@eelliiffiippeekk
|
Çaresizlik, gücünün yetmediği çaresizlik. Paramparça, dirhem dirhem dökülmek, dibine çeken bataklık misali, debelendikçe boğan çaresizlik. Güven duyulan ne varsa tek tek yerle yeksan olurken, teni cana dar eden çaresizlik. Hayatının mevsimi baharken tüm goncaları dalında zemheri serhadına yakan, damla damla gözlerden yağan ateşin dondurduğu çaresizlik.
Araba her an onu biraz daha uzaklaştırıyordu umut etmekten. Bahçe kapısının arkalarından kapanmasıyla gözlerindeki deniz vahde vahde dökülmeye başladı. Titreyen dudağının iç kısmını dişleri arasına sıkıştırarak hıçkırıklarını bastırdı. Bakışları çaresizce elinde sıktığı telefona kayarken ekranda beliren bildirimle yutkundu.
"Sarı kötü bir durum yok değil mi? "
Mesaj Duygu'dandı. Acı bir şekilde kendince gülümseyerek cevap yazdı.
"Evleniyorum. " bunu yazmak bile ne kadar ağır geliyordu.
"Çok komiksin. " şaka yaptığını sandı Duygu.
"Ciddiyim. "
"Ne saçmalıyorsun Eylül sen? "
"Hakan ortağının nişanlısını kaçırmış, yel değirmeni dediğin adam vardı ya onun. Hakan'ın yediği haltı temizlemek için beni kurban ediyorlar. O adamla evlenecekmişim. "
"Eylül gerçekten korkutuyorsun beni!!! Bak gerçekten komik değil!! "
"Şaka yapmıyorum ki... Bende çok korkuyorum Duygu. Ne yapacağımı bilmiyorum. Her şey önceden konuşulmuş, anlaşılmış. Amcam beni o adama teslim etmeye götürüyor. Kurtaramıyorum kendimi bu saçma durumdan. "
"Ne diyeceğimi bilemiyorum şu an. "
"Bende ne yapacağımı bilmiyorum. "
"Öylece teslim olamazsın değil mi ama?! "
"Ne yapabilirim ki... Aklıma gelen her şeyin önünü bilmediğim bir şey kesiyor. Babam bile bana sırtını dönmüşken, kim yardım edecek bana? "
"Buda soru mu, polise gideceğiz tabi ki! "
"Olmaz, babamın infazı var. "
"Baban seni düşünmezken sen o hapse girmesin diye kendini mi feda edeceksin?! "
"Ben kaçmanın bir yolunu ne yapar, eder bulurum. O zaman ortalık çok karışacak, o yüzden babamın ailemizin başında olması gerek. Yoksa ailem dağılır, bunu göze alamam. Benim başka bir yol bulmam lazım. "
"Ben ne güne duruyorum! Sen fırsatını bulduğun an kaç. Ben arkandan geliyorum. "
"Saçmalama Duygu başını belaya sokacaksın. "
"Varsın senin için başım belaya girsin. Senin benim için yaptığın onca şeyden sonra, sence ben seni bırakır mıyım? Biz birbirimize ne söz verdik? Hem bana hiçbir şey olmaz merak etme. O adam seni nereye götürecek onu biliyor musun, var mı bir tahminin? "
"Eskişehir'e muhtemelen. Orda yaşıyor bildiğim. "
"Sen sadece kaçmanın bir yolunu bul ben nasıl gelmem gerektiğini biliyorum. Söz veriyorum seni orda bırakmayacağım. "
"Çok korkuyorum Duygu; ya yapamazsan, ya başaramazsam... ? "
"Korkma! Önemli olan senin kaçman. "
"Biliyorum ama hiç kolay olmayacak. "
"Telefonunu yanından ayırma sakın. Bana sık sık yaz, haberdar et. Ben gerekli her şeyi halledeceğim merak etme sen. "
"İyi ki varsın Duygu! İyi ki varsın... "
"Sende Sarı, iyi ki sende varsın. "
Eylül gözyaşlarını silerek bakışlarını akan yola sabitledi. Elleri buz kesmişti. Çok korkuyordu. Kafasında onlarca düşünce birbiriyle çatışıyor bir türlü sonuca ulaşamıyordu. Nasıl yapacağını, nasıl kaçacağını belki yüzlerce kez düşündü. Her seferinde sanki biri o düşüncelerini kabusa dönüştürüyordu.
