Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Aradan geçen iki günün ardından Alparslan kafasında oturtmuştu her şeyi. Derya'nın tavsiyelerine uymak ona yol kazandıracaktı. Aynanın karşısında kravatını bağlayarak düzeltti. Eline aldığı ceketiyle aşağı indi. Çalan telefonunu açarak kulağına koydu. Elindeki ceketini koltuğa bırakarak cama doğru yürüdü. Arayan Serhat'tı. Bugünkü toplantıya katılamayacağını haber vermek için aramıştı. Alparslan kapattığı telefonunu sehpaya bırakırken Eylül kahvaltı sofrasına son kahvaltılıkları koyuyordu.

 

"Günaydın Alparslan Bey. " dedi.

 

"Günaydın. Annem daha kalkmadı mı? " diye sordu.

 

"Bahçede telefonla konuşuyor. " Alparslan sofraya geçerken Eylül, "Afiyet olsun." diyerek mutfağa doğru yürüdü. Alparslan gülümseyerek arkasından baktı. Neriman yüzü asık bir şekilde gelip sofraya geçerken oğluna,

 

"Günaydın aslanım. " dedi.

 

"Günaydın. " Alparslan annesinin yüzünün şeklinden bir şeyi olduğunu anlamıştı. Yüzüne bakıp hafif gözlerini kısarak, "Hayırdır Neriman Sultan sabah sabah Karadeniz'de filonuz mu battı?! " diye sordu gülümseyerek.

 

"Suzan Teyzen ameliyat olacakmış tekrar. Göğsünden alınan biyopsinin patoloji sonuçları temiz çıkmamış. Ameliyat, ardından da kemoterapi tedavisi başlayacakmış doktoru. "

 

"İstiyorsan sende git yanına. Hem teyzeme moral olur, hem de senin aklın kalmaz."

 

"Çok iyi olur. "

 

"Selanik'e ilk uçağa bilet ayarlarım. "

 

"Sağ ol oğlum. " diyen annesi hafif bir tebessümle oğlunun elini tuttu.

 

Akşam üzeri Neriman gitmek için hazırdı. Alparslan onlara uçak bileti ayarlamıştı. Neriman yanında Hüseyin ile Reyhan'ı da götürecekti. Dört yıldır çocukları olsun diye tedavi görüyorlardı, hiçbir sorunları olmamasına rağmen çocukları olmuyordu. Selanik'te bu konuda uzman ve birçok başarıya imza atmış bir doktor vardı. Neriman ablasının hastalığından dolayı gitmek zorunda kalırken fırsattan istifade onları da yanında götürecekti. İkiside Neriman'ın plânını bilmiyorlardı. Neriman bir buçuk iki ay kalmayı planlıyordu sırf onların tadavisi için. O arada ablasına da destek olacaktı. Alparslan, Hüseyin'i uyararak,

 

"Hüseyin, annem bir dakika bile yalnız kalmayacak, anlaşıldı mı? " dedi. Hüseyin başını sallayarak, "Siz merak etmeyin Alparslan Bey. " diyerek az önce valizleri yerleştirdiği bagajı kapattı. Eylül elinde birkaç adet kağıtla koşarak yetişti.

 

"Neriman Hanım, bir aylık beslenme programı çıkardım size. Eğer daha fazla kalıcak olursanız tekrar baştan başlayın listeye. Ama lütfen diyetinizin dışına çıkmayın en başa dönmeyelim. " dedi. Reyhan'a dönerek, "Neriman Hanım günlük egzersizlerini atlamaya çok meyillidir sakın izin verme. Bu hafta her egzersiz beş artarak devam edecek ona dikkat et. Haftalık vermesi gereken kilo bir, bir buçuk olmalı takip et. " dedi.

 

"Tamam, merak etme seni mumla aratacağım. " diyerek güldü Reyhan.

Neriman gülerek baktı ikisine.

 

"Düştüm ya elinize. Ta Selanik'te bile atlamayacaksın sen bunları değil mi? " dedi Eylül'e. Eylül, Neriman'ın samimî gülümsemesine karşılık gülümsedi.

