13. Bölüm

12. BÖLÜM 🌃

Edoli Deniz
edooliidenizz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamm.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni bölüm sonunda geldii. 💫

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hadi bölüme geçelimm.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şarkı/ Beyaz Giyme - Tinay

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bir insan bilmiyorsa ne istediğini, hem seni ziyan eder hem de kendini."
-Mevlana Celaleddin Rumi

 

 

“Hançer Timi!” Hazan Albay uzun süredir timden bir bilgi gelmediği için endişe dolu sesiyle telsizlere uyarı gönderiyordu

 

“Hançer Timi!” Tekrar ve tekrar… Ne bir ses geliyordu, ne de yaşadıklarına dair bir bilgi. Karşısında ki büyük ekrana baktı, konumları belirsizdi. Neler olduğunu bilmiyordu hiçbiri.

 

“Ali, konumları yenile. Telsizlerde ki sorunu takip et.” Karşısında ki ekrana bakmaya devam ediyordu ancak biliyordu ki hayır değildi bu işin sonu. “Emredersiniz komutanım!” Ali oturduğu masanın üzerinde ki bilgisayardan konumları yenilemeye çalıştı, telsizde ki sorunu tespit etmeyi denese de bağlantı sağlanamadığı için mümkün olmamıştı. Hazan Albay bir küfür mırıldandı ağzının içinde. “Oh, biz böyle oturup bekleyelim o zaman ne dersiniz? Çözüm bulmak için benim komutumu beklemeyin! Yapmak istediğiniz şey çözüme ulaştıracaksa bizi fikrinizi söyleyin! Bir ben mi düşeceğim peşlerine?” Otoriter sesi odada çınlarken herkes yutkundu. “Ali, git bana Aslı Yüzbaşıyı çağır.” Ali hızla odadan çıkarken Aslı Yüzbaşıyı çağırmaya gitti. Kısa bir süre sonra da odanın kapısının önüne geldi ve şifreyi girip yüzünü tarattıktan sonra odaya girdi. İkisi odaya girdikten sonra kapı kendiliğinden kilitlendi.

 

Aslı,
“Albay’ım beni çağırmışsınız?” Deyip Hazan Albay’dan bir cevap bekledi. Doğrusu korkutucu geliyordu Hazan Albay şu an ona. “Evet, çağırttım. Hançer Timinden saatlerdir haber alınamıyor, konum ve telsiz bağlantıları kesilmiş. Hepsi aniden oldu. Telsizlerine bağlantı göndersek de bağlanmıyor.” Hazan Albay ve Aslı Yüzbaşının aklından sadece bir şey geçiyordu. Hançer Timi tuzağa mı düşmüştü? Ancak belliydi ki bu tuzağı onlara kim kurduysa ilmek ilmek işlemişti her şeyi. “Albay’ım yoğun kar yağışı mevcut bu durumda onlara ulaşamayız.” Hazan Albay kaşlarını çattı. “Ne yapalım Aslı? Peşlerini bırakalım mı?” Aslı Yüzbaşı bu çıkışı elbette bekliyordu, normaldi. “Yağış azalana kadar bekleyebiliriz bu daha iyi olur. Ekipmanlarında hiçbir sorun yoksa uzun süre yaşayabilirler, en son bir çatışmadayken telsiz bağlantıları kesilmişse o zaman destek kuvvet gönderebiliriz.” Hazan Albay kafasını salladı. “İşine dönebilirsin.” Aslı Yüzbaşı selam verip odadan çıktı.

 

“Hançer Timi!” Sesinde ki endişe yerini saf öfkeye bırakıyordu yavaş yavaş. Hançer Timi, Hazan Albay’a cevap verene kadar o hep seslenecekti onlara belli ki. "Telsiz konumlarına bakmayı bırakmayın! Sinyalleri ise kontrol etmeye devam edin." Yanındaki askerlere emirler yağdırırken aklındaki kötü düşüncelerin gerçekleşmemesi için dua ediyordu içinden.

 

Evimin önüne geldiğimde karşılaşmak istediğim görüntü kesinlikle bu değildi...

