@eelliiffiippeekk
|
Sahi... insan mı zalimdi, hayat mı...?
Eylül, gözlerinin içinden çıkmak bilmeyen o görüntüyle nefesi kesilene kadar koştu. Gözyaşları durmadan akarken tutunduğu incir ağacının altına çöküp kaldı. İki eli karnını buldu. Başını dizlerine yaslayarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. İhtimal dahi vermeyeceği o korkunçluğun başına gelmiş olmasına inanamıyordu. Bir kabus olduğunu düşündüğü her an o görüntü tokat gibi beynine batlıyordu.
Nasıl gerçek olabilirdi bu?
Nasıl?
Bilirdi ki Galip tek saniye düşünmeden onun için ölürdü...
Bu kadar mı bıkmıştı benden, bu kadar mı bıktırdım kendimden diye düşündü. Başka bir kadına gidecek kadar.
Tane tane döküldü hayat gözlerinden, ince ince çekildi ruhu. Yıkık, dökük bir enkazdan ibaret kaldı canında bir filiz tanesi ile. Hayat ile arasında pamuk ipliğine bağlı bir filiz tanesi. Ölümün kıyıları aklının sınırlarına kadar dayanırken vazgeçemeyeceği tek şeydi. Kadın, doğurduğunda değil canına bir filiz tanesi düştüğünde anne olurmuş... daha dün bu vakitler varlığından bile haberdar olmadığı o filiz tanesi şu an onu sonsuza kadar kaybolmak istediği ölümden alıkoyuyordu.
Az sonra omuzuna dokunan elin sahibine çevirdi bakışlarını. Gözlerinde hayatın yükü varmışçasına bakan genç kadın ona tebessüm ederek,
"Belli ki derdin var, ağlama demeyeceğim ama böyle yol ortasında olmaz. Hadi kalk, bak bu bahçeli küçük ev benim; gel bir su iç, elini yüzünü yıka " dedi. Eylül tepkisizce gözyaşlarıyla bakarken kolundan tutan kadın onu ayağa kaldırdı. Koluna girerek evine doğru yürüttü. Evinin bir sokak altında bulunan evin bahçesine kolundaki kadınla birlikte girdi Eylül. Çardağa oturması için yönlendirdi onu ev sahibi. Eylül çökercesine oturdu gözyaşlarıyla. Henüz tanışmadığı kadın içeri gidip bir bardak su ile geri geldi.
"Hadi iç bir yudum " dedi. Eylül titreyen eliyle zoraki bir yudum içebildi. Hemen ardından bir kere daha sarsılmaya başladı omuzları. Hıçkırıkları ardarda koparken tanımadığı o kadın dolu gözleriyle destek olmak için elini elinin üzerine koydu. Bitmek bilmez bir krize dönüştü ağlaması. Dakikalarca boğulacakmış gibi ağladı Eylül. Neredeyse bilincini kaybedecekti artık.
"Gel, elini yüzünü yıkayalım " diyerek Eylül'ü ayağa kaldırdı tanımadığı o kadın. İçeri götürdüğü Eylül'ün yüzünü kendi yıkayarak havluyla kuruladı. Derin iç çekişlere ve kendiliğinden gelen hıçkırıklarla ayakta duramayacak durumda olan Eylül'ü salona götürerek koltuğa oturttu.
"Hastaneye gitmek ister misin? " diye sordu. Eylül başını hızla iki yana salladı. "Biraz uyumak ister misin, sana iyi gelecektir. Benim adım Vuslat, korkma benden sana hiçbir zarar gelmez. Kimim kimsem yok tek başımayım. Yani seni rahatsız edecek kimse yok, gönlün rahat uyuyabilirsin " samimi sözlerine Eylül başını aşağı yukarı sallayarak oturduğu koltuğa uzandı. Fazlasını düşünebilecek durumda değildi zaten, şu an hiçbir şey umurunda da değildi. Vuslat içeri battaniye almaya giderken Eylül'ün elleri tekrar karnını bulmuştu bile. Sımsıkı kapattığı gözleriyle dişlerini sıkıyordu ardarda gelen hıçkırıklarla. O görüntü gözlerinin içinden çıksın bir an önce istiyordu. Zihninin derinliklerinde dönüp duruyor kaybolmak bilmiyordu. Canhıraş bir şekilde savaşıyordu kendiyle. Bir yanı ölmek için yalvarırken diğer yanı canının içindeki cana kıyamıyordu. Üzerine örtülen battaniye ile birkaç dakika sonra bitkin düşen bedeni uykuya esir oldu.
