@eelliiffiippeekk
|
Yüreğindeki kordan kuyuda boğulmak. Aldığın her nefeste yanmak. Başını alıp uçsuz bucaksız diyarlara kaçmak istesede yangının kendisi olduğunu farketmesi bir kurşun gibi işler akla. Yere göğe sığdıramazsın bazen koca bir bedeni. Bir çift göze tutunur insan uçurumun kıyısında sallanırken. Bir çift göz yakar, yaşatır, ağlatır, gülümsetir. Bazen yaşatır, bazen öldürür.
Alparslan düştüğü dipsiz kuyuda ne yapacağını bilmiyordu. Boğulacak gibiydi. Erkenden üzerini giyip kimseye görünmeden evden çıktı. Bindiği arabayı hız limitinin üzerinde sürüyordu, varmak istediği yere bir an önce ulaşmak istiyordu çünkü. Bir tek orda nefes aldığını hissediyordu. Bitmeyecekmiş gibi gelen yol nihayet olmak istediği yere çıkarken kendini halsizce arabadan aşağı zor attı. Her sıkıntıda nefes almak için gittiği yerdeydi. Büyük beyaz taşların kıyısını süslediği denizin kenarındaydı. Geçip bir taşın üzerine oturdu. Ve o taşın üzerinde saatlerce denizi izledi. Erkenden kaçmasının bir diğer sebebiyse annesinin onu o halde görmesini istemediği içindi.
"Eve uğradım Neriman Teyze evde olmadığını söyledi. " Dönüp baktığı kişi can dostuydu. O da geçip Alparslan'ın yanına oturdu.
"Beni böyle görsün istemedim. Benim yüzümden zaten çok yıprandı. "
"Bu sefer ki bahanen ne kendine bu kadar işkence etmek için? "
"Yüreğimdeki yangın!" Ve kör bir sessizliğin ardından gözlerini diktiği mavide kaybolmak istercesine derince soluduğu nefesle konuştu. "Birine tutuldum kör düğüm gibi ne yaparsam yapayım çözemiyorum. Üstelik evli birde çocuğu var. Berbat hissediyordum Serhat! Canım acıyor ve bu acı hiçbir şeye benzemiyor. Daha önce böyle hissetmedim hiç. Gücüm yetmiyor. Nasıl söküp atacağımı bilmiyorum. "
"İnsan her zaman sevebilir ama bir kere aşık olurmuş, annem hep öyle diyor. Seninde şanssızlığın bu, neyden kaçıyorsan onunla imtahan oluyorsun. Ne yapacaksın peki? "
"Bilmiyorum! Ben daha onu tanımıyorum ki doğru düzgün. "
"Kim ki? "
"Eylül. "
"Eylül? "
"Yeni aşçı. "
"Şu kafanı patlatan? "
"Ta kendisi! "
"Evli olduğunu nerden biliyorsun? "
"Bir oğlu varmış iki yaşında. Ne yapacağım ben Serhat içinde kayboluyorum, beynim yanıyor ama içinden çıkamıyorum. Ne zaman oldu, nasıl oldu onu bile bilmiyorum. Lan ben ne zaman bu kadar savunmasız kaldım böyle!"
"Evli olsa yatılı işe neden girsin. Mantıksız! Üstelik çocuğu var ve çocuğu yanında. "
"Sebebi vardır belki."
"Evli olsa her akşam gitmek zorunda olduğu bir evi olurdu. Bekle öğreniriz şimdi. " diyerek telefonunu çıkardı ceketinin iç cebinden Serhat.
"Nasıl olacak o? "
"Bu kız Derya'nın arkadaşı. İşi de Derya vermiş ona. Seni hastanelik edince biraz kendini suçlu hissetmişti hâliyle. " Serhat gülümseyerek söylemişti son cümlesini.
Serhat Derya'yı arayarak telefonu kulağına koydu. Telefon açılınca,
"Müsait misin güzelim bir şey soracağım? " dedi direkt.
