@eelliiffiippeekk
|
Galip hızlı bir şekilde ayaklandı oturduğu yerden. Nereye gittiyse Eylül'ü bulması gerekiyordu. Hızlı adımlarla içeri koştu. O tanımadığı kadın üzerini giymiş çıkmaya hazırlanıyordu gerçeği söyleme zahmetinde bulunmadan.
"Dün gece anlaştığımız parayı cüzdanından aldım " diyerek çantasını alıp çıkıp gitti. Galip sıktığı dişleriyle gözlerini sımsıkı kapattı. İki eliyle yüzünü sıvazlayıp ellerini saçlarının içinden geçirdi. İki eli ensesinde fısıldadı.
"Ben nasıl yaparım bunu, nasıl?! " dolu gözlerini açarak yutkundu. Soluduğu nefeste boğulurken olabilecek en hızlı şekilde üzerini düzgün giyerek evden çıktı. Arabasına binerek çalıştırdı. Hızlı hereket eden arabayla yol boyu gözü Eylül'ü ararken çaresizliği dizboyuydu. Aklını kaçıracaktı, gitmişti sevdası haklı olarak. Çırpınışları içler acısıydı.
Ne haldeydi şimdi? O kırık, yıkılmış bakışları gözlerinin içinden bir an olsun kaybolmuyordu. Kendi çaresiz yıkılışına eş Eylül'ünün de yıkılmışlığı üzerine yağıyordu.
Peki şimdi ne olacaktı?
Bunu düşünmeye gücü yetmiyordu. Aklı kaldırmazdı, yüreği dayanmazdı. Her bir hücresine kadar, iliği, kemiğine kadar dayanılmaz bir sızıyla yanıp dökülüyordu. Sık sık buğulanan görüş açısını kırpıştırdığı gözleriyle netleştirirken, bir çocuk gibi ağladığının farkında bile değildi. Yüreği sıkışıyordu. Bir saniye dahi düşünmeden saçının teline canını vereceği Eylül'üne ihanet etmiş olmak, her saniye acımasız bir işkence ile öldürüyordu onu.
"Eylül... " diye fısıldadı çaresizce. Olabilecek en hızlı şekilde gözleri taradığı kaldırımlarda Eylül'ü bulamıyordu. Gözünden damlayan yaşı elinin tersiyle silerek, "Nerdesin Göğümün Mavisi... nerdesin...? " dedi yalvarırcasına. Suyu kesilmiş balıkları andırıyordu çırpınışları, çaresizliği ile soluduğu her nefeste boğuluyordu.
Ah yürek yangını sen ne zalimdin öyle...
Galip aklına gelen ilk şey olarak annesine gidebileceğini düşündü. Uçarcasına sürdüğü arabayla deli gibi bahçeye girdi. Arkasında açık bıraktığı arabanın kapısıyla koştu. Dayandığı kapıyı yumruklamaya başladı. Aslı kapıyı açarken abisinin dağılmış perişan haline kocaman açılan gözlerle baktı.
"Abi, bu ne hal?! " demişti ki Galip lafını keserek, "Eylül buraya mı geldi? " diye sordu. O sırada kapıya gelen Candan'ın gözleri endişeyle oğlunun üzerinde gezindi.
"Ne demek Eylül buraya mı geldi, bu halin ne senin? Galip ne oldu? Eylül nerde?! " annesinin üstüste sorularıyla Galip tüm dünya başına yıkılmış bir şekilde tuttuğu nefesini bıraktı, bir basamak gerileyip olduğu yere çöktü. Bacakları taşımıyordu onu. Bir anda inme inmiş gibi, nefesi kesildi. Sol göğsüne bıçak saplanmış gibi nefes alamıyordu. Canının acısıyla dolan gözlerinden akan yaşlarla başını iki eli arasına aldı.
