Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Korkularınla Yüzleş (Bölüm 3)

@edaiste53

...

"Neler oluyor?" diye fısıldadım. Karan, kontrol paneline birkaç kez dokundu ama hiçbir tepki almadı. Asansörün sarsılması, başımı döndürüyordu. Hemen Karan'a döndüm; Gergin olduğumu anlamış olacak ki;

 

"Sakin ol, Eflal," dedi ama sesi bile yetersiz kalıyordu. Bir an için, her şeyin durduğunu düşündüm. Havanın içimde birikmesi, beni adeta boğuyordu. Dikkatimi dağıtmak için etrafa bakındım, ama karanlık ve sıkışık alan, aklımda korkutucu düşünceler canlandırıyordu.

 

"Ne oluyor? Arıza mı yaptı? Bu ne kadar sürecek?" diye sordum, sesim titrek çıkmıştı. Karan yine de sakin kalmaya çalışıyordu, her an bir şeylerin ters gideceğinden korkuyordum. O an, sanki asansör sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir kapanı da temsil ediyordu; dışarıda olan her şeyden izole olmuş gibiydik.

 

Karan, "Biraz sabret," diye yanıtladı, telefonunu çıkararak hızlıca birilerini aramaya çalıştı. Parmakları ekrana hızla kayarken, yüzündeki ifade gergin ve kararlılıkla doluydu.

 

"Asansörde mahsur kaldık," dedi, tüm sakinliğiyle, "Çabuk birilerini getirin ve bizi buradan çıkartın hemen!" diyerek bağırdı. Telefondaki sesin yanıtını beklerken, derin bir nefes aldım ama o an içimdeki huzursuzluk artarak büyümeye başladı. Kalbim hızlı atıyor, karnımda bir düğüm oluşuyordu. Karan, sıkıntıyla yüzüne yansıyan kaygıyı fark etti. Hızla bana döndü.

 

"İyi misin?" diye sordu, gözlerinde bir korku parıltısı vardı. Biraz daha derin nefes almaya çalışırken, "Hobim var..." dedim ama sesim o kadar zayıf çıktı ki, ben bile sesimi zar zor duymuşken onun duymuş olma olasılığı sıfırdı.

 

"Ne dedin? Duyamadım," dedi, tekrar sorarken sesi daha da gerginleşmişti. Yavaşça başımı eğip, titreyen bir sesle yanıtladım:

 

"Hobim var, hobim. Karanlık ortamda duramam ben, nolur çıkar beni buradan!" Dedikten sonra yere oturdum. Sırtım soğuk metal yüzeye temas ederken, içimdeki panik artıyordu. Karan hemen yanımda durdu, başımı kaldırıp yüzüne baktım. Kaygısını gizlemeye çalışıyordu ama ben, derin nefes alışverişlerimdeki düzensizliği hissedebiliyordum.

 

"Tamam," dedi, sesinde sakinleştirici bir ton vardı. "Derin derin nefes al, birazdan burada olacaklar." Karan, başımı tutarak gözlerimi odaklamam için cesaret veriyordu. Ama ben, karanlığın içindeki boğucu hissin beni sarmasına engel olamıyordum.

 

"Neden bu kadar uzun sürüyor?" diye düşünürken, Karan'ın elleri beni güven içinde tutmaya çalışıyordu. Karan'ın gözleri, karanlık asansörde kaybolmuştu. İçimdeki korkunun her köşesine yayıldığını hissediyordum.

 

"Olmuyor, olmuyor işte," dedim.

 

"Sakinleşemiyorum. Bir an önce buradan çıkmam gerekiyor. Yoksa ölürüm ben, buraya cenazem çıkar, yemin ederim! Allah'ım, yarabbim, sen bana yardım et. Ölür müyüm ki? Böyle mi olacak? Benim yapmam gereken çok şey vardı. Daha mutfakta yemekler falan yapacaktım. Olamaz, bak böyle ölemem. Gerçekten ölemem bu şekilde!" Karan, elini iki yanağıma koyarak yüzümü kendine çevirdi. Gözlerinde bir şeyler arıyordu, belki de beni sakinleştirmek için.

 

"Eflal. Gözlerimin içine bak ve sakin ol. Birazdan buradan çıkacağız. Tamam mı?" dedi. O an, etrafımdaki karanlık sanki silinip gitmiş gibi hissettim. Karan'ın keskin mavi gözlerini karanlık asansörün içinde görebildim; sanki bana bir ışık tutuyorlardı.