Dakikaların saniye gibi geçtiği yol biterken, sonu öfkesi bitmek bilmez bir adama çıkmıştı. Eylül yutkunarak baktı arabasına dayanmış bekleyen adama. İki metreden uzun boyu, geniş omuzları, kaba yapısı ve öfkesini belli eden sert çehresiyle oldukça korkutucu duruyordu. Üst üste damlayan gözyaşlarını sildi Eylül. Amcası arabadan inerek Eylül'ün kapısını açtı. "Hadi kızım. " dedi ağlamaklı. Eylül tutamadığı gözyaşlarıyla, "Amca... " dedi çaresizce son bir umutla.
"Başka çaresi yok kızım, hadi in. " Eylül yavaşça dışarı adımladı. Hafif esen rüzgar kemiklerine kadar işlerken Levent bagajdan valizini çıkararak o adama teslim etti. Eylül'ün korku dolu bakışları valizine takılı kalırken, o adam valizi arabasının arka koltuğuna fırlatırcasına koyup kapıyı kapattı. Eylül amcasına dönerek, "İnsan evladını bu kadar kolay kurban edebilir mi amca? " diye sordu isyan edercesine. Amcası gözünden damlayan yaşıyla, "Biz seni kurban etmedik kızım, kader seni seçti hepimiz çaresiz kaldık. " dedi.
"Bu bahaneye mi sığınacaksınız amca? "
"Bahane değil Eylül'üm kader. "
"Bahaneniz bu ya bende kendi kaderimi kendim çizerim amca. " dedi Eylül sesinde barındırdığı bir parça öfkeyle. Amcası sarılmak için yaklaşırken Eylül bunu görmezden gelerek onu bekleyen arabaya yöneldi. Yumruk olmuş ellerinin avuçlarına batan tırnaklarıyla yürümeye devam etti. Önünde durduğu arabanın kapısını yutkunarak açtı. Tüm sevdiklerine olan öfkesi, hayal kırıklığı ile bindi o arabaya. Dinmeyen gözyaşlarının sağnağında ruhu boğuluyordu. Olabilecek en sert şekilde çarpan ön kapıyla çaresizliği tüm benliğini kızgın demir misali dağlıyordu. Araba çalışıp yol almaya başlarken şiddetlenen ağlamasının hıçkırıklara dönüşmemesi için olağan gücüyle dişlerini sıkıyordu Eylül.
Diğer taraftan Galip bu durumdan çok hoşlanmasada intikam ağır bir duyguydu ve oldukça ağır basıyordu. Eylül'ün yaşının küçük olmasından duyduğu rahatsızlığı geri göndereceği fikriyle örtbas ediyordu. Ama bilmediği kaderin üstünde de bir kader vardı.
Bir saate yakın giden yolda Eylül hâlâ ağlıyor, ara ara kendiliğinden gelen derin iç çekişleri Galip'in kendini berbat hissetmesine sebep oluyordu. Eylül cebinde titreyen telefonu olabilecek en yavaş şekilde çıkararak ekranına baktı. Duygu mesaj atmıştı. "Eylül iyi misin? Hani bana yazacaktın? " diye sormuştu. Eylül bir kere daha iç çekerek yutkundu. "Yoldayım. O adamla birlikte. " diye cevap yazdı.