"Evette hayırdır? "
"Biri hakkında bilgi lazım az çok. "
"Kim? "
"Eylül, Alparslan'ın evinde iş verdiğin kız. Bu kız kim, kimi kimsesi, ailesi, eşi vesayre sen tanıyorsun ya."
"Serhat bir şey mi oldu? "
"Yok güzelim bir şey, sadece lazım. Ben sana sonra anlatırım."
"Duygu'nun yakın arkadaşı Eylül. Ailesi burda, bir oğlu var tam olarak yaşını bilmiyorum ama küçük. İki, üç yıl önce boşanmış, adam hapiste bildiğim kadarıyla. Bu kadar yani başka bir şey bilmiyorum bende. "
"Sağ ol canım bu kadarı da yeter. Sonra konuşuruz. "
"Tamam. Ara beni merak ederim. "
"Birazdan şirkete geliyorum konuşuruz.
"Tamam. "
Serhat kapattığı telefonu cebine sokarak Alparslan'a döndü.
"İki, üç yıl önce boşanmış. Yani bir şansınız var kardeşim. " dedi.
"Aklımda cevabını kendime veremediğim bir sürü soru var. "
"Ne gibi? "
"Ne yapacağım, nasıl yapacağım, nasıl davranacağım, nasıl olacak gibi bir sürü şey! "
"Daha önce aşık olmadım o yüzden bilmiyorum bu konuda sana yardımcı olamam. Öğleden sonra toplantı var şirkete gitmemiz lazım. "
"Bu halde hiç uğraşamam sen hallet, olmadı başka güne al. "
"Peki. Bir şey lazım olursa haberim olsun. " dedikten sonra Alparslan'ı orda bırakıp ayaklandı ve işine doğru yola çıktı.
Neriman oğlunun durumu hakkında Eylül'ü sabahtan beri defalardır sorguya çekiyordu. Ne kadar sorarsa sorsun içi rahat etmiyordu. Eylül saatlerdir maruz kaldığı sorulardan bir türlü kurtulamıyordu.
"Kızım Allah aşkına doğru söyle çok mu kötüydü durumu da sabahın köründe çekmiş gitmiş? "
"Yok Neriman Hanım iyiydi. Yüzünde bir kaç morluk falan vardı iyiydi yani. " Neriman daha çok endişelenmesin diye Eylül geçiştiriyordu. Sabahtan beri bu sorulardan kaçacak delik arıyordu.
"Ah bir gelse gözümle görsem için rahatlasa. " diye söylenerek oturdu geniş koltuğa. Eylül daha fazla Neriman'ın endişe dolu sorularına mâruz kalmamak için mutfağa kaçarak hazırladığı akşam yemeğini son kez kontrol etti. Bir kaç dakika sonra mutfağın kapısında Duygu gülümseyerek göründü.
"Sarı? " dedi ima dolu sesiyle.
"Duygu! Ne zaman döndün Antalya'dan? " diyerek ona doğru gelen Duygu'ya kollarını sardı.
"Bir saat önce uçaktan indim ve direkt sana geldim. " dedi gülerek.
"İyi yaptın. Ne içersin? "
"Hiçbir şey! Sen Alparslan'ın kafasını nasıl patlattığını anlat önce." Duygu'nun sesi oldukça heyecanlı olduğunu gösteriyordu.
"Aman Duygu sende! Dalga geçilecek konu mu bu? Ya beyin kanaması getirseydi, ya bir şey olsaydı ben ne yapardım! "
"Alparslan'ın kafası kütük gibidir hiçbir şey olmaz ona. Ya Allah aşkına anlat çok merak ediyorum! "
"Hırsız zannettim, o an bir tek vazo vardı bende indirdim kafasına. Öyle yani. " dedi Eylül mahçup bir tavırla. Duygu katıla katıla gülerken neredeyse oturduğu sandalyeden düşecekti.
"Daha büyük bir şey olsaymış keşke. " dedi kahkahaları arasında.
"Duygu!!! "
"Ay ne?!!! Alparslan gibi birini bir vazoyla hastanelik etmişsin daha ne olsun."