"Oğlum! " dedi annesi endişeyle yanına otururken, en son onu yedi yaşında ağlarken görmüştü. "Ne oldu? "
"Anne ben... " diyebildi ancak. Nefesi kesildi, sesi kısıldı, nasıl söyleyebilirdi? Nasıl dökebilirdi kelimelere, her şeyi darmadağın ettiğini, nasıl anlatabilirdi?
"Eylül gitti..." dedi bir çocuk gibi. Sesinde çaresiz, bir yalvarış vardı.
"Nereye gitti? "
"Bilmiyorum... " çaresiz bakışları yeri bulurken başını iki eli arasına alarak durmuş aklıyla Eylül'ün nereye gitmiş olabileceğini düşünmeye çalışıyordu. Annesinin yaşlı gözleri endişeyle Aslı'ya dönerken Aslı endişeyle,
"Nereye gider hamile haliyle anne? " dedi kapıya tutunarak. Galip'in bakışları ışık hızında kardeşine dönerken, doğru mu duyduğunu teyit etmeye çalışıyordu. Aslı endişeyle ona bakarken, "Hamile haliyle? " diye sordu korkak kelimelerle. Dalga dalga gelen yıkım ruhuna yayılırken çaresiz bakışları annesini buldu. Annesinin bakışları duyduğunu doğruluyordu. Başını hafif yana doğru eğip sıktığı dişleriyle gözlerini kapattı.
"Allah beni kahretsin! " diye söylendi. En çok sevineceği şey şu an canını en çok yakıyordu.
Daha ne kadar yıkılabilirdi?
Daha büyük bir çaresizlik var mıydı?
Hâlâ aklını kaçırmamış olması mucizeydi.
Hızla yerinden kalkarak koştu arabasına. Annesi endişeyle arkasından koşarken yetişemediği oğlu arabaya binerek kontrolsüzce sürdüğü arabayla oradan ayrıldı.
"Aslı çabuk babanı ara abin kendinde değil, kendine zarar verecek! " Candan ağlayarak merdivenin basamağına oturdu. "Nerye gider bu kız hamile haliyle, Allah'ım sen koru! " diye fısıldadı endişeyle. Aslı koşup babasını ararken; Galip, Eylül'ün gidebileceği her yere bakıyordu.
Restoran, arkadaşları, oteller, otogar, hatta bebeği aldırma ihtimali ile hastanelere kadar bakmadık yer bırakmadı. Sanki yer yarılmıştı da sevdasını yutmuştu. Yoktu, hiçbir yerde yoktu. Saatler gece yarısını geçmesine rağmen Galip hâlâ sokak sokak Eylül'ü arıyordu. Eskişehir'in her sokağına bakmıştı. Tüm gün ailesinden kimse ne ona, ne de Eylül'e ulaşamamıştı. Eylül'ün telefonu kapalıyken Galip'te telefonunu evden çıkarken almamıştı, aklına bile gelmemişti o an.
Yana yakıla aradığı Eylül'den hiçbir iz bulamazken döndüğü evin bahçesinde arabada bekledi bir süre. Gözleri sallanan banka daldı. Eylül'ün en çok sevdiği yerdi orası. Orada oturup kitap okuyuşu canlandı gözlerinde, kendini kaptırıp saatlerce oradan kalkmayışı. Gözyaşlarını avuçlarına silerek derince aldığı nefeslerle arabadan indi.
Girdiği evin karanlığında ilerledi. Çökercesine oturdu koltuğa. Bu ev artık o bir an önce gitmek için çabaladığı, işlerini yarım bırakıp koştuğu ev değildi. Her şeyiyle yabancıydı şimdi. Acı verici, nefes kesici, her bir şeyiyle parça parça döküyordu varını yoğunu.
Zigonun üzerindeki telefonu çalmaya başlayınca gözleri halsizce oraya döndü. Biliyordu ki Eylül asla aramazdı. Ekrandaki isim Aslı'ydı. Halsizce elini uzatıp aldı telefonu. Açıp kulağına koydu.
"Abi! " dedi Aslı'nın endişeli sesi.
