8. Bölüm

7. BÖLÜM 🌃

Edoli Deniz
edooliidenizz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamlar efeniim. Yeniden ve yeniden
ben! 🙋‍♀️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni bölümle karşınızdayıımm.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölümler birazcık aksayabilir çünkü bu kurgum dışında
arka planda yazdığım bir kurgu daha var bu yüzden kusura bakmayın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüme oy vermeyi ve satır aralarını doldurmayı unutmayınızz. 💖

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

O zaman daha fazla uzatmadan bölüme geçelim,
keyifli okumalar... 🌸

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şarkı/Göçebe -Yol'a Düş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kalp ruha der ki: Ben severim, aşık olurum; ama acısını
nedense hep sen çekersin. Ruh da cevap verir: Sen yeter ki sev..."
-Şems-i Tebrîzi

 

Aralık ayının sonlarındaydık, haftaya cuma günü 1 Ocak'tı. Yeni yılın yaklaşması demek ara tatilinde gelmesi demek ve benim memlekete gitmem demek. Üşengeç biriydim ben, ta Hakkari'den Çorum'a gidemezdim.

 

"Öğretmenim, dapîr mîn bugün beni okuldan almaya gelecek bilisiiz?" Hakkı ile koridor nöbeti tutuyorum ve bu son teneffüstü. Ama en iyi geçen nöbetlerden biriydi, komik çocuktu Hakkı. "Öğretmeniim, Feyza neden gelmemiş bugün?" Gülümsedim. Hakkı, seni üzerler... "Hastaymış Hakkıcığım." Hakkı kaşlarını çattı. "Çok mu hastaymış?" diye sordu Hakkı, kaşlarını çatarken gözlerindeki endişe açıkça belli oluyordu. Çocukların bu saflığı beni her zaman etkilerdi. Küçücük bir hastalık haberi bile onların dünyasında koca bir dert haline gelebiliyordu. Eğilip onun göz hizasına geldim, saçlarını hafifçe karıştırdım.

 

"Yok Hakkıcığım, öyle ciddi bir şey değilmiş. Biraz dinlenince iyileşir. Sen ona dua et, tamam mı?" Gülümseyerek konuştum.

 

Hakkı hemen ellerini birbirine kenetledi ve büyük bir ciddiyetle, "Tamam öğretmenim, dua edeceğim." İçim bir an huzurla doldu. Belki de bu çocukların bu kadar içten ve masum olmalarıydı bana burada güç veren.

 

Koridorun diğer ucundan bir hareketlilik daha oldu. Küçük kızlar grup halinde sınıftan çıkmış, mırıl mırıl konuşarak yanımdan geçiyorlardı. Ellerinde çiçekli mendiller vardı, belli ki bir oyun hazırlığındaydılar. Hakkı’nın gözü hemen onlara kaydı. "Öğretmenim, onlar niye hep birlikte geziyor? Benim de bir grup kurmam lazım." Ciddi bir ifadeyle gözlerime bakıyordu.

 

Kıkırdamadan edemedim. "Ne grubu kuracaksın Hakkı? Planın ne?"

 

"Şey... Benim grubumda Ahmet ve Feyza olacak. Belki İbrahim de gelir. Ama İbrahim hep Feyza'ya bakıyor, olmazsa başka birini alırız." dedi. Başını yana eğip düşünür gibi yaptı. "Öğretmenim, gruba sizi de alabilir miyiz?"

 

"Olmaz mı Hakkı, ben de sizin grubun rehberi olurum." Gözleri kocaman açıldı, sanki çok büyük bir teklifi kabul etmişim gibi.

 

Tam o sırada, koridoru başında Çatlakların Delal belirdi. "Göksel Hanım, şu koridorda biraz sessizlik sağlayabilir misiniz?" diye seslendi. Çocuklarla sohbet etmeye dalmış, koridorun hafifçe yankılanan sesini unutmuştum.

 

Hakkı’nın bana dönüp kocaman bir sırıtışla, "Bak, yine bizden bildiler." demesiyle kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. "Hakkı, hadi bakalım. Şimdi sınıfına dönüyorsun, tamam mı? Bir dahaki teneffüste devam ederiz."

 

Hakkı biraz nazlanarak, "Ama öğretmenim, daha konuşuyorduk." Hakkı'nın saçlarını okşadım. "Hadi bakalım, Feyza’ya dua etmeyi unutma. Ve Ahmet ile İbrahim'i hemen gruba alma. Önce düşün birazcık, sonra o grupta rahatsız olabilirsin çünkü."