 

Abim, binanın önündeki tellere yaslanmış bir vaziyette duruyordu. "Ne işin var burada acaba?" Sinirli bir şekilde abimin yanına gittim. "Sana da merhaba kardeşim. Bende seni çok özledim." Göz devirip binanın avlusuna girdim. Abimin peşimden geldiğini bildiğim için söylenmeye devam ettim. "Ne işin var dedim sana?" Amacı neydi bu adamın anlamıyordum cidden. "Bende keyfimden gelmedim herhalde yanına. Okulların tatile girmesine az kalmış. Ondan geldim, otobüslerde sürünme diye. Ama seni düşünende suç. Keşke sürünseydin." Göz devirdim. "Savunman bu mu?"

 

"Ya ne olacaktı?" Evin içine girdiğimizde kabanımı çıkarıp, abimin de kabanını çıkarmasını bekledim. Sonunda kabanını çıkardığında ikimizin kabanını da askılığa astım, o sırada abimde dış kapıyı kapatmış ve kilidi iki kez çevirmişti. "Ee nasıl gidiyor hayat?" Omuz silktim, ne cevap versem zararlı çıkacaktım. "Eh işte... Ne çok iyi ne çok kötü. Sadece bu aralar kafam fazla karmaşık, bir sürü olay oldu ve ben bazılarını kendi içimde henüz sindirmiş değilim." İlk günlerde yapılan saldırı her zaman aklımdaydı, aklımda ki diğer düşünceler onun üzerini örtbas etmeye çalışsa da henüz başarmış değillerdi.

 

Güçsüz bir kadın değildim, hiçbir zaman olmamıştım ama korkmanın güçsüzlükle alakalı olduğunu düşünmüyordum. Korku herkeste vardı. Herkes korkardı. Ama ben bu korkunun sebebinin etrafımda ki kişiler mi yoksa yaşadığım olaylar mı olduğunu bilmiyordum. O korkunun sebebini bulduğumda ondan kurtulacaktım.

 

"Anlıyorum seni. Tabii, ne kadar anlayabilirsem. O saldırı çok taze olmasa da onu yaşayan sendin. Hemen unutmanı, geçip gitti deyip önüne bakmanı bekleyemem senden." Gülümsedim. Abimle aramız iyiydi aslında ama biz birbirimize takılmayı, iyi anlaşmaya tercih ediyorduk.

 

"Bir kahve?"

 

"Valla çayı tercih ederdim de neyse... Sen en çabuk yapılacak olanı yap bakalım."

 

Gülümsedim ve ikimizde mutfağa ilerledik.

 

Tamam, ilk başta -birkaç dakika önce- abimin gelmesini hoş karşılamamıştım ama şimdi onu çok özlediğimi fark ettiğim için küsmeme birazcık ara verebilirdim.

 

En azından bir gün kadar.

🌃

 

Çoktan gece olmuştu. Hançer Timi, dağların beyaza bürünmesiyle daha da dikkatli olarak etrafı gözetliyordu. Uzun günler onları bekliyordu. Emir çok stresliydi, tabii ki tek stres sahibi o olmasa da en çok yansıtan olabilirdi. Stresinin nedeni hem Çaka hem de tüm timin onun sorumluluğunda olmasıydı.

 

Kar bir anda bastırdığı için telsiz bağlantısında sıkıntı olmuştu, ne konumları ne de telsiz bağlantıları kontrol edilebiliyordu. Bu yüzden de dağda, telsizlerin çektiği bir yer arıyorlardı. Bulmaları gece olduğu için çok zor olacaktı çünkü hepsi yeterinde yorulmuş ve üşümüştü.

 

Ama biliyorlardı ki asker;
Üşümeyen, yorulmayan, uyumayan, durmayan, vatan aşkıyla karın doyurandı. Tek temennileri, mutluluk sebepleri vatanlarıydı zaten. Vatanları ve ülkelerinde ki insanlardı onları mutlu eden. Eh, insanların içinden birkaç çürük çarık çıksa da onların hakkından da geliyorlardı.

