
Selamlar efenim. 🙋♀️
Nasılsınız? Umarım çok iyisinizdir. 💫
Bölümü heyecanla yazdım, umarım sizde aynı heyecanla okursunuz. En sevdiğim
bölümlerden biri oldu. 💖
Çok uzatmadan yeni bölüme geçelim! Keyifli okumalar...
Şarkı/ Yürek-Duman
Şarkı/ Bu Akşam-Duman
Şarkı/ Aman Aman-Duman
"Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerekir."
-Mevlana Celaleddin Rumi

Sabah gözlerimi açtığımda bembeyaz tavanla birkaç dakika bakıştım. Bu bakışmadan sıkılınca da yerimde doğrulup gözlerimi ovaladım. Saçım başım yine dağılmıştı, aynen işte bizde melek gibi uyanıyoruz sabahları. Yataktan kalktıktan sonra banyoya gittim ve duş alıp günlük rutinimi yaptım.
Odama döndüğümde rahat bir takım giyinip saçlarımı düzelttim ve mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladım. Emel evde değildi, sabah erkenden çıkmıştı, zaten bende dış kapının kapanma sesinden anlamıştım. Kendime en çabuk hazırlanacak şeylerden hazırladım, omlet ve kıymetlimiz çay.
Hızlıca kahvaltı ederken telefonum çaldı. Arayan da Asumandı. Aramaya hemen cevap verdim. "Alo?" Asuman boğazını temizledi, hep ciddi olmak istediği zaman öyle yapardı zaten. "Göksel, canım arkadaşım nasılsın?" Gülümsedim. "İyiyim, sen nasılsın?" Çayımı yudumladım. "Gayet iyiyim. Şimdi ben kahvaltı yapıyorum, sanırım sende kahvaltı yapıyorsun. Kahvaltımız bittikten sonra buluşalım mı?" Kısa bir an düşündüm, hiçbir işim yoktu bugün. "Olur da ne yapacağız buluşup?" Asuman ofladı. "Kızım buluşalım işte, bulacağım ben ne yapacağımızı. Hem olmadı Hatice Teyze'yi ararız dedikodu yaparız." Sonlara doğru gülmeye başladı. "Çok komiksin gerçekten Asuman. İşin içinde Hatice Teyze olmasında, ne olursa olsun."
"İyi iyi tamam, o da senden pek haz etmiyor artık. Üç kişiyle evlendim ve boşandım dedin kadına, biliyorsun o da biraz eski kafalı olduğu için..." Göz devirdim, ırzına geçtik sanki kadının. "Duygularımız karşılıklı Hatice Teyze'yle. Hayır yani anlamıyorum, ne yaptım namusuna mı göz diktim kadının? Ne bu kin, nefret? Ama seni bir şeyden kurtardım Asuman." Asuman'ın kaşlarını çattığını hissedebiliyorum. "Neyden?" Bu sefer gülümseyen ben oldum. "Bence bir süre senin evine gelmez, mutlu son."
"Ya ya ne demezsin, bayağı mutlu son. Bu arada abin aradı mı seni?" O öyle hayırlı işler yapmaz Asuman. "Neden arayacak? Aramaz o." Ben malımı tanırım, kırk yılda bir kez arar. Kesin onda da işi düşmüştür ya da annemler zorla aratır. "Neden mi arayacak? Kızım doğum günün! Ayıl artık." Bir dediğin diğer dediğini tutmuyor Asuman! "Dün dedin ya tekrar unut diye, unuttun mu? Sana da yaranılmıyor gerçekten Asuman." Biraz daha konuştuk ve sonra da buluşacağımıza söz verip kapattık.
Bende kahvaltımı bitirdikten sonra ortalığı toparlayıp odama geçtim. Gardırobumdan siyah İspanyol paça pantolon, gri bir kazak ve kalın mı kalın beyaz bir çorap giyindim. Sonrasında ise saçlarımı yapmak için taradım ve yarım bir şekilde bağlayıp siyah bir kurdeleli tokayla bağladım.
Altın renginde halka küpeler ve abimin geçen seneki doğum günümde aldığı kalpli kolyemi taktım. Makyajımı da tamamladıktan sonra aynadan kendime baktım ve gülümsedim. "Güzel kızım he." Odamdan çıkmadan önce dolabımda çantalarımı koyduğum kısmı açtım ve siyah bir çantayı alıp yanımda gerekebilecek her türlü eşyayı içine koyduktan sonra odamdan çıktım. Kabanımı giyinip, siyah converse ayakkabılarımı giyindim ve evden çıktım. Kapıyı kilitledikten sonra Asuman'a mesaj attım.
Gönderilen: Ballı Çöreğiimm
Evden çıktım ben.
Gönderen: Ballı Çöreğiimm
Binanın önündeyim.
Binadan çıktıktan sonra avlunun önüne baktığımda sadece ve sadece bir araba vardı.
Gönderen: Ballı Çöreğiimm
Arabadayım.
