Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Nasıl bir çaresizlikti yüreğindeki acı. Üstüste derin nefesler aldı sıkışan yüreği için ama çare etmedi.

 

"Eylül sakin ol lütfen " Galip sıkıca tuttuğu Eylül'ü sakinleştirmeye çalışırken Aslı su yetiştirdi.

 

"Beni babama götür... Galip beni babama götür lütfen... " diye ağladı Eylül.

 

"Tamam sakin ol gidelim. Eylül lütfen ağlama bak birkaç saate yanında olacağız zaten lütfen "

 

Galip zor sakinleştirdiği Eylül ile apartopar havaalanına gitti. Onlar havaalanına ulaşana kadar Aslı internet üzerinden onların biletlerini almıştı bile. Çok beklemeden bindikleri uçak havalandı. Eylül durmadan ağlarken Galip ne yapacağını şaşırıyordu. Çok sürmeyen yolculuk son bulurken bir sonraki adresleri hastane olmuştu. Galip, Eylül'ü önce tuvalete götürmüş elini, yüzünü yıkamıştı. Ardından onkoloji servisinde yatan babasına götürmüştü.

 

Eylül önünde durduğu kapıya baktı tereddütle. Galip elini sıkıca tutarak desteğini belli ederken kapıyı Eylül'ün yerine açarak elinden tuttuğu Eylül ile birlikte içeri girdi. Koca üç yıl sonra Eylül ilk defa babasını görüyordu. Zayıflamış, birazda yaşlanmıştı. Öylesine yatakta yatmak ona hiç yakışmıyordu. Eylül damla damla yanaklarından yuvarlanan yaşlarla babasına baktı. Babası büyümüş kızına acıyla bakarken Eylül küçük bir kız çocuğu gibi büktüğü dudağıyla boynunu büktü.

 

"Baba... " dedi.

 

"Mavişim! " dedi babası gözyaşlarıyla. Eylül koşup babasına sarıldı. Yılların hasreti vardı o sarılmada. Eylül hıçkırıklarla ağlarken babası sımsıkı sarıldı kızına. Dakikalarca sürdü ağlayışları. Eylül'ün annesi araya girerek ayırdı ikisini.

 

"Yapmayın ama böyle! " diyerek ağlamamak için kendini sıkıyordu. Birinin, dimdik hayatın yüküne, herkesin acısına omuz vermesi gerekiyordu. O kişi hep anneler oluyordu. En çok onlar özler, en çok onlar ağlar, en çokta onlar ayakta durur ve ayakta tutardı. Hemen hemen her gün Candan'ı arayarak Eylül'ü sorar, yanında olamasada durumun öğrenirdi. Ama hasret kalmak başka bir şeydi.

 

Eylül annesine bakarken gözyaşlarıyla gülümsedi. En çok kırılan yanının en çok ihtiyaç duyduğuydu o. Eylül sımsıkı sarıldı annesine. Onlarla arasına bunca zaman bu kadar mesafe koyduğuna şimdi pişman olsada yapacak bir şeyi yoktu artık.

 

"Geçmiş olsun " dedi Galip. Son karşılaşmalarında pek iyi bir manzara yoktu. Şimdi ise karşısında duran adamın yüzüne pek rahat bakamıyordu.

 

"Sağ ol oğlum " dedi Emin en az onun kadar bir çekinceyle. Onunda pek yüzü tutmuyordu yüzüne bakmaya.

 

İnsan kaybetmeden ya da kaybetme korkusu yaşamadan anlamıyordu bazı şeylerin değerini. Eylül babasının elinden tutarak, "Nasılsın? " diye sordu. "İyi misin? "

 

"Sen gelmişsin ya ben hiç iyi olmaz mıyım güzel kızım "

 

"İyi ol, çok iyi ol, sen hep iyi ol "

 

"Olacağım güzel kızım, senin için çok iyi olacağım " Eylül başını babasının göğsüne yaslayarak babasına bir kere daha sarıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu istemsizce.

 

Emin bakışlarını geldiğinden beri olduğu yerde duran damadına çevirdi. Bazı şeyleri atlatmak gerekiyordu ve bunu birinin yapması lazımdı.

