37. Bölüm

36. Bölüm

Mehube Elif İpek
eelliiffiippeekk

Peşinden gelecek bir Galip olmadığından Eylül nerde olduğunu ailesine ve Duygu'ya söylemişti. Aslı'ya kadar ulaşan haber nihayet Galip'e de ulaşmıştı. Galip her telefon hakkında Eylül'ü arıyordu, ama Eylül artık tanıdığı ceza evi numarasına cevap vermiyordu.

 

Günler ardarda gelip geçerken Eylül artık oturup kalkarken bile zorlanacak kadar ağırlaşmıştı. Tam bir yarım dünya olmuştu. Hamileliğinin son günleri olduğu apaçık belliydi. Bugün-yarın doğuracak diye herkes heyecanla bekliyordu.

 

"Eylül, yeter kuzum otur artık biraz! " Nesibe'nin kızmasıyla Eylül gülümsedi. "Tamam abla bitti! Soslar da tamam boşaltıp geleceğim." dedi.

 

"Kızım az laf dinle, ayakta doğuracaksın! Meryem boşaltır sosları sen geç otur! " Meryem henüz on iki yaşında olmasına rağmen genç bir kadından daha hamarat ve becerikliydi. Bazen annesi ile Eylül bile hızına yetişemiyordu.

 

"Sen otur Eylül Abla ben iki dakikada hallederim " diyerek Eylül'ü yemek masasına oturttu Meryem. Eylül derin derin nefesler alarak nefes ihtiyacını karşılamaya çalıştı. İki kişinin nefes ihtiyacını karşılamak kolay değildi.

 

Eylül eline aldığı çıtır mısır ekmeğini dumanı üzerindeki kuymağa batırıp ağzına attı.

 

"Abla çok güzel olmuş ellerine sağlık! " dedi iştahla yemeye devam ederken. Daha üçüncü lokması elindeyken birden bire kasıklarına saplanan ağrıyla, "Ahh! " diye inledi. Anında Nesibe'nin bakışları ona dönerken,

 

"Ne oldu?! " diye sordu endişeyle. İkinci bir ağrı dalgasıyla Eylül'ün elindeki ekmek düşerken iki eli karnını buldu.

 

"Sancı vuruyor... dün geceden beri oluyordu ama şimdi çok canımı acıtıyor... "

 

"Senin dün geceden beri sancın mı var?! "

 

"Çok değildi arada oluyordu, gün sancısı her halde. "

 

" Ne gün sancısı, Hay Allah'ım ya! Kızım bu şimdi mi söylenir Allah aşkına, biz seninle ne konuştuk?! Sancın oldu mu söyleyeceksin demedim mi? "

 

"Doğum mu bu? " Eylül'ün endişeyle sorduğuna Nesibe gülümseyerek cevap verdi.

 

"Tabi ki doğum şapşal! " diyerek Eylül'ün elini tuttu bir abla şevkatiyle. Eylül endişeli bakışlarla baktı yutkunarak. Hemen yanında oturmuş telefonla oynayan oğluna döndü Nesibe.

 

"Hamza, koş oğlum babanı çağır bizi hastaneye götürsün, gelirken de Eylül Abla'n için hazırladığım doğum çantasını da alsın. Hadi fırla! " demesiyle Hamza olduğu yerden ışık hızıyla ayaklandı. Doğum çantası lafını duyan Meryem hızla yanlarına geldi. Kocaman açılmış heyecanlı gözleriyle,

 

"Bebek mi geliyor? " diye sordu.

 

"Geliyor, geliyor! "

 

Eylül endişeyle ellerini karnına koydu.

 

"Annemlere haber vermem lazım, Duygu'ya da. " Eylül'ün sesi endişeden kısılıyordu. Ayan beyan çok korkuyordu. Nesibe gülümseyerek elini sıkıca tuttu.

 

"Korkma kızım, doğum o kadar korkulacak bir şey değil. Sancılar zor doğum değil. Vallaha bak! Ben üç tane doğurdum. " Eylül'ün endişesi bir parça geçsede, hâlâ epey korkuyordu.