 

“Komutanım, bir kişi daha mı fener yaksa? İki kişi az olmaz mı?” Emir kafasını hayır anlamında salladı. Göğe baktı ve,
“Ay yıldızın ışığı yeter bizlere, ayrıca dikkat çekebiliriz. İki kişi yeterli olacak. Önümüzü görsek yeter.” Dedi.

 

Yirmi dakika daha yürüdükten sonra sonunda kayda değer bir şey ortaya çıkmıştı. Doruk,
“Komutanım! Telsizler çalışıyor!” Dediğinde Emir telsizine sarıldı. “Hançer birden, Alay komutanlığına! Hançer birden, Alay komutanlığına!” Hazan Albay bunu bekliyormuş gibi –ki zaten öyleydi- anında cevap verdi. “Alay komutanı dinlemede!” Emir’in yüzünde ki stres yerini hafif tebessüme bıraktı. “Albay’ım, telsizlere ulaşamamanız konusunda endişelerinizi anlayabiliyorum. Yoğun kar yağışından dolayı telsiz ve konum bağlantıları kesildi. Şu an telsiz ve konum bağlantısının sağlandığı bir yerdeyiz, yine bir kesinti olmaması için bir yol arıyoruz.” Emir’in yaptığı bu açıklamadan sonra Hazan Albay’ın içine tonlarca su serpilmiş olabilirdi. Öyleydi ki, içine serpilen suyun faturasını kimse ödeyemezdi. “Ayağınıza taş değmesin aslanlarım, sağ salim gidin ve gelin.” Telsizi cebine sıkıştırdı Emir.

 

İş başa düşmüştü, telsiz ve konum bağlantıları kesilmesin diye ellerinden gelenin daha fazlasını yapacaklardı. Zor olacaktı ama şu an daha zor bir şey vardı; Çaka neredeydi?

 

“Lan o değil de? Biz Çaka’yı gördük ya.” Çağan’ın dedikleriyle Emir kaşlarını çattı. “O yüzden telsiz bağlantısını falan kaybettik ya. Bizi peşinden sürükledi ya. Biz oraları çözeli bayağı oldu Çağan, sen dinlen azıcık. Hatta bayağı dinlen beynin çürüdü son zamanlar da herkes hissediyor bunu.” Çağan yerde ki büyük kayaya oturdu, arkası ıslanacaktı ama o bunu sorun etmemişti. Oturacak başka yer vardı da sanki.

 

“Komutanım, şimdi ne yapacağız? Bildiğin tuzağa düşürecekler bizi. Biz böyle boş boş duracak mıyız?” Emir, Doruğa döndü. Tam bir şey söyleyecekti ki Cem cevap verdi.

 

“Beklemeliyiz birazcık.”

 

“Birazcıktan kastın ne?”

 

“Bir gün.” Emir gözlerini devirdi.

 

“Cem, bir gün ne işimize yarayacak? Sabaha karşı tabii ki.” Cem alayla sırıtıp yanında ki kayanın üzerinde ki karları temizleyip oturdu. “Büyük fark cidden.”

 

“On iki saatlik fark devrem.”

🌃

 

Saatler birbirini kovalıyordu. Hançer Timi, Emir’in dediği gibi sabaha karşı harekete geçti. “Komutanım, telsizler burada da gecikiyor. Sanırım sorun aşırı kar yağışıydı.” Alperen telsizlere bakarken kafasını kaldırdı. “Şu anlık burada gezineceğiz galiba, telsizler çekse yeter zaten.” Alperen, Emir’e bakıp hak verir gibi kafasını salladı.

 

Bir süre yürüdükten sonra hedefleri olan yere neredeyse gelmişlerdi. Ormanın içindeydiler şu an. Burada durmaya bir süre devam edeceklerdi. Emir, Ateş’e baktı. Ateş suskundu bugün. Aynı zaman da Alp de öyleydi.