Gülümseyerek arabaya doğru hızla ilerledim ve avludan çıktıktan sonra arabaya bindim. "Eren'in arabası mı bu?" Asuman hızla kafasını olumlu anlamda salladı. "Nasıl izin verdi ya?" Asuman kıkırdadı. "Aldım işte bir şekilde. Ne demiş atalarımız, üzümü ye bağını sorma." Kabullendim ve bu konuyu yol boyunca açmadım. "Nereye gidiyoruz?" Asuman, birkaç dakika önce girdiğimiz sokaktan caddeye çıkarken gülümsedi. "İlk önce kafeye gideceğiz, sonra da yeni açılan bir müze var oraya. Bir de akşam bir yere daha gideceğiz o kadar." Yeni açılmıştı ama gitmeyi çok istiyordum. "Her şey iyi güzel de o müze merkezde." Çok uzaktı orası. "Arada üç saat var farkındasın değil mi?" Asuman kafasını salladı. "Farkındayım tabii. Nasıl olmayayım? Baktık herhalde kaç kilometre diye. Sen şimdi susacaksın ve kıymetimi bileceksin. Öyle herkes arkadaşıyla müze gezmek için üç saat yol gitmez." Haklıydı, bilecektim kıymetini.
"Eren'in bu plandan haberi var mı?" Asuman, ağzının içinden onaylayan mırıltılar çıkardı. "Var." Kaşlarımı çattım. "Niye gelmedi ki? Kesin gelirdi, depresyonda mı?" Böyle bir şeyi kaçırsa kaçırsa bu yüzden kaçırırdı Eren. Tam bir müze ve kültür sapığıdır kendisi.
"Hayır, işi varmış. Siz gidin dedi. Bende arabayı istedim." Fırsattan istifa etmişsin yani Asuman. "Ee, gelmedik mi daha şu kafeye." Asuman arabayı park etmek için uygun bir yer arıyor gibiydi. "Geldik, arabayı park edeceğim." Birkaç dakika sonra Asuman arabayı park etti ve bizde arabadan inip kafeye girdik.
Bir masaya oturduktan sonra siparişlerimizi verdik ve sohbet etmeye başladık. "Dün Emir Komutan senden ne istedi?" Omuz silktim. "İşbirliğimiz hakkında detay vermem. Zaten izlemişsin, duymuşsundur da." Asuman hızla kafasını iki yana salladı. "Hiçbir şey duymadım. O yüzden soruyorum ya!" Bence bu gibi detayları vermek büyük bir hata olurdu. "Asuman, bütün olaylar bittiğinde, doğu görevim bittiğinde sana her şeyi baştan sona anlatacağım. Biraz daha bekle." Asuman gülümsedi. "Kendini baskı altında hissetme Göksel. Bu aralar biraz dalgınsın, sorunun ne olduğunu öğrenmek için sordum. Aman, neyse. Dört yıl bekleriz artık neler olduğunu." Doğu görevim dört yıl sürecekti ve bu bence gayet uzun bir süreydi. Daha bir yıl bile dolmamıştı, şimdiden fazlaca yorulmuştum.
"Dört yıl sonra buradan memlekete döndüğümüzde sana hatırlatacağım bunu bak." Sende hatırlarsan bana hatırlatırsın. "Of Asuman, o zamana kadar kim öle, kim kala." Asuman kaşlarını çatıp elime vurdu. "Bak ya, şöyle şeyler söyleme demedim mi ben sana? İçim daralıyor kızım." Siparişlerimiz geldikten sonra biraz daha oturduk ve sonrada hesabı ödeyip kafeden çıktık. Şimdi sırada müze gezmek vardı.
Arabaya bindikten sonra direkt şarkı açtık. Duman dinliyorduk. En sevdiğim şarkı gruplarından biridir. "İçerim ben bu akşam..." Dışarıyı izlerken, bir yandan da şarkıya eşlik ediyordum.
Yaklaşık bir saat geçmişti biz yola çıkalı ama ben zaman hiç geçmiyor gibi hissediyordum, ki bence gerçekten de öyleydi. "Ay yoruldum. Merkezle Derecik arası yüz doksan kilometre, Van ve Hakkari arası yüz doksan beş kilometre. Van'a gitseydik daha makbule geçerdi." Asuman'ın dedikleriyle kıkırdadım. "Ama merkeze gitmek için yine üç saat yol gidecektik, yani altı saat olacaktı Asuman." En azından heyecanlıydım. "Asuman, benim hevesim kaçtı..." Asuman hemen bağırdı. "Hayır! Vallahi seni gebertirim. Kaçmadı hevesin. Söyle, kaçmadı hevesim de!" Gözlerimi belertip kafamı salladım. "Tamam ya kızma... Kaçmadı hevesim." Yol boyunca hep sohbet ettik. Daha doğrusu Asuman kendi kendine konuştu, bende el mecbur ayıp olmasın diye arada bir söylediklerine karşılık olarak konuştum.