"Çok mu komik Duygu?! " Alparslan'ın sesi mutfağın içini doldururken Eylül ne yapacağını şaşırmıştı. Duygu gülmeye devam ederken,
"Evet çok komik! Bu bir duyulsa bir ay gündemden düşmez. Alparslan Sökmenci bir vazoyla hastanelik oldu! Şok! Şok! Şok! Vay be! Ne başlık ama değil mi? " dedi. "Bir bakayım mı kaç dikiş atmışlar? Allah aşkına bir bakayım. " Eylül Duygu'ya kocaman açtığı gözleriyle bakarken,
"Duygu!!! " dedi uyararak. Duygu oralı bile olmazken gülmeye devam etti. "Ben bu konuyu kuaförümdeki kızlara anlatayım mı, sabah manşetlerden okuruz. " Eylül dudağının kenarını kemirirken Alparslan, Eylül'e kısa bir bakış attı.
"Alparslan. " diyerek mutfağın kapısında görünen Serhat'ı gören Duygu'nun gülümsemesi yüzünde donarken, "Bende diyorum ortadoğu ve balkanları donduran bu soğuk hava nerden geldi. Serhat burdaymış meğer! " dedi buruşturduğu yüzüyle. Serhat onun gibi bir tavır takınarak,
"Bende diyorum bu boğucu ve sıkıcı havanın sebebi ne, Duygu buradaymış meğer! " diyerek Alparslan'a döndü. "Çalışma odasındayım. "
Serhat'ın gidişinin ardından Duygu hızlı bir şekilde ayaklanarak,
"Ben gidiyim donmadan, görüşürüz Sarı. " diyerek Eylül'e sarıldı.
"Görüşürüz canım. " diyen Eylül Duygu'yu yolcu etti.
Duygu gittikten sonra Alparslan,
"Yarın akşam misafirlerim var hazırlığını ona göre yap. " dedi. Gözlerini Eylül'ün üzerinden ayıramasada kaçamak bakışlar atıyordu ancak.
"Tabi. Kaç kişi? "
"Dört. "
"Özel olarak istediğiniz bir şey var mı? "
"Hayır. " gitmesi gerekiyordu, içinde tatlı bir esinti vardı sabah hissettiklerinin aksine. İstemeye istemeye mutfaktan çıktı. Derince bir iç çekti çalışma odasına çıkarken. Günün geri kalanında Eylül ile karşılaşmayan Alparslan onu görme ihtiyacı hissediyordu.
O sıralarda Eylül elinde biberonla Rüzgar'ı arıyordu. Uyku saati gelmişti ama uyumamak için kaçıyordu küçük yaramaz.
"Rüzgar anneciğim nerdesin? Rüzgar... ah Rüzgar! " dedi baktığı dolaplarda Rüzgar'ı bulamayınca. Odasından çıkarken Reyhan'a rastladı. Reyhan,
"Ne oldu Eylül? " diye sordu telaşına.
"Rüzgar saklambaç oynuyor yine uyumamak için. " diye cevap verdi.
"Az önce yukarıdaydı ben Neriman Hanım'a ilaçlarını verirken. Sende yukardasın sandım bilsem getirirdim. "
"Hangi ara gitti o? İki dakika süt ısıttım yukarı çıkmış. Ah Rüzgar ah! " dedi söylenerek merdivenlere yöneldi.
"Rüzgar... Rüzgar... " Eylül Rüzgar'ı bahçede yağmurun altında ve göl olmuş suda oynarken buldu. Endişeyle koşup kucağına aldı. Tedavisi daha yeni bitmişti üşütmemesi gerekiyordu. Böbreklerinde büyüme vardı ve oldukça dikkat edilmesi gerekiyordu.
"Ne işin var senin bu suyun içinde?! Yapmayacaksın demedim mi? " Eylül endişeyle biraz fazla tepki verirken merdivenlerden inen Alparslan olanlara şahit oldu.
"Yağmur değince çocuk erimiyor." dedi. Eylül Rüzgar'a bir şey olma korkusuyla yağmaya bahane arayan dolu gözleriyle kaşlarını çattı. Eylül'ün iyi olmadığını anladığında söylediğine pişman olmuştu Alparslan.
