@eelliiffiippeekk
|
Eylül arkasına bakmadan yürüdü. Kimseye durmadan adliyeden çıktı. Adliye önündeki taksilerden birine alelacele atlayarak uzaklaştı ordan. Birkaç dakika sonra taksiyi durdurup indi. Derin derin soluduğu nefeslerle dünya etrafında dönüyordu sanki. Gözyaşları durmak bilmezken hıçkırıklara boğuldu. Yerden sürdüğü ayaklarıyla geçip banka oturdu daha fazla ayakta duramazken. Bir parkta oturduğunun farkında bile değildi.
Bir süre sonra hayat bir faili meçhul gibi üzerine yıkılmış Galip yanına oturdu. Eylül geldiğini farketsede başını çevirip bakmadı. Her biri bankın bir köşesinde otururken Eylül sessiz sessiz ağlıyor, Galip ise tükenmişlikle öylece karşıya kaydırıktan gülüşerek kayan çocuklara bakıyordu.
Gün yüzünü çevirene kadar ikisi tek kelime etmeden öylece oturdu. Saatlerin ardından ilk kez bir kıpırtı oldu. Eylül yorgun bedeneiyle ayaklanmaya çalışırken, Galip kısık bir sesle, "Gitme... " dedi. Sesi bile kırık döküktü.
Eylül ıslak bakışlarını ağır ağır ona çevirdi.
"Bana tutunacak bir şey bırakmadın ki... " diye konuştu yorgunca.
"Gidersen yaşayamam...! Gidersen bulamam seni, gökyüzü bile yabancılaşır nefes alamam. Yüzüme bakmanı haketmiyorum ama aynı göğü paylaşalım o bile yeter bana "
"Seninle aynı göğü paylaşamaya bile gücüm yok... " diyen Eylül'e dolu gözlerle baktı Galip. İkisi uzun uzun baktı birbirlerine, her bir damla yaş bir veda oldu. Bin can feda etti ikisi bir kaç dakikaya. Eylül yüreğini ayakları altında ezerek ayaklanırken Galip'in üzerine gök yıkılmıştı bu kez. Bir damla daha son veda olarak damladı gözünden Eylül'ün. Yüreğinin yangınlarını alarak sırtını döndü Eylül. Her adımına bir gözyaşı döktü yana yakıla.
Galip gözlerini ayırmadan baktı arkasından. Yüreğinin fırtınaları kasırgalara dönüşürken ateş yağıyordu üzerine. Eylül'ün her bir damla gözyaşı bir yara açtı ruhuna, her bir adımı sönmek bilmez bir ateşe dönüştü. Elinden hiçbir şey gelemeden gidişini izledi. Acıyordu her bir hücresi, kemikleri sızlıyordu. Gidiyordu Göğümün Mavisi dediği kadın, gitme demeye sebebi yoktu. Sevmek yetmiyordu bugün, saçının tek teline ölmek yetmiyordu şu an. Ondan sonrası yoktu ki...
Kayboldu gözden sevdası, bunca şeyi onlara yapmış olmanın acısı büyüktü. Kaldıramayacağı kadar büyüktü. Gökyüzü bile bugün isyan ediyordu yana yakıla. Yağan yağmur ateş misali her damlada yakıp tüketti onu.
Eylül'ün istikameti havaalanı olurken az sonra kalkacak İstanbul uçağına bilet aldı. Son kez dönüp arkasına baktı. Tüm yaşadıkları tek tek canlandı gözlerinde. Kırık dökük geldiği şehirden paramparça ayrılıyordu. Yutkundu acıyla. Gözyaşları tane tane döküldü bir kere daha. İki elini karnının üzerine koyarak gözlerini kapattı. Göğsünün orta yerine cehennem kurmuşlardı sanki, yangınının bir tarifi yoktu. Kalkacak uçak için son anons yapılırken Eylül diğer yarısını arkasında bırakarak yürüdü. Geçtiği uçakta gözlerini kapatarak uçağın havalanmasını bekledi. Az sonra uçak havalanırken hıçkırıklarla ağlamamak için dişlerini olağanca sıkıyordu.
Tüm yolculuk böyle geçerken Eylül İstanbul'a varana kadar gözlerini açmadı.
Uçaktan inen Eylül taksiyle sahile gitti. Boş bulduğu bir banka oturarak gözlerini denize dikti. Gece yerini yeni güne bırakmaya başlarken, koca İstanbul'un tüm camilerinden sabah ezanı yükseliyordu.