 

"Gözlerimin içine bakmalıyım," diye düşündüm. Karan'ın sesi, kalbimdeki panik atışlarını yavaşlatan bir melodi gibiydi. "Çıkacağız," dedim, ona güvenerek. Karan'ın güveni, bana bir nebze de olsa huzur veriyordu. Tam o anda, asansörün kapısı açıldı ve içeri ışık dolmaya başladı. Gözlerim ışığa alışırken, Karan'ın gözleri de aynı şekilde parlıyordu. Ancak ben, sadece onun gözlerine odaklanmıştım. O an, tüm dünyadan izole olmuş gibi hissettim.

 

Karan, beni kaldırarak kapıya bakıyordu. Asansörün kapısı tamamen açıldığında, dışarıda iki adam ve bir usta bizi karşılamıştı. Kalbim hızlı hızlı atıyordu, ama derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Adımımı dışarı atmak için hazırlandığım an, bir şeyler yolunda gitmedi. Aşırı yorgunluk ve panik bir araya gelerek beni yakaladı. Karan kollarımdan tutarken, bütün gücüm tükenmiş gibi hissettim. Bir an için her şey döndü ve ben, Karan'ın kollarına düşerek bayıldım. Zaten gerisi karanlık hiçbir şey hatırlamıyordum. İlerleyen saatlerde, gözlerimi araladım ve kendimi kendi evimde, yatak odamda buldum.

 

...

 

Gözlerimi açtığımda nerde olduğumu anlamam birkaç saniye sürdü. Odamda ve kendi yatağımda olduğumu anca anlayabilmiştim. Kafamı kaldırırken başımda ani bir ağrı belirdi; sanki tüm dünya birdenbire üzerime çöküvermişti. Yavaşça yataktan kalktım, ama henüz tam olarak ne olduğunu kavrayamıyordum. En son hatırladığım kadarıyla asansörde mahsur kalmıştık. Sonrasını zaten hatırlamıyordum. Yavaşça yataktan kalkarak ayağa kalkıp, salona doğru yürüdüm. O an mutfaktan Karan'ın aniden çıktığını görünce, kalbim bir anda hızlandı, içimde bir panik patırtısı yükseldi.

 

"Ödümü kopardın be adam!" diye bağırdım. Elimi kalbime koyarak derin bir nefes aldım; kalbim sanki koşu bandına çıkmış gibi hızlı hızlı çarpıyordu. Beni boğacak gibi geliyordu. Karan'ın yüzündeki ifadeyi göremedim, ama onun orada olduğunu bilmek bir nebze olsun içimi rahatlatmıştı.

 

Karan, sakin ve her zamanki o soğukkanlı tavrıyla, "Aniden çıkan sizdiniz," dedi ve elindeki kahveyi gösterdi. "Uyanmanızı beklerken kahve içiyordum." dedi.

 

"Beklemek yerine uyandırsaydın keşke," dedim sitemle. Hızlı adımlarla mutfağa geçtim, bir bardak alıp su doldurdum. O sırada Karan arkamdan seslendi.

 

"Uyandırmaya çalıştım, ama uykunuz ağır diye uyanmadınız." Suyumu içtikten sonra dudaklarımı büzdüm. Tam mutfaktan çıkıyordum ki dönüp konuştum.

 

"Allah Allah, uykum hafiftir aslında. Bu olay yüzünden herhalde. Neyse... Biraz daha bekleteceğim seni. Toplanıp geliyorum," dedim ve odama yöneldim.

 

Dolabımı açtım, valizimi aramaya başladım. En üst rafta olduğunu fark ettiğimde uzanıp almaya çalıştım, ama ne kadar denesem de yetişemiyordum. Tam pes edecekken, arkamda Karan'ın varlığını hissettim. Sessizce gelmişti; kollarını uzatıp valizi aldı. O an, birkaç saniye duraksadım. Karan'ın parfümü burnuma çarptı, beni bir anlığına kendimden alıverdi. Arkamı döndüğümde, bana olan yakınlığını hissedip istemsizce yutkundum ve kolunun altından sıyrılarak uzaklaştım.

 

"Kendim alırdım," dedim aceleyle toparlanmaya çalışırken. Karan, valizi indirdikten sonra bana dönerek göz ucuyla süzdü. Hafifçe sırıtarak,

 

"Bu boyla mümkün gibi durmuyor," dedi. Gözlerimi kıstım, elimi ona doğru sallayıp kendimi göstererek, "Bana mı kısa diyorsun sen?" dedim inanmayan bir ses tonunda.

 

Karan hafifçe omuz silkerek, "Gerçekleri söylüyorum," dedi, yüzünde o kendinden emin belirirken. Hemen konuştum.