 

Hakkı hızlı adımlarla sınıfına doğru giderken kendi kendime gülümsüyordum. Bugün nöbet kolay geçmişti. Evet, belki koridor hâlâ çocuk sesleriyle yankılanıyordu ama bu, dışarıdaki sessizlikten çok daha iyiydi.

 

Öğretmenler zilinden dört veya beş dakika sonra sınıfa girdim ve yoklama almaya başladım. Çocuklar o kadar fazla bağırıyordu ki kendi sesimi bile duyamıyordum. "Çocuklar! Biraz sessiz olur musunuz?" Birkaç uyarıdan sonra sınıf yavaş yavaş sessizliğe bürünmeye başladı. "Dikte ödevi vermiştim size, bu ders onlardan karışık dikte yapacağım. Defterlerinizi açın." Çocuklar defterlerini açarken bende dikte kağıtlarını elime aldım. "Başlıyorum çocuklar. Kağıtları parça parça okuyacağım, lütfen doğru yazmaya çalışın." Sesimin net duyulması için boğazımı temizledim.

 

"Tüylü, yumakla oyna." Birkaç saniye bekledim. "Tüylü, yumakla oyna." Bir kez daha tekrarladım ve yeniden birkaç saniye durakladım. "Oyna Tüylü oyna. Oyna Tüylü oyna." Yeniden birkaç saniye bekledim. "Yumakla oyna." Bu kağıdı bitirdikten sonra yeni dikte kağıdına geçtim. "Karda dondu. Karda, dondu." Bazı cümleleri heceliyordum. "Damla karda dondu." Hem dikte cümlelerini söylüyor, hem de sıraların arasında dolaşıyordum. "Damla dün karda dondu." Bu dikte kağıdını da bitirince çocukları yanıma çağırdım ve okuma yaptırmaya başladım.

 

"Çocuklar, dikte yaptığımız sayfaları bana verebilir misiniz? Adınızı yazın ve bana getirin. Evde kontrol edeceğim." Çocukların ağzından onaylayan mırıltılar çıktığında masaya oturdum ve dosyamdan ödev fotokopilerini çıkartıp öğrencilere dağıtmaya başladım. Çocuklardan da dikte kağıtlarını aldıktan sonra ödevlerini anlattım ve zil çaldı. Öğrenciler kabanlarını giyinirken bende aynısını yaptım ve sırayla okuldan çıktık...

🌃

 

Mahalleye girdiğimde yoldan geçen tanıdık teyzelere selam vere vere evimin önüne doğru ilerledim. Tam binanın avlusuna girecekken kolumu biri kavradı. "Göksel Abla!" Arkamı döndüğümde ağlamaktan gözleri şişmiş Zîlan'ı gördüm. Komşumuzdu bu kız ve ben bu kızı çok severdim. On yedi yaşlarında çok tatlı bir kızdı. Babası birazcık sorunluydu ama annesi de bir o kadar sempatikti. "Zîlan? Ne oldu sana böyle?" Karşımda ağlamaya devam ediyordu ve ben iyice panik olmuştum. "Dur, gel oturalım bir şurada ki parka." Evin hemen arka tarafında bir park vardı, hemen oraya gittik ve en gözden uzak banka oturduk. Çantamdan bir mendil çıkartıp Zîlan'a verdim. "Sil gözyaşlarını, sonra da anlat ne olduğunu." Zîlan gözyaşlarını silse de ağlaması hafiflemiyordu. Birkaç dakika hiç müdahale etmedim ağlamasına, sonrasında da sakinleşti zaten. "İyi misin?" Kafasını hayır anlamında iki yana salladı. "Anlat neler olduğunu o zaman." Burnunu çekti ve önüne gelen saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi.

 

"Babam... Babam beni okuldan alacakmış Göksel Abla." Zîlan tekrar ağlamaya başladığında ne yapacağımı bilmez haldeydim. "Ne demek okuldan alacakmış? Olmaz öyle şey, izin vermem ben buna." Zîlan kafasını iki yana salladı. "Babam vazgeçmez ki Göksel Abla, daha da hiddetlenir. Zaten sadece bu kadarla da sınırlı değil..." Kaşlarımı çattım, asla izin vermezdim okuldan alınmasına ancak bundan daha fazla ne olabilirdi? "Başka ne oldu?" Bir yandan ona destek vermek istercesine sırtına bastırıyordum, bir yandan da Zîlan'ı dinlemeye çalışıyordum. "Beni okuldan alıp... Okuldan alıp evlendirecekmiş." Hızlıca ayağa kalktım. "Ne evlendirmesi ya? Yapamaz öyle şey. Sen onun kızısın kızı! Öyle bir şey yapmaya kalkarsa annesinden emdiği sütü burnundan getiririm!" Zîlan kafasını iki yana sallamaya devam etti ve o anda tekrar ağlamaya başladı.

