@eelliiffiippeekk
|
Hayat denilen şu denizde yaşamaya çalışmak ne zor şeymiş. Üst üste dizmeye çalıştığın taş misali hayallerini, kurmaya çalıştığın dünyanı gelen her dalga yıkıp savururken; uğruna hayatın peşlerine tutundukların için bin bir zahmet ve fedakârlıkla o taşları her seferinde tekrar tekrar dizersin. Dalgaların götürdükleri de cabası. Bazısı paramparça yaşamaya çalışırken, bazıları da insanı hayvandan ayıran o düşünce yetisinden mahrum, fersah fersah dalga olup yağarlar. Ne var ki insanoğlu hakir gördüğüyle sınanır. Dalga olup yağdıklarından bir damla dilendirir insanın yüreğinden kopan tek hecelik "AH".
Neriman:
"Eylül, kızım? " diyerek hızla indi kalan merdivenleri. Alparslan Eylül'ü bırakırken Eylül yaşadığı korku, panik, ve şokla olduğu yerde öylece kaldı.
"Oğlum sen yarın gelmeyecek miydin? Ay senin kafan kanıyor. Ay ne oldu burda böyle? " diye peşpeşe sorular sordu. Alparslan öfkeyle çevirdi bakışlarını Eylül'e.
"Ona sor! " diye bağırdı Eylül'ü işaret ederek.
"Ben hırsız sandım. Yukarıdan öyle hızla inip çekmeceyi karıştırınca ben size bir şey yaptı sandım. " dedi ne yapacağını bilemezken. Neriman Alparslan'ın kafasına bakarak,
"Hüseyin hemen arabayı çıkar! Hemen hastaneye gidiyoruz! " dedi. Hüseyin hemen koşarken Reyhan getirdiği havluyu Neriman'a verdi. Neriman havluyu Alparslan'ın kafasına tutarken Alparslan öfkeyle Eylül'e baktı.
Beş dakika içinde salon boşalırken Eylül hâlâ yerinde duruyordu. Reyhan elini omuzuna koyarak,
"Eylül artık kendine gel. Oldu bir kere yapacak bir şey yok. " derken küçük Rüzgar'ın sesi duyuldu hemen dibinden.
"Anne şüt? " diye sordu tatlı tatlı.
"Burda bitanem. " diyerek konsolun üzerindeki biberonu alıp Rüzgar'ın eline tutturup kucağına aldı. Rüzgar'ı odaya götürerek yatağa yatırdı. Rüzgar sütünü içip uyurken Eylül sabaha kadar gözünü kırpmadan beklemişti.
Sabah Eylül sabırsızlıkla gelmelerini bekliyordu. Çok merak ediyordu. Konuştuğu telefonu kapatan Reyhan Eylül'e dönerek,
"Gözün aydın Alparslan Bey iyiymiş hastaneden çıkmışlar şimdi. " dedi.
"Oh! Nihayet. " diyerek oturan Eylül'e Reyhan,
"Hemen oh çekme kafasına üç dikiş atmışlar. Alparslan Bey seni burda asla barındırmaz. Kesinlikle kovacaktır seni. " dedi.
"İyi olsunda elbet başka bir iş bulurum ben. Adamı evinde hırsız zannedip kafasını patlattım. Şanssızlığın bu kadarı da ancak beni bulur zaten. " dedi yakınarak.
Uzun ve sıkıntılı bekleyişin ardından nihayet dönmüşlerdi hastaneden. Ard arda içeri giren Neriman ve Alparslan'ı Eylül kapıda karşıladı. Eylül,
"Gerçekten çok üzgünüm, sizi hırsız zannettim. Geleceğinizden haberimiz olmadığı için siz olabileceğiniz aklıma gelmedi. " dedi. Alparslan öfkeyle Eylül'e dönerek,
"Pılını-pırtını topla cehennem ol evimden! Gözüm seni görmesin bir daha. " dedi.
"Tabii nasıl isterseniz. " dedi Eylül tek kelime daha etmeden. Üzülmüştü. İşini kaybetmişti. Bir kapı daha yüzüne kapanmıştı. İçinde bir tufan kopuyordu adeta. Boğazına oturan düğüm kalbini çaresizce parçalıyordu. Dolan gözleriyle aşağı yöneldi attığı her adımda çaresizliğin dibine batıyordu...
Eylül yüreğinde tarifsiz duygularla toparlanmaya gidecekti ki Neriman sert bir şekilde oğluna karşı çıktı.