Vuslat, Eylül'ün karnına sarılı ellerinin sebebini anlamış, acı bir tebessümle ona bakarak geçip camın önüne oturdu.
Saatler sonra Eylül gözünü açtığında çoktan ortalık kararmıştı. Camın kenarında oturan yabancı kadınla etrafına bakındı. Ve saniyeler sonra kabusları geri geldi. Eylül'ün uyandığını farkeden Vuslat ona hafif bir tebessümle baktı. Yerinden kalkarak mutfağa gitti. Tepsiye koyduğu bir kase çorbayla döndü. Eylül'ün önüne koyduğu sehpanın üzerine tepsiyi bıraktı. Eylül damlayan gözyaşlarını hızlı bir şekilde silerken Vuslat,
"Hamile halinle aç açına olmaz öyle boğazından bir lokma geçsin " dedi. Eylül tanımadığı bu yardımsever kadının yüzüne acıyla baktı. Nerden biliyordu diye düşündü bir an. Düşen bakışları karnına sarılı ellerini bulurken nerden bildiğini anladı. Yüreğinin sızısı beynini yakarken yeni farkına varıyordu tanımadığı birinin evinde olduğunu, uyuduğunu. Aklı yeni yeni yerine geliyordu.
"Kusura bakmayın size zahmet verdim " diyerek ayaklandı Eylül. Vuslat kolundan tutup oturttu tekrar.
"Bir tabak çorbanın zahmeti olmaz. Önce bir şeyler ye öyle gidersin. Kendin için değil bebeğin için iç çorbanı. Annelerin önceliği her zaman yavrularıdır " dedi gözleri dolarken. "Onu kaybetmek istemezsin değil mi? "
Eylül başını iki yana salladı gözyaşlarıyla. Vuslat aldığı kaseyi kaşıkla birlikte Eylül'ün eline tutuşturdu. Eylül zorla bir kaşık yuttu. Vuslat'ın zorlamasıyla birkaç kaşık daha zorla içti gözyaşları eşliğinde.
"Anlatmak istersen, iyi bir dinleyiciyimdir " dedi Vuslat.
Eylül durmadan ağlamaya devam ederken konuşmadı.
Konuşamadı.
Yutkunabildi ancak. Boğazında ateşten bir yumru vardı sanki, varlığını kül etmek istercesine yanıyordu.
"Nasıl istersen. Bu arada adın ne senin? " diye sordu. Eylül kısılan sesiyle,
"Eylül " dedi.
"Memnun oldum Eylül "
"Yardımlarınız için çok teşekkür ederim, ben artık gideyim " Eylül gözyaşlarını avuçlarına silerek ayaklandı tekrar.
"Gidecek yerin var mı? "
"Bir otel bulurum "
"Gel beni dinle bu gece burda kal. Hem sen hamile halinle otel odalarının o kasvetine maruz kalmazsın, hem de ben yalnız kalmamış olurum. Bir gecede olsa birbirimize destek oluruz olmaz mı? " Vuslat en az Eylül kadar bir çaresizlikle istemişti bunu. Eylül sesindeki acının büyüklüğünü anlarken gerisin geriye oturdu. Acı acıyı bulurmuş ya Eylül de kendi gibi yaralı birine denk gelmişti.