"Eylül'den bir haber aldınız mı? " diye sordu sesi düğümlenirken. Hiç umudu yoktu ama yinede bir ihtimal belki bir haber ulaşmıştır diye soruyordu.
"Hayır, sen iyi misin? Nerdesin? Yanına geleyim ben "
"Gerek yok " dedi fısıldar gibi. Kapattığı telefonun ekranındaki Eylül'ün dün attığı mesajlara baktı, cevapsız onlarca aramalarına.
Göğümün Mavisi kayıtlı numarasına tıkladı ulaşamayacağını bile bile. Kapalıydı. Zoraki yutkunurken gözünden bir yaş damladı. Acısının bir tarifi yoktu. Çaresizliğini tarif edecek bir kelime yoktu. Her şey bitmişti, hayat namına ne varsa yerle birdi şimdi. Eylül yoktu. Kim bilir nerde, ne haldeydi. Bunların hepsine sebep olması zaten ölümden öteye bir azaptı.
Ruhu sızlar mıydı insanın?
Canı boğazına kadar gelip, orda kalır mıydı?
Dirhem dirhem dökülür müydü her şeyiyle?
Acısı varlığına galabe çalar mıydı insanın?
O koca adam, küçük savunmasız bir çocuk gibi çırpınıyordu. Çırpındıkça batıyordu, batdıkça da can çekişe çekişe boğuluyordu. En acı olanda onun ölümünün bir sonu yoktu bundan sonra.
Yanı üzere uzanıp birleştirdiği ellerini kendine doğru çektiği dizlerinin arasına aldı. En çok ihtiyacı olan şeyi yaptı. Yüzünü başının altındaki koltuk minderine gömerek bağıra çağıra ağladı, tüm gücü tükenene kadar. Hayatının en büyük yıkımını, en büyük kaybını, en büyük acısını, en büyük çaresizliğini yaşıyordu. Hiçbir şeyin çare bulamayacağı derdi onu tükete tükete gecenin karanlığına gömdü.
Galip olduğu koltukta sıçrayarak uyanırken, "Eylül! " diye sayıkladı ilk. Yaşanılanlar benliğine veba gibi üşüşürken her şeyin bir kabus olmasını diledi. O hayal bile olamayacak kadar uzak olan ihtimali bir kenara bırakarak hızla aldığı telefonla Eylül'ü aradı, telefonu hâlâ kapalıydı. İki eliyle yüzünü sıvazlayıp hızla ayaklandı. Yaşanılanları değiştiremezdi ama Eylül'ü bulmalıydı. Öfkesini, hırsını, acısını ondan çıkarsın ama nerde olduğunu bulsun istiyordu
Bu kez aklındaki yere kesin gözüyle bakıyordu. Eylül, Duygu'ya gitmişti kesin, onun düşüncesi oydu. Hemen İstanbul'a gitmeliydi. Ayaklandığı sırada yerdeki yüzük ile kolye takıldı gözüne. Eylül aralarındaki bağın ilkini koparıp arkasında bırakmıştı. Yerden aldıklarına bakarak dolan gözleriyle dişlerini sıktı. Aldığı nefes boğazına takılırken elindekileri avcunda sıkarak evden çıktı. Bindiği arabanın yönünü havaalanına çevirdi.
İstanbul'a uçak bulamazken arabayla yola koyuldu. Hız sınırının çok üzerinde bir hızla sürdüğü araba saatler sonra İstanbul'a vardı. Hiç bitmeyecekmiş gibi azaba dönen yol nihayet son buluyordu. Vakit kaybetmeden soluğu Duygu'nun evinin önünde aldı. Dayandığı kapıyı üstüste defalarca çaldı.
Kapının alacaklı gibi çalınmasından endişelenen Duygu koşar adım kapıyı açtı. Karşısında gördüğü Galip ile şaşırırken duyduğu soruyla daha da şaşırıp cevap bile veremedi.