"Eylül hiçbir yere gitmiyor!" dedi kararlılıkla. Alparslan tuhaf bir şekilde annesine bakarken,
"Anlamadım?! " diye sordu. Eylül dolu gözlerini Neriman'a çevirdi.
"Kimi istiyorsan kovarsın ama Eylül'ü benden başkası gönderemez. Sende gece yarısı hırsız gibi gelmeseydin oğlum. Tek suçlu sensin! " Alparslan annesinin tepkisine saçma bir şekilde gülerek,
"Anne farkında mısın bilmiyorum ama bu kadın benim kafamı patlattı ve kafama üç dikiş attılar! Tam üç dikiş!" dedi Eylül'ü parmağıyla işaret ederek.
"Kız seni görmemiş, tanımıyor. Nereden bilecek kim olduğunu. Ayrıca gerçekten de hırsız olsa gözünü kırpmadan gerekeni yapacak kadar cesur. İzin vermiyorum . Ben istemediğim sürece hiçbir yere gidemez işte o kadar! "
"Şu hizmetçi parçasını bana savunuyorsun!"
"Ben senin şoförüne, korumana, şirketine karışmıyorsam sende benim aşçıma karışamazsın!"
Alparslan sinirle dişlerini sıkarak, "Ya sabır! " diye bağırdı ve yukarı çıktı.
Eylül mahcubiyetle,
"Neriman Hanım, çok iyisiniz ama benim gitmem doğrusu olacak. Benim yüzümden oğlunuzla aranız bozulmasın. " dedi.
Neriman kahkahayla gülmeye başladı. "Yerle gök birleşse Alparslan'la aramız bozulmaz bizim. O benim sözünün üstüne söz söylemeye bile kıyamaz. Sen işine bak kızım. Hiçbir yere gitmene izin vermiyorum. Kahvaltı yok mu açım. " dedi gülmeye devam ederken.
"Kahvaltı hazır siz buyrun ben tabağınızı hazırlayayım. " dedi Eylül aynı mahçubiyetle. Birkaç dakika içinde hem kovulmuş, hem de tekrar işe alınmıştı.
***
İki hafta olmuştu Alparslan Amerika'dan döneli ve hâlâ Eylül'ü görmeye tahammül edemiyordu. Oğlunun aksine Neriman Eylül'ü çok sevmişti. Hele ki verdiği kilolardan sonra Eylül onun için vazgeçilmez olmuştu.
Alparslan şakağındaki dikişleri açmaya çalışıyordu. Odasının kapısı tıkırdatılınca,
"Gel" dedi. Eylül kapıyı açarak, "Telefonunuzu salonda bırakmışsınız. Salonda kimse yoktu, çalınca getirmek zorunda kaldım. " dedi. Alparslan ters ters Eylül'e bakarken içeri gelmesi için eliyle işaret etti. Eylül tereddütle içeri adımlayıp telefonu uzattı. Alparslan telefonu alıp elindeki makası Eylül'ün eline tutuşturdu. Eylül gitmek için hamle yaparken, "Bekle! " dedi sıktığı dişleri arasında. Eylül el mahkum mecbur beklerken Alparslan telefonuna bakıp yatağının üzerine fırlattı.
"Kes şunları. " diyerek dikişleri gösterdi. Eylül yanlış mı anladığını anlamaya çalışırken, "Ama bunun için hastaneye gitmeniz gerekir. Böyle olmaz. " demiş bulundu. Alparslan o alaycı bakışıyla baktı kaşları hafif havalanmış şekilde.
"Ben sana böyle olur mu diye sorduğumu hatırlamıyorum. Kes şunları! Senin marifetin bir işe yara. "
Eylül hâlâ duyduğu mahçubiyetten cevap vermeden elindeki makası düzeltirken Alparslan yatağın üzerine oturdu. Eylül dikkatlice dikişleri kesti doğru yapıp yapmadığını dahi bilemezken.
"Ne dikiliyorsun, çıkarsana ipleri!"
Eylül sinirle dişlerini sıkıp nefesini usulca üfledi burnundan. Alparslan aynalı konsolun üzerindeki cımbızı işaret ederken Eylül aynanın önündeki cımbızı alarak derin bir iç çekti. Alttarafı telefonunu insanlık namına getirmişti ama Alparslan'ın işkencesine maruz kalmıştı. Yavaşça ipleri çekip çıkardı Eylül cımbızla. Alparslan'ın canını yakmamak için çok dikkat ediyordu. Birden parlayıp kızabiliyordu çünkü.
"Şey eee bu yarayı açık bırakamazsınız pansuman yapılması gerek. " Eylül'ün her şeyi bilmesi Alparslan'ı ayrı delirtiyordu. Alparslan'ın ters bakışları karşısında Eylül çareyi kaçmakta bulurken Alparslan kapıyı kapatacağını bildiği halde, "Kapıyı kapat! " diye bağırdı arkasından. Eylül hızla kapattığı kapıyla koşarak aşağı indi. Gece gece Alparslan kabusuna maruz kalmakta işkenceydi resmen.
Diğer tarafta Eylül'e duyduğu bitmek bilmez öfkeyle üzerini çıkarıp duşa girdi Alparslan. Açtığı sıcak suyun altına dururken,
"Çok bilmiş! " dedi öfkeyle. Eylül'e olan öfkesi dinmiyordu bir türlü, her konuda doğruyu bilmek zorunda mıyıdı? Aklına geldikçe dişlerini sıkıyordu. Kısa ve ferahlatıcı duşun ardından sarındığı havlu ile odasına döndü. Saçlarını sert bir şekilde eline aldığı havluyla kurulayarak üzerini giyindi. Hiçbir şey düşünmeden uyumak istiyordu ama Eylül'e duyduğu öfkeden hariç her şeyi kafasından atabiliyordu. Az sonra yatağına yattı. Eylül'ün sesi kulağında her çınladığında canı feci bir şekilde kahve çekiyordu hemde burnunun direği sızlarcasına. Gözlerini kapatıp uykuya bıraktı kendini.
Alparslan gözlerini açtığında karşısında Eylül duruyordu üzerinde kırmızı dantelli gecelikle.
Karşısında tanıdığı Eylül'den farklı bir şey vardı. Yüzünde arsız bir gülüş ona bakıyordu.
"Ne işin var senin burda? "
"Kendimi sana affetirmeye geldim. " dedi. Sesinde bile karşı konulamaz bir çekicilik vardı. Alparslan karşısındaki manzaraya nefesi kesilerek bakarken yataktan kalkıp Eylül'ün karşısına geçti. Eylül'ün seksi kahkahası odanın duvarlarında yankılanırken, dolgun göğüslerine dökülen saçlarını baştan çıkarıcı bir şekilde geriye doğru savurdu. Alparslan hormonları tavan yaparken Eylül'ü omuzlarından itip yatağa düşürdü.
"O zaman affettir kendini. " dedi üzerine eğilirken. Eylül yakasından tutup kendine çekerken onu, Alparslan dokunduğu her yerinde ateşe dokunurcasına yanıyordu.
Telefonun alarmıyla gözlerini açan Alparslan gözlerini tavana sabitledi.
"Hasiktir " diye bir küfür savurdu gördüğü rüyaya. Uzanıp aldığı telefonu alarmını kapatıp sırtüstü bıraktı kendini yatağa.
"Rüyama girecek başka kadın yoktu sanki. " dedi hıncını ayağıyla savurduğu yorgandan çıkarırken. Ayaklarını yataktan sarkıtıp oturdu. İki eliyle yüzünü sıvazlarken kapattığı gözlerinin içinde gördüğü rüyanın her sahnesi ayrı dönüyordu. Üzerindeki tişörtü çıkarıp yere fırlattı. Yerinden kalkarak dolaba yürüdü. Üzerini giyip hızla aşağı indi. Ve Eylül kahvaltı hazırlıyordu, üzerinde de omuz kısımları dantel, kırmızı bir elbise vardı.
"Şaka mı bu? " diyerek derin bir nefes aldı. Sıktığı dişleriyle sinirden gülmeye başladı.
"Günaydın Alparslan Bey. " diyen Eylül Alparslan'ın önünden geçerek elindeki kahvaltılıkları masaya koydu. Ah o tatlı, kadifemsi kahve kokusunu duyan Alparslan'ı yine bir öfke dalgası sardı.
Alparslan içinde bastıramadığı öfkeye engel olamıyordu. Eylül'ü görmeye tahammülü yokken o kahve kokusunun ona ait olduğunu bilmesi bile çıldırmasana yetiyordu. Neyin içine düştüğünü bilemeden Eylül'den nefret ettiğini zannediyordu. Gözünü kapattığında, açtığında aklından çıkaramadığı şey Eylül'dü. Bu yüzden büyüyen öfkesinin içinde kayboluyordu.
"Neden bu kahvaltı hazır değil? " Sinirli sesine Eylül yerinden sıçrarken elini göğsüne koyarak Alparslan'a döndü.
"Hemen hazırlıyorum. Kahvaltı saatinize henüz yarım saat var." dedi.
"Ben sana saati sormadım! " Öfkesi karşısında Eylül sabah sabah neye uğradığını şaşırırken,
"Ama..." demişti ki Alparslan sözünü ağzına tıktı.
"Kapının dışında değilsen ama yok. Adam gibi yapacaksan işini yap yok yapamıyorsan cehennem olur gidersin! " Eylül hiçbir şey diyemeden öylece kalakaldı. Kargalar kahvaltısını etmeden neyin öfkesiydi bu?
"Kaybol gözümün önünden! " Eylül donmuş bir şekilde bakmaya devam ederken Alparslan aynı sinirle, "Anlamaktan da mı acizsin?! " diye bir kere daha sesini yükseltti. Eylül gözlerinin dolmasına engel olamadan yönünü mutfağa çevirdi. İşe ihtiyacı olmasa bir dakika daha burda durmazdı ama başka türlü hem çocuğuna bakıp, hem de çalışma imkanı yoktu. Damla damla yanağından süzülen yaşları elinin tersiyle sildi.
"Daha kaç kere özür dilemem lazım. Gıcık! Duygu'nun dediği kadar gıcıkmış! " dedi kendi kendine. Dış kapının çarpmasıyla Eylül mutfağın penceresinden gittiğini gördüğü Alparslan'ın ardından, "Kahvaltı etmiyorsa zıkkım yesin! " diye söylendi ve Neriman için kahvaltıyı hazırlamaya devam etti.
Günlük rutin işlerini halleden Eylül Rüzgar'la oynuyordu bahçede. Neriman Alparslan'ın rahatsız olacağını söylediği için Eylül gün içinde oğluyla ilgileniyor Alparslan'ın gelişine yakında aşağı indiriyordu. Ne bir çocuğu, ne de bir torunu olmayan bahçıvan Sait Rüzgar'ı çok seviyordu. Eylül'ün işi olduğunda ya da Alparslan evde olduğu zamanlar Eylül yemek servisi yapana kadar Rüzgar'la oynuyordu.
Elini göğsüne koyarak bahçeye çıkan Neriman'a baktı Eylül.
"Neriman Hanım bir şey mi oldu? " diye sordu. Çünkü çok endişeli görünüyordu.
"Alparslan telefona cevap vermiyor." dedi sıkıntıyla.
"Alparslan Bey birazdan gelir. "
"Yok kızım gelmeyecek, o yine gelmeyecek... " dedi derin bir nefes alarak.
"Fazla mı evham yapıyorsunuz? " Eylül anlamasada Neriman oğlunu tanıyordu.
"Aradım, açmadı bugün geç geleceğim diye mesaj attı. Şimdi de telefonu kapalı. " Neriman zor ulaştığı sandalyelerden birine oturdu.
"Belki dışarıda işi vardır. "
"Onun işini biliyorum ben. " diyerek yakındı dolu gözlerle. "Sana zahmet telefonumu getirir misin içerden? "
"Tabi. " diyen Eylül içerden Neriman'ın telefonunu hızla alıp geldi.
"Sağ ol kızım. " diyen Neriman hemen Alparslan'ın hem yakın arkadaşı, hem de ortağını olan Serhat'ı aradı.
"Serhat nerdesin oğlum? " diye sordu hemen.
"Eve gidiyorum Neriman Teyze bir şey mi oldu? "
"Alparslan da çıktı mı? "
"Alparslan bugün şirkete gelmedi hiç. İşim var dedi sabah arayarak sonrasında hiç konuşmadık. "
"Serhat gözünü seveyim oğlum Alparslan'ı bul, o yine kafes dövüşüne gidecek. " dedi endişeyle. Eylül şaşkınlık içinde öylece kalırken Neriman ağlamaya başladı. "Serhat ne olur bul onu. Lütfen! "
"Tamam Neriman Teyze sen merak etme ben bulacağım onu. Sen sakin ol. "
"Tamam oğlum. " dedi çaresizce. Neriman fenalaşırken Eylül onu içeri götürerek bileklerine kolonya döktü. Şanssızlığın da her türlüsü Eylül'ü buluyordu. Reyhan ile kocası da yoktu, cenazeleri vardı ve bir haftalık izinlilerdi.
"Lütfen sakin olun Neriman Hanım. Belki düşündüğünüz gibi değildir. "
"Ben oğlumu tanıyorum Eylül. O ne zaman baş edemeyeceği bir şeyin içine düşse soluğu o kafeslerde alıyor. Ben oğlumu tanıyorum. " dedi ağlayarak. Eylül tansiyonunu ölçtü, onyediye çıkmıştı. Hemen ilaçlarını içirirken Neriman sakinleşmiyordu bir türlü. Eylül Alparslan'ı defalarca kez aramasına rağmen cevap vermemişti. En son Neriman için doktoru aradı.
"Böyle bir kanıya nereden vardınız. Belki başka bir işi vardır "
"Amerika'dan döndüğünden beri dinmek bilmeyen bir öfkesi var. Kendi kendini yiyip bitiriyor. Yine gözlerinde aynı şey vardı. Ben oğlumu tanıyorum Eylül " dedi çaresizce ağlarken. Eylül ne yapacağını bilemiyor, destek olmaktan başka da elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Acele gelen doktor sakinleştirici yapacağını söyledi ama Neriman istemiyordu.
"Sakinleştirici istemiyorum. Lütfen! Alparslan'ı beklemem lazım. " dedi ağlayarak. Eylül Neriman'ın elini tutarak,
"Siz merak etmeyin ben Alparslan Bey'i beklerim. " diyerek yardımcı olmaya çalıştı.
"Olmaz! Ben gözümle görmeden olmaz " çaresizliği içler acısıydı.
"Bakın eğer şimdi o iğnenin yapılmasına izin vermezseniz, bir daha oğlunuzu sapasağlam bekleyemeye bilirsiniz. Tansiyonunuz şuan onsekiz ve daha yükselirse beyin kanaması, felç veya kalıcı başka bir hasar bırakabilir sizde. Size söz veriyorum Alparslan Bey gelene kadar onu bekleyeceğim. Şimdi sizin dinlenmeniz gerekiyor, lütfen! "
Neriman her ne kadar istemesede Eylül'ün haklı olduğunu biliyordu. İstemesede iğnenin yapılmasına izin verdi. Ve sonrasında derin bir uykuya daldı.
Saat 01:40'tı ve hâlâ Alparslan ortada yoktu. Eylül kahvesini alarak salona geçti, sıkıntıyla iç çekti saate tekrar bakarken. Tek temennisi Alparslan'ın sağ salim eve gelebilmesiydi.
Alparslan yıkık eski bir fabrkaya girdi. Yürüdüğü yol yıkık dökük olsada ilerledikçe lüks ışıklamdırma ve konsep genişliyordu. Uğultu gibi duyulan tezahüratlar daha belirginleşiyordu. Para için ölesiye birbirlerini acımadan döven adamlardan; kendilerini kaybetmiş şekilde daha fazlasını istiyorlardı. Kalabalığı sıyırıp gecen Alparlan demir paslı merdivenlerden ulaştığı odaya girdi. Masanın başında para sayan adam hemen ayaklandı.
"Ooo! Alparslan Bey çok zamandır yoktun. Hayırdır hangi rüzgar attı seni buraya?! " dedi elini uzatarak. Alparslan uzattığı elini tutarak,
"Hayır denen şey sende ne arasın! " dedi elini sert bir şekilde sıkarak. Karşısındaki adam gülmeye başladı.
"Haklısın, ne diyeyim şimdi. "
"Kafese on kişi istiyorum. "
"Ne yaptın Alparslan Bey. Ben senin dövdüğün adamı bir ay kafese sokamıyorum. Kaldı ki Avrupa'dan misafirlerim gelecek senin istediğin mümkün değil. "
"Zararını karşılarım. "
"Mesele kar-zarar değil. Benim bir adım var bu camiada. Adamlara söz verdim istediğin mümkün değil. "
Adamın kararlılığı Alparslan'nın canını sıkmaya başlamıştı. Elini öfkeyle masaya vurdu. Kararan gözleri, seğiren yüzü ve sıktığı dişleriyle,
"Ben senden rica etmiyorum, istiyorum! Yoksa o kafese seni alır cesedini çıkarırım! " Alparslan'ın öfkesinden daha önce nasibini almış biri olarak yutkundu. Gözü döndüğünde neler yapabileceğini biliyordu.
"Sana on adam veremem ama eski bir boksör var. Nerdeyse senin kadar iyi. " dedi çekinerek.
"Artı beş adam! " diye ekledi Alparslan.
"Beş çok ikide anlaşalım. "
"Seninle pazarlık yapmıyorum! "
Alparslan ile başa çıkamayacağını bildiğinden mecbur kabul etti. Nitekim başka çaresi de yoktu. Vermediği o adamların yerine bir ay hastanede yatmayı göze alamazdı.
|
0% |