@eelliiffiippeekk
|
Galip'ten haber alamadıkları yirmi dört saat boyunca babası bütün Eskişehir'i aramış oğlunu; camı, kapısı, içindeki eşyaların bir çoğunun kırık olduğu bir evde bulmuştu. Uzandığı koltukta uyuyan oğluna içinde koca bir cehennemle baktı.
Kırıp döktüklerinden yaralanan eli epey kanamış, zeminde yer yer göl olmuş kan kurumuştu. Kıyafetlerinde kan lekeleri vardı. Evi harabeye çevirmişti. O yıkım öfkesinin ruhunda bıraktığı yıkımın yansıması gibiydi. Kırıp döktükleri arasında onlarca sigara izmariti vardı ve kenarda duran küllük ağzına kadar doluydu. Daha aylar önce yaşadığı büyük travmaları atlatamamışken bu yaşadığı ihanet aylardır gördüğü tedaviyi alt üst etmişti. Babası yaklaşarak kesikler içinde kalmış eline baktı. Elindeki yaraların üzerindeki kan kurumuştu ve yaralar oldukça derindi.
Evin içinde göz gezdirdi. Banyoyu bulmak için bakındı sağa, sola. Bulduğu banyodan ilk yardım malzemelerini alarak oğlunun yanına döndü. Biraz ses yapmıştı istemedende olsa. Galip seslere gözlerini aralarken karşısında gördüğü babasıyla hemen doğrulup oturdu. "Baba... " dedi şaşkınca. Ayağa kalkacağı sırada babası omuzuna elini koyarak ayağa kalkmasına izin vermeden yanına oturdu. İyi olup olmadığını sormayacaktı. Çünkü iyi olmadığını biliyordu. Oğlunun yaralı elini tutarak alkollü suyla temizlemeye başladı.
Galip,
"Ben yaparım. " dedi. Onun her hâlini bilen tek kişiydi babası. Yaptığı tüm yanlışlarına rağmen ondan vazgeçmeyen en kıymetli hazinesiydi babası.
"Kendine verdiğin her zararın acısının yüreğimde koca bir cehennem olduğunu baba olmadan anlayamayacağın için ne söylesem eksik kalacak. " acı dolu gözlerini oğluna çevirdi. Galip daha fazla babasının yüzüne bakamazken başını önüne eğdi. Hayatı boyunca babasının en çok yandığı dert olmuştu. Yaptığı onlarca hataya rağmen bir kere bile oğlundan vazgeçmeyi düşünmemişti babası. Oğlunun yaralı elini temizleyerek sardı.
"Kalk üstünü başını değiştir eve gidiyoruz. Annen perişan oldu senden haber alamayınca. Öğleden sonra onlardan birkaç kişi gelecek, dayının otelinde toplanacak herkes. Söylemek istediğin bir şey var mı? "
"Tek şartım ikisi de ölecek! Ya onlar yapar, ya da ben! Başka yolu yok. "
"Kaç gündür kan dökülmesin diye uğraşıyoruz. Sonuç ne olur bilemem ama ne başkasının ocağına ateş düşürürüm nede ocağıma ateş düşmesine izin veririm. Yıllarca uğraşıp dedenlerle aramızdaki kan davasını bitirdik. Senin doğmanla yüz elli yıllık düşmanlık bitti. Şimdi kan diye diretmek sana yakışmaz. Ne denli zor bir durum olduğunun farkındayım ama biraz da aklı selim davranmak gerek. "
"Baba, ihanete uğrayan benim o yüzden ne hissettiğimi anlayamazsınız. "
"Bu ihanet yalnızca sana değil hepimize yapıldı. Yapılabilecek en haysiyetsiz şeyi yaptı ikisi. Hiç kimse senin yüzüne söyleyemeyeceği şeyi arkandan da söyleyemez, çünkü bunun adı ihanet. "
"Baba, ben o şerefsize güvendim. İşimi, ailemi, namusumu emanet ettim. Beş parasızken işime ortak ettim. Ona emanet diye bıraktığım kadına başka bir gözle bakmış olması ölmesi için yeterli değil mi? "
"İkisi ölünce bitecek mi oğlum? Bir kere seni kaybetme korkusu yaşadım, bir daha asla ne seni kaybetme ihtimalini göze alırım ne de hapislerde çürümene izin veririm! Daha aylar önce cehennemden sağ çıkıp geldin, benim seni bir kere daha kaybedecek gücüm yok. Ölüm hariç ne der, ne istersen söke söke alırım onlardan ama babanın hatrı için bundan vazgeç! "
"Neden bana bunu yapıyorsunuz baba?! Neden beni hep olmaması gereken şeylere mecbur bırakıyorsunuz?! "
"Şu an öfkeden neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemiyorsun. Öfken soğuduğu zaman pişman olacağın şeyler yaşansın istemediğimiz için. "
"En kötü daha ne olabilir ki? "
"Her şeyin beteri muhakkak vardır. Gerekirse ölürüm ama yinede ne katil olmana ne de sana bir şey olmasına izin vermem. Baban olarak yalvarıyorum sana birazcık olsun hatrımın kıymeti varsa yanında ölüm diye diretmekten vazgeç." Galip sinirle ayaklanıp, "Ne istiyorsanız onu yapın! " diyerek montunu ve arabanın anahtarlarını alarak evden çıktı. Arkasından çarptığı kapıyla babası derin bir nefes aldı. ...