Müzeyi de bayağı detaylı bir şekilde gezmiştik hatta her yerde fotoğraflar çekilmiştik. Bin kez fotoğraf çekinmek için pozlar vermiştim ama ota boka gülmüştüm ve bu yüzden sadece ve sadece altı fotoğraf çekinebilmiştim. Arabaya geri dönerken ise bir yaşlı teyze eliyle beni durdurdu. Anlamayan gözlerle baktım teyzeye, gözleri gri ve beyaz tonlara dönmüştü. Sanırım görme yetisini kaybetmişti. Asumanla birbirimize baktık. Teyze elini kalbime yasladı. "Tu wek keçeke bi dilekî xurt xuya dikî. Kî mirovê ku hûn têxin dilê xwe, ger ne mirin be we ji hev vediqetîne, hûn ê ji hev re bibin şermek mezin." Asuman'a döndüm, o Kürtçe biliyordu. "Şey diyor, sen yüreği güçlü bir kıza benziyorsun. Yüreğine alacağın adam her kim olursa olsun, ölüm değilse sizi ayıran birbirinize büyük ayıp edeceksiniz." Kaşlarımı çattım. Nereden çıkmıştı bu bir anda? "Ez wî zilamî di dilê te de hîs dikim keç, tu wî nabînî. Guh bide dilê xwe." Teyze elini kalbimden çekti. "Şimdi de şey diyor, O adamı ben yüreğinde hissediyorum kızım, sen göremiyorsun. Kalbinin sesini dinle." Yutkundum.
"Ji wê zilamî ve diçî, wextê ku ew dem hat, bi hezkirinê dilê xwe bipirse, wî Xwedê re emanet bike. Bêguman bînin bîra xwe ku emanetê Xwedê bikî, û berî ku mirinê wî bibînin. Bê guman, yên ku di cîhana ruh de çarenûsên wan bi hev re têkildar in, her derê hev dibînin. Li vir, li bihuştê, û li araftê." Bazı kelimeleri zar zor seçiyordum ancak net bir anlam çıkaramamıştım. "Şimdi ne dedi?" Asuman'a döndüğümde garip duruyordu. "O adamdan gitme vaktin gelecek. O vakit geldiğinde yüreğine sevgiyle seslen, onu Allah'a emanet et. Unutma ki birini Allah'a emanet edersen, ölmeden önce onu görürsün. Elbet ruhlar aleminde kaderleri birleştirilenler birbirlerini her yerde bulurlar. Gerek burada, gerek cennette, gerek arafta diyor sanırım..." Teyzeye geri döndüğümde teyze bizden uzaklaşmaya başlamıştı. Teyze tamamen gözden kaybolduktan sonra bizde arabaya doğru ilerlemeye başladık.
"O neydi ya öyle?" Asuman'a doğru döndüğümde şaşkınlıkla etrafa bakıyordu. "Keyfim kaçtı." Arabaya bindiğimde kemerimi taktım ve dışarıyı seyretmeye başladım. "Moralini bozma. Teyzede ermiş değil ya, gerçek olacağı ne malum?" Öyleydi tabii ama yine de huzursuz etmişti beni. "Ya öyle tabii ama gerçekten hissediyor gibi geldi bana." Asuman güldü. "Takma kafana. Bir kez daha görürsen sorarız ona gerçekten hissediyor mu, yoksa hissetmiyor mu diye. Ama bugün kafana hiçbir şeyi takmayacaksın." Asuman'ı gülerek onayladığım da telefonum çalmaya başladı. Görüntülü arayan abimdi. "Alo, abi." Abim bahçe de oturmuş bir şeyler yiyordu, arkadaki eve bakılırsa köy evindeydiler. "Demin annemle babam aramış niye açmadım zıpır?" Abimle her konuştuğumuzda ayrı bir lakapla sesleniyordu bana. "Asumanla birlikteydim abi, şimdi de yanımda zaten." Abim kafasını salladı. "Ee... Şey, bilirsin ben öyle mükemmel cümleler kuramam ama... Doğum günün kutlu olsun Nazlı Çiçeğim." Gülümsedim. Abim ve babam genelde böyle seslenirlerdi bana. "Teşekkürler abi. Arada kavga etsek de beni sevdiğini biliyorum. Babamlar niye tekrar aramadı?"
"Çaktırma, akşam yeniden arayacak annemle babam." Bana biraz tavır almış olabilirler. Hele ki onların aramasını açmayıp abimle konuşmam onları iyiden iyiye kıskandıracaktır. "Tamam ama onlara seninle konuştuğumu söyleme." Ben bunu dedikten sonra arkadan annemin sesini duydum. "Gökbora! Kimle konuşuyorsun oğlum?" Abim arkasını döndü. "Arkadaşımla anne." Sonra da telefona doğru dönüp el salladı ve kısık sesle konuştu. "Görüşürüz zıpır, kendine dikkat et." Abime öpücük attıktan sonra aramayı kapadım.