 

Emir ikisinin yanına doğru ilerledi, bir sorun olduğunu anlamıştı. “Ne oldu size?” Ateş kafasını kaldırdı. “Ha?” Emir ters ters baktı Ateş’e. “Özür dilerim komutanım. Öyle, bombadan sonra kötü hissettim kendimi.” Ateş, göründüğü kadar acımasız değildi aslında. Canının acıdığını gözlerine bakınca görebilirdiniz. Ateş, küçükken anne ve babasının verdiği bir kararla yetimhaneye bırakılan ve orada büyüyen bir çocuktu. Kimse ona bu konu da acımıyordu ki doğru olanda buydu. Belki anne ve babasıyla yaşasaydı asker olmaya karar vermeyecek ve bu insanlarla tanışmayacaktı. Bir bakıma iyi bir şeydi. Ateş, herkes için çok özeldi bu timde. Nedeni de –herkes böyle olduğunu düşünüyor- çoğu zorluğa kendi başına göğüs gerebilmesiydi.

 

“O adamında çocuğu vardır komutanım. Bu meslekten öğrendiğim bir şey varsa o da, Allah’tan reva olmayan her şey.” Emir, Ateş’in derdini anlamıştı. Hislerini, düşüncelerini anlayabiliyordu. Daha fazla Ateş’in üstüne gitmemek için yanından uzaklaştı ve ormanda ilerlemeye başladı. Herkes onun peşinden temkinli bir şekilde ilerliyordu.

 

“Herkesin görevini söylüyorum. Burada etrafa dağılacağız, Ateş sen onların yanına gidip konuşacaksın. Çaka veya Civelek orada mı öğrenip bize haber vereceksin. Biz de o sırada onların etrafını saracağız. Çaka veya Civelek, ikisi de orada olsa da olmasa da etrafında olduğumuz ve işimize yaramayacak herkes buradan silinecek.” Herkes ne yapacağını kısa ve öz bir şekilde anlamıştı.

 

Ateş, Emir’in dediği gibi ormanın çıkışında duran adamların yanına gidip onları oyalarken diğerleri adamların etrafına yerleşmişti bile. Çağan, hepsini görüş açısına alacak şekilde yerini almıştı. Şimdi Ateş’ten tek bir adım bekliyorlardı. “Ne işin vardır burada?” Adam çatık kaşlarıyla Ateş’e döndü. “Benim yurdum buradır. Hem sizin patronunuz çağırdı beni.” Adamın yüz ifadesi duyduklarıyla anında değişti. “Çaka mı?” Ateş kafasını olumlu anlamda salladı. “Burada mı?” Bütün adamların gözü Ateşteydi. “Yok, burada değil.”

 

“Peki Civelek?”

 

“O gelmez buralara.”

 

“Bence sizde gelmeyin.”

 

“Nereye?”

 

“Benim olan vatana.” Ateş başıyla bir işaret verdi ve Emir’den tek bir ses duyuldu:
“Hançer! Atış serbest!”

 

“Hançer iki, bir leş benden.”

 

“Valla size kıyabilsem hepsini indiririm de ben duruyorum arkadaşlar.” Çağan alaylı bir şekilde konuştu.

 

“Hançer bir, hadi bir leşte benden olsun.”

 

“Hançer bir, bir leş daha.”

 

“Hançer üç, iki leş.” Ortalıkta adam kalmayınca herkes rahat bir nefes aldı. “Alay Komutanlığından, Hançer Timine. Alay Komutanlığından, Hançer Timine.”

 

“Hançer Timi dinlemede.”

 

“Bir helikopter, ormanın çıkışında ki ovaya yaklaşacak. Teslimata çok var.”

 

Hazan Albay’ın talimatı ile Hançer Timi ovaya yaklaştı. Gelen helikoptere binip arkalarına yaslandılar. Emir gözlerini kapattı ve gözlerinin önüne gelen görüntü ile gülümsedi. Ama bu gülümseme buruktu.

 

O görüntüye anlam veremediği ve kendine bile ondan bahsedemediği için sadece sustu. Kendi içinde bile konuşmadı. O, her zaman olduğu gibi sustu.

 

Aslında susarak çok şey anlattı. Gözlerine yansıyan kelimeleri o an karşısında oturan Cem fark etti. Daha sonra ise Çağan ve Alperen.