"İyi misin sen? " diye sordu Alparslan. Eylül başını hızlı bir şekilde yukarı aşağı sallayarak kucağındaki Rüzgar ile birlikte hızlı adımlarla aşağı indi. Hıçkırıklarla ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Odasına girerek kapıyı kapattıktan sonra hıçkırıklara boğuldu. Rüzgar'ın nemlenen kıyafetlerini hızlı bir şekilde gözyaşlarıyla değiştirerek eline aldığı havluyla saçlarını kuruladı. Sıkıca sarıldı küçük sevdasına, ona gelecek en ufak bir zarar bile aklını kaçırmasına yeterdi. Sütünü içerek uyuyan bebeğinden sardığı kollarını yavaşça çekerek doğruldu.
Cama yürüdü.
Damla damla düşen her bir tane yaralarını tekrar tekrar kanatırken gözyaşları içinde kollarını kendine sardı. O kadar yalnız ve kimsesiz hissediyordu ki gözyaşlarıyla örtüyordu üzerini. Saatlerce yağan yağmurla birlikte ağladı. Bir dayanak arıyordu ruhu çaresizce. Yorulmuştu hayatın sürekli ona yeni yük getirmesinden. Ağırlaşan yüreği göğüs kafesine sığmıyordu. Yere göğe sığmayan bedenini küçücük yavrusuna yasladı. Yüreği küçüğünün kokusunda teskin oluyordu. Pes etmeye bile hakkı olmayan biriydi o. Çünkü o anneydi. Ayağa kalkacak takati olmadığı zaman bile koşmak zorundaydı.
Alparslan Eylül'ün nesi olduğu konusunda kendini yiyip bitiriyordu. Yanına gidip soramıyordu çünkü aralarında uçurumdan farksız bir iletişim vardı. Ne olduğunu bilmemesi kafasına takılıp duruyordu. Bir insan bir söz ile nasıl bu kadar yıkılıp dökülürdü.
Ağladığını görmüştü. Onun içinde kaybolduğu yalnızlığını hissediyordu. Onu tüm sıkıntılardan kurtarıp korumak istiyordu. Ama elinden şu an için hiç bir şey de gelmiyordu. Elinde olsa gece kadar karanlık gözlerini diktiği yağmuru durduracaktı canını yaktığı için. Aklında iyi, kötü bir sürü cevap bekleyen soru vardı. Ve zaman geçmek bilmiyordu. Sıkıntıyla iki elini saçlarının içinden geçirdi. Ciğerlerine doldurduğu nefes soluğunu kesiyordu. Yorgun adımlarla yürüdüğü yatağına sırt üstü uzandı. Tenini canına dar eden gıcık bir sıkıntıydı şu aşk denilen şey. Sonu yoktu ve bitmek nedir asla bilmiyordu. Aksine aklını kaçırtacak şekilde büyüyüp duruyordu. Yorgun bedeni aklındaki can alıcı sorularla karanlıkta kayboldu.
Ertesi gün, akşam yemeği için Eylül çok özenerek yemek yapmıştı. Yemekler birbirinden güzel olmuştu. Aynı şekilde Reyhan'da özenle hazırladığı sofranın hazır olduğunu haber verdi. O sırada Neriman mutfağa girdi.
"Eylül kızım yemekler tamam mı? " diye sordu.
"Evet Neriman Hanım her şey hazır merak etmeyin. " dedi.
"Tamam. " diyerek mutfaktan ayrıldı Neriman. Az sonra Reyhan,
"Misafirler geldi ben onları karşılayayım. On beş, yirmi dakikaya sofraya otururlar. " dedi gitmeden önce. Eylül servis için son hazırlıklarını tamamlarken Reyhan içeri girerek,
"Sofraya geçtiler servise başlayabilirsin. " dedi yardımcı olmaya başlarken.
