@edaiste53
|
İnsan kadar bencil ve duygusuz başka bir varlık olamaz. İnsan, çıkarları uğruna bir canı feda etmekten, vicdanının sesini susturup bir hayatı sona erdirmekten asla çekinmez. Bir başkasının gözyaşlarına, korkusuna, acısına sırtını dönebilir; hatta o anın yükünü daha hafif hissetmek için kendine türlü bahaneler üretir. Nasıl bir dünyadır ki bu, bir insanın kaderi başka bir insanın ellerine bırakılır? Ve nasıl bir kaderdir ki, o eller ne kadar güvenilir veya acımasız olursa olsun, kendi hayatımızı onların insafına teslim ederiz? İnsan, her zaman kendine en kolay gelen yolda yürümeyi seçer. Başkasının omzuna basarak yükselmeyi, başkasının canı pahasına hayallerine kavuşmayı, kendi menfaati için başka ruhları yaralamayı marifet sayar. Dünyanın düzeni böyle mi olmalıydı? Bir insanın, sırf doğarken bulunduğu yer veya sahip olduğu imkanlar nedeniyle bir başkasının hayatını hiçe sayma hakkına sahip olduğu bir dünya mı olmalıydı bu? Belki de bu yüzden, kimseye tam anlamıyla güvenemeyiz. Güvendiğimiz ellerde en derin yaraları taşırız. Sadakat dediğimiz şey ne kadar aldatıcıdır, bilsek de bilmesek de her an bir ihaneti bekleriz. Çünkü bu dünyada en masum duygular bile insanın bencil hırsları tarafından kolayca yok edilir. Bir gün her şey yolunda ve huzurlu görünürken, ertesi gün bir yabancının ellerine mahkum kalabiliriz. İşte o zaman, bir insanın gerçekten ne kadar yalnız olduğunu anlarız. Bu dünya, bizleri her geçen gün biraz daha sertleştiriyor. Sevgi dediğimiz duyguyu içimizde yitirmemize neden oluyor, merhametimizin kaybolmasına yol açıyor. Güvensizlik içimizde kök salarken, samimiyetin yerini şüphe alıyor. Belki de bu yüzden, artık kimse dostuna güvenemiyor, herkes kendi yolunda yürürken kimse arkasına bakmıyor. Hayat yolunda, yalnızca kendi adımlarının yankısını duymak yetiyor insana. Peki, insanın kendine verdiği bu değerin altında yatan asıl neden ne? İnsan, neden başkalarının acılarını bu denli umursamaz? Çünkü kendi korkularının, zayıflıklarının, acılarının kölesidir. Başkasına zarar verirken aslında kendini korur; başka hayatları çiğnerken aslında kendi gücünü ispat etmeye çalışır. Dünyaya kendini, 'Ben de varım!' diye kanıtlamak ister. Ve böylelikle insan, her seferinde biraz daha acımasızlaşır, biraz daha bencilleşir. Günün sonunda, bu dünyanın gerçeği budur: Herkes kendi savaşında, kendi çıkarları doğrultusunda ilerler. Hayat dediğimiz bu yolda, ardımızda bıraktığımız yıkıntılar ve gözyaşları için kimse geri dönüp bakmaz. Bu dünyada, herkes kendi hikayesinin kahramanı ama aynı zamanda başka hikayelerin kötü adamıdır. Herkes bir başkasının hayatında bir yara açar, istemeden ya da isteyerek. Belki de bu yüzden, kimse kimseye gerçek anlamda güvenemez; çünkü herkesin bir sırrı, bir acısı, bir pişmanlığı vardır. Ve bu dünyada, insanın en büyük yükü, sırtında taşıdığı kendi bencilliğidir. Bu bencillik, insanı her geçen gün daha yalnız, daha soğuk bir hale getirir. Dünyanın kalabalığında, dostlukları ve sevgileriyle kendini avutmaya çalışırken, aslında en büyük boşluğu kendi içinde taşır. Böyle bir dünyada, huzur bulmak bir hayalden ibarettir. Herkes, yalnızca kendi yarattığı karanlıkta kaybolur. Karan, o gün nişanlısının babasının evine doğru ilerlerken içinde garip bir huzursuzluk vardı; ancak onu bastırmaya çalışarak heyecanını korudu. Uzun zamandır nişanlısı Bade'yi bu kadar özlememişti. İşleri gereği uzun zamandır şehir dışındaydı. Haliyle onunla görüşme fırsatı olmadı. Bugün de onu görmek adına evlerine gitmeye karar verdi. Bahçeye adımını atar atmaz Bade'yi uzakta, gülümseyerek beklerken gördü. Gözlerinde her zamanki parıltı, yüzünde o huzur dolu ifade vardı. Karan da ona gülümseyerek el salladı. Sanki her şey tam da olması gerektiği gibiydi... Ta ki silah sesi havayı sarana dek. Aniden Bade'nin bedeni bir an titredi, yüzünde tarifsiz bir acı belirdi. Kalbine saplanan kurşunla yere yığıldı. Karan'ın zihni o an dondu, dünya onun için bir sis perdesine dönüştü. Etraflarındaki çatışma giderek şiddetlenirken, silah sesleri havayı dolduruyordu. Ancak Karan yalnızca Bade'ye odaklanmıştı. Hızla elindeki çiçek buketini yere atarak ona doğru koştu ve yanına çökerek onun cansızlaşan yüzünü ellerinin arasına aldı. Titreyen bir sesle, "Bade! Aç gözünü sevgilim... Bana bak, sakın kapatma gözünü!" diye yalvardı. Bade'nin solgun yüzüne bakarken boğazındaki düğüm giderek büyüyordu. Umutsuzca çevresine bakarak bağırdı, "Arabamı getirin! Çabuk!" Ama kimse bu hararetli çatışmada ona yardım edebilecek durumda değildi. Bir an bile düşünmeden Bade'yi kollarına alıp tüm gücüyle arabasına doğru koştu. Kalbinin attığını hissediyor ama her adımında ağırlığı artıyordu. Tam arabaya ulaştığı anda, sırtında yanan bir acı hissetti. Kurşun onu vurmuştu. Bade ile birlikte yere düştüğünde tüm bedenini ağırlık kapladı, kımıldayamıyordu. Gözlerini aralık tuttuğunda karşısında bir manzara seçildi: Bade'nin babası, başına silah dayamış bir adamın elinde rehin tutuluyordu. Adam, dudaklarında buz gibi bir gülümsemeyle Vural'a bakarak, "Bana bulaşmayacaktın Vural! Sana söylemiştim, sonun böyle olur demiştim," diyerek tetiği çekti. Karan, göz kapakları ağırlaşırken içinde tek bir düşünceyle baş başa kaldı. Son bir nefesle zihninde yankılandı: "Seni bulacağım... ve bu dünyayı başına yıkacağım. Öyle bir şey yapacağım ki, seni öldürmem için bana yalvaracaksın..." |
0% |