 

"Her şey sizin iyiliğiniz için. Ameliyat olamayacağınız için kilo vermeniz lazım. " Neriman Eylül'e sarılarak, "Güzel kızım benim sağ ol, var ol. " dedi.

 

"Siz de sağ olun. "

 

Alparslan büyük bir beğeniyle, elleri ceplerinde annesi ve Eylül'ü izliyordu. Annesi ona dönerek,

 

"Eve erken gel geçe kalma. Sonra Eylül seni yine hırsız zannedip kafanı, gözünü kırmasın. " dedi gülerek. Herkes gülerken Alparslan annesine sarıldı.

 

"Merak etme sen beni. "

 

"Seni merak eden kim ben Eylül için söylüyorum. Eylül sana emanet birbirinize mukayyet olun. " Alparslan hafif tebessüm ederek başını sallarken Neriman vedalaşarak gitti.

 

Alparslan ile Eylül birlikte eve doğru yürürken Alparslan,

 

"Sen aşçı mısın, doktor mu, diyetisyen mi? " diye sordu gülerek. Eylül tutamadığı küçük bir kahkaha ile, "Hepsi bir arada. Sizinde bir ihtiyaınız olursa sizde gelebilirsiniz, size de yardımcı olurum. " dedi. Alparslan gülüşünde takılı kalırken nefes almayı unutmuştu. Elini ensesine atarak,

 

"Olur. Gelirim. " dedi yarım ağız gülerek. Eylül yüzündeki gülümsemeyle içeri yürüdü. Yaptığı yemeklerin son kontrollerini yapmak için mutfağa doğru hızlı adımlarla gitti. Mutfağa girdiğinde yemekleri kontrol ettikten sonra ocakları kapattı. Koşuşturmaktan oldukça susayan Eylül su doldurduğu bardağı bir kerede kafasına dikti. Hâlâ bardak elindeyken hiç beklemediği bir sesle irkilirken elindeki bardağı düşürdü. Alparslan mutfağın kapısından seslenmişti. Eylül'ü korkuttuğunu anladığında içeri girdi Rüzgar ile birlikte.

 

"Korkuttum galiba, Rüzgar seni arıyordu. " dedi. Eylül nefes nefese kekeleyerek,

 

"A...affedersiniz ben bir an boş bulundum. " dedi. Alparslan Rüzgar'ın kırık cam parçalarına yaklaşmasına izin vermezken Eylül acele toplamaya çalıştığı camla parmağını kesti.

 

"Ah!!! " diye inledi. O ah Alparslan'ın ömründen bir ömür alıp götürürken hemen yetişip elinden cam parçalarını alarak çöpe koydu. Kopardığı peçeteyle Eylül'ün parmağındaki kanı temizlerken açtığı çekmeceden aldığı yara bandını Eylül'ün parmağına sardı Alparslan. Eylül şaşkınlıkla baktığı kişinin tanıdığı Alparslan olduğuna inanmıyordu.

 

"Teşekkür ederim. " dedi elini hızl çekerek.

 

"Dikkat et ". Eylül başını sallayarak onaylarken Rüzgar araya girerek,

 

"Acıttım (acıktım )." dedi. Hemen üzerine Alparslan, "Bende acıktım. " dedi. Rüzgar'ı kaldırarak sandalyeye oturttu, kendiside yanına geçip oturdu. Eylül sessiz bir şaşkınlıkla izlemeye devam ederken Alparslan,

 

"Ee hadi yemek yok mu? " diye sordu. Eylül'ün üzerindeki şaşkınlığı atması kolay olmayacaktı.

 

"Siz burda, mutfakta mı yemek yiyeceksiniz? " diye sordu balık gibi bakarken.

 

"Bir mahsuru mu var? "

 

"Hayır tabi de siz salonda yersiniz diye..." demişti ki Alparslan sözünü keserek, "Ben yalnız yemek yemekten nefret ederim Eylül. O yüzden burda sizinle yiyeceğim rahatsız olmayacaksan. Hatta annem dönene kadar. " dedi.