Eylül gözyaşlarıyla gökyüzüne baktı.
"Allah'ım bana dayanma gücü ver kaldıramıyorum bu acıyı " diye dua etti.
Önce martılar ardından insanlar yeni günün koşuşturmasına başladı. Koca İstanbul'un kalabalığına karışan Eylül, nereye gittiğini bilemeden sahil boyu yürümeye başladı.
Birkaç saat sonra nefes almakta güçlük çeken Eylül başının da dönmeye başlamasıyla bir anda karardı dünyası.
Eylül gözünü bir hastane odasında açarken başında endişeli bir halde Duygu bekliyordu.
"Eylül! Nasıl hissediyorsun canım, iyi misin? " diye sordu endişeyle. Eylül boş boş tavana bakmaya devam ederken, eli karnını buldu.
"İyi değilim Duygu, hiç iyi değilim! " dedi. Zoraki doğrularak Duygu'ya baktı. Gözü Duygu'nun arkasında kalan duvardaki saate kayarken gözyaşları da akmaya başladı.
"Dün bu saatlerde boşandık biliyor musun? "
"Biliyorum canım "
"Çok canım yanıyor Duygu! "
"Geçecek, sadece biraz zaman lazım "
"Geçmiyor, geçmeyecek "
"Yapma Eylül, bebeğin için yapma "
"Bana sarılır mısın lütfen? " dedi Eylül. Duygu hemen sıkıca sarıldı ona. Eylül hıçkırıklarla ağlamaya başlarken Duygu da onunla birlikte ağlamaya başladı. İkisi sımsıkı birbirine sarılarak ağladı bir süre.
Duygu,
"Eylül lütfen, sakin olmaya çalış " diyerek gözyaşlarını sildi. "Doktor kan şekerinin çok düşük olduğunu söyledi. Epeydir bir şeyler yememişsin, bu durum bebeği kaybetmene sebep olabilirmiş. Hayat öyle ya da böyle devam etmek zorunda, bir şekilde yaşamana devam etmek zorundasın. Yaşadıklarının ne kadar ağır şeyler olduğunun farkındayım ama bebeğini kaybedersen yaşayamayacağını da bilecek kadar tanıyorum seni "
"Her yanım ayrı acıyor Duygu, her saniye ölüyorum "
"Geçecek, sadece biraz sabretmen lazım "
"Nasıl yapacağım bilmiyorum "
"Yanındayım, bunlarda geçecek "
"Hiç geçmeyecek gibi ağır "
"Küçüğümüzü bir kucağımıza alalım bak bakalım geriye bir şey kalıyor mu? "
Eylül'ün elleri tekrar karnını bulurken,
"O olmasaydı ben çoktan ölmüştüm " dedi.
Duygu hafif bir tebessümle baktı. "Kadın doğum doktoruna da randevu aldım, bir saat sonraya. Şimdi gidip sana yiyecek bir şeyler alıp geleceğim sonra da yukarı çıkar küçüğümüzü durumunu öğreniriz tamam mı? " dedi. Eylül başını hafif sallayarak baktı. Duygu'nun tuttuğu elini minnetle sıktı.
"İyi ki varsın Duygu " dedi.
"Sende iyi ki varsın Sarı ve iyi ki benim arkadaşımsın " diyen Duygu gülümseyerek odadan çıktı. Eylül gözünü cama dikip boş boş bakmaya başlarken damlayan gözyaşlarını iki eliyle sildi.
Duygu Eylül'e yemek aldıktan sonra çalan telefonunu çantasından çıkardı. Arayan Galip'ti. Duygu açtığı telefonu kulağına koydu.
"Ne var?! " dedi öfkeyle. Galip, Duygu'nun tavrına aldırmadan, "Eylül nasıl? " diye sordu. Duygu öfkeyle soluduğu nefesi aynı öfkeyle verdi.