"Teşekkür ederim " dedi Vuslat damlamak üzere olan gözyaşlarını silerek. "Haber vermek istediğin biri var mı? " Eylül başını iki yana salladı. Vuslat geçip camın önüne, ona acı veren bahçayi izlemeye devam ederken Eylül oturduğu koltukta dizlerini kendine çekip kollarını bacaklarına sardı. İkisi benzer acılarla sessiz sessiz gözyaşı döktü saatlerce.
Vuslat nihayet yerinden kalkıp mutfağa gitti. İki bardak süt ısıtıp içine bal koydu. Aldığı bardaklarla Eylül'ün yanına döndü. Bardağı Eylül'e uzatıp,
"Al, biraz güç verir sana. İnsanın ağlamaya bile gücü olmalı değil mi? " dedi yüzünde hafif bir tebessümle. Gözleri, gözlerinin ardından ayan olan yüreği dolu doluydu ama perdelemek için tebessüm ediyordu. Eylül yutkunarak elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Aldığı bardağı elinde sıkmaya başladı.
Biraz sonra Vuslat,
"Sütünü soğutmadan iç bence, soğuyunca içmesi biraz zorlaşıyor sanki " diyerek bir kere daha gözlerini bahçeye dikip sütünü içmeye başladı. "Hayat işte, her şey insan içindir ne yazık ki. Olmuşla ölmüşe çare yok, o yüzden insan arkasına bakmak yerine yürümek zorundadır. Sana bir abla tavsiyesi; arkana bakma, her ne yaşarsan yaşa arkanda bırakmadığın sürece ne geçer, ne de sen sen olabilirsin. Yürümek için tutunacağın bebeğin var, ne kadar şükretsen az. Ağlamak acılarımızı hafifletmez, bizden bir şeyler kopartıp götürür biz farkında olmadan. O yüzden zannederiz ki ağlayınca yüreğimizdeki ateş söner. Ağlamak yerine kendine bir yol çiz, yolunda yürü. Sen kendini yıpratdıkça bebeğin de bundan etkilenecek, onu sakın kaybetme acısı hiçbir şeye benzemiyor. Bildiğin, bilmediğin her acıya rahmet okutur " son cümlesi ile usul usul aktı gözyaşları. Eylül sıktığı dişleriyle gözlerini kapattı. Tek eli yine karnını buldu. Derin bir nefes alarak gözlerini açtı, camın önünde gözyaşlarıyla sütünü içen kadına baktı. Evlât acısı yaşadığı her halinden anlaşılıyordu. Eylül elindeki bardağa baktı. Bebeği için güçlü olmak zorunda olduğunun farkına varıyordu. Soluduğu nefesi acıyla üfledi. Gözyaşları akmaya devam ederken bardaktan bir yudum içti. İkisi çıt çıkarmadan ağlaya ağlaya ellerindeki bardaklardan sütünü içmeye devam ettiler.
Eylül oturduğu koltukta uyuya kalırken Vuslat önünde oturduğu camın kenarında uyuya kalmıştı. Kapının üst üste alacaklı gibi çalmaya başlamasıyla ikisi yerinden sıçrayarak uyandı. Gün yeni doğmuş etraf daha tam aydınlanmamıştı. İkisi birbirine bakındı ilk. Vuslat yerinden kalkarak kapıya yürüdüğü sırada kapıyı yumruklayan kişi,
"Vuslat! " diye seslendi. Vuslat olduğu yere çivilenmiş gibi kalırken yine aynı ses duyuldu. "Vuslat burdasın biliyorum yalvarırım aç kapıyı konuşalım. Bir kere dinle beni ömrüm! Yalvarırım aç kapıyı burdasın biliyorum "
Vuslat gerisin geriye az önce kalktığı yere geri oturdu. Eylül tepkisizce ona baktı. Kapıyı durmadan yumruklayan adam yalvar yakar kapıyı açmasını istiyordu ama o gelip yerine geri oturmuştu. Hiçbir tepki vermeden akan gözyaşlarıyla öylece oturuyordu.