 

"Estağfurullah, nasıl isterseniz. " diyen Eylül kararsızca başını sallayarak sofrayı kurmaya başladı.

 

Eylül Alparslan'a yemek servis ettikten sonra ayakta dikilirken Alparslan ona dönerek, "Yalnız yemek yemekten nefret ederim demiştim hatırladın mı? Lütfen şimdi sofraya oturur musun, bunu her seferinde hatırlatmayacağım. Annem dönene kadar burda birlikte yemek yiyeceğiz. İtiraz ve bahanelere kapalıdır bu konu. " dedi kestirip atarken. Eylül ne yapacağını bilmez bir hâlde çekingenlikle çektiği sandalyeye oturdu. Rüzgar'ı yedirmeye başlarken sessiz bir şekilde yemek yiyen Alparslan'a baktı.

 

***

Aradan geçen iki haftanın ardından Eylül, Alparslan ile birlikte yemek yemeye alışmıştı artık. Yemek boyunca sohbet bile ediyorlardı. Ki Eylül'ün bu durumdan pek şikayetçi olduğu söylenemezdi; sürekli kızıp, emirler yağdıran bir Alparslan'dansa insan gibi konuşabilen bir Alparslan çok çok daha iyiydi.

 

Yemekten sonra tatlının yanına Eylül dondurma koyarken Alparslan dondurmaya tuhaf bakışlar atıyordu. Eylül otururken Alparslan, "Ben dondurma sevmem. " dedi. Eylül bir kere daha Alparslan tarafından şaşkınlığa uğratılırken, "Kusura bakmayın, dondurma sevmediğinizi bilmiyordum. " diyerek tatlı tabağını değiştirmek için aldı.

 

"Bakınca bile dişlerim sızlıyor. "

 

"Aklımda bulundurum. " Eylül dondurma yerine kaymakla servis ettiği tatlının ardından oturdu.

 

"Sen yemeyecek misin? " Alparslan'ın sorusuyla Eylül bakışlarını kaldırdı.

 

"Sizi rahatsız etmesin, ben daha sonra da yiyebilirim. " Eylül'ün cevabıyla Alparslan ayaklanıp aldığı dondurmlı tatlı tabağını Eylül'ün şaşkınlıkla bakan bakışları altında önüne koydu.

 

"Ben sevmiyorum diye sen neden yemeyeceksin. " Eylül ne diyeceğini bilemeden bakmaya devam ederken Alparslan gülümseyerek konuştu tekrar. "Dondurman erimesin istersen. "

 

"Sizi rahatsız ederken ben bunu yiyemem ki. "

 

"Bir başkası yerken rahatsız olmuyorum, özellikle dondurmayı çok seven biri yiyince hiç rahatsız olmam. "

 

"Dondurma sevdiğimi nerden biliyorsunuz? "

 

"Her gün yemenden. Özellikle çikolatalı. "

 

O sırada Alparslan'ın salonda çalan telefonun sesi gelirken Eylül yerinden kalkarak telefonu almaya gitti. Koltuğun üzerindeki telefonla mutfağa geri döndü. Elindeki telefonu Alparslan'a vererek yerine oturdu.

 

Alparslan açtığı telefondaki arkadaşıyla konuşurken son cümlesi, "Yarın akşam yemeğinde görüşürüz. " olmuştu.

 

"Yarın akşam dışarda yemek yiyeceksiniz galiba. " Alparslan sadece başıyla onayladı. Alparslan ayaklanıp,

 

"Ellerine sağlık. Kahvemi çalışma odasına getir biraz çalışacağım. " diyerek giderken Eylül derince soluduğu nefeslerle kalkarak sofrayı toplamaya başladı.

