayrılmadan.

"Bazen karşıdaki insanın düşünce ve duygularını gösterdiği gibi olduğunu sanırsın. Ama senin ne yaşadığını ve neler çektiğini senden başka kimse bilemez.

" Sadece bir kaşını kaldırdı, gözlerinde hafif bir küçümsemeyle. "Yaşamak ve hayatta kalmak arasında fark vardır," dedi, ciddiyetini bozmadan.

"Ve sen, küçük hanım, bunun farkında bile değilsin." Bu kez sessiz kaldım, onun katı duruşu ve soğuk bakışları odaya bir ağırlık gibi çökmüştü. Konuşmayı burada sonlandırmanın doğru olacağını hissediyordum. Odada bir an için sessizlik hâkim oldu, kelimeler ikimizin arasında asılı kaldı. Söyledikleri ağırdı ama beni daha da derin bir meraka sürüklemişti.

Sert tavrının ardında ne olduğunu anlamak istiyordum; soğuk görünüyordu ama sanki bir şeyleri göğsüne hapsetmiş gibiydi.

"Senin gibi birinin bile...bakınca hüzünlü bir geçmişi olduğunu hissediyorum nedense." dedim sessizce, ama gözlerim onun yüzünde kaldı. Kaşları hafifçe kalktı, gözlerinde beklenmedik bir şaşkınlık belirdi, ama hemen kayboldu. Kendini toparlayıp soğuk ifadesini korudu.

"Yanlış hissediyor olmalısınız. Ayrıca Geçmişe takılı kalmayı da mantıklı bulmuyorum. Geçmiş geçmişte kalmalı." dedi, ardından derin bir nefes aldı.

"Korumam gereken tek şey, şu an ve burası." Bu defa gülümsedim, içten ama meydan okuyan bir ifadeyle. "Belki de o yüzden hep böylesin, her şeye sırt çevirip duvar örüyorsun.

"Bakışları sertleşti, ama bu kez farklı bir derinlik vardı gözlerinde. Birkaç saniye öylece yüzüme baktıktan sonra, yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, ama bu tebessümde içsel bir kabullenişin izleri saklıydı. "Hepimiz koruyacak bir şeylere sahibiz, küçük hanım," dedi yavaşça.

"Ama bunun sana yetip yetmeyeceğini bilemezsin, en azından aynı ateşi görmeden." O anda, bakışları bir anlığına yumuşadı; ama göz açıp kapayıncaya kadar sertliğini geri kazandı.

Başını sallayıp bir adım geri çekildi, aniden konuşmayı bitirmeye karar vermiş gibiydi. Daha sonra yavaşça kapıyı açarak odadan dışarı çıktı. Kendimi yatağa bıraktım, yorgunluktan göz kapaklarım ağırlaşırken tavana dalıp gitmiştim. O gece konuşmanın yankıları zihnimde dönüp duruyordu; sert tavrını düşündükçe, her kelimesinin ardında saklı bir hikaye varmış gibi hissediyordum.

Düşüncelerime dalmışken gözüm duvardaki saate kaydı. 22:22'yi gösteriyordu.

"Ne güzel denk gelmiş," diye içimden geçirdim. Gözlerim kapanırken tatlı bir huzur yayıldı içime ve kendimi rüyaların kollarına bırakırken, zihnimde onun sözleri hâlâ yankılanıyordu.

Ertesi sabah gözlerimi araladığımda saat çoktan ilerlemişti. Odaya mis gibi kahvaltı kokusu dolmuştu; komodinin üzerindeki tabağa göz ucuyla baktım, özenle hazırlanmıştı. Yataktan kalkıp doğruldum ve yüzümü yıkamak için banyoya yöneldim.

Aynaya bakınca bir an irkildim. "Allah'ım, şu tipe bak," dedim kendime gülerek. "Üç kişi dövmüş gibi suratım..." Hafifçe gülümseyerek yüzümü soğuk suyla yıkadım ve kendime gelmeye çalıştım.

O sırada telefonum çalmaya başladı. Elimi yüz havlusuna sürüp çantamdan telefonu çıkardım. Ekrana baktığımda arayanın Asrın olduğunu gördüm.

"Eyvah!" diye fısıldayarak dudağımın içini ısırdım, derin bir nefes aldım ve telefonu açtım.

"Efendim Asrın?" dedim, yumuşak bir ses tonunda. Belki işe yarardı diye düşünmeme kalmadan, her zamanki gibi enerjisinden gram kaybetmemiş bir bağırışla kulaklarımı sağır etmişti.

"Ya sen neredesin! Dünden beri kaç kere aradım seni, yüz tane mesaj attım. Öldüm meraktan! Zaten dün restoranın bir sokak ilerisinde silahlı çatışma olmuş, sen açmayınca iyice meraklandım! İyi misin? Bir şeyin yok ya?" Bir an yutkunamadım. Ne kadar yakın olsak da, babamın nasıl biri olduğunu, ne kirli işler çevirdiğini Asrın'a anlatmamıştım. Nasıl anlatabilirdim ki? Daha ben bile bu durumu kabullenememişken.