 

"Sen nasılsın oğlum, iyisin inşallah "

 

"Teşekkür ederim. Siz iyi olun biz daha iyi oluruz "

 

"Baban, annen nasıl? "

 

"İyiler çok şükür, sizlere çok selamları var, yarın onlarda burda olacaklar inşallah "

 

"Aleyküm selâm "

 

Eylül'ün annesi Leyla, Galip'in yanına giderek anne ilgisiyle gülümsedi ona.

 

"Ayakta durma öyle oğlum gel şöyle oturalım " diyerek koltuğa yönlendirdi. İkisi birlikte koltuğa geçip oturuken Eylül babasının elini bırakmadan yanında oturmaya devam etti. Leyla'nın tek çekincesi her an Hakan ya da Arzu'nun gelmesiydi. Annesinin endişeli bakışlarını anlayan Eylül'de asla Galip'in onlarla yüzyüze gelmesini istemezdi. Eylül, Galip'i o kadar düşünüyordu ki kendisi karşılaşsa ne hissedeceğini düşünmüyordu bile. Diğer yandan Galip'te onlarla asla yüzyüze kalmak istemezdi. Ve bu olmadan gitmek istiyordu ama Eylül vardı o yüzden gidemiyordu. Hepsinin duyduğu ortak rahatsızlık ayan beyan ortadaydı.

 

Bir süre Eylül babasıyla sohbet etti. Annesi ise Galip ile sohbet etmeye çalıştı. Bir süre sonra Eylül yavaşça babasının yanından kalkarak Galip'e, "Biz bir su mu alsak? " dedi. Galip başını sallayıp ayağa kalktı. Durmu anlamıştı. Artık gerçekten gitmeliydi. Kapıdan çıkmadan önce,

 

"Tekrar çok geçmiş olsun " dedi. Eylül, Galip ile odanın dışına çıkmasıyla, "Sen artık git istersen " dedi. "Onlarla karşılaşmanı istemiyorum "

 

"Seni bırakıp nasıl gideyim Eylül? "

 

"Beni merak etme, sık sık konuşuruz zaten "

 

"Güzelim benim sen bu haldeyken gidemem ben "

 

"Ben iyiyim, babamın iyi olması için iyi olmak zorundayım ama sen ikisinden biriyle karşılaşırsan o zaman çok kötü olurum. Yanımda olduğunu bilmem için burda olmana gerek yok ki. Lütfen Galip incinmeni istemiyorum " Galip derin sıkıntılı bir nefes aldı.

 

"Peki sen, sen onlarla karşılaşınca incinmeyecek misin? "

 

"Umurumda değiller! Öyle bir abim olmadığı için dışarıdaki herhangi tanımadığım birinden bir farkı yok. Utanmaları olmayan insanlar, gözünün önünde utanmadan, çekinmeden dolanmaya haya etmezler ihanetlerine rağmen. Senin onurunu onlara çiğnetmem! "

 

"O gün olan her şeye bugün şükrediyorum"

 

"Deli! "

 

"Sana deliyim "

 

"Hadi git artık, beni de merak etme "

 

"Peki Göğümün Mavisi sen nasıl istiyorsan öyle olsun. Telefonunu kontrol et şarjı bitmesin ya da kapanmasın sık sık ararım, bilirsin sesini duymazsam duramam "

 

"Tamam "

 

"Bir şey olursa haber ver "

 

"Merak etme " diyen Eylül Galip'e sıkı sıkı sarıldı. "Teşekkür ederim " dedi. Galip saçlarından öperek, "Biz henüz küçükte olsak aileyiz, bunun teşekkürü olmaz " dedi.

 

Galip, Eylül'ü bırakmak istemesede gitmeliydi. Eylül arkasından gülümseyerek bakarken Galip çıkışa yürüdü. Gözden kaybolana kadar Eylül arkasından baktı. Daha sonra babasının yanına döndü.

 

Galip gerçekten susadığını farkederken yönünü kantine çevirdi. İçeri gireceği sırada iki yaşlarında bir çocuk kantine koşturuyordu. Galip'e çarpmasıyla yere düştü. Galip gülümseyerek kaldırdı onu düştüğü yerden.

 

"Yavaş yakışıklı bir yerini acıtacaksın " dedi. O küçük çocuk ona gülümseyerek bakarken ne olduğunu bilmediği sıcak bir şefkat doldurdu yüreğini. Çocuk gözlerini çevirdiği raftaki çikolataları parmağıyla gösterince Galip, "Tamam " diyerek doğruldu. Küçük çocuğun elinin yetişmediği çikolatayı alarak eline tutuşturdu.