"Neden kapıyı açmıyorsun? " diye sordu Eylül. Vuslat başını iki yana sallayarak, "Açamam... " dedi gözyaşlarıyla. Kapıdaki adam acıyla yalvarıyor, hatta ağlıyordu yalvarırken ama Vuslat kapıyı açmayı düşünmüyordu bile. İkisi sessizce oturmaya devam ederken kapıdaki adam durmadan yalvarmaya devam etti.
Saatlerce sürdü o yalvarışlar ama yinede Vuslat kapıyı açmadı. Oturduğu yerde için için ağladı, o adamın çırpınışlarında, yalvarışlarında boğuldu ama kapıyı açmadı. Eylül bir ara kapıyı açmak istesede Vuslat izin vermedi.
Uzun bir sessizliğin ardından Vuslat saatlerdir oturduğu yerden kalkarak mutfağa gitti. Eylül ruhu, duyguları çekilmiş gibi oturduğu yerde öylece kalmaya devam ediyordu. Onca yalvarışa, çaresiz çırpınışa; çektiği acı ayan beyan ortadayken nasıl bu kadar katı bir şekilde durabiliyordu. Bir an düşündü, Galip olsa o, kapıyı açar mıydı? Yüreği sızım sızım sızlamaya başlarken damlayan gözyaşlarını iki eliyle sildi.
Artık bir şeyler yapması gerekiyordu. Yüreğindeki sızıları dindirmek için yürüyecekti arkasına bakmadan. Geçmişin geride kalması için artık bir şeyler yapması gerekiyordu. Derince soluduğu nefesle ayaklandı. Üzerine örttüğü battaniyeyi katlayarak kenara koydu. Mutfağın kapısında durup kahvaltı hazırlayan Vuslat'a baktı. Ara ara akan gözyaşlarını elbisesinin koluna siliyor, ama yinede işini yapıyordu. Kapıda duran Eylül'ü farkederken,
"Hadi gel otur, çay oldu " dedi.
Eylül,
"Gerçekten sana çok zahmet verdim, hakkını helal et abla. Benim artık gitmem gerek " dedi.
"Asıl ben sana teşekkür ederim, aylar sonra ilk kez yalnız kalmadım. Gitmen gerekiyorsa git ama önce kahvaltı et sonra git. Aylar sonra bende ilk kez yalnız yemek yemiş olurum " demesiyle Eylül'ün gönlü onu geri çevirmeye el vermedi. Başını hafif sallayıp çektiği sandalyeye oturdu. Vuslat çayları doldurup karşısına oturdu.
Eylül,
"Neden kapıyı açmadın? Çok acı çektiğin ortada ama yinede o kapıyı açmadın "
Vuslat, derin bir nefes alarak Eylül'e baktı.
"Açamazdım! Karısına, çocuğuna dönmeyi kabullenmek zorunda "
"Anlatmak istersen bende iyi bir dinleyiciyimdir. İki gündür beni tanımamana rağmen acıma, kederime ortak oldun, anlatmak istersen bende derdine ortak olmak isterim "
"Önce sen anlat sonra ben " diyerek çayından içti Vuslat. Eylül düşürdüğü bakışlarından damlayan yaşları silme ihtiyacı duymadı bu kez.
"Eşimi başka biriyle gördüm... yatakta! " dedi. Hıçkırıklara boğulmamak için üst üste yutkunuyor, dişlerini sıkıyordu. Vuslat, damlayan gözyaşlarını hızla silerek, "Aynı acı yolun yolcusuyuz desene " dedi.
"Sende mi aldatıldın? " diye sordu Eylül gözyaşları dur durak bilmez iken. Vuslat acı dolu bir kahkaha attı.
"Bilmem. Aldatılmış sayılıyor muyum hiç bilmiyorum " dedi kendiyle dalga geçer gibi. Bakışlarını derin bir acı doldururken konuştu tekrar.