 

"Bu kadar özgüven iyi değil," diye karşılık verdim alayla. Valizi kapıp yatağın üzerine koydum, açıp içini düzenlemeye başladım. Arkamdan bana bakışını hissettim; sanki yüzümü inceliyor gibiydi. Göz ucuyla ona baktım ve gözlerini benden ayırmadığını fark edince bir an afalladım.

 

"Neden hâlâ buradasın?" dedim, kaşlarımı hafifçe kaldırarak. Karan biraz durakladı, sonra yüzünde beliren ciddi ifadeyle, "Seninle konuşmak istediğim bir şey var," dedi.

 

Kalbim bir an hızlandı. "Ne hakkında?"

 

"Bu yaşananlar..." dedi derin bir nefes alarak. "Yani asansörde olanlar... O panik halin ve... Neyse, ciddiye alman gereken bazı şeyler olabilir." Bir an için sustum, aklımdan geçenleri toparlamaya çalışarak. Asansörde yaşadığım o anları düşünmek bile istemiyordum; içimde hâlâ yankısı vardı.

 

"Ciddiye almam gereken şey neymiş?" diye sordum, savunmacı bir tavırla.

 

"Sadece dikkatli ol," dedi, sesinde neredeyse bir yumuşaklık vardı. "Kendine zarar vermemek için." O an şaşkınlıkla ona baktım, ne diyeceğimi bilemedim. Karan'ın bana böyle bir şey söylemesi beklediğim son şeydi, ama bunun arkasında ne olduğunu tam olarak çözebilmiş değildim.

 

Karan odadan çıktıktan sonra, kendimi bir anda onunla yaşadığımız o yakın anı düşünürken buldum. İçimde tuhaf bir şeyler kıpırdandı; o anların beni bu kadar etkilemiş olması akıl alır gibi değildi. Hemen kendi kendime kızıp, elimi kaldırarak yüzüme hafif bir tokat attım.

 

"Ah, acıdı ya!" diye homurdandım. Sonra kendi kendime mırıldandım, "Off, iyice kafayı yedim galiba..."Tokatın etkisiyle biraz kendime gelir gibi oldum ve yeniden bavulumu toplamaya koyuldum. Bir süre sonra, her şeyi toparlayıp hazır hale getirdikten sonra, valizi kapıp odadan çıktım. Salona doğru ilerlerken, gözüm Karan'a takıldı. Camın önünde, dışarıyı izliyordu. Bir an duraksadım; farkında olmadan onu süzmeye başladığımı fark ettim.

 

Uzun boyu, hafif dalgalı kumral saçları ve yandan baktığımda o mükemmel keskin çene hatları... Evet, kesinlikle çok çekici görünüyordu. Bu kadar etkileyici bir görüntüye sahip olması, onu bir şekilde daha karizmatik yapıyordu. Ama neden böyle hissediyordum ki?

 

Kendi kendime şaşırarak, gözlerimi ondan ayırmaya çalıştım ama bir şey beni geri çekiyordu.

 

Karan, bir anda başını çevirerek bana baktı. "Ne zamandan beri oradasınız?" dedi ve bir adım yaklaşıp valizi elimden aldı.

 

"Hemen şimdi, çok olmadı," dedim, içimde beliren nedensiz bir telaşla.

 

"Tamamdır, başka bir şey yoksa gidelim o zaman," dedi ve kapıya yöneldi. Tam arkasından birkaç adım atarak seslendim. "Aslında, bir şey var." Karan durup bana döndü, bakışları yine o mesafeli ve soğuk ifadesini almıştı.

 

"Nedir? Bir şeye mi ihtiyacınız vardı?" İçimdeki sinir iyice yükselmeye başlamıştı. Birkaç dakika önce bana gayet samimi bir şekilde dikkatli olmam gerektiğini söylemişken, şimdi yine soğuk duvarlarını çekiyordu. Dayanamadım, hışımla sordum:

 

"Bu işte senin tavırların... Ne yapmaya çalışıyorsun?" Karan'ın yüzünde en ufak bir ifade değişimi olmadan, "Anlamadım?" dedi.

 

"Anlamayacak bir şey yok. Bazen samimi oluyorsun, bazen de böyle buz gibi davranıyorsun. Hiç hoşuma gitmiyor!" Sinirimle sesim yükselirken, gözlerimi ondan ayıramıyordum.

 

Derin bir nefes aldı ve sakin bir sesle, "Sanırım anladım. Bundan sonra yerimi bilir, sınırımı çizerim, Eflal Hanım," dedi. Gözlerimi devirip alaycı bir şekilde yüzüne baktım.