Derin bir nefes aldım, kendimi toparlayıp konuşmaya çalıştım. "Önce bi' sakin ol. Dünün yorgunluğuyla eve gidince uyuya kalmışım. Telefon da sessizde kalmış ve salonda," dedim, sesimde biraz rahatlatma çabasıyla.

"Oh, rahatladım şimdi." Asrın'ın içten gülümsemesi sesine yansıyınca, benim de yüzümde hafif bir tebessüm belirdi.

"Çatışma dedin, ne çatışması?" dedim, sanki olayın içinde değilmişim gibi. Sanki o çatışmada hedef alınan ben değilmişim gibi.

"Ya, biliyorum kuzum, fazla korktum galiba. Sabah mekâna geldiğimde sokakta bir arbede vardı. Restorana gelince de çalışanlar, çatışma falan olmuş dediler, öyle öğrendim.

"Başımı, o görmese bile hafifçe salladım. "Anladım," dedim soğukkanlı bir şekilde.

"Eee ne zaman geliyorsun?" diye sorduğunda dudağımı büzdüm. Ne diyecektim ki? Babamın düşmanları beni hedef alıyor, onun yanında gözlem altında kalmam gerek, diyemezdim.

"Ya şey... Aslında birkaç gün gelemeyeceğim. Bensiz idare edebilir misiniz?" dedim, bahane uydurmaya çalışarak.

"Ne? Neden?" dedi hızla. Hadi bakalım, dedim içimden, ne diyeceksin şimdi?

"Biraz üşüttüm de, ondan. Dinlenmem gerek," dedim, elimle başıma vurarak. Bahane uydurmaktaki beceriksizliğime kendim bile şaşırdım.

"Eflal Emin misin?" dedi inanmayan bir ses tonuyla. Yalandan öksürüp,

"Evet, bak, konuşamıyorum bile," dedim, inandırıcı olmaya çalışarak. "Ya tamam o zaman. Geleyim mi yanına? Yardım lazım mı?" dediğinde hızla cevap verdim.

"Yok yok, hafif bir soğuk algınlığı işte. İyileşip gelirim," dedim, sesimde inandırıcılığımı korumaya çalışarak.

"Tamam o zaman. Sen yokken işler bende, aklın kalmasın." İçimden ona teşekkür ederken gülümsedim. "Ondan şüphem yok. Hadi kolay gelsin," dedim, minnettar bir sesle.

"O zaman, sana da iyi dinlenmeler, hemen iyileş!" dedi neşeli bir şekilde. "Tamam," diyerek telefonu kapattım.

Telefonu kapattıktan sonra oturup kahvaltımı edecekken kapının gıcırtısı dikkatimi çekti. Başımı kaldırarak kapıya doğru baktığımda yavaş adımlarla içeri babam girmişti. Ayağa kalkarak önünde durdum.

"Ne işin var burada? Seni görmek ister gibi bir halim mi var da ziyarete geliyorsun? Git-" dememe kalmadan, arkamdan içeriye giren kadınla birlikte donakaldım. Babam, her zaman ki sert bir ifadesiyle karşımda dururken,

Aniden boğazımda bir düğüm hissettim, gözlerim onlara odaklanmıştı. Babamın yanındaki o aşağılık kadın yüzünde cılız gülümseme ile bana bakarken, yüzündeki o gülümseme daha da rahatsız ediciydi.

"Siz ciddi misiniz? Ben senin yüzünü bile görmeye tahammül edemezken, bir de metresini mi getirdin?" dedim, sinirden neredeyse kızararak. Babam, öfkeli bir şekilde bağırdı. "Eflal!!" diye haykırdı, sesi odanın duvarlarında yankılanırken lanet olası hemen onun kolunu tutarak sakinleşmesi için uğraşmaya başladı.

"Sakin ol, lütfen," dedi, sesi yumuşak ve huzur verici olmaya çalışarak. Bunu görünce benden bir kahkaha yükseldi.

"Gerçekten Oscar'lık bir oyunculuk yeteneğin var," dedim alaycı bir şekilde. Yüzündeki gülümsemenin solduğunu görmek, benim için bir nebze olsun teselli olmuştu.

Odadaki gergin hava devam ediyordu. Babamın gözleri benimkilerle buluştuğunda, dedikleri ile içimdeki öfke yeniden alevlendi.

"Seni merak ettiği için gelmek istedi, ne de olsa annem olacak," dedi. Bu kelimeler kulağımda yankılandı ve bir an donup kaldım. "Annem?" dedim, yüzümdeki sinirli ifadeyi kontrol edemeden.