"Abinle konuşmak moralini düzeltti demek... Burada bin tane laf ettim ama yine de moralin düzelmedi, ayıptır." Evet, abimle konuşmak iyi gelmişti ama Asuman'a karşı bunu söylersem üzüleceğini düşünmüştüm. Gerek de kalmamıştı, kendisi dalga geçmişti. Bende çaktırmadan küçük bir kahkaha attım. "Üzülme hemen ya. Tamam, yeniden üzülme taklidi yapacağım ben." Asuman, arabayı çok daha hızlı sürmeye başladı. "Üzülme üzülme, bende üzülmedim zaten. Sanki bilmiyorsun." Saçma bir diyaloğun içinde dönüp durmuştuk. Tekrar müzik açtık. Arabanın içinde yankılanan müzik bizi gülümsetmeye yetiyordu. Ama teyzenin dedikleri aklıma düştükçe derin bir girdabın içine çekiliyordum.
"Eren niye aramadı? Şimdiye kadar bin kez arayıp arabayı iyi sürüyor musun, nasıl park ettin, kaza yaptın mı, tekerine, orasına, burasına bir şey oldu mu diye sormak için araması lazımdı." Çok şüpheliydi. "İşi vardır, başkasıyla konuşmaktan bizi arayamamıştır." Asuman hafif kızgın bir şekilde konuştu. Rol mü yapıyordu, yoksa ciddi miydi anlayamamıştım. Gözlerimi kıstım, bugün Asuman'dan yeteri kadar şüphe duymuştum. Sıra Erende derken Asuman tekrar şüphelerimi üzerine çekmişti. "Niye öyle bakıyorsun?" Asuman kısa bir an bana döndü, sonra da yola bakmaya devam etti. "Hiç. Niye bu kadar celallendin başkasıyla konuştuğunu söylerken?" En başından beri Asuman ve Eren'in arasında bir şeyler hissediyordum ama imkan vermiyordum. "Celallenmedim ki. Sana öyle gelmiştir." Mırıldanarak Asuman'a cevap verdim. "İnşallah bana öyle gelmiştir."
Asuman, bizim eve yaklaştığımızda ev yoluna değil de boş bir arazi yoluna girdi. "Nereye gidiyoruz? Burası ev yolu değil ki." Asuman hiç cevap vermeden gülümsedi. "Sürpriz!" Ofladım. İçimden hayırlısı diyerek sustum. Ancak susma sürem çok sürmedi, on saniye falan sürdü. "Çok büyük bir şey istemediğimi biliyorsun Asuman, lütfen fazla bir şey yapmadım de." Asuman gülmeye devam etti. "Ben bir şey yapmadım zaten." Kaşlarımı çattım. "O zaman Eren yaptı?" Asuman dudak büktü. "Eh, o da dahil ama sadece o değil." Burada çok arkadaşım yoktu. Doğum günümü bilende zaten Eren ve Asuman vardı. Sanırım.
On beş veya yirmi dakika sonra bahçesi olan iki katlı bir köy evine benzeyen bir yere gelmiştik. Arabayı park etmek için arka taraftan ön tarafa, yani evin girişine geldik. Arabayı park ettikten sonra çantamızdan telefonlarımızı alıp arabadan indik. Ne yapacağımızı bilmediğim için Asuman'ı beklemeye başladım. "Hadi, içeriye." Asuman önde ilerlerken bende onun arkasındaydım. Evin içine girip arka kapıya ilerledik, kapıya ulaşınca bir merdivenden inip bahçeye ulaştık. Bahçeye ışıklar takılmış, uzun bir masa kurulmuş ve üzerine beyaz örtü serilmişti. Masa da ise mezeler, içecekler, yemek ve kuruyemiş tarzı şeyler vardı. Bahçenin tam ortasına geldiğimde bahçede tek olduğumu fark ettim. Etrafıma bakınırken şaşkınlığımı hiç gizleyemiyordum. "Asuman?" Nereye gitmişti bir anda bu kız? Daha demin merdivenleri birlikte iniyorduk. "Asuman!" Birkaç kez daha ona seslendikten sonra etrafa bakınmaya devam ettim. Tam o an birinin sesini duydum. "Asuman yok ama ben varım, olmaz mı?" Çatılı kaşlarım tekrar düz halini aldı. Sesin geldiği yöne döndüğümde elleri cebinde bana doğru ilerleyen bir adet Bay Kaslı gördüm. Şüphesiz, siyah pantolonu ve üzerine giyindiği beyaz gömlekle gerçekten Bay Kaslı gibi görünüyordu. "Asuman nerede?" Emir bana doğru ilerleyip tam dibimde durduğunda göz ucuyla etrafa bakındı. "Bilmem." Gayet umursamaz görünüyordu. Onun bu umursamaz tavırlarından gerildiğimde Asuman'ı aramak için arkamı dönüp birkaç adım attım. Ama bahçeden çıkmamı engelleyen şey Emir'in bileğimi tutuşu oldu. "Gitme. Gelecek birazdan." Açıkçası birazcık garip hissetmiştim. Hatta bayağı garip hissetmiştim.