 

"Gerçekten bazen sadece programlanmış bir robot olduğunu düşünüyorum." dedim sinirle. Bir insan bu kadar donuk ve tepkisiz olamaz ya. Soğukkanlılıkla,

 

"Olabilir, bu sizin düşünceniz. Saygı duyarım," dedi. Öfkeyle yanından geçerken, sabrım tükenmiş bir şekilde fısıldadım: "Siktir git Karan!" diyerek yanından geçip gitmiştim.

 

Karan'la tek kelime etmeden kapıdan çıktık. Asansöre binmeye cesaret edemediğim için merdivenlere yöneldim; o da arkamdan gelip hiçbir şey söylemeden peşimden yürümeye başladı. Boş koridorda yankılanan adımlarımız dışında hiçbir ses yoktu. Sessizliğin gerginliği, her bir basamağı daha da ağırlaştırıyordu.

 

Merdivenlerin sonuna geldiğimizde dışarıdaki arabaya doğru ilerledik. Karan, elimdeki valizi aldı ve bagaja yerleştirip ön koltuğa geçti. Ben de yanına oturdum. Motor çalıştığında arabanın içinde hâlâ o sessizlik vardı; sanki aramızdaki her şeyi anlatmak için söze gerek yokmuş gibi bir duvar örülmüştü aramıza.

 

Tam dalıp gitmiştim ki telefonum çalmaya başladı. Elimi cebime attım, ama telefonum yoktu. Karan, cebinden çıkarıp bana doğru uzattı. "Siz bayılınca bende kalmış, buyurun," dedi, sanki bu normal bir şeymiş gibi.

 

Biraz sert bir tavırla telefonu ondan aldım ve ekrana baktım. Arayan Asrın'dı. Hemen açtım.

 

"Kuzum, nasılsın diye merak ettim. Biraz daha iyi misin?" diye sordu Asrın, o tanıdık şefkatiyle.

 

"İyiyim, merak etme. Sen neler yapıyorsun, mekân nasıl? Birileri geliyor mu?" dedim, bir yandan da tedirginlikle.

 

Asrın'ın sesi heyecan doluydu. "Ya, birileri ne! Mekân ağzına kadar dolu. Bir şekilde hallediyoruz ama senin açılışta yaptığın özel tarifleri hâlâ soranlar var," deyince bir an için kalbim yerinden çıkacak gibi hissettim.

 

"Ciddi misin? Oha, çok sevindim! En kısa zamanda toparlanıp geliyorum," dedim heyecanla. O sırada dikiz aynasından Karan'la göz göze geldik ve hızla bakışlarımı kaçırdım.

 

"Asıl sen çabuk iyileşmeye bak," diye devam etti Asrın. "Ya, o tabloyu oraya koymayın diyorum, insanlar gelince hemen görmeleri gerek," dedi tatlı bir kahkaha atarak. "Neyse hayatım, gitmem gerek, çok yoğunum."

 

Gülümsedim ve telefonu kapattım. Derin bir nefes alarak arabama yaslandım. İçimde bir rahatlama vardı, ama yanımda oturan Karan'ın bakışlarının da üzerimde olduğunu hissettim. Başımı çevirmedim; camdan dışarı bakarken içimdeki heyecanı dizginlemeye çalıştım.

 

Sonunda eve vardığımızda, koca kapı bizim arabayı görünce hemen açılmıştı. Burası ev değil, bildiğin şato gibiydi sanki!

 

Yıllardır adım atmadığım bu devasa yapının soğukluğu yüzüme vurdu. İçimde istemsiz bir tedirginlik vardı; sanki hiç ait olmadığım, yabancı bir yere giriyormuş gibi hissettim. Arabadan indiğimde gözüm etrafta dolanan bir düzine adamdaydı. Bıkkın bir nefes alarak göz verdim değişen hiçbir şey yoktu sanırım. En son üniversiteye gitmeye karar verdiğimde buradan gitmiştim ve şimdi, yaklaşık üç-dört yıl sonra, ilk kez geri dönüyordum. Ne dönmek ama değil mi?

 

Karan yanımdan iner inmez yanındaki adam bavulumu almak için hamle yaptı. Ama hızla davrandım ve bavulumu elinden aldım. Kendi valizimi taşıyabilirdim herhalde.

 

Derin bir nefes aldım, tüm cesaretimi toplayarak ağır adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Koca kapının önünde durup zili çaldım. İçeriden biri geldi ve kapıyı açtı. Tanımadığım biriydi, ona sadece başımı sallayıp selam verdim ve içeri girdim. Çantam elimde, salona doğru yürüdüm.

