Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Odaya dönen Duygu gördüğü manzara karşısında öylece baka kaldı. Onları uyandırmamak için gerisin geriye odadan çıkıp kantine indi.

 

Birkaç saat sonra acıktığı için ağlamaya başlayan Rüzgar ile ikiside hemen gözlerini açmıştı. Eylül yanına yatmış Galip ile bir an afallasada doğrulup uzandığı bebeğini kollarına aldı. Galip de yattığı yerden doğrulup yataktan kalktı. Koltuğa geçip oturdu. Eylül bebeğini emzirmeye çalışırken çok başarılı olduğu söylenemezdi. Acıkan Rüzgar beslenemediği için daha çok ağlamaya başlarken Galip oturduğu yerden kalkarak Eylül'e yardımcı olmaya çalıştı.

 

Bebeğinin durumdan ağlamasına dayanamayan Eylül'ün gözleri doldu.

 

"Neden olmuyor ki? " diye ağlamaya başlarken Galip yardımcı olup bebeği daha iyi kucağına yerleştirdi. Az sonra emmeye başlayan Rüzgar sakinleşirken Galip, Eylül'ün gözyaşlarını sildi.

 

"Ağlama artık, bak oldu. "

 

"Ağlamasına dayanamıyorum. " Eylül'ün dudağını bükerek söylediğine Galip gülümseyerek saçlarından öptü. "O daha küçücük bir bebek, elbet ağlayacak. Sen, o her ağladığında böyle üzülürsen hem hasta olursun, hemde sütün kesilir. "

 

"Elimde değil hiç ağlamasın istiyorum. "

 

"Ağlamazsa nasıl bileceksin aç olduğunu, sancısı olduğunu. "

 

Eylül kucağındaki küçük oğlunun yanağını parmağıyla okşadı. "O ağlamasın ben anlarım. " dedi.

 

Annelik farklıydı. Dünyaya bile artık başka bir gözle bakıyordu Eylül. Dünyanın en zor ve en güzel mesleğiydi annelik. Daha yeni yeni anlıyor, yeni yeni öğreniyordu ama bu işte iyi olacağını şimdiden kanıtlamıştı. Bebeğinin kımıldanmasına bile reaksiyon veriyordu.

 

Karnını doyurduğu bebeğini omuzuna yaslayarak hafif hafif sırtını sıvazladı. Az sonra Küçük Rüzgar tatlı bir şekilde gazını çıkarmıştı. Galip gözlerini ikisinin üzerinden bir saniye dahi ayırmadan ikisini izliyordu. Zaman dursun onlar sadece şu anâ hapsolsunlar istedi. Yarına kadar aklına onları ne kadar kazırsa o kalacaktı ona. İçi acıyordu. Onlardan ayrılmak hiç kolay olmayacaktı. Bunu düşündükçe ağrısı beynini yakıyordu.

 

Eylül kollarında uyuyan bebeğini uzun uzun izledi. Eğilip alnından, yanaklarından, burnundan, çenesinden, boynundan defalarca kez öptü. Kokusunu derin derin soludu.

 

"Sen inanılmaz derecede güzelsin ... " diye fısıldadı. Onları izleyen Galip,

 

"Hele ikiniz rüya gibisiniz. " dedi. Eylül bakışlarını ona çevirdi. İkisi birbirlerine uzun uzun baktı.

 

"Hiç böyle olacağını düşünmemiştim. " dedi Eylül hayal kırıklığı ile. "Hamileliğimi yalnız yaşayacağımı, doğuma yalnız gireceğimi, çocuğumuzu yalnız büyüteceğimi, hele seninle boşanacağımızı hiç düşünmemiştim. "

 

"Bunları sana yaşattığım için özür dilerim... İkimize yaşattıklarım için çok üzgünüm. Bir kere daha üzgün olmam yaptıklarımı değiştirmeye yetmiyor. Her an yaptıklarımın pişanlığıyla ölüyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Ben beceremedim, iyi bir evlat olmayı, iyi bir eş olmayı beceremedim. İyi bir baba olabilir miyim bilmiyorum ama ikiniz için yapamayacağım hiçbir şey yok. "

 

"Benim için hiçbir şey yapmana gerek yok çünkü bende artık sana dair bir şey yok. Sadece oğluna iyi bir baba ol. Ne kadar zor olsada insan kabulleniyor, unutmayı öğreniyor. Sende kabullen kendine daha fazla eziyet etme. " Eylül'ün sözleri birer kurşun gibi hasta yüreğine saplanırken sıktığı dişleriyle sadece yüzüne bakabildi. Kalbindeki ağrı sol tarafının hemen hemen her yerine yayılırken nefesi ciğerlerine eziyet ediyordu adeta. Eylül bakışlarını bir kere daha kucağındaki bebeğine sabitledi. Eylül onu unuttuğunu söylüyordu. Buna inanmak istemese de Eylül'ün yabancılaşmış bakışları, onunla konuşma biçiminden belliydi.

 

Tüm günü Galip oğlu ve annesini izlemekle geçirirken Eylül acemisi olduğu anneliğinin gerektirdiği gibi bebeğiyle en iyi şekilde ilgileniyordu.

 

Akşam üzeri aile büyükleri hastaneye gelmiş Galip'i görmeleriyle herkes şok olmuştu. Candan uzun uzun oğluna sarılıp ağlamıştı. Babası yaptığına her ne kadar kızsada Rüzgar'ı görebilmiş olmasına mutluydu. Anne, babası onunla ve torunuyla kısıtlı olan vakti değerlendirmişlerdi.