"Sadece ikimizsek gideyim ben." Emir hafifçe güldü ama o kadar hızlı bir şekilde kendini düzeltti ki güldü mü yoksa gülmedi mi anlayamadım bile. "Merak etme, ısırmam. Ayrıca sadece ikimiz değiliz, diğerleri de birazdan gelecek zaten. Sadece ben önceden seninle bir konu hakkında konuşmak istedim." Kaşlarımı hafif yukarı kaldırdım ve beklenti dolu gözlerle Emir'e baktım. "Tabii, konuşalım." Emir etrafına bakıp bana doğru birkaç adım daha attı ve iyice dibime girdi. Bilerek yapmıyorsa eğer, benimde adım Göksel değil. "Emel'in eşyalarına bakabildin mi?" Kafamı iki yana salladım. "Kusura bakma, hiç vaktim olmadı daha. Ama söz veriyorum, en kısa zamanda bakacağım." Emir tekrar ellerini ceplerine yerleştirdi. "Kusura bakmak söz konusu bile değil. Ayrıca söz vermene gerek yok, inanıyorum ben." Bir süre hiç konuşmadık, sadece yüzlerimize baktık. Emir en sonunda gözlerini kapattı ve yeniden açtı. "Bir de seninle..." Emir'i bölen şey Cem'in sesi oldu. "Göksel Bacım!" Emir hızla benden uzaklaştı, bende diğerlerinin yanımıza gelmesini bekledim. "Cem!" Yanıma geldiklerinde ilk Cem ile sarıldım. "Doğum günün kutlu olsun bacım." Gülümsedim. "Çok teşekkür ederim Cem." Sonra da sırayla herkes ile sarıldım. En sona Çağan kalmıştı. "Doğum günün kutlu olsun yeng-" Kaşlarımı çattım. "Çağan!" Arkadan bağıran Emir ile Çağan gözlerini kapatıp ofladı. Pot kırmıştı. "Doğum günün kutlu olsun Göksel." Kısaca sarıldık ve sonra da masaya geçip oturduk.
Emir karşımda, Cem onun yanında, Asuman sol tarafımda ve Çağan da sağ tarafımda oturuyordu. Sonrası ise ip gibi dizilmişti. Masada Eren, Bay Kaslı ve Cem arasında koyu bir sohbet dönüyordu. "Kaç yaşına gireceksin Göksel?" Yaşımı soran Cem'e doğru döndüm. "Yirmi dört yaşına gireceğim." Aslında ortalama bir yaştı ama onlara çok küçük gibi geldi. "Oha, aramızda bebek var." Ters ters Alperen'e baktım. "Evet, bebek gibi bir yüzüm olduğunu söyleyenler vardır." Gülümseyerek konuşmuştum. Bir süre daha sohbet ettik ve sonrada yemeklerimizi yedik. Sofrayı topladıktan sonra da sohbete devam ettik. "Doruk." Cem, Doruk'a ters ters bakarken Doruk kafasını aşağı yukarı salladı. "Hemen komutanım." Doruk oturduğu yerden kalkıp eve doğru ilerlediğinde neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ama sadece çalıştım, anlayamadım. Kaşlarımı çattığımda Ateş, Alp ve Alperen kendi aralarında az önce yaşanan şey hakkında konuşup gülüyorlardı. Ay, bir tek ben mi anlamadım?
Birkaç dakika sonra Doruk, elinde bir çay tepsisiyle geldi. "Siz artık telepati yoluyla da mı anlaşıyorsunuz?" Emir'in sorusuyla Doruk kafasını salladı. "Komutanım, Cem Komutan bana başka bir şey için böyle seslenmiyor. Ses tonundan anlıyorum ben artık. Ayrıca başka bir time geçme ihtimalim henüz olmadığı için el mecbur anlamak da zorundayım." Bütün mesele çay mıydı? "Çayla ne alakası var ki ses tonunun?" Sorduğum soru ile Cem hınzır bir gülüş sergiledi. "Şimdi şöyle ki bacım, Doruk bizim timin çaycısı. Hani Çaycı Hüseyin vardı ya 'Çocuklar Duymasın' dizisinde, işte bizdeki de Çaycı Doruk. Bence halinden memnun. Öylesin değil mi? Öyleyim de Doruk." Doruk çayları dağıttıktan sonra yerine geçti. "Öyleyim komutanım..." Çocuk o kadar isteksiz söylemişti ki bir an acıdım ona. "Sanki zorla söyledi gibi..." Dediklerimle Cem kaşlarını çattı. "Zorla mı söylettirdim ben sana Doruk? Hayır değil mi? Hayır de Doruk." Doruk deminkine göre sesini daha istekli çıkarmaya çalışarak konuştu. "Hayır komutanım..." İstemsizce güldüğümde Bay Kaslı ile göz göze geldim. Gülüşüm hemencecik ufak bir tebessüme döndü.