 

Eylül ailesi ile Duygu'ya haber verdikten sonra soluğu hastanede almışlardı.

 

Doğuma henüz varken Eylül üst üste gelen sancıların verdiği acıyla kıvranıyordu. Nesibe yanında, tecrübeleriyle ona destek oluyordu. Sık sık gelen doktorlar onlara bilgi veriyorlardı. Ailesi ile Duygu'nun gelişi akşamı bulurken onlarda soluğu Eylül'ün yanında aldılar. Eylül'ün annesi Galip'in anne, babasına da haber vermişti.

 

Eylül kapıdan giren annesini görmesiyle gözyaşlarını tutamayıp saatlerdir içinde tuttuğu ağlama isteğini daha fazla tutamayarak ağlamaya başladı.

 

"Anne... ! " dedi hıçkırıklarla. Annesi ona sıkıca sarılıp, "Annem! " diye karşılık verdi. "Ağlama güzel kızım, anne olacaksın! Bebeğini kucağına aldın mı bunların hiçbirini hatırlamayacaksın, vallaha bak. " Eylül gözyaşlarıyla başını hafif salladı. Duygu da gözyaşlarını tutamayıp ağlayarak Eylül'e sarıldı.

 

"Hadi çabuk doğurda teyze olayım artık! " dedi bir taraftan ağlayıp, bir taraftan da gülerek. Eylül de onunla birlikte hem gülüyor, hem ağlıyordu.

 

"Babam nerde? "

 

"Aşağıda onu almadılar buraya kadın doğum bölümü ya. Gel camdan ona el salla. " dedi annesi. Eylül üzerinde hastane önlüğü, kocaman karnıyla cama doğru yürüdü. Bahçede sabırsızlıkla bekleyen babasına ağlayarak el salladı. Babasıda onun gibi ağlıyordu.

 

Galip sabahtan beri içinde baş gösteren huzursuzluğa dayanamıyordu. Tüm benliği bu sıkıntının sebebinin Eylül olduğunu haykırıyordu. Dört duvarın içine sığmıyordu. Her an paramparça oluyordu tüm varlığıyla. Kalbi sıkışıyor nefes alamıyordu. Koğuşun her bir köşesini kör bir sessizlik kaplamıştı. Kimseden çıt çıkmıyordu.

 

Galip saatlerdir oturduğu ranzada kendini yiyiyordu ama o ranzda oturmaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu.

 

Böyle hüzün çöktüğü zamanlarda tüm mahkumların bakışları ilk Murat'ı bulurdu. Güzel sesi ve çaldığı bağlamasıyla türkü söylemesini isterlerdi. Onun kadaride ayrı bir çetrefilden geçmişti. Gözünü kırpmadan canını verecek kadar çok sevdiği kadının katilini öldürdüğü için hapis yatıyordu. Ve o katil sevdiği kadının öz babasıydı. Kızının sevdiği var diye öldürür müydü insan olan kendi evladını. Ama o cani yapmıştı işte.

 

İçlerinden biri Murat'a dönüp, "Bize bir türkü çalsana be kardeş! " dedi. Herkes istek dolu bakışlarla bakarken Murat hafif bir tebessümle yerinden kalkarak bağlamasını aldı. Gelip yerine geri oturdu. Acısını belli eden bir nefes alarak yutkundu. Bağlamasını kucağına yerleştirerek usul usul başladı tellerini konuşturmaya...

 

Ranzasında oturan Galip bugün hissettiği sıkıntıda adeta boğuluyordu. Aklı, fikri Eylül'dü. Eylül'ün iyi olmadığını hissediyordu. Bu düşünce çıldırmasına yetiyordu ama eli kolu bağlı yapacak hiçbir şeyi yoktu. Doğumu yaklaşmıştı, ne durumda olduğunu bilmemesi yakıp kavuruyordu her bir hücresini. Yanında olamayışı başlı başına koca bir cehennemdi. Bağlamanın sesiyle dönüp arkasında kalan masanın başında oturanlara ve Murat'a baktı. Usulca döndü önüne tekrar...