"Bende yoldayım, merak etme geliyoruz. "
"Çok canım yanıyor Duygu, her hücreme kadar acıyor her bir yanım. "
"Bırakma kendini Eylül gözünü seveyim. Bak geliyoruz hemen arkandan, seni orda bırakmayacağız. "
"Elimde değil çok kırgınım. "
"Biliyorum ama ne olur güçlü olmaya çalış. "
"Nasıl kurtulacağım bilmiyorum, her şey kabus gibi. "
"Lütfen sakin ol kendini bırakma bulacağız bir yolunu " o sırada duran araba ile Eylül gözlerini korkuyla etrafta gezdirdi. Galip sigara içmek için arabadan inerek arabanın ön tarafına geçti. Cebinden çıkardığı sigara paketinden aldığı sigarayı dudaklarına yerleştirip yakarken Eylül, Duygu'ya mesaj yazmaya devam etti. "Araba durdu. O adam çıktı sigara içiyor. "
"Tam olarak nerdesiniz? "
"Bilmiyorum. İstanbul'dan çıkalı bir saat kadar oluyor sanırım. "
"O zaman yakınız biz. Kaça bilecek durumda mısın? Etrafta saklanacak yer var mı? "
"Her yer ağaç ormanlık alan. "
"Bu iyi. Bundan daha iyi bir fırsat olamaz Eylül, şu an hemen kaçmalısın! Yapabilir misin? "
"Onun sırtı dönük beni görmüyor şu an. "
"Tamam işte, şimdi tam zamanı! "
"Tamam, yapacağım. " Eylül korkuyla titrek bir nefes alarak yutkundu. Tüm cesaretini toplayıp dikkatle Galip'e bakarak yavaşça açtı kapıyı. Olabilecek en sessiz şekilde kapıyı itti. Geçebileceği kadar açtıktan sonra ısırdığı dudağıyla yavaşça çıktı arabadan. Bir kere daha Galip'i kontrol ederek ormanlık alana doğru sessiz adımlarla koşmaya başladı. O sırada sigarasının izmaritini yere atıp ayağıyla ezen Galip koşan Eylül'ü fark etti. "La havle ve la... " diye öfkeyle söylenerek arkasından baktı. Sinirle soluduğu nefeslerle önünü kesmek için Eylül'ün farketmediği kestirmeden aşağı indi.
Eylül arkasını kontrol ede ede koşarken, Galip'in önüne çıkacağını hiç düşünmemişti. Nefes nefese yaslandığı ağaçtan destek alarak duraksadı. Bir kere daha arkasını dönüp kontrol etti. Kimse yoktu. Korkuyla karışık gülümsemesi ile elindeki telefonu açtı. Duygu'yu arayarak telefonun açılmasını bekledi bir kere daha arkasını kontrol ederken. "Duygu ben kaçtım. O adam da yok atlattım galiba. " demişti ki "Öyle mi dersin! " duyduğu sesle çığlık atarak kaçmaya çalışırken ayak bileğini taşa çarpmasıyla yokuş aşağı düşerek yuvarlanmaya başladı Eylül. Böğürtlen çalıları ellerini, kollarını oldukça kötü çizerken refleks olarak yüzünü kollarıyla kapatması yüzünü korumuştu. Eylül düştüğü yerden kendini toparlayamamışken daha Galip tepesinde dikilmişti bile. Eylül korkuyla baktı başında dikilen o dev gibi adama. Sinirlendiğini belli eden çehresi Eylül'ün yüreğini yerinden sökerken korkak bakışlarını dâhi indiremedi. Vahşi bir hayvan gibi tuttuğu kolundan ayağa kaldırdı Eylül'ü Galip. Eylül korku dolu bir çığlıkla ayaklanırken Galip onu arkasından sürüklemeye başladı. Eylül taşa çarptığı ayağının üzerine basamadığı için defalarca kez düşse de Galip acımadan onu ardından sürüklemeye devam etti. Arabaya ulaştıklarında ise Galip, "Arka koltuğun rahatı batmış sana anlaşılan. " diyerek bagajı açtı. Eylül korku dolu çaresiz bakışları ile başını iki yana sallayarak ağlarken, "Lütfen hayır..." diye sayıkladı. Ama Galip acımadan onu bagaja soktu. Eylül'ün yalvarışlarını duymamazlıktan gelerek hiç düşünmeden üzerine kapağı kapattı. Eylül yalvar yakar onu çıkarmasını isterken Galip oralı bile olmadan direksiyonuna geçtiği arabayı çalıştırarak yola devam etti.
Eylül bağıra bağıra ağlarken çaresizliğin en dibinde kayboluyordu. Şu içinde olduğu durum ne kadar saçmaydı. Ama saçma olduğu kadar da gerçekti.
Peki şimdi ne olacaktı?
Vazgeçip teslim olmalı mıydı? Yoksa durmadan direnmeye, karşı çıkmaya, kendini bir umut kurtarmak için çabalamaya devam mı etmeliydi?
Gücünün tükendiğini hissediyordu. Dakikalarca süren haykırışları yerini sessiz hıçkırıklara bırakırken yolun sonuna kadar bu bagajdan çıkamayacağını anlamıştı. Telefonunu yakalamış olmanın telaşı ile düşürmüştü. Buda çaresizliğine bir katre daha ekliyordu. |
0% |