 

"Ben babanla konuşmaya gidiyorum." Hızlı bir şekilde Zîlanların evine doğru yürümeye başladım. Ne olursa olsun buna izin veremezdim. Hızlı bir şekilde yürümeye devam ederken telefonum çalmaya başladı, kimin aradığına bakmadan telefonu açtım ve "İşim var." Diyerek geri kapattım. Zîlan peşimden geliyordu, hissedebiliyordum. Evin önüne geldiğimde kapıyı şiddetli bir şekilde tıklamaya başladım. "Abdullah Bey! Açın kapıyı!" Sertçe kapıya vurmaya devam ettim. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Abdullah Bey yerine karşımda Zîlan'ın annesi duruyordu.

 

"İzninizle." Deyip evin içine girdim. Abdullah Bey salonda oturuyordu sanırım, sesinin geldiği odaya girdim. "Hoş gelmişsiniz Göksel öğretmen." Hoş bulduk falan demedim. "Ben hiç hoş bulmadım Abdullah Bey. Zîlan'ı okuldan alıyormuşsunuz? Bir de üstüne evlendiriyormuşsunuz?" Karşımda sırıtmaya başladı. "He vallah. Başlığı almışam, kızı vermişem." Çenemi dikleştirdim ve gözlerimi kısarak Abdullah Bey'in üzerine yürümeye başladım. "O sizin kızınız! Öyle canınız istediğinde bir başlık parasına satacağınız malınız değil!" Abdullah -bey demeye lüzumu yok- hiddetle ayağa kalktı. "Kız benim kızım, ister satarım, ister satmam. Siz kimsiniz de karşıma gelip böyle konuşuyorsunuz?" Sinirle güldüm, adamı delirtmek için doğru zamandı gerçekten.

 

"Sizin için kimse olabilirim ama kızının Zîlan için bir ablayım. Asıl siz kimsiniz de benimle böyle konuşabiliyorsunuz?" Abdullah yüzünü sıvazladı. "Bak öğretmen, evimden çık git beni dellendirme. Sen önce buralardaki kendi hakkında olan dedikoduları sustur ondan sonra gel benim kızıma ne yaptığıma karış." Kaşlarımı çattım, ne dedikodusuydu bunun dediği şeyler? "Ne dedikodusundan bahsediyorsun sen be!" Abdullah karşımda sinir bozucu bir tavırla sırıttı. "Diyorum ki Emir Komutanla sen, herkes başka bir şey diyor öğretmen. Önce kendi namusuna sahip çık, sonra gel benim kızımla arama karış." Ne namusundan bahsediyordu bu adam? "Sen ne bênamûs bir şey çıktın ya? Benim namusumun bekçiliğini yapmak sana mı kaldı terbiyesiz!" Abdullah sinirle bağırmaya başladı.

 

"Keç, derxîv wê ji malê!" Ne dediğini zerre miktar anladıysam Arap olayım. "Bêj, nekin..." Xezal Hanım da kapının ağzından bize bakıyordu. "Çıkar şunu evden dedim!" Köpek. "Bak son kez uyarıyorum seni Abdullah. Bu kıza dokunmayacaksın." Geri evden hızlıca çıktım ve kendi evime doğru ilerlemeye başladım. O sırada telefonum tekrar çalmaya başladı ve ben yine ve yine kimin aradığını bakmadan açtım. "İşim var diyorum!" Bağırarak kapattım telefonu ve binanın avlusuna girdim. O sırada buralarda daha önce hiç görmediğim bir araba karşı binanın önünde durdu, içinden ne biri indi ne de o araba hareket etti. Arabaya bakmayı bıraktıktan sorna hızlıca binaya girdim ve merdivenleri çıkmaya başladım.

 

Bir anlığına içimin ürperdiğini hissettim ve arkama bakma ihtiyacı duydum ama yapmadım ve evin içine girdim.

🌃

 

Suriye'nin güneyindeki dağlık arazide, gece vakti soğuğun etkisi artmış, etraf buz kesmişti. Dağ köylerinin arasında, çok iyi gizlenmiş bir terör örgütünün merkezi vardı. Yıllardır bu bölgeyi kontrol altına almayı başaran TÖZ örgütüne operasyon düzenlenmeye karar vermişti. Ama bu sefer, sıradan bir baskın değildi. Hedef, bölgedeki örgütün liderine ve en değerli kaynaklarına ulaşmaktı.