 

***

 

Eylül'ün uykusunu kaçıran Duygu'nun kırık sesiydi. Bir saat önce konuştuğu Duygu sesinden anlaşılsada iyi olduğunu, bir sorun olmadığını diretiyordu. Duygu böyle yaptı mı Eylül bilirdi ki konu Serhat ile ilgiliydi. Ama Duygu sürekli inkar edip konuyu kapatıyordu.

 

Sabahın erken saatlerinde tüm gece cebelleştiği yatağından kalktı Eylül. İlk işi kahvaltı sofrasını hazırlamak oldu. Bir saat kadar sonra Alparslan aşağı indi.

 

Eylül'ün her günkü neşeli, güleç halinden eser yoktu bugün. Eylül'ün yüzünün gülmediği bir gün Alparslan için çokta iyi başlamış sayılmazdı. Alparslan geçip sofraya otururken,

 

"Günaydın. " dedi. Halbuki her gün ilk Eylül günaydın derdi. Eylül dalgın bakışlarını kaldırmadan, "Günaydın. " diye karşılık verdi. Alparslan, Eylül'ün sesinin tonundan anlamıştı bir sorun olduğunu.

 

"İyi misin sen? " diye sordu bir saniye dahi düşünmeden canını vereceği mavi gözlere; gece kadar karanlık gözlerini dikerek.

 

"Evet. "

 

"Bir şey mi oldu? İyi görünmüyorsun "

 

"Üzerimde biraz kırgınlık var. Gece uyuyamadım pek. "

 

"Doktora gidelim mi? "

 

"O kadar uzun boylu değil, iyiyim. "

 

"Emin misin? "

 

"Eminim teşekkür ederim! "

 

Alparslan sebebini öğrenemesede bir şey olduğunu anlamıştı. Kahvaltı boyunca Eylül tek bir kelime dahi etmedi. Bu durum Alparslan'ın dikkatinden kaçmıyordu. Kahvaltının ardından Alparslan işe giderken aklı Eylül'de kalmıştı.

 

Bütün gün Eylül aklından çıkmazken birkaç defa arayarak iyi olup olmadığını sormuştu. Eylül her seferinde iyi olduğunu söylese de Alparslan'ın içi bir türlü rahat etmiyordu. Eylül'ü görebilmek için erken çıkacaktı şirketten. Akşam iş yemeği vardı ve geç kalmaması gerekiyordu. Erken eve giderse Eylül'ü daha fazla görebilirdi. Hiç vakit kaybetmeden hemen yola koyuldu. Çok geçmeden de eve varmıştı eve gelir, gelmez Eylül'e seslendi.

 

"Eylül... Eylül... " diyerek mutfağa doğru yürüdü. Eylül mutfağın kapısında görünürken yüzü gülmesede sesi iyiydi sabaha oranla.

 

"Buyrun Alparslan Bey, bir şey mi istemiştiniz? " diye karşılık verdi.

 

"Daha iyi misin? " Eylül hafif ve kısa bir tebessümle başını salladı.

 

"Seni üzecek, incitecek, kıracak bir şey mi yaptım? " Alparslan onu incitmiş olabilmekten korkuyordu

 

"Hayır. " Eylül anlam veremediği sorular karşısında ne yapacağını bilemedi bir an.

 

"Bilmediğim bir şey mi oldu? "

 

"Hayır. "

 

"Peki... " diyen Alparslan sıkıntılı bir nefes alırken Eylül, "Rüzgar'a bakmam gerekiyor müsaadenizle. " diyerek hızlı adımlarla mutfaktan çıktı. Nerdendir bilmiyor ama Alparslan'ın hal ve hareketleri tanıdık geliyordu.

 

Alparslan düşünceli bir şekilde üzerini değiştirirken tüm düşünceleri Eylül'den ibaretti. Eylül'e ne olduğunu bilmemek çıldırtıyordu onu. Kim üzmüş olabilirdi onu? Ya da ne yüzünden o aşık olduğu gülümsemesini silmişti? Hazırdı ama Eylül'ü bırakıp gitmek istemiyordu. Serhat arayarak misafirlerin geldiğini haber verirken gitmek zorundaydı. Merdivenleri hızla inerken bir kere daha seslendi Eylül'e.