"Baba, sakın!" dedim, sesimi yükseltmeden, ama içimdeki fırtınayı hissettirecek kadar kararlı. Bunu asla kabul edemezdim. "Her şeye tahammül ederim. İstersen canımı yak veya beni ömür boyu o cehennemi andıran evine hapis et ama sakın baba, bu kadını annem olarak görmemi bekleme çünkü bu asla olmayacak!" Son kelimelerimi söylerken sesim yükseldi, içimdeki duyguların taşmasına engel olamadım.

"Tamam, sakin ol. Sen nasıl istersen," dedi babam, sesinde bir parça anlayış belirdi. Ama bu beni pek de rahatlatmadı. Çünkü o kadının benim annem olması düşüncesi bile beni çileden çıkarmaya yeterdi. Bir an için sessizlik oldu. Babam, benim ciddiyetimi fark etti ve

"Konuşalım biraz, gel otur," diyerek koltuğu işaret etti.

"Çıksın dışarı," dedim kesin bir ses tonuyla. Bir an için duraksadı ve babama baktı ama babamın susan ifadesi karşısında geri adım attı.

"Tamam, Nur, sen dışarıda bekle," dedi. Kadın, "Tamam, Geçmiş olsun, Eflal." diyerek odadan çıktı.

Babam, yanıma gelerek oturdu. Gözleri beni incitmeyecek kadar yumuşak bir ifade ile bana bakıyordu. Ama o an, içinde bulunduğum durumun ağırlığı yine üzerime çöküverdi.

"Beni dinle, Eflal. Seni gerçekten çok seviyorum kızım. Benim için çok değerlisin. Annende öyleydi. Ama hayat devam ediyor ve biz yaşıyoruz. Annene öyle olmasını ister miydim sanıyorsun? Beş yıl oldu, Eflal, annem öleli. İkimiz de birbirimize aşıktık, evlendik. Her şeyi biliyordu; benimle evlenirken neye adım attığını biliyordu. Ama yine de bana geldi. Sen olmasan o gece onu öldürenlerle beraber kendimi de diri diri yakacaktım... Sırf senin için yapmadım bunu; çünkü annem seni bana emanet etti. O gün bana söyledikleri hala kulaklarımda. Unutamıyorum ne annemi ne de onun bana olan sevgisini ve sadakatini. Nur kötü bir insan değil, inan bana. Yıllar sonra ilk defa bu kadar huzurlu hissediyorum çünkü bana iyi geliyor," dedi babam, gözlerindeki derin üzüntüyü hissettim. Gözyaşımı sildim ve ona baktım.

"Annem senin yüzünden öldü. Ben on yedi yaşındayken senin yüzünden annesiz kaldım. Ona ihtiyacım olan bir zamanda o toprağın altındaydı. Şimdi sırf beş yıl geçti diye kendi hayatına bakmayı bencillik olarak görmüyor musun? Ya onun hayatı? Ya benim? Annem yirmi dokuz yaşında öldü, daha gencecikken hayatı sona erdi! Ama sen kalkmış bana hayatına devam etmen gerektiğini söylüyorsun. Hadi beni geç; o kadına her sarıldığında annem aklına gelmeyecek mi? Her gece aynı yatağa girerken onu hayal etmeyecek misin? Annem hayatından silinip gidecek mi? Bunu ona nasıl yapacaksın?" dedim, artık haykırarak. Ağlarken tüm duygularım içimde patladı ve bir kez daha annemi ne kadar çok özlediğimi iliklerime kadar hissettim.

Kalbimdeki boşluk, her kelimeyle biraz daha büyüdü. Babamın gözlerindeki derin hüzün, içimdeki fırtınayı dindiremiyordu. O an, gerçeklerle yüzleşmenin ağırlığı altında çökmüştüm. Annemin yokluğunun yarattığı acı, yıllar geçse de dinmiyor, kalbimin en derin köşesinde yankılanıyordu. Saatler sonra, üstümü değiştirmiş, sessizce koltukta oturuyordum. Babamla aramızda geçen konuşma, içimde daha önce hissetmediğim kadar derin bir boşluk bırakmıştı.

Sanki bir yanıma ağırlık çökmüş, nefes almamı bile zorlaştırıyordu. Babam, konuşmamızın ardından tek kelime etmeden odadan çıkmıştı. Her zamanki gibi duygularını benden saklamakta kararlıydı. İçimde ona bağırmak, tüm hissettiklerimi yüzüne haykırmak isteği vardı ama sessizliği tercih etmiştim. Her şey o kadar karışıktı ki... Derken, kapı hafifçe aralandı ve içeri giren doktor, değerlerimin gayet iyi olduğunu söyleyerek taburcu olabileceğimi belirtti.