 

Kayınpederini ziyarete gelen Arzu zaptedemediği oğluna seslendi.

 

"Utku, Utku yavaş düşeceksin! " Utku sık sık geldiği hastanede onun için çikolata demek olan kantine doğru laf dinlemeden koşmaya devam etti. Arzu bir taraftan henüz iki aylık olan bebeğinin içinde olduğu arabayı ittirirken, bir taraftanda yaramazlığı dillere destan oğlunun peşinden koşuyordu. Arzu kantinin girişinde bulduğu oğlu ile öz babasına korkuyla baktı. Ne yapacağını şaşırmış bir şekilde sanki bütün bedenine inme inmiş gibi dondu olduğu yerde. Bir an aklı başına gelirken yanında durduğu kolonun arkasına saklandı.

 

"Allah kahretsin! Nerden çıktı bu! Ya anlarsa? Allah'ım! Saçmalama Arzu nerden anlayacak! " Arzu korkuyla sayıklarken bir taraftanda onları izliyordu gizlice. Galip aldığı çikolatayı eline tutuşturduğu oğlunu kasaya götürerek parasını ödedi. Az sonra Utku koşup kantinden çıkarken Galip ne olduğunu bilmediği bir hisle arkasından baktı. O bilmediği hissin adı kan bağıydı. Ama nerden bilecekti ki...

 

Utku doğduğunda Arzu babasının Galip olduğunu bilmiyordu. Yapılan kan tahlilleri sonucu oğlunun kan gurubunun ne onunla ne de Hakan'la uyuşmamasıyla anlamıştı. O yüzden asla kocasının onu hastaneye götürmesine izin vermiyordu. Sadece onun bildiği bu sır çokta uzun saklı kalamayacaktı.

 

Kendisine doğru gelen oğlunu yakaladığı gibi kaçtı Arzu oradan. Hastanenin arka tarafına saklanan Arzu, Galip'in tesadüfen mi burda olduğunu yoksa Eylül'ün de olup olmadığını öğrenmek için kayınvalidesini aradı.

 

Leyla çalan telefonunun ekranında gördüğü isimle odanın dışına çıkıp öyle cevap verdi. Hal hatır sormadan direkt, "Nerdesin sen? " diye sordu. Arzu hemen ağzını aramak için sözlerini sıraladı.

 

"Babamı görmeye gelelim diyordum, Utku tutturdu dedem diye. Bir sorayım durumu nasıl bugün dedim "

 

"İyi! Sakın hastaneye geleyim deme, o kocana da söyle sakın o da gelmesin! Eylül geldi babasını görmeye. Kocasıda sık sık buralarda olur, sakın gözüne gözüküp sinirini bozmayın. Sizin yüzünüzden Eylül'ün canını sıkacak tek kelime ederse yakarım ikinizi! " gelininin cevap vermesini beklemeden telefonu yüzüne kapattı.

 

Eylül ya da kayınpederi umurunda değildi Arzu'nun, tek korkusu Galip'ti. Çok iyi biliyordu ki Galip, Utku'nun onun çocuğu olduğunu öğrenirse asla ona bırakmaz, alırdı. En iyisi asla karşılaşmamaktı. Hiçbir tehlikeyi göze alamazdı. Hastanenin acil kapısından çıkıp atladığı taksiyle uzaklaştı bir an önce oradan.

 

Gün yerini geceye bırakırken refakatçi olarak Eylül kalmak istemişti babasının yanında. Annesini eve göndermişti biraz olsun dinlenmesi için. Geçmişin acı dolu sayfaları açılmıştı tek tek. Babası Eylül'den büyük pişmanlıklarla af dilemişti. Eylül artık önemsemediği o geçmişe sünger çekmişti. Konusunu bir daha açmamak üzere kapatmıştı.

 

Eylül'ün telefonu yine çalarken ekranındaki isim onu gülümsetiyordu. Odanın dışına çıkıp cevapladı aramayı.