Öğleden sonra otelde bir araya gelen taraflar konuşup anlaşmak üzere toplanmışlardı. Galip'in büyük dayısı Tuğrul onun düşüncesinden yanaydı. O da ikisinin ölümünde diretmişti ilk başta. Daha sonra kardeşinin uzun uğraşları sonunda kız vermeleri karşılığında bu diretmesinden vazgeçeceğini söylemişti.
Hakan'ın amcası, Hakan'ın iki kız kardeşi olduğunu ama büyüğünün nişanlı olması sebebiyle kabul ederlerse on altı yaşındaki kız kardeşini verebileceklerini söylemişti. Galip'in babası Ahmet kızın yaşının küçük olması nedeniyle bunu reddetmiş daha sonra tekrar toplanmak üzere ertesi güne sözleşmişlerdi.
Karşı tarafın gitmesinden sonra Tuğrul büyük bir öfkeyle çıkştı.
"Başka bir hâl çaresi bulalım ne demek Ahmet! Kızın yaşı küçükse küçük en nihayetinde büyümeyecek mi? Sen Candan ile evlendiğinde Candan on dört yaşındaydı! "
"O zamanın şartları ile bugünün şartları bir mi? Candan ile evliliğimiz mecburiydi ve ben Candan'ı bir çocuk gibi büyüttüm. Galip'in durumunu sizde biliyorsunuz. Benimle aynı sabrı göstermeyeceğini de biliyorsunuz. Şimdi kalkıp bir kız çocuğunu nasıl ona mahkûm edeyim. Öfke kontrolü yok, nerede ne yapacağı belli değil, kendine de karşısındakine de zarar vermekten çekinmez, patlamaya hazır serseri mayın gibi. Abisine olan kininden o kızın saçının teline zarar verse vebali bizim boynumuza olur. "
Tuğrul,
"Adımızın beş paralık olduğu yetmediği gibi birde bununla rezil olacağız. Eş, dost, akraba bizi Antep'e sokmayacak.
" Ahmet hiddetle ayaklandı.
"Bugüne değin kimseden izin almadım memleketime gitmek için bundan sonra da icazete ihtiyacım yok! Elalem ne der diye; ne hesabını Allah'a veremeyeceğim bir günaha girerim, ne de buna izin veririm! Ailesinde on sekiz yaşından büyük kız varsa bile izin vermem! Çünkü oğlumun durumunu biliyorum. Kimseyi onun cehennemine mahkûm edemem ağzı olan herkes boş konuşacak diye! " Ahmet sinirle odadan çıkıp giderken Haşmet de peşinden çıktı.