Ben tam konuşacakken telefonum çalmaya başladı, arayan tabii ki de annemlerdi. "İzninizle." Deyip oturduğum yerden kalktım ve arabanın yanına doğru ilerledim. O sırada ise telefonu açmıştım. "Alo, anneciğim ve babacığım nasılsınız acaba?" Alıngan bir şekilde bakıyordu ikisi de bana. "Biz aramasak senin hal hatır sormak için arayacağın yok." Yani, biraz haklıydılar. "Ama bugün benim doğum günüm, sizin doğum gününüz olsa ararım. O kadarda hayırsız değilimdir." Babam sahte bir şekilde güldü. "Çok iyisin kızım." Bu sefer gülen ben oldum ama babamın aksine benim gülüşüm bayağı gerçekti. "Aman, her neyse. Bu tavırları daha fazla sürdüremem ben. Doğum günün kutlu olsun Nazlı Çiçeğim." İşte Nazlı Çiçeğim lafını duyunca yüzümdeki gülümseme büyüdükçe büyüdü. "Aslında hediyeni almıştık ama senin eline bugün değil de yarın falan ulaşacaktır." Dudaklarımı büzdüm. "Heyecandan uyuyamam ben..." Birkaç dakika daha konuştuktan sonra annem mutfağa gideceğini ve birazdan geleceğini söylemişti. Ben ve babamda sohbetimize devam etmiştik. Annem mutfaktan geldiğinde abimde yanındaydı ve hepsi birden gözlerimi kapatmamı söylemişti. Tebessüm ederek gözlerimi kapadım ve aç dediklerinde tekrardan gözlerimi araladım. "İyi ki doğdun Nazlı Çiçeğimiz!" Annemin elinde bir pasta vardı ve üzerinde yirmi dört yazan bir mum, onun haricinde birkaç tane daha mum vardı. "Hadi, dilek dile ve üfle. Biz söndürürüz." Annemin dedikleriyle dilek dilemek için tekrar gözlerimi yumdum.
Bu yıl, yeni kapılar açılsın benim için, dostlarımla aramın daha da güçlendiği, bol kahkahalı ve heyecan dolu bir yıl olsun. Sevdiklerimle daha çok anı biriktireyim, hayallerime bir adım daha yaklaşayım. Mutluluk peşimi hiç bırakmasın!
Dileğimi diledikten sonra gözlerimi açtım ve sanki o mumları gerçekten üflüyormuşum gibi telefona doğru nefesimi verdim. Ben mumlara nefesimi verdiğimde annem, babam ve abimde aynı anda mumları üflediler. Sonrasında ise gülerek alkışladılar. Gerçekten mutlu olduğum bir gündü. Aslında bugünü bu kadar mükemmel beklemiyordum ama yanlış bir beklenti olduğunu şimdi anlamıştım. "Teşekkürler hepinize." Küçükken de doğum günlerimi kalabalık bir şekilde kutlardık. Söylemesi ayıptır, aşiret değildik ama o kadar vardık. "Asuman ve diğerleriyle doğum günü kutluyormuşsun, sonra yine konuşuruz. Dikkat et kendine!" Babamın dediklerinden sonra vedalaşıp aramayı kapattık ve bende telefonu cebime koyup evin içine yeniden girdim. Tam bahçeye açılan kapıya yöneldiğimde kumaş bir bezle gözlerim bağlandı. Kimin yaptığını kokusundan az çok anlamıştım. Gözümü kim bağladıysa eğer merdivenlerden kendi başıma inemeyeceğimi anlamıştı galiba çünkü merdivenlerden inebilmem için beni kucağına almıştı. Birkaç saniye sonra ise ayaklarım yere temas etmişti.
Gözlerimdeki kumaş bez yere düştüğünde üzerime patlayan konfetiler ve bağırışlarla sendeledim.
"Sürpriiiiiz!"
Bahçede rengârenk balonlar vardı. Asuman, koca bir doğum günü pastasını mutfağa taşırken, Eren kollarını bağlamış mutlu bir ifade ile gözlerime bakıyordu. Cem, elinde bir parti şapkasıyla Göksel’in kafasına geçirmeye çalışırken, Alp ve Alperen çoktan koltuklara yayılmış, içecekleri açıyordu.
"Ya ne yaptınız siz!" Söylediklerime Asuman hızlı bir yanıt verdi. "Görmüyor musun? Efsane bir parti organize ettik!" dedi Asuman göz kırparak. "Ama çok şaşırmadın, biraz daha büyük tepki bekliyordum. Mesela çığlık atıp bayılabilirdin." Bu seferde konuşan Doruk olmuştu. Ama yanındaki Cem, onun en ufak bir hareketinde ona takılmayı beklediği için konuşma sırası ona geçti.
"Bunu sen yap, biz de alkışlayalım. Bir süre çay yapmazsın Doruk." diye takıldı Cem, Doruk’un omzuna hafifçe vurarak.
