Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Başına geleceklerden habersiz sabahın köründe çalan alarmla gözlerini araladı Eylül. Uzattığı eliyle saatin alarmını kapattı.

 

Doğrulup gözlerini ovdu. Derince esneyerek üzerindeki yorganı sıkışma hissiyle hızlıca topladı. Koşar adım odasından çıkarak banyoya girdi. Doğal ihtiyaçlarını gidererek önce dişlerini fırçaladı. Hemen ardından yüzünü yıkayarak banyodan çıktı. Evde yine kör bir sessizlik vardı. Abisinin yine bir haltlar yediğini anne ve babasının tartışmalarından anlamıştı.

 

Ama sonucun onu etkileyeceğini bilemeden ne olduğunu merak bile etmemişti. Tartışma ortamlarından hoşlanmadığı için soluğu en yakın arkadaşı olan Duygu'nun yanında almıştı. Koca bir hafta evdeki o gerginlik ve huzursuzluktan kaçmak için uzak durması onu bambaşka bir hayata götüreceğini asla düşünmemişti. Evdeki sorunlara karışmadığı gibi çokta umursamıyordu genellikle, çoğunlukla evden uzaklaşmayı seçiyordu.

 

Hareketli bir şarkı mırıldanarak odasına döndü. Okul formasının nerde olduğunu aradı bir anlık. Kendisiyle dalga geçer gibi gülerek bilgisayar masasına döndü. Çünkü dün çıkararak her günkü gibi yine oraya atmıştı. Şarkısını devam ettirerek üzerini giyindi ara ara saçma sapan dans hareketleri yaparak. Aynanın karşısına geçip doğal sarı saçlarını taradı. Okulda makyaja çok izin verilmiyordu ama o yinede hafif, ince bir makyaj yapmıştı. Özellikle göz makyajını seviyordu. Babasından aldığı koyu mavi gözleri safir gibi parlıyordu. Ne yaparsa yapsın asla düzelmeyen bukle bukle saçlarını üstten hafif toplayarak arkadan tokayla tutturdu.

 

Kendini aynadan süzdükten sonra çantasını aldı. Hızlı adımlarla odasından çıkarak merdivenleri indi. Mutfağa geçerek kendine kahvaltı hazırlamaya başladı. Kapıda beliren ablası Hülya'ya,

 

"Günaydın. " dedi. Ablası oldukça keyifsiz bir şekilde,

 

"Günaydın. " diye karşılık verdi. Eylül hazırladığı masaya iki bardak çay koyarak geçip oturdu. Ablası da yanına otururken, "Babamlar dönmedi mi daha? " diye sordu. Hülya başını iki yana salladı.

 

"Hayır."

 

"Hakan, yine ne halt yemiş? Babam bir haftadır eve gelmediğine göre pisliğini temizlemek için uğraşıyor belli ki. " aslında ablasının korktuğu soruyu sormuştu. Hülya bardağını alarak çayını yudumladı.

 

"Boş ver sen onu. İki gün sonra unutur annem ile babam Hakan'ın yaptıklarını. " Ablasının haberi vardı Eylül'ü vereceklerinden. Eylül öğrenirse ne yapar eder kurtarırdı kendini. O da kendinden korktuğu için bunu Eylül'e söylemiyordu. Nişanlı olduğu için kimsenin onu bu işe karıştırmayacağını biliyordu aslında. Yinede onu sevdiği adamdan ayıracak en küçük ihtimali dahi göze almazdı. Eylül hızlı hızlı yaptığı kahvaltının ardından ayaklandı.

 

"Afiyet olsun.. " diyerek çantasını omuzuna aldı. Mutfaktan çıkarak aynı hızla evden çıktı. Zamanlaması harikaydı her zamanki gibi. Kapıya çıkmasıyla okul servisi hemen önünde durdu. Eylül bindiği serviste kulağına kulaklığını takarak müzik dinledi okula varana kadar.

 

Eylül girdiği okulda sınıfına doğru giderken onunla uğraşmaktan bıkmayan Kaan çelme taktı. Yağız'ın kolundan tutmasıyla yere kapaklanmaktan kıl payı kurtulan Eylül, Yağız'a, "Teşekkür ederim. " dedi.

 

Yağız,

 

"Önemli değil. " diyerek yoluna devam ederken Eylül Kaan'a dönüp her zamanki hırçınlığıyla koyu mavi gözlerini ona dikti.