 

Babam, salonun ortasında, o geniş koltukta oturmuş, telefonla hararetli bir şeyler konuşuyordu. Ona bakarken içimden tuhaf bir duygu dalgası geçti. Yılların soğukluğu, aramızdaki mesafe...

 

"Baba," dedim ama sesim neredeyse fısıltı kadar cılız çıktı. Bir şey duyulmamış olacak ki arkamdan Karan, o sakin ve mesafeli sesiyle,

 

"Efendim, biz geldik," dedi. Babam, Karan'ın sesini duyar duymaz hızla yerinden kalktı, telefona bir iki şey söyledikten sonra kapatıp yanıma geldi. Gözleri bir an için parladı, bana sarılacak gibi oldu ama ben, refleksle bir adım geri çekildim. Yüzündeki ifade bir anlığına bozuldu ama hemen toparladı ve hafif bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

 

"Her neyse, hoş geldin güzel kızım," dedi.

 

"Sen geleceksin diye özel yemekler yaptılar. Sana güzel bir sofra kurduk." Gözlerimi ona dikerek birkaç saniye öylece baktım. O sofra, o yemekler... Sanki yılların acısını, yaşanmışlıkları iki yemekle silebileceğini sanıyordu. Bu eve dönmem, onu affettiğim anlamına gelmiyordu. Ona asla bunu vermeyecektim.

 

Tam o sırada arkamdan başka bir ses duyuldu.

 

"Aa, Eflal! Hoş geldin, kızım," dedi tanıdık bir ses. Duyduğum an sinirlerimin gerildiğini hissettim. Hızla döndüm ve o yüzle göz göze geldim. İçimde bastırmaya çalıştığım öfke yükseldi; derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım, sakin kalmaya çalıştım.

 

"Siz başlayın, afiyet olsun. Ben odama çıkıyorum," dedim soğuk bir ifadeyle. Valizimi sıkıca kavradım ve arkamı dönüp hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim. İçimdeki öfke adımlarımı hızlandırıyordu. Arkamdan babamın sesini duydum: "Eflal, yapma böyle." Ama dinlemedim, yürümeye devam ettim. Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde bir an duraksadım. Bu oda, buradaki hiçbir şey bana ait hissettirmiyordu. Eşyalar aynı, duvarlar aynıydı; ama içindeki kız bambaşkaydı. Kapanan kapının arkasında, yıllardır birikmiş olan acılar, kırgınlıklar ve hayal kırıklıklarıyla baş başa kalmıştım.

 

Bir süre öylece yatağın kenarında oturup derin düşüncelere daldım. Odada dolanıp bavulumu yerleştirmeye başladım, giysilerimi dolaba dizerken eski anılar birer birer aklıma üşüşüyordu.

 

O sırada, odanın kapısı yavaşça açıldı. Başımı çevirdiğimde babamın içeri girdiğini gördüm. Onun gelişiyle elime aldığım kıyafeti bırakıp sessizce yatağa oturdum. Babam da yanıma oturdu, yüzünde yumuşak bir ifadeyle bana bakarak,

 

"Yemek hazır, bak, seni bekliyoruz. Gel hadi," dedi.

 

Gözlerimi yere indirip, ellerimi birbirine kenetledim. "İstemiyorum baba. O kadın oradayken asla gelmem," dedim kararlılıkla. Babamın yüz ifadesi bir anlığına değişse de, hemen toparlanarak ellerimi tuttu ve parmaklarımı yavaşça okşadı. "Eflal," dedi usulca, "Seni bunca zamandır özlememe rağmen, sırf sen hayatını dilediğin gibi yaşa diye sustum ve izin verdim. Şimdi bir kere de sen beni dinlesen olmaz mı?"

 

Sözleri içime dokundu. Bir an tereddüt ettim ama direnmeye devam edemedim. Başımı sallayarak, "Tamam," dedi, "ama bir şartla." Dudaklarımı ısırarak ona baktım. Kaşlarını hafifçe kaldırarak devam etmemi bekledi.

 

Derin bir nefes alarak, "Biliyorsun, yeni bir mekân açtım. Baba, yıllardır bunun olmasını bekliyorum ben. Kendi mekânımda, kendi yemeklerimi sunmak için okudum, yıllarca mutfakta çalışıp ders aldım. Ve şimdi, hayallerimi gerçekleştirebiliyorum," dedim heyecanla, tek nefeste. Sözlerimi bitirdiğimde babam bir süre düşünceli bir ifadeyle yüzüme baktı ve sonunda konuştu, "Yani, ne istiyorsun?" diye sordu.