Neden bilmiyorum, ama bu haber bile içimi ferahlatmamıştı. Sadece buradan çıkmak istiyordum; hiçbir şey düşünmeden uzaklaşmak, kafamı dağıtmak. Doktorun ardından Karan içeriye girdi. Soğuk ve ciddi ifadesiyle bana baktı.

"Buyurun, gidebiliriz," dedi. Derin bir nefes aldım, ayağa kalkıp odanın kapısından çıktım. Yan yana ağır adımlarla koridorda yürümeye başladık. İkimizde konuşmuyorduk; sessizlik, yürüyüşümüzü daha da ağırlaştırıyor gibiydi. Dalgınlıkla adımlarımı atarken, içimde biriken düşünceler arasında kaybolmuştum.

Aniden biriyle çarpışacakken Karan kolumdan tuttu ve beni kendine doğru çekti. Ani hareketle göz göze geldik; bir an ikimiz de donakalmıştık. Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim ama bu sessiz yakınlık hemen bozuldu.

Karan, beni serbest bıraktığında ifadesine tekrar o sert ve mesafeli bakışlar geri döndü. Kendimi toparlayarak saçımı düzelttim, ne kadar soğukkanlı görünmeye çalışsam da içimdeki dalgalanmayı bastıramıyordum. Kalbim sebepsiz yere hızlı atıyordu. Kalp doktoruna falan mı gözüksem? Çünkü bu kadar hızlı atması normal değildi. Ben saçma sapan düşüncelere dalarken Karan konuştu.

"Dikkat edin, Eflal Hanım," dedi ve soğukkanlı bir tavırla öne geçip yürümeye devam etti. Alaycı bir ifadeyle onun taklidini yaparak kendi kendime mırıldandım, "Dikkat edin, Eflal Hanım." diyerek onu taklit ettim. Suratımı asıp, ona kızgın bir bakış fırlattım ve peşinden somurtarak yürüdüm.

Onun arkasından giderken içimde bir yandan öfke, bir yandan da karmaşık duygular büyüyordu. Bu adam, her seferinde beni şaşırtmayı başarıyordu, ama bir o kadar da delirtmeyi. Hastaneden dışarı adım attığımda güneş yüzüme vurdu; sıcacık oluşu, ruhumu ısıtan o tanıdık hissi özlemişim.

Hafif bir tebessüm istemsizce dudaklarıma yerleşti. İçimde büyüyen ağırlığı kısa bir an için hafifletmişti bu güzel hava. Hemen toparlandım ve Karan'ın yanındaki arabaya doğru yürüdüm. Şoför koltuğunda yerini çoktan almıştı. Ben de arka koltuğa geçip sessizce oturdum. Bir anlık sessizliğin ardından,

"Ondan önce eve gidip eşyalarımı almam gerekiyor," dedim. Karan, soğuk bir ses tonuyla yanıtladı.

"Bilgim var, oraya gidiyoruz zaten." dedi. Gözlerimi devirerek cama döndüm. Her zamanki ukalalığıyla cevap vermişti, şaşırmamam gerekirdi. Araba yavaş yavaş hareket etti ve kısa sürede apartmanın önüne geldik. Dört katlı apartmanın önünde durduğumuzda derin bir nefes aldım ve kapıyı açıp indim. Karan da arkamdan geliyordu. Asansöre yönelirken onu fark edip duraksadım.

"Gelmene gerek yoktu. Gider gelirdim, kaçacak halim yok ya" dedim hafif bir sinirle.

"Görevimi yapıyorum," dedi Karan, sıkıntılı bir nefes vererek. Sonunda asansör gelince ikimizde içine girdik. Asansör katları geçerken hafif bir uğultu eşliğinde sessizliği koruyordu. İçimde yükselen huzursuzluk, Karan'ın varlığıyla birleşmiş, adeta beni sıkıştırıyordu. Sonra, tam da hiç beklemediğim bir anda... ışıklar söndü.

Gözlerim karanlığa alışamadan, asansör aniden sarsıldı ve durdu. Hava bir anda soğuk, ağır ve boğucu bir hal aldı; sıkışıp kalmış gibi hissettim. Kalp atışlarım hızlandı, nefesim düzensizleşti. Elim kontrolsüzce kenara uzandı, bir destek ararcasına. Karan'ın yüzüne doğru baktım ama onun da ifadesi donmuş gibiydi.

Bu daracık, karanlık kutunun içinde sıkışmıştık...

Umarım beğenirsiniz, aklımda çok güzel şeyler var. Çook uzun süre yazmak ve uzun uzun bölümler yazmak istiyorum. Tanınmayı geçtim öncelliğim bu değil. Sadece yazdıklarımı okuyun ve size bir şeyler katsın istiyorum. İlerleyen bölümlerde görüşmek üzere. Yorum yapıp beğenmeyi unutmayın seviliyorsunuz 33>

Loading...
0%