Tuğrul biraz düşündükten sonra yine de bildiğini yapmaya karar vererek yeğenini aradı. Ona göre aile şerefleri buna bağlıydı. O istediğini yaptıktan sonra diğerleri mecbur kabulleneceklerdi. Çalan telefon açılırken, "Nerdesin aslanım? " diye sordu. Galip, "Evdeyim. " diye cevap verdi. "Şimdi hemen İstanbul'a gidiyorsun. Babanla, Haşmet Dayı'n olması gerekene mani olmaları yetmezmiş gibi bir kere daha bizi rezil edecekler. Madem bize bu şerefsizliği yaptılar herkes bilir ki ya ölecekler ya da karşılığında kız verecekler. Başka türlü hâl olamaz bu mesele. Aile şerefimiz için sende üstüne düşeni yapacaksın. Kız kardeşi varmış haysiyetsizin bir kaç ay sonra on yedi olacakmış, pekte küçük sayılmaz. Kimseye bir şey söylemeden İstanbul'a git o kızı al gel, ben gerisini burdan halledeceğim. "
"Olmaz, birde o şerefsizin kardeşiyle uğraşamam. Benim istediğim olmuyorsa gerisi çokta umurumda değil. Ne istiyorsanız öyle yapın. "
"Senin bir adın var, adından önce gelen bir soyadın ve soyun var. Uğraşamam diyip geçmezsin. Bugün umurumda değil dersin ama; yarın herkes arkandan konuştuklarını yüzüne söylemeye başladığında ne olacak? Sadece sen değil hepimiz başımızı kaldırıp hiç kimseye tek kelime edemediğimiz zaman, nerde kalacak adımız, soyumuz, aile şerefimiz? Senin istemiyorum demek gibi bir hakkın yok! "
"Dayı lütfen yeter! Ben kendimle uğraşmıyorum birde çocukla hiç uğraşamam. Kız alacaksanız illa, alın ama ailemizden başkası evlensin. Ben bir daha ne bulaşırım, ne de uğraşırım. "
"Ailemizden bir başkasının değil senin nişanlını aldılar. Şimdi erkek gibi davran, çocuk gibi şikayet etmeyi bırak. Sen kafanı kuma gömünce bitiyor mu?! Sen kulaklarını tıkayınca sorun ortadan kalkmıyor! Uğraşacaksın! Gidip o kızı alıp geleceksin senin itiraz etmek gibi bir hakkın yok! Bu şerefsizliği ya kan temizler ya can. Kan yoksa can var. "
"Ya Allah aşkına neden hepiniz benim yerime kararlar veriyorsunuz. Beni sürekli bir şeyler yapmaya mecbur bırakma derdindesiniz! Evlen diye canımı yediniz ama olmadı işte, şimdi ise şerefsizin kardeşi varmış falan filan. Kafam beni kaldırmıyor! "
"Aslanım, o kız hep çocuk kalacak değil ya. Sende bir ömür bu kafayla yaşayacak değilsin. Ha kadın olarak istemezsen nikâhı kıy iki gün sonra babasının evine gönder o utanç onlara bir ömür yeter. " geri gönderme fikri Galip'in aklına yatmıştı. Bir anda kararını değiştirerek,
"Madem öyle o şerefsizin ortaklıktan kazandığı ne varsa kız kardeşine verecek. Boşanmadan önce o da hepsini asıl sahibine, bana bırakacak. " dedi.
"Sen nasıl istersen öyle olacak. Annene bir bahane uydur babanın inanacağı bir şey olsun. "
"Tamam. " Galip kapattığı telefonu yatağının üzerine fırlattı. Biraz düşündükten sonra derin bir nefes aldı. Abisi onun şerefiyle oynarken düşünmediyse o da onların şerefiyle oynarken düşünmeyecekti. Yöneldiği dolaptan üzerini değiştirmek için kıyafet aldı. Hızlı bir şekilde üzerindekileri değiştirdi. Sırtına montunu geçirerek telefonunu ve arabasının anahtarını alarak odasından çıktı. Mutfakta olan annesine seslendi mutfağın kapısından.
"Anne, ben çıkıyorum. "
"Nereye oğlum, yemek yapıyorum! "
"Birkaç gün buralarda olmayacağım. Ankara'ya gideceğim birkaç günlüğüne Selçuk'un yanına, babam sorarsa söylersin. "
"Ama oğlum böyle olmaz ki. "
"Olur annem olur. Olmak zorunda. " diyerek hızlı adımlarla evden çıktı. Annesi arkasından dişlerini sıkıp bakarken bir taraftan da Hakan ile eski gelini Arzu'ya beddualar sıralıyordu. Galip kapıdaki arabasına binerek sert bir şekilde kapısını kapattı. Sıktığı dişleriyle çalıştırdığı arabanın yönü İstanbul'du. |
0% |