 

"Başında durup yemek yapmak istiyorum," dedim, kararlılıkla.

 

Babam ayağa kalktı, ellerini cebine koyarak camdan dışarıya doğru baktı. Sakallarını düşünceli bir şekilde karıştırdı ve birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra yüzünü bana çevirerek,

"Tamam," dedi, "ama yanında adamlar olacak. Onun dışında izin vermem, haberin olsun."

 

Bu sözleri duyunca içimde kocaman bir sevinç patladı. Hızla ayağa kalkıp ona sarıldım. "Çok teşekkür ederim!" dedim. Sonra bir adım geri çekilip kendime çeki düzen vererek gözlerimden taşan sevinci bastırmaya çalıştım.

 

Babam gülümseyerek, "Hadi bakalım, yemekler hazır. Artık aşağı inelim," dedi. Başımı sallayarak onayladım ve birlikte odadan çıktık.

 

Babamla birlikte salona indiğimizde masaya doğru yürüdük. Masayı gördüğümde şaşkınlıktan ağzım açık kaldı; baştan aşağı benim sevdiğim yemeklerle donatılmıştı. Heyecanla sandalyeye oturdum ve gülerek,

 

"Oha ya, hepsi benim için mi yani?" dedim. Babam da bana gülerek baktı ve başını hafifçe salladı. "Dedim ya, hepsi senin için," dedi.

 

Tam çatalımı alıp yemeğe başlayacakken, gözümün ucuyla onun bana en yakın sandalyeye oturduğunu fark ettim. O kadar sandalye varken gelip hemen yanıma oturmuştu!

 

"Beğendin mi kızım?" dedi sıcak bir ses tonuyla, yüzünde o garip, sahte bir gülümseme.

 

Elimdeki çatalı bırakıp derin bir nefes aldım. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak gözlerimi kapattım. O anda elimde hafif bir baskı hissettim, babamın eli elimi sıkıca tutmuştu. Gözlerimi açıp ona baktığımda, yüzünde içten bir ifade vardı. Yine de, boğazımdaki düğümü saklamak için hafifçe gülümsemeye çalıştım.

 

"Ellerinize sağlık, şimdiden," dedim ve yemeklerime dönerek usulca yemeye başladım.

 

Tam yemeğin tadını çıkarmaya başlamışken, babamın sesiyle irkildim.

 

"Karan, gel hadi." Kalbim aniden hızlandı, elimdeki lokmayı zorla yuttum. Karan ağır adımlarla gelerek masada tam karşımda oturdu. Derin bir nefes aldım, fakat bu bakışların altında nasıl rahat yemek yiyebileceğimi bilmiyordum.

 

Babamın sesini tekrar duydum. "Hadi, afiyet olsun o zaman," dedi ve herkes yemeklerine başladı. Masada bir süre boyunca sessizlik hâkimdi, fakat arada babamın Karan'a dönerek samimi birkaç laf ettiğini fark ettim. Babamı ilk defa bir adamıyla bu kadar samimi bir şekilde konuşurken görüyordum. İçimdeki karmaşa ve bu tanıdık olmayan durum, kendimi daha da huzursuz hissetmeme neden oldu.

 

Her çatal darbesinde Karan'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum sanki. Tabi şizofreni düşüncelerim o yöndeydi. Bu yüzden tabaktaki her bir lokmayı yerken dikkatimi yemeğe vermeye çalıştım ama aklım bir türlü ona kaymaktan kendini alamıyordu.

 

Yemek devam ederken babam ile Karan arasında kısa, şifreli bir konuşma başladı. Lafları dolandırarak işten bahsediyorlardı, fakat ne dediklerini tam olarak anlayamıyordum. Her cümlede, yalnızca kendilerinin bildiği bir anlam gizliydi.

 

"Hayatım, yemekte iş konuşmayacaktık hani?" dedi, sahte bir gülümsemeyle.

 

İçimden, onun bu gereksiz yorumuna bir yanıt vermek geldi. Kendimi tutamayarak gülerek söze girdim,

 

"Hmm, bence de babacım. Mesela Nur, sen bu evin neyisin? Yani, anladığım kadarıyla babamla bir ilişkidesiniz ama hâlâ evli olmadığınıza göre flört mü ediyorsunuz?" dedim alaycı bir gülümsemeyle.

 

Babam hemen araya girip, "Eflal." dedi uyarıcı bir ses tonuyla.

 

Umursamadan devam ettim, "Ne var ya, konuşuyoruz burada." dedim ve Nur'a dönerek göz ucuyla Karan'a baktım. Karan'ın hafifçe sırtını dayayıp gülümsemesi beni güldürdü. Bazen gerçekten çok gizemli görünse de, böyle tepkiler verdiğinde şaşırıyordum.