"Bunu soruyor musun gerçekten! Eylül şimdi hastanede! Düşmüş bayılmış sabah! Yoldan geçen insanlar aramış ambulansı! Hastaneden aradıklarında aklım çıktı. Doktor, 'Muhtemelen günlerdir bir şey yememiş ' dedi. Ne fiziksel olarak, ne de ruhsal olarak iyi değil! "
"Ben hemen geliyorum! "
"Sakın! Sakın geleyim deme! Eylül'ü acıtmaktan, incitmekten başka bir şeye yaramaz varlığın o yüzden sakın gelme! "
"O iyi değilken ben burda duramam! "
"Bu senin eserin unuttun mu?! Bak, Eylül'ün seni affetmesi gibi bir şansın yok, lütfen onun iyiliği için ondan uzak dur! Lütfen! Ben ne yapar eder Eylül'ü toparlarım, sakın gelip tekrar tekrar yıkma onu. Eylül'ü ne kadar sevdiğini de biliyorum ve çektiğin acıyı da anlıyorum. Seni arar Eylül'ün, bebeğin durumunu haber veririm sık sık ama sen sakın gelme, lütfen! "
"Bebeğin durumu derken? " bir an kalbi yerinden söküldü sanki. Duygu şaşırmış bir şekilde, "Bebeğin durumunu da merak edersin her halde! Sonuçta senin de çocuğun ya! " dedi. Galip duyduğunun gerçek olmasını tüm kalbiyle isterken,
"Eylül bebeği aldırdığını söylemişti " dedi. Duygu derin bir nefes alarak cevap verdi.
"Bebek hâlâ Eylül'ün karnında ve iyi. Bugün de muayenesi var arar sana durumunu söylerim "
"Tamam " diyen Galip kapattığı telefonu yanına koydu. İç çeker gibi derin bir nefes alarak iki elini yüzüne kapattı. Bebeği hâlâ yaşıyordu. Bakışlarını yukarı kaldırarak şükretti. Ama Eylül ondan bebeğini bile saklayacak, söylemeyecek kadar mı nefret etmişti. Bu çok ağırdı işte. Kendine olan öfkesi bir kere daha zıvanadan çıkarken arabanın anahtarını alarak ayaklandı. Odasından çıkmasıyla annesiyle karşılaştı.
"Sofrayı kurdum hadi gel iki lokma bir şey ye " dedi annesi. Galip başını iki yana sallayarak yürümeye devam ederken annesi kolundan tutup, "Oğlum! " dedi. Galip dönüp annesinin şakağından öptü.
"Benim bir şey yiyecek halim kaldı mı ki " diyerek merdivenleri hızla indi. Çıktığı kapıdaki arabaya binerek ayrıldı ordan.
Günlerdir gitmeye cesaret edemediği evine karşı durdurdu arabayı. Uzun uzun izledi evi uzaktan. Bir süre sonra arabayla bahçeye girdi. Yavaşça arabadan indi, sıktığı dişleriyle yutkundu. Yürüdü içindeki acı ve öfkeyle. Kapıyı açtığında tüm dünya yok olmuştu sanki, bir o kalmış, bir de yüreğindeki sancı. Kapısını kapatmadan girdiği evin girişine dayandı. Gözleri gezindi evin her bir köşesinde. Tek tek canlandı anıları.
Kapıdan girdiğinde mutfaktan çıkıp onu gülümseyerek karşılıyordu Eylül. Onu öpmek için parmak uçlarına yükselmesine rağmen yetişemeyen Eylül için eğiliyordu.
Koltukta okuduğu kitabıyla uyuya kalan bir Eylül vardı. Karşısına geçip uzun uzun izliyordu onu. Ardından kucaklayıp yatağa götürüyordu.
Yemek masasında gülümseyerek onunla konuşuyordu Eylül.
Küskünce büküyordu dudağını Eylül yüzüne bakmadan. Konuşmaya çalıştıkça çocuk gibi omuz silkiyor dinlemiyordu onu. Kaşlarını çatmaya bile kıyamadığı Eylül'ün gönlünü almak için çırpınışlarına gülümsüyordu.
Bilgisayarın başında çalışırken, o çok yakışan lacivert geceliği ile geliyordu Eylül. Dizlerine oturup işlerini bölüyordu. Memnuniyetle yarım bırakıyordu işlerini.
Sessiz sessiz göğsüne yaslanıyor, dakikalar sonra uyuya kalıyordu Eylül.
Evin içinde koşturuyor, gülüşleri yankılanıyordu her bir köşede.
"Seni seviyorum koca adam " diye fısıldıyordu kulağına.
Telefonla konuşurken boynundan öpmeye başlıyordu Eylül. Zor durumda bırakıyordu onu. Zor bitiriyordu konuşmasını, telefonu kapatınca kaçan Eylül'ü kovalıyordu.
Ne güzeldi her bir anısı. Ama şimdi her şey koca bir kabus gibiydi. Sıktığı dişleri arasında yutkundu. Eylül hâlâ burda olabilirdi! Ama o her şeyi darmadağın etmişti. Ailesini, yuvasını, sevdiğini, hayatını paramparça etmişti.