 

"Kafana yediğin vazo yetmemiş anlaşılan. En kısa zamanda bir tane daha geçireceğim! "

 

Kaan şakağındaki yarayı parmağıyla işaret etti.

 

"Bu yanına kalmayacak SARI KIZ! " dedi tehdit dolu sırıtmasıyla. Çalışkanlığını çekemeyenler takmıştı sarı kız lakabını. Onlara göre çalışkanlık ineklikti. Eylül keyifle gülümsedi.

 

"Elinden geleni ardına koyma ÖKÜZLER EFENDİSİ! " Kaan'a o öfke dolu bakışlarıyla bakarak sınıfına gitmek için yoluna devam etti.

 

Eylül sınıfa girdiğinde Duygu el salladı hemen. "Sarı gelsene! " diye seslendi. İçi dışı bir tatlı bir kızdı Duygu. Sarı diye seslenmesine Eylül'ün kızmadığı tek kişiydi o.

 

"Beni çalıştırman lazım Eylül yoksa sınıfta kalacağım. " diye büktü dudağını. Eylül gülümsedi ona.

 

"Tamam okul çıkışı beraber bize gideriz. " Duygu matematik dersinde dâhi gibiydi ama edebiyatı bir türlü anlayamıyordu. Buna sebep bir parçada öğretmenin karmaşık anlatımıydı. Dolan sınıfın kapısını içeri giren öğretmen kapatırken ders başlamıştı. Öğretmen anlattığı dersten sonra tahtaya yazdığı soruyu yapmalarını istemişti.

 

"Evet çocukar kimler çözebildi? " diye sordu. Sadece Eylül ve Cihan parmak kaldırırken öğretmen şaşırmamıştı. Her derste parmak kaldıran ikisi vardı sadece. Öğretmen derin bir nefes alarak, "Evet yine şaşırmadık. " diye sitem etti öğrencilerine. Eylül ile Cihan sınıf öğretmeninin haftada bir seçtiği sınıf birincisi olmak için resmen savaşıyorlardı. İkisi arasında güzel bir rekabet vardı. İkisi birbirinden daha iyi olmak için çok çalışıyorlardı.

 

Ders arası girerken sınıf boşalmıştı. Eylül ve Duygu birlikte takılıyordu sürekli. Bütün gün neredeyse hiç ayrılmıyorlardı. Eylül ile yıldızı bir türlü barışmayan Tuğçe tüm ilginin Eylül'de olmasına katlanamıyordu. Kaan'ın neden Eylül'le uğraştığını biliyordu, bu yüzden Eylül'den nefret ediyordu. Sinsi bakışları rahat durmayacağının habercisiydi. Tuğçe'nin planı Duygu'nun elindeki açık ayranı Eylül'ün üzerine dökmekti. Yanlarından geçerken ayağı burkulmuş gibi yapıp Duygu'yu Eylül'ün üzerine itti ve planı başarılı olmuştu. Eylül sinirle Tuğçe'ye bakarken Tuğçe zevkle gülümsüyordu.

 

"A...a.. Bilseydim bu gün başına böyle bir şey geleceğini eskilerimi getirirdim. " diye gülmeye devam etti.

 

"Sen benimle uğraşacağına çakma sarı saçlarının dip boyası gelmiş onunla uğraş aptal çakma! " Eylül'ün söyledikleri yüzündeki gülümsemeyi öfkeye çevirirken Duygu araya girdi.

 

"Defol git Tuğçe! " diye kızdı. Eylül'ü kolundan çekiştirerek götürdü Duygu.

 

"Bırak şu beyni tek hücreliyi."

 

"Ama baksana şu halime Duygu. Ne yapacağım şimdi ben? " baktığı gömleğiyle dişlerini sıktı Eylül.

 

"Tuğçe yine yaptı yapacağını. " diyen Cihan'dı. Üzerinden çıkardığı kapşonluyu Eylül'e uzattı. "Gömleğini yıka kuruyana kadar da bunu giyersin. " dedi. Eylül minnetle gülümsedi.

 

"Sağ ol. " Eylül'ün Cihan'ın kapşonlusunu almasına Yağız kıskançlık dolu bakışlar atarken, diğer tarafta aynı bakışlarla Kaan bakıyordu. Tüm uğraşı Eylül'e olan sevgisindendi. Hattâ tüm okula kafa tutacak kadar çok âşıktı. Ama Eylül'ü o kadar çok sinirlendiriyordu ki Eylül o büyük sevgisini hiç fark edememişti.