 

Bu benim derdimin hiç çaresi olmaz...

Sancısı, yaranın ağrısı durulmaz...

İstedim ki gelesin iki günlük dünya,

Sarılıpta yatayım neden uzar bu cefa?...

 

Sıktıkça birbirine geçti dişleri, sıktıkça canını acıtır oldu yumrukları...

 

Bu ne biçim aşktır yere, göğe sığmaz,

Dermanıda yardır gayrısı dem olmaz...

İstedim ki gelesin iki günlük dünya,

Sarılıpta yatayım neden uzar bu cefa?

 

Yüreğindeki ateş tüm bedenine dalga dalga yayılıyor, nefesi ciğerlerine batıyordu.

 

Nar baharı ayda hayaller üşür mu?

Titrer mi düşlerde, gidenler gelir mi?

İstedim ki gelesin iki günlük dünya,

Sarılıpta yatayım neden uzar bu cefa?

 

Dolu yüreğine, dolu gözleri eşlik etmeye başladı. Eylül'ün göğsünde uyuduğu, uyandığı anıları bir bir belirdi zihninde. Gülüşü, saçları, gözleri bir kere daha duymak için canını vereceği kokusu...

 

İstedim ki gelesin iki günlük dünya,

Sarılıpta yatayım neden uzar bu cefa?

 

Soluduğu nefes ciğerlerinde hapis kaldı. Boğulurcasına yutkundu. Kilitlenmiş dişleri ile kasılmış çenesi çözülmedi.

 

İnsanın ruhu acır mıydı?

 

Acıyordu işte!

 

Ruhu çaresizce feryad figan ediyordu kavrulduğu ateşe. İki eliyle yüzünü sıvazlayıp ayağa kalktı. Yürüdüğü koğuş kapısını yumrukladı.

 

"Gardiyan! " diye seslendi. "Gardiyan! "

 

Az sonra gelen gardiyan,

 

"Ne oldu? " diye sordu.

 

"Telefon etmek istiyorum! " dedi Galip.

 

"Başka bir emri arzun? " gardiyanın halden anlamayan tavrıyla Galip demir kapıya tüm gücüyle bir yumruk geçirdi. Derince soluduğu nefesini titreyerek verdi.

 

"Telefon etmem lazım! Lütfen! "

 

"Bu saatte olmaz, ancak yarın! "

 

"Ortalığı yıktırma bana, beş dakika sadece! "

 

"Yık! Soluğu hücrede alırsın, yerinde dur yarın erkenden telefon edersin. " Gardiyan sırtını dönüp giderken Galip aldığı nefesi sıkıntıyla verdi. Sabretmekten başka çaresi yoktu. Tüm sıkıntısıyla gelip yerine geri oturdu.

 

"Allah'ım dayanma gücü ver... " diye fısıldadı. Sağ elini ağrıyan sol göğsunun üzerine koydu. "Eylül... " diye sayıkladı. Sol kolunun çekildiğini hissediyordu. Kalbi sıkışıyor aldığı nefesler ciğerlerini acıtıyordu.

 

Eylül tüm gece sancılarla cebelleşirken sabahın erken saatlerinde doktorlar onu doğumhaneye aldılar.

 

"Şimdi her sancı geldiğinde tüm gücünle ıkınmanı istiyorum, sancı yokken kendini yorma. Anlaştık mı? " ebenin gülümseyerek söylediğine Eylül gözyaşlarıyla başını hafif salladı.

 

Üst üste gelen sancılarla Eylül tüm gücüyle bebeğini dünyaya getirmek için savaşıyordu. Kan ter içinde kalmış artık gücü yetmiyordu. Nefes nefese, sıktığı dişleriyle sedyenin kollarından güç almaya çalışarak kalan gücünün son kırıntılarıyla bir kere daha ıkındı. Sonunda küçük bey dünyaya teşrif etmişti. Sesi doğumhanenin içinde yankılanırken Eylül kapanmak üzere olan gözlerini doktorun elleri arasındaki bebeğine çevirdi.