 

Hançer Timi sabahın ilk ışıklarına kadar dağlara sızmayı planlıyordu. Emir komutasındaki Hançer Timi, bu tür operasyonlarda yılların deneyimini bir araya getiriyordu. Söz konusu TÖZ terör örgütü olduğunda, hiçbir hata kabul edilmiyordu. Her şeyin planlandığı gibi gitmesi gerekiyordu.

 


“Tamam, herkes pozisyonlarına. Sessiz ve hızlı olmalıyız. Hedef, kaçarsa, işler zorlaşır. Unutmayın, bu geceyi canlı geçirebilmek için tüm dikkatimiz buraya vermeliyiz.” Emir, sessiz olmaya çalışarak telsizine fısıldadı.

 

Hançer Timi'nin üyeleri, geceyi takip ederek dağlara doğru ilerlemeye başladılar. Her adım, toprağın her köşesinde dikkatlice hesaplanmıştı. Cem , sol kanat üzerinde, Doruk ise merkezde bomba imha uzmanı olarak, teçhizatını kontrol ediyordu. Çağan ise keskin nişancı olarak dağın tepe noktalarında ilerleyerek her köşe başını tarıyordu.

 

Bir süre sonra, dağların zirvesine doğru tırmanmaya başladılar. Alp Aydoğan, her ihtimale karşı ekip üyelerinin sağlık durumlarını kontrol etmek için yakın mesafede kalıyordu. Adımlarını sessizce atarken, arka planda Ateş Aslan, takımın iletişim sistemlerini denetliyordu. Herhangi bir iletişim kopması, felakete yol açabilirdi.

 

Bir süre sonra, dağların iç kısmında, eski bir köyün silueti belirginleşti. Emir, timine durma işareti yaptı ve herkes yerleşti. Buradaydılar. Artık hedefin olduğu köye en yakın nokta, yaklaşık yüz metre mesafedeydi.

 


“Pozisyon alalım. Düşmanı göz hapsine alalım, beklemeye başlayalım. Unutmayın, bu operasyonun her anı kritik.” Bu operasyonda bazı şeylere açıklık getirilmeliydi artık.

 

Tüm tim üyeleri, dağlar arasında sırayla gizlenmiş pozisyonlarını aldı. Cem, telsiz üzerinden istihbarat verilerini kontrol ederken, Alperen, karanlıkta dağ boyunca ilerleyen birkaç silueti fark etti. Çağan, dürbününü kurdu ve hedeflerini netleştirerek not aldı.

 

Bir an sessizlik hâkim oldu. Herkes bekliyordu. Emir, tüm timin güvenliğini kontrol ettikten sonra, birkaç saniyelik bir duraklamadan sonra komutunu verdi.

 

"Başlıyoruz."

 

Doruk, patlayıcıları hazırlamak için hızla hareket etti. Köyün çevresine yerleştirilecek tuzaklar, düşmanın kaçma şansını ortadan kaldıracaktı. Birkaç dakika sonra, patlayıcılar yerlerine yerleştirildi. Ama herhangi bir hata o patlayıcıların kendileri için birer tuzak olması demekti.

 

Bir anda her şey değişti. Köydeki bir karargah, hareketlendi. Bir grup silahlı adam, köyün merkezinden çıkıp, dışarıya doğru hareket etmeye başladı. Emir, işaretini verdi ve tim hızla harekete geçti. Herkes sanki bir gölge gibi, karanlıkta kayboldu.

 

Bir anda, Cem'in sesi, telsizden duyuldu.

 


“Düşman, iki noktadan çıkış yapıyor. Hedef liderleri burada olmalı, dikkatli olun!” Telsizden gelen komutla bütün tim hareketlendi.

 

İçgüdüsel bir hızla, Çağan, ilk hedefini belirleyip vuruşunu yaptı. Tüfeğinden çıkan kurşun, düşmanın başını hedef almıştı. Hızla, diğer hedeflere yöneldi. Her biri, görevlerini kusursuz bir şekilde yerine getiriyordu.

 

Ancak, her şey bir anda karmaşaya dönüştü. Köyün merkezinden gelen bir patlama sesi, tüyler ürperticiydi. Doruk'un patlayıcıları, beklenmedik şekilde bir tuzağa dönüşmüştü. Bu, düşmanın tam olarak hazırlıklı olduğu bir tuzaktı. Patlamanın etkisiyle, köydeki her şey yerle bir oldu.