Yatak odasının kapısında hayal kırıklığı ile bakan bir Eylül duruyordu ve yatağında başka bir kadın vardı. Aklını kaçıracak gibi baktı. Yok oldu Eylül. Her bir anısından, her bir hatıradan silindi tek tek. Gülüşleri silindi, kahkahaları silindi bir bir. Sesi, sözleri silindi ardından, her anısında yalnız kaldı şimdi olduğu gibi. Ruhuna kadar sızladı tüm varlığıyla. Gözünden bir damla yaş canı gibi koptu. Eylül olmadan neyin anlamı vardı ki? Hayatın, yaşamanın ne anlamı vardı? Her şey koca bir hiçten ibaret kalıyordu. Vakitten habersiz baktı öylece uzun uzun. Kendine olan öfkesi her saniye dayanılmaz bir hâl alıyordu.
Her şey silindi her bir yerden, sadece yatağındaki o yabancı kadın kaldı. Bir o silinmedi. Bekledi ki o da silinsin ama olmadı. Eylül tüm anılarından silinirken o kadın alıyordu yerini. Daha fazla dayanamadı. Bunu görmeye tahammül edemiyordu. Nefes nefese zor attı kendini dışarı. Mangalı yakmak için kullanılan yağa baktı sıktığı dişleriyle. Bir saniye dahi düşünmeden aldığı yağı evin her bir yerine öfkeyle serpti. Cebinden çıkardığı çakmağı çakıp içine attı.
Karşısına geçip cayır cayır yanan evi izlemeye başladı. Komşular yangını görüp itfaiyeye haber verirken Galip duyduğu itfaiye sirenleri ile ordan ayrıldı.
Dakikalar sonra kendini Eylül'ü en son gördüğü yerde buldu.
Parkta...
Geçip dün oturduğu yere oturdu. Bir an Eylül belirdi sanki aynı yerinde. Ne kadar çok özlemişti onu! Varlığını, gülüşlerini, sesini, gözlerini, saçlarını, o uğruna ölünecek kokusunu. Çaresiz kalıyordu. Çektiği acıya gücü yetmiyordu. Zaman kavramı anlamını yitirmişti onun için. Saatlerce oturdu olduğu yerde. Yağan yağmura aldırış etmeden saatlerce sırılsıklam oldu.
Gece çöktü üzerine tüm karamsarlığıyla. Sırılsıklam ayaklandı nihayet saatler sonra. Eylül yoksa yaşamanın bir anlamı da yoktu. Bu gecenin sabahı olmayacaktı onun için. Ağır suçluluk duygusu tüketiyordu onu her saniye. Arabasına doğru yürüdü ağır ağır. Ulaştığı arabasına binerken kapısını sert bir şekilde çarptı. Eylül'ün bu hareketine kızışları geldi aklına, sesi yankılandı kulaklarında.
"Ya şu kapıyı yavaş kapatmasını bilmiyor musun sen?! "
"Maşallah yine arabayı salladın! "
"En son bu arabanın kapısı seni dava edecek! "
Sıktığı dişleriyle çalıştırdı arabayı. Nereye gittiğini bilemeden gaza yüklendi.
Uzun süren yolculuğu tehlikeli bir hal almıştı artık. Hız ibresi sonu bulmuş bir milim dahi gerilemiyordu. Gözü yolu görmüyordu, zihninde dolanan tek şey Eylül'ün hayal kırıklığı ile bakan gözleri, gidişi, gözyaşlarıydı. O kadar süratliydi ki sanki arabanın tekerlekleri yere değmiyordu.
"Bana tutunacak bir şey bırakmadın ki... "
Aynı şey kulaklarında dolanırken delirecekti artık. En son arabanın hakimiyetini kaybederken toparlamak için tek hamle yapmadı. Ne için yaşayacaktı ki artık, ölmek ne kadar canını yakabilirdi ki? Ölme planlarına dahil olmayan tek şey karşıdan gelen arabaydı. Galip çarpmamak için son anda direksiyonu kırmaya çalışsa da işe yaramamış arabalar çarpışmış ve Galip'in arabası süratinden dolayı bariyerlere savrulmuştu.
Paramparça olan arabada ruhu, yüreği gibi ağır yaralı bir adam kaldı geriye. Gecenin karanlığında nefes almaya dahi takati yokken kaybolmaya başlayan bilinci bir tutan kahve kokusuna muhtaç sırra kadem bastı.
|
0% |