 

"Hocam kanaması çok fazla! " ebenin söylediğiyle doktorlar Eylül'ün başına toplanıp müdahale ederken Eylül'ün gözleri bebeğinin ağlayışları arasında kapandı.

 

Eylül apar topar ameliyata alınırken çocuk doktoru yanında hemşireyle birlikte bebeği sabırsızlıkla bekleyenlere getirdi. Herkes bebeğin başına toplanıp sevinirken Eylül'ün annesi,

 

"Kızım, kızım nerde? " diye sordu.

 

"Kanama geçirdi, ameliyata alındı. " doktorun söyledikleri ile herkese inme inmiş gibi öylece kaldı. "Doktoru ameliyattan sonra size bilgi verecektir. Bebeğimiz gayet sağlıklı, dört kilo elli gram. Aşıları yapıldı, topuk kanı alındı, hiçbir sıkıntısı yok. Geçmiş olsun. " doktor gittikten sonra Emin sandalyelerden birine oturmak için zor yetişti. Eşi hemen yetişip tuttu onu.

 

"Emin! " herkes onun başında toplanırken bebeğin başında sadece Duygu kalmıştı. Duygu doğumhanenin kapısına gözyaşlarıyla bakarken, acı bir tebessümle bebeğe döndü.

 

"Merak etme senin annen çok güçlü bir kadın, " diyerek yanağını okşadı.

 

Bebeği servisteki odalardan birine alırlarken Emin tansiyonunun yükselmesiyle onu da acilde müşadeye almışlardı.

 

Bebeğin başından bir an ayrılmayan Duygu dualarla Eylül'ü bekliyordu. Nesibe bebeği emzirmesi için bir akrabasını almaya gitmişti. O sırada Eylül'ün telefonu çalmaya başladı. Duygu ekranına baktığı telefondaki yabancı numarayı tanımasada açıp kulağına koydu.

 

"Alo. " dedi tereddütle. Galip telefonun açılmış olmasıyla şaşırmıştı. Eylül her ne kadar telefonlarını açmasada aramaktan asla vazgeçmiyordu.

 

"Eylül... " dedi yutkunarak.

 

"Şey... ben Duygu. " Telefonu açanın Eylül olmaması Galip'te bir parça kırıklık yarattı. O sırada bebek ağlamaya başladı. Galip duyduğu bebek sesiyle bir kere daha yutkundu. O minik ses sanki tanıdık gelmişti bir an. Dünden beri ağrıyan kalbinin sızısını bir anlık dindirmişti.

 

"Doğdu mu? "

 

"Evet... " Galip gülümseyerek gözlerini kapattı. Şükürle derin bir nefes aldı.

 

"Eylül, Eylül nasıl? İyi mi? "

 

"Bilmiyorum... " beklediği cevap bu değildi, kalbindeki ağrı misliyle geri dönerken korkak bir nefes aldı bu kez.

 

"Ne demek bilmiyorum Duygu, Eylül nerde? "

 

"A...ameliyatta... " bütün dünya karardı bir anda.

 

"Neden? Bir şey mi oldu? " alacağı cevaptan ölesiye korkuyordu.

 

"Kanama geçirmiş.

 

" kalbindeki ağrı beynine kadar ulaşırken nefes alamadığını hissetti.

 

"Duygu lütfen bana doğruyu söyle, Eylül yaşıyor mu? Ona bir şey olmadı değil mi?" Ne kadar ağır ve acıydı bunu sormak...

 

"Bize de daha bir şey demediler, ameliyatta dediler bekliyoruz. " Sol tarafı tamamen uyuşurken aldığı son nefes göğüs kafesinde sıkıştı. Sırtını duvara dayayarak nefes almaya çalıştı. Ahize elinden düşüp sallanırken kararan dünyayı ayağının altından çekip almışlardı.

Bölüm : 30.08.2024 13:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...