 

Galip,

 

"Ne yapıyorsun güzelim? " diye sordu. "İyi misin, bir şey lazım mı? "

 

"İyiyim merak etme "

 

"Baban nasıl? "

 

"İyi çok şükür "

 

"Uyuyamıyorum sensiz "

 

"Kıyamam sana "

 

"Geleyim bir seni göreyim, kokunu duyayım. Burnumun direği sızlıyor resmen "

 

"Bu saatte ne gelmesi saçmalama, alt taraftı bir gece ayrı kalıyoruz "

 

"Sen o bir geceyi gelde bana sor. Vallahi duramıyorum! Nerde olduğunu bilsem bile sanki hayatımdan gitmişsin gibi içimde tarifsiz bir acı, endişe var "

 

"İyi hissedeceksen gel "

 

"Geliyorum zaten! "

 

"Çocuk gibisin "

 

"Sensiz nefes bile alamıyorum işte nesini anlamıyorsun hatun "

 

"Bir şey demiyorum hadi gel "

 

"Yoldayım zaten "

 

"Sen gerçekten delisin "

 

"Beni delirten sensin ben ne yapayım! " Eylül kapattığı telefonuyla babasının yanına döndü. Yüzünü aydınlatan bir mutluluk vardı çehresinde.

 

"Sabahtan beri susmak bilmedi telefonun, ne çok merak ediyor seni " dedi babası tebessümle. Eylül hafif kızaran yanaklarıyla gülümsemelerine engel olamadı. "Seven adam merak eder, belli ki seni seviyor " Eylül utangaç bakışlarını kaçırdı. "Sende onu seviyor musun? " Eylül genişleyen gülümsemesiyle başını aşağı yukarı salladı hafif. "Dualarım karşılık buldu sonunda. Mutlu olman için dular dilimden hiç düşmedi, hamdolsun bu günü gösterene. Kabul olmayan iki duam kaldı. Kucağında evladını görürsem ölsemde gam yemem "

 

"Diğeri? "

 

"Ablan ... "

 

"Gelmedi mi daha? "

 

"Gelmeyecekmiş. Ölsem cenazeme bile gelmeyecekmiş... "

 

"Sıkma canını babam Allah büyüktür " babası başını umutsuzca salladı.

 

"Hadi biraz uyu, tüm gün etrafımda dolandın, dinlen biraz " dedi babası. Eylül hafif gülümseyerek, "Ben bir kantine inip geleyim o zaman " dedi. "Hemen gelirim "

 

"Kantinde mutluluk satıyorlar herhal "

 

"Yok babacığım deli satıyorlar "

 

"O deliye söyle az sabır da öğrensin " Eylül yüzünü kaplayan bir mutlulukla gülümserken telefonuna gelen bildirimle, "Bir şey istiyor musun? " diye sordu.

 

"Mutlu olmandan başka bir şey istemem " diye cevap verdi babası. Eylül gülümseyerek odadan çıktı.

 

Babası biraz yürümek için yatağından kalktı. Odasının içinde dolanırken camdan gördüğü Galip ile cama doğru yürüdü. Az sonra dışarı çıkan Eylül koşup sarılırken Emin gülümseyerek baktı ikisine.

 

"Hiç umudum yoktu bundan yana ama şu işe bak. Gecenin bu saatinde Eylül için buraya kadar gelmiş. Ey aşk sen nelere kadirsin " diye konuştu kendi kendine.

 

Aşağıda ise can bulmuşçasına Eylül'e sarılan Galip o olmadan uyuyamadığı kokusunu derin derin soludu.

 

"Gören aylardır görmemiş sanacak " Eylül'ün gülerek söylediğine Galip gülümseyerek cevap verdi.

 

"Sen birde bana sor "

 

"Ne çabuk geldin sen, ev buraya yakın mı? "

 

"Yoldaydım seni ararken. " ikisi geçip banka oturdu. Galip kolunu sardığı Eylül'ün saçlarını öptü. Eylül başını kocasının göğsüne yasladı.

 

"Biraz konuşta sıkılan yüreğim ferahlasın Göğümün Mavisi " diyen Galip'e, Eylül bakışlarını çevirerek gülümsedi.