Gülerek hepsine tek tek sarıldım. Masada çeşit çeşit atıştırmalık, ışıl ışıl yanan mumlarla süslenmiş çikolatalı bir pasta ve yanında hediye paketleri vardı. Hepsini hangi ara yapmışlardı aklım almıyordu.
"İlk pastayı üfle, sonra hediyeler!" Ateş bana gülümseyen gözlerle baktığında kafamla onayladım. "Hediye olarak ne aldınız ki? Hiç gerek yoktu." Hediye kutularına bakarak konuştum.
Doruk, gülerek araya girdi. "Hepimiz bir şeyler aldık. Ama en çok komutanım olan komutanım çok fazla düşündü." Gözlerimi kısarak Doruk'a baktım, ne dediğini zerre miktar anlamamıştım. "En çok komutanın olan komutanın kim?" Cem kafasıyla arkamı işaret ettiğinde o tarafa doğru döndüm ve Bay Kaslı ile göz göze geldim.
Gözler Emir’e döndü. Emir kaşlarını kaldırıp hafifçe omuz silkti. "Ben sadece bir fikirdi verdim, siz abarttınız." Dudak büktüm. "Çok iyisin." Emir ellerini ensesine götürdü ve cevap vermedi. Bende onun bir şey söylemeyeceğini anladığımda önüme döndüm. Ardından Asuman pastayı üflemem için yanıma yaklaştı, Cem cebinden çıkardığı çakmakla az önce sönen mumları tekrardan yaktı. Gözlerimi kapadım ve deminki dileklerime bir yenisini daha ekledim.
Bu yıl, yeni kapılar açılsın benim için, dostlarımla aramın daha da güçlendiği, bol kahkahalı ve heyecan dolu bir yıl olsun. Sevdiklerimle daha çok anı biriktireyim, hayallerime bir adım daha yaklaşayım. Mutluluk peşimi hiç bırakmasın! Ve lütfen sabahki teyzenin dediği adam beni üzmesin. O teyzeyi yeniden göreyim, ona aklımdaki soruları sorabileyim.
Mumları üflediğimde herkes alkışladı. Asuman pastayı masaya bırakıp bana sarıldı. "İyi ki doğdun canım arkadaşım!" Gülümseyerek bende ona sarıldım ve sonra da Asuman pastayı kesmek için içeri girdi. Sırayla diğerlerine de sarıldım ve Asuman gelince hediyeleri açmaya başladım. İlk önce Asuman'ın hediyesini açtım. Hediye iki paketten oluşuyordu. İkinci paketi de açtıktan sonra gördüğüm şey ile dudağımı sarkıttım. Şu ana kadar çekindiğimiz fotoğraflardan, anılarımızdan ve kendi yazdığı özel bir mektuptan dergi yaptırmıştı. Ayrıca adımın yazılı olduğu birde altın renkli bir kolye vardı. Gülümseyerek Asuman'a baktım. "Çok teşekkür ederim!" Diğer hediyeleri açarken hepsinin çok güzel olduğunu söylemeyi ihmal etmiyordum. Doruk, parfüm almıştı. Ateş, kahve içmeyi sevdiğimi Asumandan öğrenmişti ve kahve bardağı seti ile çeşit çeşit kahveler almıştı. Bu başka birine az gelebilirdi ama benim için yeterdi ve artardı bile. Zaten beni çok tanımıyorlardı, böyle şeyler almaları çok normaldi. Ben zaten çok beğenmiştim hepsini. Alperen, şişesinin üzerinde adım yazan bir şarap almıştı. Çağan da Doruk gibi güzel bir parfüm almıştı. Eren, yirmi dört ayar altın olduğunu özellikle belirttiği bir kolye almıştı. Aşağı yukarı hep aynıydı hediyeler ama hepsi çok çok hoşuma gitmişti. Cem'in hediyesini açtığımda ise kısa çaplı bir şok geçirmiştim. Kutunun içinden kocaman bir askeri çanta, termal çoraplar, küçük bir el feneri ve kamp malzemeleri vardı. En altta ise kamuflaj desenli bir pantolon vardı. Gözlerimi kocaman açtım. "Komutanım, hiç şaşırtmadınız." Doruk'un dedikleriyle bu sefer Cemde güldü. Emir'in hediyesini açarken ise kimse buraya bakmıyordu. Ve bence özellikle bunu yapıyorlardı.