 

Hepsi komutanlarının derdini anlıyordu, anlamaya çalışıyordu. Gözlerine bakarak onun hikayesini dinlemişlerdi şimdiye kadar. Yine öyle oldu. Yine gözlerine baktılar ve onun hikayesinden bir parçaya daha tanık oldular.

 

Emir'in ailesinden uzakta olması sadece kilometreleri ifade etmiyordu. Onların ruhu, kalpleri, canları ve duyguları arasında kilometreler vardı aslında. Tek uzaklık yollar değildi. Emir, o an içinden keşke tek uzaklık yollar olsaydı dedi. Ama yine de vazgeçmeyi düşünmedi. Sonuçta hayat onun hayatıydı. "Devrem, iyi misin?" Cem, hafif endişeyle konuştu. Tahmin ettiği şeyin olmaması için içinden dua etti.

 

Emir, Cem'e kafasını evet anlamında sallayarak cevap verdi.

 

Ve yine sustu.

 

Helikopter askeriyenin hava sahasına geldiğinde ve iniş yaptığında herkes derin bir nefes çekip helikopterden indiler. İlk önce Hazan Albay'ın yanına gidip operasyonla ilgili gelişmeleri aktardılar. Daha sonra ise duşlarını alıp her zaman oturdukları yerde oturdular. Bu sefer kimse konuşmuyordu.

 

Hatta Cem, Doruk'a sataşmıyordu. Çağan, Alperen, Alp ve Ateş kendi aralarında konuşmuyordu. Doruk çay demlemiyordu ama Cem ona bu yüzden kızmıyordu. Emir ise diğerlerinin ne yaptığına dikkat etmeden kafasını geriye yaslamış, gözlerini kapamıştı.

 

Aslında hiçbiri bu kadar sessiz olmamıştı uzun süredir. En son bu şekilde konuşmadıklarında timlerinden şehit olan arkadaşlarının cenaze töreninden gelmişlerdi. İkinci kez bu kadar sessiz olduklarında ise hepsi içlerine kapanmıştı.

 

Hepsi tekrarlanmaması için uğraşlar verirken şimdi fark etmişlerdi ki, yine tekrarlanıyordu bu.

 

 

8 Sene Önce...

 

Emir, gözlerini yere odaklamıştı ve başka bir yere bakmıyordu. Yanındaki kadının yüzüne bakası gelmiyordu. Ona haksızlık ettiğini düşünmüyordu, bu kadını daha tam olarak tanımıyordu bile. Yüzük parmağına takılan nişan yüzüğü ile kendine gelir gibi oldu. Ama o an fark etti ki bu yüzük sadece bir yüzük değildi; bu yüzük kaderini bağlayan bir prangaydı.

 

Emir o an itiraz etmek istedi ama sadece donuk bakışlarla nişan yüzüğünün kurdelesinin kesilmesini izledi. Sanki nişanlanan kendisi değilmiş gibiydi. Kendisini nişanlanan biri gibi hissetmiyordu.

 

Nişanlanan biri mutlu olmaz mıydı?

 

Emir mutlu değildi ki.

 

Nişanlanan biri sevdiğiyle nişanlanmaz mıydı?

 

Emir yanındaki kadını sevmiyordu.

 

Nişanlanan biri bu yüzüğü çıkarıp atmak ister miydi?

 

Emir istiyordu.

 

Ama sadece sustu. Annesi için susması gerekiyordu.

 

Bu nişanı babası istediği için değil, annesi istediği için -zorla- kabul etmişti. Babası olacak adama karşı hiç sıcak bakmıyordu Emir. Şimdiye kadar aralarında baba oğul ilişkisi olmamıştı. Hep insanların gözünü boyamak için birbirlerine sıcak bakmaya çalışıyorlardı ama gerçek şuydu; ne Emir babasını seviyordu, ne de babası Emir'i seviyordu.

 

Etrafta nişan kurdelesinin kesilmesiyle kopan alkışlar son bulurken Emir'in gözleri yanındaki kadını buldu. Suna, Emir'e nazaran etrafa gülümseyen gözlerle bakıyordu. Suna'nın etrafa sevinçle baktığı kadar, Emir de sinirli ve bir o kadar da donuk gözlerle yaşananları seyrediyordu.