"Eylül burda mı? " Galip bir cevap beklerken Duygu, "Ne? " diyebildi ancak. Tepkileri Eylül'den çok haberdar gibi görünmüyordu. Beklentiyle bakan Galip ile kendini toparlayıp,
"Ne demek Eylül burda mı? Ne oldu Eylül'e? " diye sordu. Duygu'nun haberinin olmaması bir kere daha koca dünyayı başına yıkarken, " Burda değil mi? " dedi sesindeki hayal kırıklığı ile.
"Burda olsa neden sorayım! Ne oldu Eylül'e? " Duygu'nun endişesi her saniye biraz daha büyürken Galip cevap vermeden sırtını dönüp yürümeye başladı. Duygu endişeyle yetiştiği Galip'i kolundan tutup durdurdu. Önüne geçerek, "Bana ne olduğunu anlatmadan hiçbir yere gidemezsin! Neden Eylül yok, neden onu arıyorsun? Başına bir şey mi geldi? " dedi. Galip'in acı çektiği her halinden belli oluyordu. Duygu çok iyi şeyler olmadığını anlayabiliyordu, ama Galip'in ağzını bıçak açmıyordu.
"Konuşsana be adam dilini mi yuttun!!! " Duygu'nun endişeyle bağırıp sorduğuna Galip canının acısıyla başını iki yana salladı. Duygu öfkeyle kolundan tuttuğu Galip'i bahçedeki oturma alanına doğru çekiştirdi. "Bana ne olduğunu anlatmadan gidemezsin! " Galip çok itiraz etmeden yürüdü. O yerden kalkmayan bakışlarıyla oturdu. Duygu hemen karşısında yerini aldı.
"Ne oluğunu artık anlatacak mısın? " Duygu'nun korkuyla sorduğu soru ile Galip nereden başlayacağını bilemedi.
"Dün sabah... " dedi gözlerini kapatarak. Sıktığı dişleriyle yutkundu. "Gözümü açtığımda Eylül odanın kapısında hayal kırıklığı ile bana bakıyordu. Ne olduğunu bilmiyorum, hiçbir şey hatırlamıyorum ama yatağımda yabancı bir kadın vardı "
"Ne?! Allah seni kahretsin sen Eylül'ü aldattın mı?! "
"Ben Eylül'ü aldatmam! Beni binlerce parçaya ayırsalar ölüm bile ona ihanet etmez ki kaldı dirim! Ama o kadın neden yanımdaydı bilmiyorum... Ne yaşandı hatırlamıyorum... Eylül'ü bulamıyorum, nerde ne halde bilmiyorum. Üstelik " dedi cümlesi yarım kalırken. Duygu korkuyla bakarken, "Üstelik ne? " diye sordu.
"Hamile... "
Duygu tuttuğu nefesini usulca verdi omuzları düşerken.
"Sana söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum! Allah senin belanı versin! Sen nasıl yaparsın ya böyle bir şeyi? " dedi öfkeden deliye dönmüş bir şekilde.
"Bilerek yapmadım! "
"Birde bilerek yapsaydın! "
"Duygu bana yardım et Eylül'ü bulmam lâzım! "
"Bulamazsın! Eylül gittiyse bulamzsın! "
"Sana yalvarıyorum, düşün! Bak benim aklım durdu ben düşünemiyorum, nereye gidebilir, nereye gitmiş olabilir "
"Annesine gitmiş olabilir mi? " diye sordu Duygu. Galip başını bilmiyorum dercesine salladı.
"Bilmiyorum. "
"Leyla Teyze'yi arayayım ben, belki ordadır " dedi Duygu koşarak içeri telefonunu almaya giderken. Telefonla konuşurken geri geldi. Kapattığı telefonu elinde sıktı, başını iki yana sallayarak,
"Orda değil, nereye gitmiş olabilir başka? " diye söylendi tekrar otururken.
"Sana bile gelmediyse nereye gidebilir, aklıma başka bir yer gelmiyor Duygu! "
"Bilmiyorum! " Duygu düşünceyle bakındı etrafına. "Aklıma başka bir yer gelmiyor. " bir süre ikisi öylece oturdu düşünerek. Galip canı teninden çekilmiş boş bir kabuktan ibaret kalırken Duygu, Eylül'ün nereye gitmiş olabileceğini düşünüyordu.