"Tamam geliyorum. " diyen Eylül karşılaşacağı sürprizden habersiz salona geçti. Masanın başına geldiğinde şaşkınlıkla baktı karşısındakilere. Ablası Hülya, eniştesi Yavuz ve Kaan tam karşısında duruyordu. Hülya şaşkınlıkla bakarken donakalmıştı adeta.
"Eylül. " dedi. Eylül şaşkınlığı üzerinden atarak soğuk bir tavırla,
"Hoş geldiniz. " dedi sanki tanımıyormuş gibi uzak bir tavırla. Hülya sarılmak için kalkacağı sırada Eylül'ün tavrını anlayan Yavuz, Hülya'ı sofradakilere fark ettirmeden kolundan tutarak kalkmasına izin vermedi. Kaan donmuş bir vaziyette servis yapan Eylül'den gözlerini ayıramıyordu. Kaan'ın dünyası durmuş, zaman onu es geçiyordu. Dolan gözleri, değişmiş tanımadığı bir Eylül'e bakıyordu.
Neriman,
"Tanışıyor musunuz? " diye sordu Hülya'ya.
Hülya başını hafifçe sallayarak cevap verdi. "Kardeşim. " dedi dolu gözlerle. Alparslan, Serhat ve Neriman şaşkınlıkla karşılarken Hülya, Eylül'e dönerek,
"Ne zaman döndün İstanbul'a? " diye sordu. Servise devam eden Eylül aynı soğuk tavrıyla, "Birkaç ay oldu. " diyerek kestirip attı.
"Ve ablana bir haber bile vermedin. "
"Hiç aklıma gelmedi ablam olduğu. " Unutmamıştı yaşadıklarını, ablasının bencil davranışlarını unutmayacaktıda. Eylül'ün ne kadar değiştiğini fark etmeleri uzun sürmemişti. Alparslan ne olduğunu anlamak için dikkatlice dinlerken Yavuz, Eylül'ün patronlarına mahçup olmaması için müdahil olmaya karar verdi. En azından ortamı yumuşatmalı ve gerginliği dağıtmalıydı.
"Kafama üç dikiş attılar dediğinde Eylül olduğunu anlamalıydım. Eylül'ün elinin ayarı üç dikişliktir. Kaan'ın kafasında da bir üç dikişlik iz var." dedi gülümseyerek.
Eylül bir an önce servisi bitirip ordan ayrılmak istiyordu. Eniştesinin ortamı yumuşatma çabasına karşın,
"Çocuktuk o zaman... " demişti ki Kaan sıktığı dişleri arasında, "Bir ay sonra evlendiğin çocukluk. " diyerek sözünü kesti. Eylül sıktığı dişleriyle bakışlarını, dolu gözlerle ona bakan Kaan'a çevirdi. Buz gibi bir hava salonu kaplarken Alparslan duyduğu cümleyle yanındaki Serhat'a çattığı kaşlarıyla baktı. Yavuz sert sesiyle,
"Kaan!!! " diyerek uyarırken Eylül beyninden vurulmuştu sanki. Zoraki bir şekilde "Afiyet olsun. " diyerek salondan ayrılan Eylül'ün ardından Kaan'da hırsla kalıp masayı ve evi terketti. Alparslan ne olduğunu anlamaya çalışırken Kaan'ın tepkisi azımsanacak gibi değildi.
Hülya,
"Müsadenizle. " diyerek kalktı. Eylül'ün arkasından mutfağa gittiğinde Eylül sıktığı dişleriyle ağlamamak için direniyordu. Hülya ne diyeceğini bilemiyordu. Eylül'e sarılmak için hamle yaparken Eylül bir adım gerileyerek izin vermedi.
"Özür dilerim! " dedi ağlayarak.
"Özür dilemek kötü ve bencil olduğun gerçeğini değiştiriyor mu? " Hülya gözyaşları içinde baktı kardeşinin yüzüne. "Kendi çıkarın için neler yapabileceğin gerçeğini özür dileyince örtebiliyor musun? " Eylül hiç acımadan çok ağır konuşuyordu ve hemen kapının diğer tarafında Eylül'ün söylediklerini dinleyen Alparslan vardı...
|
0% |