 

Nur cadısı, yüzüne yapmacık bir ifade takınarak bana döndü. "Senin için bazı şeylerin zor olduğunun farkındayım, ama geleceğe odaklanmalısın tatlım," dedi kibirli bir tonla.Tüm bedenimi ona çevirip gülümseyerek karşılık verdim.

 

"Öncelikle, geleceğe bakıp bakmamam seni ilgilendirmez. Akıllıca babamın hayatına girip orada bir yer edinmişsin, ama beni babamla karıştırma. Çünkü benim hayatımda ne yerin olur ne de sözün," dedim, kararlı ve sert bir şekilde. Ardından babama dönerek, "Ben doydum ve yeterince de sofrada durmak için sabrettim," dedim.

 

Babam başını sallayınca ayağa kalktım. Tam odama doğru gitmek üzereydim ki bir şey aklıma geldi. Nur denen cadının kulağına eğilerek, "Senin benim gözümde basit bir metresten farkın yok, tatlım," diye fısıldadım. Ardından doğrulup odama doğru yürüdüm. Arkama bakmadan ilerlerken onun yüzündeki şaşkın ifade beni zevkten dört köşe etmişti. O an, bu gece nihayet huzur içinde uyuyabileceğimi hissettim. Sevincimi belli etmemek için kendimi zor tutuyordum; bu gecenin benim için iyi biteceği kesindi.

 

Odaya girdiğimde telefonumun ekranında kuzenimin aradığını gördüm. Yurt dışında olduğu için sık sık görüşemiyorduk, ancak ikimiz de boş olduğumuz zamanlarda konuşabiliyoruz. Telefonu elime aldım, geri aramak istedim ama gözüme odadaki kıyafet yığını takılınca geri bıraktım. "Önce şu karmaşayı toparlayayım, sonra ararım," dedim kendi kendime. Hızlıca kıyafetleri katlamaya başladım, her birini dolaba yerleştirip odayı düzene soktum.

Sonunda sırtımı yatağa yaslayıp derin bir nefes verdim. "Bu kadar kıyafetim olduğunu bilmiyordum. Meğer ne kadar zormuş," diye mırıldandım. Aslında birkaç saat önce birkaç hizmetçi yanıma gelmiş ve yardım etmek istediklerini söylemişti, ama ben kendim yaparım diyerek gurur yapmıştım. Şimdi de yorulmuş olsam da işin sonunda içim rahatlamıştı. Telefonumu elime alıp saate baktığımda 22:22 olduğunu fark ettim. "İki kere üst üste aynı saate denk geliyorum, normal mi bu ya?" diye düşündüm.

 

Camdan dışarı baktım, hava o kadar güzeldi ki. İçimden, bahçeye çıkıp temiz havayı içime çekmek geldi. Ani bir kararla hemen ince bir hırka kaptım ve odadan çıktım. Salona inerken evin sessizliği, tüm aile üyelerinin çoktan odalarına çekildiğini gösteriyordu. Derin bir nefes aldım, hem bahçeye çıkabilmenin rahatlığı hem de birine denk gelmeme düşüncesi bana huzur verdi. Neyse ki ortalıkta Nur yoktu. Onunla tekrar yüz yüze gelmek hiç istemiyordum. İçimdeki öfke, aramıza giren mesafeyi biraz daha büyütüyordu her karşılaşmamızda. Babamla ilişki yaşamasını geçtim, yüzsüzce bu evde dolaşıp durması bile yeterince canımı sıkıyordu.

 

Sessizce bahçeye adım attım. Gecenin hafif serinliği yüzüme vurdu ve derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Gökyüzüne baktığımda parlayan yıldızlar sanki içimdeki karmaşayı anlamış gibi bana bakıyordu. Bir süre öylece durdum, kendimi gecenin huzurlu sessizliğine bırakıp düşüncelerimin dağılmasına izin verdim.

Gözlerimi tekrar açtığımda bahçenin ortasında duran eski salıncağı gördüm ve istemsizce gülümsedim. Çocukken saatlerce bu salıncakta oturur, kendimi masalların içinde hayal ederdim. O salıncağın beni başka dünyalara götürdüğüne inanırdım çocukluk işte. Yavaşça ona doğru yürüdüm ve içine oturdum.