"Karnımda bebeğimle gözümü bir silah sesine kapattım, bir bebek sesine zihnim kendine geldiğinde sekiz yıl geçmiş dediler. Kocam benden boşanıp başkasıyla evlenmiş, onun bebeğinin sesi beni yeniden hayatın varlığına döndürdü garip bir şekilde. Kapıyı açamazdım, çünkü karısına, çocuğuna dönmeyi kabullenmek zorunda. Aylardır ondan kaçıyorum "
İkisi gözyaşlarıyla birbirine bakarken Vuslat gülmeye başladı ve gittikçe gülüşleri kahkahalara dönüştü. Az sonra Eylül'de gülmeye başladı. İkisi hem ağlıyor, hem de gülüyorlardı ve o gülme bir krize dönüşmüştü.
Eylül,
"Ağlanacak halimize gülüyoruz ama " dedi. Vuslat durduramadığı gözyaşları ile,
"Benim kapı gibi deli raporum var, kızımı kaybettikten sonra vermişler " dedi.
İkisi bir süre sonra iç çeke çeke ağlamaya başladı. Eylül bakışlarını indirerek gözyaşlarını sildi.
"Ben artık gitsem iyi olacak " dedi. Vuslat hafif başını sallayarak Eylül ile birlikte ayaklandı. Eylül çantasını alarak kapıya çıktı.
"Çok teşekkür ederim, her şey için! " dedi Eylül. Vuslat yine yüzünde aynı acı tebessüm yer edinirken,
"Bebeğin için kendine iyi bak, sen iyiysen o da iyi olacaktır " dedi. Eylül başını hafif sallayarak baktı ona.
"Tekrar teşekkür ederim " dedi minnetle. Derin bir nefes alarak sırtını dönüp yürümeye başladı. Sokağın başına geldiğinde gözleri acıyla evine döndü. Daha iki gün önce orası yuvasıydı ama şimdi acıdan ibaretti. Ellerini karnının üzerinde birleştirdi.
"Biz birbirimize yeteriz, ne kadar zor olursa olsun bu yolu yürüyeceğim, sende dayanağım olacaksın küçüğüm. Sen bana güç vereceksin bende senin için dayanacağım " dedi. Gözleri acıyla bir kere daha evi taradı. Ardından yutkunarak gözyaşlarını sildi. Sırtını dönüp yürümeye başladı.
Yorgun adımları avukatlık bürosu önünde son buldu. Kendini biraz toparlamak için temiz havayı derince soludu. İçeri girerek,
"İyi günler " dedi. Ayağa kalkarak onu karşılayan kadın gülümseyerek, "İyi günler " dedi. Eylül derin bir nefes alarak,
"Ben boşanmak istiyorum " dedi.
"Buyrun " dedi genç kadın. Eylül gösterilen yere oturarak söze başladı.
"Vakit kaybetmeden boşanma davası açmak istiyorum "
"Tabi " diyen avukat ile Eylül gerekli tüm bilgileri vererek boşanma davasını vakit kaybetmeden açtı.
Tüm gün kanalın kenarında oturan Eylül ağlaya ağlaya hayatının bundan sonrası için kararlar aldı. Kendinden bir şeyler kaybede kaybede yeni baştan planladı hayatını. Ne demişti Vuslat, 'Ağlamak yerine kendine bir yol çiz, o yolda yürü arkana bakmadan ' haklıydı aslında. Her şeyden önce düşünmesi gereken bir bebeği vardı artık. Elleri karnının üzerinde hava kararana kadar oturdu.
Erkek olacak demişti anneanne. Bu işi bildiği aşikardı. Ailedeki herkese ne demişse öyle olmuştu. Eylül biliyordu ki bebeği erkek olacaktı. Acaba, babasına çok mu benzer diye geçirdi içinden. Gözleri, gülüşü, yürüyüşü, hoyratlığı, başına buyrukluğu, öfkesi ve daha bir sürü şey sıralandı aklında. Galip her şeyiyle bitmişti gözünde, yerinde derin bir acı ve öfke vardı. Kazıya kazıya sökecekti o acıyı ama önce uzun uzun uyumak istiyordu.