 

Ders zili çalarken Eylül oturduğu sırasında kitabının içinde ucu görünen kağıtla kitabı açtı. Küçük kağıtta, "Okul çıkışı biraz konuşabilir miyiz? " yazıyordu. Bakışları etrafı tararken beklentiyle bakan Yağız'a takıldı gözleri. O güzel gülüşü Yağız için evet demekti. Eylül gülümseyerek önüne döndü.

 

Diğer taraftan Eylül'ün amcası babasını Eylül'ü vermeye ikna etmeye çalışıyordu. Durmadan abisine yalvarıyordu.

 

"Abi başka çaremiz yok! "

 

"Olmaz! Ben Eylül'ü nasıl verebilirim, kafayı mı yedin sen? Eylül daha on altı yaşında. "

 

"Abi kan davası çıkacak. Hakan'ın yaptığı her zaman yaptığı şeylerden değil bu kez! Ortağının beş gün sonra evleneceği kadını kaçırdı. Hülya nişanlı, ailemizde evlenebilecek başka kız yok. Dayısı Hakan'ı son anda kurtarmış, Hakan'ın halini de gördün. "

 

"Başka bir yol olmalı! Canımın Tanesi'ni Hakan'ın yediği haltlara kurban veremem. Bir kere daha olmaz! Necla'mı ben yokken kurban ettiniz ama Eylül'ümü vermem, veremem, olmaz... " Canımın Tanesi diye seviyordu Eylül'ü. Sebebi kızının ona olan fazlaca düşkünlüğüydü. Büyük oğlunun kavgada bıçakladığı adamın ölmesinden sonra büyük kızını o şehir dışındayken kan karşılığı verilmesine engel olamamıştı. Yetişememişti o gün kızına. Aradan on üç yıl geçmesine rağmen kızı babasını silmiş, bir daha onunla hiç konuşmamıştı. Bir kere daha kader onun için tekerrür ediyordu. Ne kadar direnirse dirensin kurtulamayacağını içten içe biliyordu.

 

"Keşke başka bir yol olsa ama yok! Ben çok mu memnunum reşit olmayan yeğenimi ondan on yaş büyük bir adama vermeye? Ama yok! Başka çaremiz yok! Adamlar kan görmüş, kan dökmüş, düşman olmaktan, düşmanlık yapmaktan çekinmeyen insanlar. Gözümle gördüm, büyük dayısı merhamet etmek nedir bilmeyen bir adam. Vallahi de, billahi de zerre kadar acımazlar büyükten küçüğe hiçbirimize. Karşımızda alelade insanlar yok. Biz onların karşılarında duramayız. "

 

"Ben gerekirse ölürüm ama Canımın Tanesi'ni vermem... Küçüğümü vermem Arif, olmaz! "

 

"Abim! Gözünü seveyim bak mecburuz. Senin ya da benim ölmemele bitecekse ölelim bitsin ama yok, bitmeyecek. Vallahi de billahi de canımdan yana korkum yok, bir kuru canım var bin kere feda olsun. Ailemizin her ferdi ömrünün sonuna kadar bitmek nedir bilmeyen bir cehennemle yaşayacak. Büyük, küçük onlarca kurban vereceğiz belkide bu cehenneme. Ya ölmek ya da öldürmek zorunda kalacağız hep. Hep bununla ve bundan kaçarak yaşamaya çalışacağız nefes aldığımız sürece. Yapacak bir şeyimiz yok, karar böyle verildi bizde uymak zorundayız.

 

Mahçup ve suçlu olan taraf biziz. Oğlunun yediği pisliği başka türlü temizleyemiyoruz çünkü. Ya ortağının nişanlısını kaçırdı! Bundan daha şerefsizce bir şey olabilir mi? Ama maalesef bunu yapan taraf biziz! Bize kesilen cezaya da razı gelmek zorundayız. Hakan bu bo..u yemeseydi bugün adamların düğünü vardı. Adam dün İstanbul'a gelmiş, dayısı durmadan arıyor 'Kendi isteğinizle verirseniz mesele kapanır, yok eğer biz alırsak mesele büyür ne yaparsanız eksik kalır kapanmaz ' diye tehdit ediyor. Biz versekte, vermesekte Eylül'ü öyle yada böyle alacaklar. Eğer biz bugün buna razı gelmezsek altından çıkamayacağımız şeylerin altında ezileceğiz.