 

Galip tüm gece kucağından Rüzgar'ı bırakmamıştı. Onunla olan ilk ve son vakitlerini iyi değerlendirmeye çalışıyordu. Küçük oğlunun her bir hareketini, küçük simasının her bir deteyını, kokusunu, varlığının müthişliğini tek tek tüm gece zihnine kazımıştı. Eylül her ne kadar onunla konuşmaktan kaçınıyor olsa da bir gözü hep onun üzerindeydi.

 

Sabahın ilk ışıkları hastane odasının camına çiselerken Galip için son yaklaşıyordu. Acımsı bir tebessümle küçük oğluna baktı. Nasıl bırakıp gideceğini bilmiyordu. Göğüs kafesinin içinde bir yangın vardı sanki. Soluduğu nefesler habire o yangını harlayıp duruyordu.

 

Güneş iyiden iyiye odanın içini doldururken Galip kucağındaki oğluna tebessümle baktı.

 

"Ayrılık vakti geldi mi Küçük Rüzgar'ım? Seni nasıl bırakıp gideceğim şimdi ben? Çok özleyeceğim seni, anneni. Annen sana emanet küçük adam, ben ona iyi bir eş olamadım ama sen çok iyi bir evlat ol. Ben kaybetmeye mahkum bir adamım oğlum sakın benim yolumdan yürüme, hiç çekilir gibi değil. " diyerek eğlip oğlunu öptü.

 

Sırtı dönük Eylül de onu dinliyordu. Galip onu uyuyor sanıyordu ama epeydir uyanıktı. Ne garipti hayat, bir zamanlar Galip, Eylül'den kaçarken şimdi saçlarının her bir teline ayrı ayrı ölürdü. Tüm yaşanılanlar bir bir zihninde canlanırken sırtı dönük Eylül'e gözlerini dikip baktı. Yutkunarak gözlerini kapattı. İçindeki acının bir tarifi yoktu. Derin derin ciğerlerine çektiği nefesle ayaklandı.

 

Uyuyan Rüzgar'ı öperek beşiğine bırakırken Eylül gözlerini yumdu. Galip uyuyor zannettiği Eylül'ün şakağından öperek son kez kokusunu ciğerlerine hapsetmek istercesine soludu.

 

"Keşke gözlerimi kapasam, açsam her şey bir kabus olsa. Gözlerimi yine seninle açsam güne. Hoşça kal Göğümün Mavisi... " diye konuştu sayıklar gibi. Canının her bir zerresi acırken son kez Eylül'e ve oğluna bakarak odadan çıktı. Eylül dolu gözlerini açarak bebeğine döndü. Ağlamamak için dişlerini sıkarak gerisin geriye yerine yattı.

 

Galip çıktığı bahçenin ortasında öylece dikildi. Başını göğe çevirip uçsuz bucaksız mavi gökyüzüne baktı. Eylül'ün gözlerini gördüğü o gökyüzü ne kadar da güzeldi. İnsan kaybetmeden anlamıyordu şu güzelliğin değerini. Gökyüzü bile ne büyük bir nimetti. Bir süre öylece izledi gökyüzünü. Temiz hava göğsündeki ağrıyı bir nebze olsun hafifletiyordu. Karakola teslim olmak için anne ve babasının gelmesini bekledi. En azından onlarla vedalaşmalıydı. Geçip banklardan birine oturdu. Kısıtlı özgürlüğünün son dakikalarıydı.

 

Sabahın erken saatlerinde Ahmet ile Candan hasteneye geldiler oğulları için, çünkü teslim olacaktı. Galip'i bahçede bulurlarken ayrılık vaktiydi. Galip anne ve babasıyla vedalaşarak teslim olmak için hastaneden ayrıldı. Dönüp arkasına bir kere bile bakmadı, baksa gidemezdi.

 

İnsan ölümü nimet sayar mıydı?

 

Önünde durduğu karakola ölmek istercesine baktı. Daha fazla düşünmemeliydi, durdukça, düşündükçe zorlaşıyordu. Düşünmeden yürümeye devam etti. Girdiği karakolda masa başında oturan polislerden birinin yanına gidip,

 

"Ben teslim olmaya geldim. " dedi. Polis memuru ilk yüzüne şaşkınlıkla baksada çabuk toparladı.

 

"Teslim olmaya derken kardeş? "

 

"Kaldırıldığım hastaneden yeni doğan oğlumu ve annesini görmek için kaçtım. Onları gördüm, şimdi de teslim olmaya geldim. Adım Galip Yılmaz, Eskişehir'de kapalı cezaevinde yatıyordum."

 

Galip'in beyanlarının gerçekliği doğrulandıktan sonra nezarete konuldu sevk edileceği zamana kadar. Akşam üzeri yola çıkmak üzere sevk işlemi başlatıldı.

 

Galip üzerine kilitlenen nezaret kapısına sıktığı dişleriyle baktı. Yürümesini bile zorlaştıran ağrısıyla yürüdü. Çökercesine oturdu. Boğazında düğümlenen bir yumru vardı. Etrafını saran duvarlara baktı tüm çaresizliğiyle. Usulca yutkundu. Sol göğsündeki ağrı boynundan gözüne kadar ince ve sert bir şekilde uzanmaya başlıyordu. Her dakika bu sancı dayanılmaz bir hal alıyor, sol tarafına inme inmiş gibi kolunu dahi kaldıramıyordu artık.

 

O baktığı duvarlar sanki yerinden oynamaya başlarken etrafı kararmaya başladı. Üzerinde oturduğu nezaret oturağından yere yığılması birkaç saniye sürdü. Dünyası karanlığa boğuldu ve o, o karanlıkta kayboldu.

 

Loading...
0%