Kutuyu açtığımda içinden iki kitap çıktı. Biri 'Bülbülü Öldürmek' diğeri ise 'Fareler ve İnsanlar' kitabıydı. Bu iki kitabı uzun zamandır okumak istiyordum. Kitaplar dışında bir paket daha vardı. Eski mektuplardan ilham alınan bir mühür seti. En sevdiğim şeyler eski eşyalardı, gerek çalışsın gerek çalışmasın. Çok hoşuma gidiyordu. Ben hediyeleri açtıktan sonra bir tur daha herkese sarıldım ve teşekkür ettim. Daha sonra Cem'in ısrarları üzerine oyun havası müziği açıp oynamaya başladık. Oyun havası oynamak çok kolaydı ama sonrasında Cem çok ısrar ederek horon oynatmaya çalıştı... Neredeyse bütün herkes bunu çok güzel beceriyordu ama bir tek ben kenarda kalmıştım. Cemde buna birazcık üzüldüğü için bana horon öğretmeye çalıştı ancak ayağımı burktuktan sonra Bay Kaslı buna devam etmememiz gerektiği konusunda uyardı. Ama ben kuduruk biri olduğum için ve Cemde benimle aynı özellikleri taşıdığı için zar zorda olsa horon öğrenmiştim. En azından bir iki figür diyelim.
En sonunda yorgun düşüp masada almıştık sonu, herkes ya rakı içiyor ya da bira içiyordu. Ben ise meyve suyu taraftarıydım. Cem, yine ve yine Doruk'a sataşıyordu. Bundan bayağı keyif aldığı belliydi. “Hiçbir işe katkın olmadı değil mi?” Cem, Doruk'a sataşmaya devam ederken Emir sabır çekiyordu. “Cem, senin neye katkın oldu şu yirmi sekiz yıllık hayatında?” Bay Kaslı bu işe bir son vermek için okları Cem’e yöneltti. “Devrem, ben ülkeye toprak kazandırdım.” Emir güldü. “Abart. Nasıl yaptın söyle bari, inanmış gibi yapalım.” Cem gururla göğsünü kabarttı. “Irak sınırına görev yapmaya gittiğimiz de taşınabilir barikatlar vardı bende onları biraz daha ileri taşıdım. Tekrar gidersek bir daha taşırım. Eh ne yapalım böyle böyle alacağız toprakları.” Emir göz devirdi. “İki metre barikat ilerlettin diye toprak mı kazandık biz? İki gram beynin vardı onu da peynir ekmekle yedin he Cem?” Cem, Emir’e ayıplar gibi baktı. “Ayıp, cidden ayıp. Ben Hazan Albay çakmasın diye neler yaptım haberin var mı?" Cem'i onayladım, en azından bunu yapmalıydım. "Tebrik ederim Cem, başarılarının da devamını dilerim." Kısa bir cevapla karşılık verdi. "Eyvallah bacım."
Aslında aklıma takılan bir şey vardı, Cem niye böyleydi? “Bir şey sorsam ayıp olur mu?” Karşımda ki lakabı Deli olan ama asıl adıyla seslenmek istediğim Cem’in hareketlerine bağlı olarak konuştum. “Sor.” Kısa cevap. Yine ve yine. “Senin neyin var?” Emir kendini tutamayarak güldü. Bu kadar komik olan neydi ki? “Psikolojik sıkıntılarım var. Bacım lakabım Deli, sen ne olsun istiyorsun?” Sustum. Sert çıkıştı. Ne dedim ki ben yine ya? “Ne bileyim garip birisin.” Emir gülmeye devam etti. “Öyleyimdir.” Kısa cevap. Yine ve yine ve yine. "Peki niye öylesin?" Cem oflayarak yüzünü sıvazladı. "Allah vergisi. Bende böyleyim, üretim hatası. Ama aslında annem doğurduğunda böyle değilmişim biliyor musun? Kullanıcı hatasından kaynaklı tamamen. Sabır!" İlk başta ciddi ciddi dinliyordum, dalga geçtiğini sonradan anladığımda kaşlarımı çattım. "Ne dedim ya Allah Allah! İnsan gibi doğru düzgün bir şey sordum." Cem daha ılımlı olmaya çalışarak gülümsedi. "Bende dedim ya bacım, kullanıcı hatasından kaynaklı. Takılma sen bana çok."
Sohbetimiz bittikten sonra ortalığı toparlayıp arabalara bindik. Bu sefer arabayı Eren kullanıyordu şükürler olsun ki. Eve çok hızlı gelmiştik, ben eve girer girmez de yağmur başlamıştı zaten. Eve geldiğimde kısa bir duş aldım ve odama geçtim. Emel evdeydi. Odasının kapısı kapalıydı ve bende uyuduğunu düşünerek yanına gitmeden üzerime pijamalarımı giyinip hediyelerimi masamın üzerine koydum. Kitapları kitaplığıma, kolyeleri ise takı kutuma koydum. Cem'in aldığı şeyleri ise gecenin bu saatinde yerleştirmeye hazır değildim. Alınan kahve bardaklarını, kahveleri falan mutfağa yerleştirip odama geri geldim ve yatağıma yattım. Huzur buydu, uyku. Gözlerimi bugünü düşünerek kapattım ve derin bir uykuya daldım...
🌃

Sizce bölüm nasıldıı?
Ben çok beğenerek yazdım ama elbette eksikler vardırr.💖
En çok sevdiğim sahne teyzenin Göksel'e söyledikleri şeyler oldu.
Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?
Yeni bölüm gelene kadar...
Sevgiyle kalın,
Edoli'yle kalın... 💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |