@edosko
|
Şimdi size nasıl anlatayım bilmiyorum ama şöyle düşünün: sabah olmuş, uykunuzdan uyanmışsınız. Bir de ne göreseniz? Yabancı bir yatak, yabancı bir tavan ve yabancı bir pijama takımı... Hayır yabancı bir gecelik. Bundan da pek emin değilim. Koskoca bir saray odasında uyandım sanki. Hayır uyanmadım ve bir rüya görüyorum. Ben bir prensesim sanırım. Birazdan hizmetçim gelecek elinde bir kahvaltı tepsisiyle ve ardından beni sabahın bu saatinde balo için hazırlayamaya başlayacak. Aslına bakarsanız hiç de fena bir rüya gibi durmuyordu. Ta ki odanın kapısı açılıp kaftan giymiş iki kadın içeri girene kadar. Gözlerim fal taşı gibi açılıp yerimden doğruldum. "Uyanmışsınız sultanım." "Bana mı diyorsunuz?" "Latife etmeyin sultanım. Sizden başka biri var mıdır burada?" Şöyle bir etrafıma bakındım anlamsızca. Gerçekten de benden başka kimse yoktu. Delirmediysem şu an Muhteşem Yüzyıl setindeydim. Dekorlar çok iyi görünüyordu. Ama benim burada ne işim vardı? Kadınlardan biri yanıma geldi. "İyi misiniz sultanım?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. Aklıma telefonum gelince hemen elimi yastığın altına götürdüm. Karşılaştığım boşluk ürperti getirdi. Hemen yandaki komodine baktım. Yoktu. Telaşla yataktan çıkarken "Telefonum yok." diye panikle etrafı aramaya koyuldum. "Hekime haber versek iyi olur. Gülbahar Sultan yine kriz geçiriyor." Bir dakika? "Benim adım Bahar." dedim. Gülbahar da nereden çıktı? Sanki ben konuşmamışım gibi diğerine cevap verdi. "En son kriz geçirdiğinde 8 yaşındaydı." dedi karşısındakine kızarcasına. Sizce sorun benim kaç yaşında kriz geçirdiğim mi? Camdan dışarıya bakarken onları dinlemeyi bırakmıştım. Bir şeyler görme umuduyla bunu yaptım ancak büyük ağaçlardan başka bir şey görünmüyordu. Kocaman yemyeşil bir bahçe uzanıyordu önümde. Ben buraya nasıl gelmiştim? "Annem nerede?" "Valide Sultanımız büyük salonda sizi beklerler sultanım." Koşarak uzun ahşap kapıdan geçerek odadan çıktım. "Anne!" diye seslenerek onu bulmaya çalıştım. Taş duvarlar öylesine büyüktü ki ne tarafa yürüyeceğime emin olamıyordum. "Bu gürültü de nedir Gülbahar?" Arkamdan gelen ses ile durdum. Yavaşça dönmeye karar verdim. Ne ile kim ile karşılacağımı bilmiyordum. Karşımda gördüğüm kadın oldukça güzel ve şatafatlı bir elbisenin içindeydi. Başında bir taç, kulaklarında ve boynunda göz alıcı mücevherler vardı. "Bu kılığın nedir?" derken yanıma kadar geldi. "Hünkarımız görmeden derhal değiştir." diye konuştu. Sesi emir verici değildi ancak yine de yapmam gerekiyormuş gibiydi. "Siz kimsiniz? Kafayı yiyeceğim!" "Şimdi latifenin sırası değil Gülbahar." "Kaçıncı yüzyıldayız yaa? Bu kıyafetler bu laflar ne böyle? Bana nasıl bir oyun oynuyorsunuz?" Kadın endişeyle yüzüme baktı. "Gülbahar sen neler dersin? Ne oyunundan bahsedersin?" "Benim adım Bahar." dedim. Adım takıldığım noktalardan biriydi. Hem neden Gülbahar diyip duruyorlardı? Annem olduğunu sandığım kadın yanıma kadar geldi. "Kulakların işitmez mi, hünkarımız teşrif etmeden kılığına düzen ver. Senin gibi bir sultana yakışır mı sarayda böyle dolanmak?" dedi. Ben kafayı yemiş olabilir miyim? "Hülya kalfa?" diye sesini yükseltti benden tepki göremeyince. "Derhal Gülbahar'ı odasına götürüp hazırlayın." diye konuştu emredercesine. Bana değil ama onlara emir veriyordu. Çünkü o valide sultandı. Benim annemdi. Ben de Gülbahar Sultan'dım. Peki ben buraya nasıl gelmiştim? Bunları düşünürken sessizce Hülya Kalfa'nın yönlendirmelerine karşı gelmedim. Biraz sakinleşip etrafı gözlemlemek en iyisiydi. Hem belki bu bir rüyadır ve birazdan uyanacağımdır. Kalfalar beni baştan ayağa giydirdikten sonra büyük salona kadar bana eşlik ettiler. Biraz önce burada olmayan iki kişi kapının önünde muhafız gibi dikiliyorlardı. Gibisi fazla... Bunlar bildiğin muhafızdı. İçeri girdiğimde valide sultan "Nasıl oldun Gülbahar?" diye sordu. Yalan söylemeyi sevmesem de "İyiyim." dedim. Nasıl iyi olabilirdim ki! Olması mümkün olmayan bir şey gerçekleşmişti. "Hayırlı sabahlar..." diyen yabancı bir ses doldurdu büyük salonu. Bakışlarımı hemen ona çevirdim. Valide Sultan'dan daha genç ve en az onun kadar gösterişli bir kadındı. Yüzünde samimiyetsiz bir ifade vardı. Bu kesin hünkarın ikinci eşiydi. Ne valide sultan ne de ben cevap vermedik. Sinsi sinsi gelip yanımızda dikilmeye başladı. Kadından gelen olumsuz havayı nasıl yıllardır buradaymış gibi hissediyordum? Hünkar kimdi acaba? Tarih bilgim çok azdı. Yavuz Sultan Selim olabilir mi? Kanuni? Fatih? Şöyle bir etrafta göz gezdirdim. Burası Topkapı Sarayına da benzemiyordu. Doğma büyüme Giresunlu olarak diğer saraylar hakkında bir fikrim de yoktu. Nihayet bir ses duyuldu. "Destur! Sultan Alpaslan Han Hazretleri!" 600 küsür senelik Osmanlı tarihinde bu isimde bir padişah olmadığını bilecek kadar da bilgim vardı. Şimdi bu adam kimdi? Ancak beni asıl şaşırtan çok başka bir şey oldu. Hünkarın hemen arkasında ondan bile daha heybetli görünen o yakışıklı adam. Her şey onu görmemle aklıma geldi. Dün gece bu adamın fotoğrafını instagramda tarihi fotoğrafları yayınlayan bir hesapta görmüştüm. Adamı o kadar yakışıklı bulmuştum ki dayanamayıp kızlarla olan whatsap grubumuza ekran görüntüsünü atmıştım. Mesajda tam olarak şöyle yazıyordu: Allah'ını seven beni bu adamın yaşadığı döneme ışınlasın xd |
0% |