 


“Toplanıyoruz! Sıkı durun, kimseyi bırakmıyoruz!” Emir'in aklından şu anda bin bir tane şey geçiyordu.

 

Hançer Timi, patlamanın yarattığı kaosu hızla fırsata çevirmeye başladı. Alperen, yere düşen bir teröristi etkisiz hale getirdi. Ateş ise, telsizden timin iletişim hatlarını kontrol etmeye devam ediyordu. Bir anda telsizden yüksek bir ses geldi. "Alp! Yaralandım." Alp, patlamadan yaralanan tim arkadaşının yanına koştu.

 


“Durum nedir?” Cem seyrek nefesler almaya başladı.

 


“Yaralandım... Düşman lideri hedef alındı, ama başka bir grup hala yerinde. Tepede kalan düşmanları temizliyoruz.” Cem, telsizden zar zor konuşmaya başlamıştı.

 

Hançer Timi etraflarında ki adamları bir bir indirirken aynı zamanda Cem ve Alp'i de koruyorlardı. "Yarası çok kötü mü?" Alp, çantasından gerekli malzemeleri çıkartırken telsizini de aldı. "Komutanım, bu benim müdahale etmemle geçecek bir yara değil. Hastaneye götürülmesi lazım."

 

Emir telsizinin farklı tuşlarına bastı. "Hançer birden, Alay Komutanlığına. Hançer birden, Alay Komutanlığına." Kısa bir süre sonra cızırtılar eşliğinde cevap geldi. "Alay Komutanı dinlemede." Emir boğazını temizledi. "Cem yaralandı komutanım. Alp, kendi başına müdahale edemeyeceğini söyledi. Üsse geri dönmemiz gerekiyor. Acil bir helikopter gelmeli." Alay Komutanı olan Hazan Albay bir an endişelendi. "Helikopter hava sahasındaydı, şu an yanınıza yaklaşmakta, Cem'e iyi bakın. Ona bir şey olursa gözünüzü oyarım." Emir, Hazan Albay'dan aldığı mesaj ile sanki Hazan Albay görecekmiş gibi kafasını salladı. "Emredersiniz komutanım."

 

Aradan geçen birkaç dakikadan sonra helikopter yanlarına geldi ve ilk önce Cem, sonrada diğerleri helikoptere bindi. Askeriyeye dönerken akılları sadece ve sadece Cemdeydi...

🌃

 

Askeriyeye geldiklerinde Cem hemen tedavi altına alınmıştı. Cem, hastane odasına getirildiğinde bütün tim oradaydı. "Cem Komutanım, vallahi bir iyileşin bundan sonra size hep çay yapacağım. Bir kere bile homurdanmayacağım." Doruk'un dedikleri ile herkes gülümsedi. Hançer Timi, biraz daha Cem'in başında durduktan sonra dinlenmesi için Cem'i yalnız bıraktı ve askeriyede ki odalarına döndüler. Saat öğleni çoktan geçmişti. Emir'in aklından bir an Göksel'i aramak geçti ve o an ne olduğunu bilmeden Göksel'i aradı. Birkaç saniyenin ardından telefon açıldı. "İşim var." Emir o an neye uğradığını şaşırdı. "O bana işim mi var dedi, bana mı öyle geldi? Olamaz işi." Tekrar ve tekrar aramaya devam etti. Ama hiçbirinde o telefon açılmadı. Otuz altıncı arayışında artık telefon açıldı. "İşim var diyorum!" Telefon yüzüne kapandı, Emir hemen kaşlarını çattı. "Ne işi kızım ne işi!" Bir daha aramadı Emir Göksel'i. Onun yerine evinin yakınlarına bir adam gönderdi. "Ne işiymiş öğrenelim bakalım, umarım telefonu yüzüme kapamana değecek bir sebeptir."

 

Ve bir anda sebepsizce Göksel'i düşünmeye başladı. Aniden onu düşünesi mi gelmişti ne? Hâl ve hareketleri gözünün önüne gelince ne kadar karmaşık bir kadın olduğunu anladı. Ağzının içinden bir şeyler mırıldandı. "Çok karmaşık bir kadın gibi duruyorsun... Bayan Kargaşa."

🌃

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Emir Kurşun. 🖤🌃

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm nasıldı? Biraz kısaydı farkındayım ama
bir sonraki bölümde bunu telafi etmeye çalışacağım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Evin önüne gelen o araba, sizce içinde kim var?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir sonra ki bölüm gelene kadar...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgiyle kalın,
Edoliyle kalın... 🌸💖💫

 

Bölüm : 22.01.2025 18:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...