 

Kabul et abi bu kez yapacak bir şeyimiz yok verilen hükme uymaktan başka " diyerek oğluna seslendi. "Levent, git okuldan Eylül'ü al gel. Adamlar bizi bekliyor. "

 

"Peki baba. " diyerek Levent çıkarken Arif abisine döndü. "Abi seninde bu kağıtları imzalaman gerekiyor. Eylül'ün evleneceğine rızan olduğunu beyan etmen gerekiyor. " diyerek kalem, kağıdı önüne koydu. Eylül'ün babası ne yapacağını bilemeden çaresizce baktı önündekilere. Başka çaresi olmadığınıda biliyordu. Ama ağır geliyordu kızını kurban etmek, hemde kaldıramayacağı kadar ağırdı.

 

"Hadi abi, bekledikçe daha da zorlaşacak. Bitir, ömrümüzün sonuna kadar yanacağımız ateşi kaldırayım gözümüzün önünden, azabımızı hafifletmeyecek ama belki daha az acıtır. " dedi. Abisi titreyen eliyle kalemi alarak gözyaşlarıyla baktı önündeki kağıda. Her ne kadar istemesede mecburdu. Titreyen eliyle imzaladı kağıdı. Elindeki kalem düşerken iki elini yüzüne kapatarak ağladı. Kardeşi sıktığı dişleriyle aldığı kağıdı ceketinin iç cebine koydu.

 

Altıncı ders sınıfın kapısı tıklanırken içeri Eylül'ün kuzeni girdi. "Hocam Eylül'ü almaya geldim. Müsadeniz olursa. " dedi elindeki müdürden aldığı izin kağıdını göstererek. Eylül şaşkınlıkla bakarken birazda korkuyordu. Öğretmen izin verirken Eylül eşyalarını toparladı. Sınıftan kuzeni ile çıkarken,

 

"Abi kötü bir şey mi oldu? " diye sordu.

 

"Bir şey sorma yürü." dedi kuzeni hızı hızlı yürüyerek.

 

Başına geleceklerden habersiz ne olduğunu ısrarla sordu. Kuzeni cevap vermeden arabayı eve kadar son sürat sürdü. Eylül arabadan fırladığı gibi eve doğru koştu. Kuzeni bir şey söylemediği için kafayı yemek üzereydi. Annesi veya babasına bir şey olmasından deli gibi korkuyordu. Eylül içeri girdiği gibi ağlayan annesiyle karşılaşırken, annesi kızının yüzüne bakamıyordu. Eylül,

 

"Anne...? Ne oldu? Babam nerde? " diye sordu korkuyla. Annesinin verecek bir cevabı yoktu. Yüzünü yerden kaldırmadan ağlamaya devam etti.

 

Levent,

 

"Amcam ile babam çalışma odasında, seni bekliyorlar. " Eylül hızla tırmandı merdivenleri. Ulaştığı odada babası elleri ceplerinde camdan dışarıyı izliyordu kaskatı kesilmiş bir hâlde. O gergin hava ruhunu daraltıyordu Eylül'ün.

 

"Baba? " dedi korkuyla. Annesi durmadan ağlıyordu ve babası sağ salim karşısındaydı, peki sorun neydi o zaman? Babası kızına dönemiyordu yüzünü. Nasıl anlatabilirdi ki acısını, çaresizliğini.

 

Amcası,

 

"Gel otur şöyle. " diyerek Eylül'ün omuzuna elini koyarak oturttu sandalyeye. Karşısına geçerek, "Kızım, " dedi derin bir nefes alarak. "Asla kabul etmeyeceğimiz şeylere mecbur kaldık. Abin olmayacak bir iş etti. Adamlar haklı olarak elimizi kolumuzu bağladılar. Yapacak bir şeyimiz kalmadı maalesef onların istediklerini yapmaktan başka. " Eylül anlamaya çalıştıkça dahada sarpa sarıyordu düşünceleri. Merakla amcasının konuşmasını ve durumu açıklamasını bekledi bir parça gözlerinde korkuyla. " Hakan bir kız kaçırdı ama o kız nişanlıydı. Aynı zamanda ortağının nişanlısıydı. Şimdi nişanlısı ve ailesi karşılık olarak bizden kız istiyorlar. Ailemizde evlenebilecek senden başka kız yok. "

 

"Anlamadım? " Bir kaç kez üst üste gözlerini kırpıştırarak amcasına baktı. Algılayamıyordu beyni amcasının söylediklerini.