"Ablasına gitmiş olabilir mi? " dedi umutla. Galip başını iki yana salladı.
"Gidemez pasaportu hâlâ evde "
"Hülya'ya değil, Nejla'ya; Kütahya'da olan. Ailesiyle evlendiğinden beri konuşmuyor "
"Adresini biliyor musun? "
"Evet, daha önce Eylül ile birlikte bir şeyler göndermiştik, gerçi gönderdiklerimizi geri göndermişti ama adresi biliyorum. Bekle! " dedi. Öfkeyle Galip'e ters ters bakarak içeri gitti. Galip sabırsız ve gergin beklerken Duygu kâğıda yazdığı adresle geri gelerek,
"Al! Adres bu! Bir iz bulursan bana da haber ver. Bir şey bulursam seni ararım "
"Tamam " diyerek fırladı Galip. Arabasına binerek hızla yola koyuldu.
Nefes dahi almadan kullandığı araba Kütahya'ya varana kadar durmadı. Elindeki kağıda bakarak devam etti. Önünde durduğu eve baktı. Arabadan inerek tereddütle yürüdü. Eylül burda da değilse düşüncesiyle korkusuyla zile bastı. Titrediğini farkettiği elini yumruk yapıp kapının açılmasını bekledi.
Kapıyı açan kadın Eylül'e olan benzerliğiyle ablası olduğunu ayan ederken, karşısındaki kadın tanımadığı yabancı adama baktı sorgular bir şekilde.
"Buyrun! " dedi. Galip nasıl lafa başlayacağını bilemezken,
"İyi günler " dedi. Derin bir nefes alarak konuştu. "Ben kardeşiniz Eylül'ün eşiyim, iki gündür ondan haber alamıyorum. Eylül burda olabilir mi? "
"Kardeşimi en son dört yaşında gördüm, sokakta karşıma çıksa tanımam, burda da değil "
"Eğer buradaysa lütfen onunla konuşmama izin verin! "
"Üzgünüm ama gerçekten Eylül burda değil. "
"Vaktinizi aldım kusura bakmayın " diyerek hayal kırıklığı ile dönüyordu ki gözüne takılan bukle bukle sarı saçlarla kapanmak üzere olan kapıyı tutup kapanmasına izin vermedi.
Kalbi yerinden çıkacakmış gibi heyecanlanırken, ittiği kapıyı ardına kadar açıp "Eylül! " dedi. Oturduğu masada yemek yiyen kişi duyduğu sesle dönerken Galip şaşırmış ama bir o kadar da hayal kırıklığına uğramıştı. O Eylül değildi ama beş yıl önce amcasının ona teslim ettiği Eylül'ün kopyasıydı. Sanki zaman bir anda geriye dönmüş ve o ana gitmişti. Ayıramadığı gözleriyle bakarken onu kendine getiren sese döndü.
"O benim kızım, Eylül değil! "
Galip yutkunarak bakışlarını indirdi.
"Eylül sandım kusura bakmayın. Kopyası kadar ona benziyor " diyerek hızlı bir şekilde sırtını dönüp yürüdü. Bir an önce oradan uzaklaşmak istedi. O kadar çok canı yanıyordu ki yürümeye zor takat yetiriyordu. Her an kendini düşecek gibi hissediyordu. Ulaştığı arabasının yanında kaldırıma çöküp kaldı daha fazla yürüyemeden. Kulakları uğuldamaya başlarken çatlayacakmış gibi atan kalbinin atışları beyninde yankılanıyordu. Kalbi ağırlaşmış nefes almasına izin vermiyordu. Eylül burda da değildi. Başına bir şey gelme ihtimali en yüksek amperden bir şimşek gibi beynine saplanıyordu. Elleri ayakları uyuşmuş hissedemezken kapattığı gözleriyle o an orda ölmek istedi.
|
0% |