Usulca ayağa kalktı oturduğu yerden. Başının dönmeye başlamasıyla zor ayakta durdu. Kalp atışları beyninde atıyordu sanki, göğüs kafesi çökecekmiş gibi ağırlaşırken bayılmamak için tekrar yere oturdu. Uzun bir çabanın ardından kendini biraz olsun toparlayan Eylül bir şeyler yemek zorunda olduğunun farkındaydı. Bebeği için kan şekerini yükseltecek, tansiyonunu düzeltecek bir şeyler yemeliydi. Her ne kadar canı istemesede bunu yapmaya mecburdu. Kalan son gücünü tüketmemek için ağlamamaya çalıştı. Olağanca yavaş bir şekilde ayağa kalkarak yavaş yavaş yürüdü. Önüne çıkan ilk restorana oturdu. Bir çorba isteyip beklemeye başladı.
Az sonra gelen çorbaya biraz tuz ekleyerek yavaş yavaş içmeye başladı. Sofra kurup başında Galip'i bekleyişleri hatrına düşünce zorla içtiği her kaşık azap oldu. Sahi insanın sevdikleriyle birlikte sofraya oturması ne büyük nimetmiş, bunu şimdi en acı haliyle tecrübe ediyordu. Çorbasını içtikten sonra hesabı ödeyip çıktı.
Kendini daha iyi hissediyordu şimdi. En azından her an bayılacak gibi hissetmiyordu. Sadece uyumak istiyordu. Günlerce uyumak istiyordu hemde. Hiç kimse ona dokunmasın, hiçbir şey sormasın istiyordu. Bir kere daha yaralarını sarmak için içine kapanıyor, kabuğuna çekiliyordu.
Baktığı otele girip,
"Boş odanız var mı? " diye sordu. Resepsiyon görevlisi,
"Evet efendim " diye karşılık verdi. Eylül tuttuğu odaya çıkıp öylece yatağa kıvrıldı. Ayakkabılarını dahi çıkarmadan gözlerini kapattı. O kadar çok canı yanıyordu ki tüm dünya karanlığında boğulsun istiyordu. Tüm dünyasını o karanlığa boğup kayboldu.
Eylül gözlerini açtığında çoktan gece yerini gündüze bırakmış ve dahi saat öğleyi bulmak üzereydi. Acıktığını hissetti ilk, canı feci bir şekilde tarhana çorbası çekiyordu. Öyle ki burnunun direği sızlıyordu. Aşerdiğini farkederken hafif bir tebessümle ellerini karnına sardı.
"Senin canın tarhana çorbası mı çekti? " diye konuştu dolan gözleriyle. Hamileydi, aşeriyordu ama yapayalnızdı. Canının acısı benliğini yıkıp geçerken damlayan gözyaşlarını silerek ayaklandı.
"Kimseye ihtiyacımız yok, biz bize yeteriz! " diyerek yürüyüp odadan çıktı. Kartı resepsiyona bırakıp dışarı çıktı. Dün çorba içtiği otele yakın restorana gitti yine.
İki kase tarhana çorbası içti. Şişmemiş olsa bu kadar üçüncüsünü de isteyecekti. Hayatı boyunca hiç bu kadar güzel gelen, yemesi zevkli bir yemek yememişti. Aşermenin en güzel yanı bu galiba diye düşündü, istediğin şeyi ye ye doyama.
Restorandan ayrıldıktan sonra yeni bir sim kartı aldı, telefonunu açmadan kartı değiştirdi. Ardından da avukatına gitti. İki hafta sonra olacaktı boşanma duruşması.
Duruşma tarihini öğrendikten sonra otele geri döndü Eylül. Kartını aldıktan sonra yukarı çıktı. Asansörden ineceği sırada koridorda gördüğü Galip ile öylece kaldı. |
0% |