 

Onun için zaman durmuştu. O artık bir esirdi.

 

Kalbinde bir başka kadın varken yanında duran kadın onun hiçbir şeyiydi.

 

 

2 Gün Sonra...
Sonunda herkes yeniden açılmaya başlamıştı. Bu süre zarfında Cem, Göksel ile iletişime geçmiş ve bir sorun olup olmadığını sormuştu. Emir ise genel olarak Hazan Albay ile toplantılar yapıyordu. Yapılan toplantılar da ise yeni operasyonlar, izlenecek yol haritası, saldırıların ve örgütün arkasında ki olası kişiler konuşuluyordu genel olarak.

 

Bugün ise her şey normaldi. Etraf sessiz sedasızdı. Askeriye de derin bir sohbetin içine dalan kişiler ise yine ve yine Hançer Timi'ydi.

 

“Çay istiyorum çay!” Doruk, herkesin toplandığı yere geldiğinde Cem sesini duyurmak için tekrar bağırdı. “Çay!” Bu sefer ses tonunu daha da yükseltti çünkü Doruk olayı tam kavrayamamış gibiydi. “Çay istiyorum lan çay! Fenalaşacağım az kaldı ha!” Çağan, Cem’e doğru döndü. “Ambulans çağıralım mı size komutanım? Fenalaşacaksanız bir baksınlar.” Cem, Çağan’a ters bakışlar attı. “Bana ambulans değil de çaybulans falan çağırın siz. Doruk, duymuyor musun koçum?” Doruk yeni aydınlanmış gibi Cem'e doğru döndü. "Komutanım işim vardı ne yapayım?" Cem yüzünü sıvazladı. "Mesela çay yapabilirsin? İşe gidip su kaynatmakla başlamak iyi bir başlangıç olabilir."

 

Doruk oradan ayrıldığında Cem başkalarına sarmak için fırsat kollamaya başladı. Ama tam bir fırsat yakalayamadı. Nereden tutsa elinde kaldı. Biraz daha gözlem yaparken Doruk elinde çay tepsisiyle geldi ve ilk önce Cem'e çayını verdi, daha sonra da sırayla diğerlerine çaylarını dağıttı. “Ne konuşuyorsunuz siz orada bıdır bıdır?” Cem, bu seferde kenarda kendi halinde oturup sohbet eden Alperen, Ateş ve Alp üçlüsünü hedef almıştı. “En sevdiklerimiz giderse ne yaparız diye konuşuyorduk komutanım.” Cem çayını höpürdeterek içti ve gözlerini kıstı. “Ne yaparsınız?” Ateş hızlıca söze atladı, Cem ise kuşkulu bakışlarla üçlüyü süzüyordu. “Ben kahrolurum komutanım… Zira diğerleri de öyle. Siz ne yaparsınız?” Cem önüne döndü ve kısa bir süre düşündü. “Geberirim. Çayı örnek vereceğim bak. Çaysız bir hayat düşünsene, tövbe bismillah!” Cem'in söylediklerine hepsi içtenlikle güldü. "İlahi Doruk." Doruk kaşlarını çatarak Cem'e döndü. "Ne yaptım komutanım?" Cem gözlerini kıstı. "Bilmem, ne yaptın?"

 

"Çay yaptım komutanım."

 

"Aferin iyi yaptın."

 

"Eyvallah komutanım."

 

"Bak böyle davran, canımı ye."

 

"Estağfurullah komutanım."

 


Zeminde çıkan ayakkabı sesleri boş binanın içinde yankı yapıyordu. Binanın en üst katına çıkanlar, patronlarının yanına gitmek için adımlarını atmaya devam ediyordu. Aralarında her zamankinden farklı birisi daha vardı... Zaten patronlarının yanına, bu kişiyi tanıtmak için gidiyorlardı. Odadan gelen tanıdık sesler yeni bir toplantının yapıldığının habercisiydi. Sesler bir anlığına durdu. Tam o anda odanın kapısını çaldılar ve içeri girdiler.