 

"Yapacak hiçbir şeyimiz kalmadı Eylül. Çok uğraştık böyle olmaması için ama tüm çarelerimizi kestiler. Mecburuz kızım. "

 

" Ne diyorsun amca sen? Ne evlenmesi? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? "

 

" Kabullenmek ağır geliyor biliyorum ama olan bu. Elimizden hiçbir şey gelmiyor maalesef. Bugün eğer bu olmaz ise tüm yarınlarımız bitmek bilmez bir cehenneme dönecek. Ölmek ve öldürmek üzere bitmek bilmez bir kısır döngüye girecek doğan her gün. " Eylül korku ve umutla babasına döndü.

 

"Baba, baba amcam ne diyor böyle? " diye sordu sesi titrerken. Babası kızının o korkmuş titrek sesiyle yutkunarak sıktığı dişleri arasından onu boğan kesik bir nefes aldı.

 

"Doğru... " diyebildi ancak. Kızına dönse, yüzüne baksa biliyordu ki yapamazdı. Amcası dolu gözlerle baktı yeğenine.

 

"Keşke başka bir yol olsaydı ama yok. Bize kesilen diyet bu. " Eylül diktiği gözleriyle babasına bakmaya devam ederken,

 

"Sizde beni kurban seçtiğiniz öyle mi? " Hâlâ babasına bakmaya devam ediyordu.

 

"Seni biz değil kader seçti kızım. " amcası dolu gözleriyle ayaklandı. Eylül bir umut cılız sesiyle,

 

"Baba bir şey yapmayacak mısın? " diye sordu. Babası bir taraftan gözyaşı döküyor bir taraftan da çaresizliğinde boğuluyordu. Konuşabilmek için sıktığı dişleriyle yutkundu ilk.

 

"Yapacak bir şeyimiz kalmadı kızım. " sarf ettiği her bir kelime birer kurşun gibi yüreğine saplandı. O an orda ölmek istedi. Yüzüne bakamadığı kızına sırtı dönük ağlamaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Eylül öylece baka kaldı yüzüne bakmayan babasına. Her bir kelime acı bir ölüm olarak gözlerinden damladı. Bütün dünyayı bir uğultu sarmıştı sanki. Amcasının sesi uğultulu bir şekilde ulaşıyordu kulaklarına. Bir ağırlık çöktü yüreğine. Görünmez bir el boğazını sıkıyordu sanki. Boğazına oturan yumru ne aşağı iniyordu ne de çıkmak biliyordu. Boğulacak gibiydi, yutkundu hemde defalarca ama çare etmedi. Babasının kelimeleri adeta fırtınalar estirmişti ruhunda. Öylece kaldı. Bakışlarını dâhi indiremedi. Dakikalarca büyük bir hayal kırıklığıyla baktı sırtı dönük babasına. Dönüp, 'Seni göndermeyeceğim' demesini bekledi. Beklentileri amcasının kolundan tutmasıyla yerini derin bir acıya bıraktı.

 

"Hadi kızım, üzerini değiştir çıkmamız lazım. Ablan eşyalarını topladı, başka yanına almak istediğin bir şey varsa al gidelim. "

 

"Amca... " dedi Eylül itiraz edercesine. Amcası dolu gözlerle, "Hadi kızım. " diyerek oturduğu sandalyeden kaldırdı Eylül'ü. "Diretmenin ne sana faydası var ne de bize. Koca bir ateşte yanıyoruz zaten, daha da harlama kurban olayım. " Eylül'ün bakışları bir kere daha babasına kaydı. Elleri ceplerinde öylece dikiliyordu. Amcası onu kapıya doğru sürüklerken defalarca kez dönüp babasına baktı. Amcası Eylül'ü odadan çıkararak kapıyı kapatmasıyla babası iki elini önünde dikildiği cama yaslayarak sesli bir şekilde ağlamaya başladı.

 

"Al Allah'ım canımı kaldıramıyorum. " diye feryad etti.