 

"Ne konuşayım? "

 

"Bilmem, ne olursa. Havadan, sudan anlamlı olmasına gerek yok yeter ki konuş. Senin sesin sıkışan yüreğimi yatıştırıyor "

 

"Bu kadar güzel sevilmek sanırım en büyük nimet. Söz konusu sen olunca söyleyecek o kadar çok şey var ki, bir o kadar da anlatacak kelime bulamıyorum. Seni seviyorum koca adam... "

 

"Bugün bir çocuk gördüm, koşarken bana çarptı yere düştü. Çok tatlı bir şey idi. "

 

"Sen çocuk mu istiyorsun? "

 

"İstiyorum. Annelerinin sen olduğu çocuklar istiyorum. Evimizin içinde küçük Eylül'ler koştursun istiyorum. Yetişemediğin için şikayet ettiğin oğlanlar istiyorum "

 

"Nasip... hayalimiz nasibimiz olsun "

 

"Olsun Göğümün Mavisi, hepsi olsun! Gökyüzüm olan gözlerin hep böyle baksın bana son nefesime kadar " Eylül en içten mutlulukla yüzünü Galip'in boynuna gömerek sokuldu ona. İkisi konuşmadan sessiz sessiz oturmaya devam etti.

 

Bir süre sonra Eylül, "Ben artık yukarı çıkayım, babamı çok yalnız bıraktım " dedi. Galip şakağından öperek saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Sağa, sola bakındı. Kimse yoktu. Dudağına küçük bir öpücük bıraktı. Eylül hızla geri çekildi.

 

"Ne yapıyorsun hastanenin bahçesinde?! Cidden ayıp denen şeyden haberin yok senin! " diye kızdı.

 

"Kimse yok merak etme " dedi Galip. Eylül ayağa kalkarak etrafa bakındı. Kimse yoktu ama yinede çok utanmıştı.

 

"Bir daha dışarıda yapma bunu lütfen. Bu arada babam, 'Biraz sabır öğrensin ' dedi, fena da olmaz hani. Biraz da edep öğren edep! " Galip ayaklanarak, "Olur öğrenmeye çalışırım. Hadi sen yukarı çık, baban daha fazla yalnız kalmasın " dedi.

 

Eylül ona gülümseyerek içeri doğru yürüdü. Galip arkasından derin bir nefes alarak baktı. Eylül gözden kaybolana kadar Galip arkasından baktı. Ellerini ceplerine sokarak bakışlarını koca hastane binasında gezdirdi. Yavaşça yönünü çıkışa çevirdi. Mesafe umurunda olmaksızın yürüdü eve kadar.

 

Eylül çıktığı odada uyuyan babasının üzerini örttü ilk. Hemen ardından koltuğa uzanıp uyumaya çalışırken, Galip yürüyerek bir buçuk saatte vardığı evde uzandığı koltukta bir sağa, bir sola dönüyordu. İkiside birbirisiz zor sabahı ederken Galip'in ilk işi yine Eylül'ü aramak olmuştu.

 

Sabah gelen doktor Emin'in durumunu değerlendirmiş, tedavi seçenekleri sunmuştu. Bunun yanında denenen tedavilerde oldukça başarılı olmuş yurtdışından bir doktor da önermişti. Tedavi sürecinde neler yapacaklarını konuşmak için Hakan'ın da gelmesi gerektiği için Eylül daha sonra annesinden bilgi almak üzere babasıyla vedalaşıp hastaneden ayrıldı.

 

Taksiyle giderken kocasını arayıp evin adresini istedi Eylül. Galip ona haber vermediği için biraz kızsada Eylül durumu uygun bir dille anlatıp Hakan ile karşılaşmasını istemediğini söyleyerek onu sakinleştirmişti.

 

Galip'in verdiği adrese Eylül kısa zamanda ulaşmıştı. Galip onu kapıda karşıladı. Hastane havası Eylül'ü yormuştu, üstüne birde uykusuzluk ayakta durmasını dahi zorlaştırıyordu. Galip hafif çatık kaşlarıyla karşıladığı Eylül'e yol göstererek içeri aldı. Eylül evin içinde göz gezdirdi. Salona geçip çökercesine oturdu.

 

"Aç mısın, bir şeyler yedin mi? " diye sordu Galip. Eylül başını iki yana sallayarak, "Sadece uyumak istiyorum " diye mırıldandı. Yorgunca koltuğa uzandı. Galip yöneldiği yatak odasından bir pike alarak salona geri döndü. Eylül'ün yanına uzanıp sarıldığı Eylül'ü üzerine çekti. Sırtına az önce getirdiği pikeyi örterek saçlarını öptü. Eylül gülümseyerek kocasının üzerinde gözlerini kapatarak uykuya teslim oldu. Galip'te gözlerini kapatarak uyudu.

Loading...
0%