 

"Gelesiniz, oturun." Bozuk Türkçesi'yle konuşan patronlarının dedikleriyle odada ki sandalyelere yavaşça yerleştiler. "Aramızda birilerini daha görüyorum. Sonunda geldiniz demek..." Patronları hafifçe yutkunup konuşmaya devam etti. "Barîn Hanım." Seslendiği kadın kafasını hafifçe hareket ettirip ince sesiyle konuştu. "Geldim." Patronlarının yaptığını taklit ederek konuşmaya devam etti. "Çaka Bey." Çaka, memnun olmuş gibi sırıttı. "Sonunda yüzünüzü gösterdiğinize göre yapmamız gereken şey hazır diye düşünüyorum? Yanılıyor muyum?" Barîn, kafasını hayır anlamında salladı. "Yanılmıyorsunuz. Ama ben biraz daha beklememiz gerektiğini düşünüyorum. En azından birkaç ay daha. Temelimizi sağlam tutmamız lazım. Biz ne kadar akıllıysak, Türk askeri bizden kat be kat akıllı. Ayrıca o kadın öğretmeni de fazlasıyla hafife alıyoruz bence. Size yardımcılarınızla da ilettim, o kadın ve bahsi geçen komutan bize kafa tutacak. O öğretmen her ne kadar saf, masum, bebek yüzlü olarak görünse de beyninin içinde dahası var."

 

Çaka ona hak verir gibi baktı. "Beklememiz gerekiyor evet ama o öğretmende, Türk askerleri de bizden uzaklaşmayacaklar. Yıllardır düzenledikleri operasyonlarla bize çok yaklaştılar. Biraz daha beklersek bizi kesinlikle bulurlar." Herkes patronunu onayladı. "Ayrıca Civelek buna ne diyecek onu da bilmiyoruz."

 

"O zaman kesin bir tarih belirleyelim." Barîn'in dedikleri Çaka'ya mantıklı gelmiş olacak ki memnuniyetle gülümsedi. "İşte ikimizin kafası da aynı çalışıyor. Bu yüzden seni seçtim..." Sonrasında konuşmaya devam etti. "Söyle bakalım, sence ne zaman olmalı?" Barîn önceden düşünmüş gibi hızlıca cevapladı. "Bana kalırsa eğer üç veya dört ay. En yeterli süre üç veya dört ay olacaktır. Sonuçta sayılı gün çabuk geçer." Çaka hafifçe düşündü. "O zaman üç buçuk ay diyoruz." Barîn, kafasını sallayarak onu onayladı.

 

"Üç buçuk ay sonra planı devreye sokuyoruz." Çaka da onu tekrarladı.

 

"Üç buçuk ay sonra planı devreye sokuyoruz."

 

Çaka önündeki belgeye bir şeyler ekledikten sonra Barîn'in önüne uzattı. Barîn, yazıları üstün körü okuduktan sonra sayfanın en altına imzasını attı ve böylelikle planı resmiyete taşıdılar.

 

Önlerinde uzun bir yol vardı ve bu yolu kolaylıkla atlatacaklarını düşünüyorlardı ama atladıkları bir şey vardı, kendi ağızlarından çıkan iki söz onların boynuna bir urgan gibi yapışacaktı.

 

Çünkü kendileri de söylemişlerdi, Türk askeri ve o öğretmen onlardan kat be kat akıllıydı.

 

 

 

 

 

Bölüm Sonu...

 

 

 

 

Göksel Kandemir 💖

 

 

 

 

Bölümü nasıl buldunuzz???

 

 

 

 

Bu bölüm anlatımlar kişiden kişiye dolaştı, farkındayım ama
karakterleri anlamamız için hepsinin ağzından birer cümle de olsa okumalıyız sonuçta.🥹

 

 

 

 

Umarım bölümü beğenmişsinizdirr.

 

 

 

 

Bu arada sizce Barîn başımıza neler açacak?

 

 

 

 

Neysee,

 

 

 

 

Bir sonraki bölüme kadar...

 

 

 

 

Sevgiyle kalın,
Edoli'yle kalın... 💖

 

 

Bölüm : 01.04.2025 17:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...