 

Eylül uğradığı hayal kırıklığıyla amcasının arkasından yürüdü. Odasına girdiğinde ablası bavulunu hazırlamıştı.

 

"Hadi kızım üzerini değiştir. " diyerek odadan çıktı amcası. Eylül ablasına gözlerini dikti.

 

"Sen biliyordun... ama bana söylemedin... " dedi bir yıkım daha yaşarken. Ablası tek kelime etmeden başını önüne eğerek elindeki Eylül'ün kıyafetlerini yatağının üzerine bıraktı. "Bunu hiç unutmayacağım abla... Hiç! " Gözyaşları damla damla aktı. Bugün uğradığı hayal kırıklığının, yaşadığı acının haddi hesabı yoktu. Tüm sevdikleri teker teker düşmüş, dökülmüştü gözlerinden. Ne kadar da ağırdı hissettiği acı. Beynini yakıyordu adeta. İnanamıyordu şu başına gelenlere. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu bile. Bir kere karşılaşıp Duygu'nun uzun boyundan dolayı "Yel değirmeni" benzetmesi yaptığı o adamla evlenmek zorunda olduğunu kabullenemiyordu. Bir şey yapmalıydı. Kendini kurtarmalıydı.

 

O sırada odasının kapısı açıldı. Annesi ağlamaktan perişan olmuş bir hâlde içeri girdi. Kızına sarılarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Eylül hiçbir tepki vermiyor, sadece gözyaşları durmaksızın akıyordu.

 

"Mavişim... " dedi annesi saçlarını okşayarak. Annesi ağlaya ağlaya kızının üzerindeki kıyafetleri çıkardı. Eylül itiraz etmeden annesinin üzerindeki kıyafetleri çıkarmasına izin verdi. Annesi aldığı kıyafetleri tek tek elleriyle giydirdi. Kızının ellerinden tutarak,

 

" Eylül'üm. " dedi yutkunarak. "Mavi dalgalar misali hırçın Eylül'üm. Şu hayatta her şey insan içindir kızım. Hayatın ne getireceği, zamanın neler sakladığını bilemeyiz ama o dik başın hep dik olsun, kimsenin önünde eğme sakın. Gideceğin o yabancı yerlerde kendine mukayyet ol. Yemene, içmene, üstüne, başına dikkat et, hastalanma. Sen hastalanınca bir türlü iyileşmek bilmezsin. "

 

" Bu mu anne...? Bu kadar mı, bu mu söyleyeceklerin? "

 

"Elimden başka bir şey gelmiyor kızım. "

 

"Ablamın sizi neden sildiğini o kadar iyi anlıyorum ki şu an. Aynısını bende yapacağım. " hayal kırıklığı ve hüznü sesine yansıyor, sesini titretiyordu. O sırada odanın kapısı tıkırtatılıp açıldı. Amcası kapıdan "Hadi kızım hazırsan çıkalım. " dedi. Oldukça acele ediyordu. Abisi her an vazgeçebilirdi. Levent, Eylül'ün valizini alarak aşağı inerken amcası Eylül'ü alarak aşağı indi. Eylül çaresizce baktı arkasına. Hâlâ umudu babasıydı. Ama babası ortalıkta yoktu. Amcası arabanın kapısını açarak Eylül'ü bindirdi. Kapıyı kapatmasıyla Eylül'ün umutları son bahar yaprakları gibi tek tek döküldü. Annesi olabilecek en büyük çaresizlikle arkasından ağlarken arabanın hareket etmesiyle yere yığılıp ağlamaya devam etti. İkinci kez aynı acı ve çaresizlikle evladının arkasından ağlıyordu. Arabanın gözden kaybolmasıyla hırsla ayağa kalkarak merdivenlerden yukarı çıktı. Çalışma odasına kapanan kocasına bir çift lafı vardı. Odanın kapısını bir hışımla açarak, çaresizce yere oturan kocasına dikti gözlerini.

 

"İlk göz ağrımı kurban ettiğin yetmezmiş gibi bugünde küçüğümü kurban ettin Emin Bey. Sen oğullarına kızlarını kurban eden adamsın! Eylül'üm de sildi bizi gözün aydın. " dedi ağlayışları arasında.

Kocası tek kelime etmeden oturduğu yerde ağlamaya devam etti.

 

Loading...
0%