Bir süre sessizce salıncakta sallandıktan sonra, telefonumu çıkarıp kuzenim Doruk'u arayıp aramamak konunda ikilemde kaldım. Geçen konuşmamız aklıma geldi; onun neşeli hali, sorumsuz tavırları bile şu an içimi ısıtıyordu. Kendisi ne kadar sorumsuz ve gevşek olsa da, onunla konuşmak her zaman iyi gelirdi. Telefonumu çıkardım, numarasını bulup görüntülü arama tuşuna bastım.

 

Bir süre çaldıktan sonra ekranda tipsiz yüzü belirdi. "Sonunda be kızım az kalsın oraya geliyordum he!" dedi heyecanla.

 

Gülümseyerek cevap verdim, "Abart abart Allah'tan bir kere çaldırdın." dedim.

 

Bir süre özlem giderdikten sonra uzun uzun konuştuk, hem onun yurt dışındaki çarpıklıklarını dinledim hem de bende burada olan biteni anlattım. Kahkahalar arasında geçen bu sohbet, tüm günün yorgunluğunu almıştı. Sohbetin sonunda kuzenim, her zamanki neşesiyle,

 

"Ee, sonra ararım seni o zaman," diyerek güldü. Tam kapatmak üzereydim ki birden,

 

"Dur, dur! Asıl arama sebebimi unuttum ya, kafada yer kalmadı ki!" dedi ve kendi kendine hafifçe kafa attı. Ona ne demek istediğini soran bakışlar atınca kahkahayı patlattı. "Of, şu bakışların insanı öldürüyor Eflal!" dediğinde gözlerimi devirdim. Şu çocuk kadar gevşek birini görmedim ya!

 

"Yahu bir kere de ciddi ol," dedim sinirle.

 

"Neyse, sus! Haftaya oraya geliyorum şükür!" dediğinde gözlerim kocaman açıldı.

 

"Oha, ciddi misin?" dedim sevinçle. Başını salladığında tehdit edercesine parmağımı salladım. "Bana bak, yine geçen seferki gibi yaparsan ölürsün Alaz!"

Asker gibi elini alnına götürdü ve "Emredersiniz, komutanım!" diyerek dalga geçmeye devam etti. Birkaç yıl önce de böyle söylemiş, ama uçağını kaçırmıştı. Sonra da bilet bulamayınca gelmesi bir hayli gecikmiş, hatta işleri yüzünden tamamen iptal etmek zorunda kalmıştı. İşte, benim kuzenim bu kadar sorumsuzdu.

 

"Bak ciddiyim, İzmir'e gelmeyeli çok oldu, bu sefer de gelmezsen o zaman görürsün," dedim tehditkâr bir sesle.

 

"Yav tamam, başımın etini yeme; gelmem bak," dedi yine şakayla karışık.

 

"Gelmezsen gelme be!" diye patladım.

Hemen cevap verdi, "Yok, yok! Şaka yapıyorum, geliyorum tamam mı?"r

"Aferin, adam olacaksın az kaldı. Neyse, geç oldu artık yat uyu," dedim esnerken. Saat gece 4 olmuştu ve biz hâlâ uyanıktık.

"Salak diyorsun kızıyorsun, burada saat 12:30 falan. Ne gecesi, sen git yat hadi." Unutmuşum, Amerika'da yaşıyordu kendisi.

"Off, çok konuşma hadi bay," dedim ve suratına kapattım. Yeter be başımın etini yedi salak çocuk yav! Resmen telefonu açtığıma pişman olmuştum. Neyse tamam pişman olmadım ama yine de bir insan nasıl bu kadar konuşabilir. Daha sonra telefon elimde cızırtı etti.

Kapatır kapatmaz mesaj atmış hem de birkaç tane üst üste:

*Yav salak.

*Niye yüzüme kapatıyorsun?

*Bir saattir kendi kendime konuşuyorum!

Gözlerimi devirdim, telefonu cebime koydum ve yorgun adımlarla odama doğru yürüdüm. Merdivenlerin başına gelince içimden derin bir nefes aldım.

"Off, bu kadar merdiveni şimdi nasıl çıkacağım?" diye mırıldandım, kendi kendime dert yanarak merdivenlere yöneldim. Resmen uykusuzluktan sersemlemiş durumdaydım.

Tam merdivenleri çıkarken bir anda ayağım kaydı ve istemsizce

"H*ssiktir!" diye bağırdım.

 

EVETT BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELMİŞBULUNMAKTAYIZ UMARIM Kİ BEĞENİYORSUNUZDUR!!! ÇÜNKÜ İLERLEYEN BÖLÜMLER DAHA HEYECAN VERİCİ OLACAK ŞİMDİDEN HEYECANLANDIM BENN :))))

 

 

Loading...
0%