 

"Eylül! Ben çıkıyorum. "

 

Alparslan'ın seslenmesiyle Eylül, Rüzgar ile birlikte yukarı çıktı.

 

Alparslan,

 

"Çıkıyorum, bir şey olursa ararsın. " dedi.

 

"Bu akşam siz evde değilken bende Duygu'ya gitmek istiyorum sizin için de bir mahsuru yoksa. "

 

"Seni bırakayım o zaman. "

 

"Hiç gerek yok ben taksiyle giderim. "

 

"Akşam akşam taksi falan uğraşma boşuna yolumun üzeri bırakırım seni. "

 

"Size zahmet olmasın gerçekten taksiyle de giderim. "

 

"İtirazlardan hoşlanmıyorum Eylül, ben bırakırım ayrıca; sakın gece gece taksiyle gelmeye kalkma dönüşü yine seni alırım eve birlikte döneriz. " diyerek yol gösteren Alparslan'ın önünden el mahkûm yürüdü Eylül. Az sonra ikisi birlikte yola çıkmışlardı bile. Ama farkına varmadıkları peşlerine evden ayrıldıklarından beri bir araba vardı.

 

"Size de zahmet oldu. " Eylül oturduğu arabanın koltuğunda mahçup bir tavırla konuştu. Alparslan hafif bir gülümsemeyle ona baktı. Şu mahçup tavrı bile ayrı bir güzeldi, ama hâlâ yüzünün gülmediği de ayrı bir gerçekti.

 

"Artık söyleyecek misin sabahtan beri neden somurttuğunu? " Alparslan'ın sorusuyla Eylül bakışlarını ona çevirdi.

 

"Duygu biraz kötüydü dün ona canım sıkıldı. Bugün bütün gün de işle kendine işkence etmesi de ayrı bir olay. "

 

"Bu muydu bütün gün yüzünü asmanın sebebi? "

 

"Söz konusu Duygu olunca benim için akan sular durur. "

 

"Duygu çatlaktır bulmuştur kafasına takacak bir şey."

 

"Ne çatlaklığını gördünüz canım, hiçte bile! Şu koca dünyda ondan daha aklı başında birini bilmiyorum ben. "

 

"Aynı kişiden bahsettiğimize emin misin? "

 

"Aynı kişiden bahsediyoruz ama ikimiz için farklı anlamlar taşıdığı için aynı şeyi göremiyoruz. " Alparslan bir kere daha gülümseyerek baktı ona. İkisi arasında başka konuşma olmazken birkaç dakika sonra duran arabayla Eylül kucağındaki Rüzgar ile birlikte aşağı indi.

 

"Çok geç kalmam. "

 

"Tamam. " Evden ayrıldıklarından beri onları takip eden arabadaki adam durmdan fotoğraflarını çekiyordu. Az sonra Alparslan iş yemeği için yola koyulurken arkadaki araba onu takip etmeye devam ediyordu.

 

Alparslan ulaştığı restoranda gelen misafirleriyle tokalaşıp selamlaşırken iş olan konu uzayıp gitmeye başlamıştı bile.

 

Duygu her zaman ki neşesinden uzak oturduğu koltukta boş boş karşıya bakıyordu.

 

"Ee? Anlatmayacak mısın? " Eylül'ün sorusuyla Duygu dalgın bakışlarını kaldırdı.

 

"Neyi? "

 

"Duygu, yapma ama güzelim. "

 

"Anlatacak bir şey yok, ne anlatayım. "

 

"Duygu inkar ettikçe yok olmuyor, kabullen bırak ne olacaksa olsun. "

 

"Bırak öyle kalsın. "

 

"Farkında mısın bilmiyorum ama bu inkar artık sana zarar veriyor. Bildiğin şeyi nasıl bu kadar kati bir şekilde olmadığına inandırıyorsun kendini aklım almıyor. Yapma Duygu artık kendine zarar veriyorsun! "

 

"Bunu dillendirirsem yapamam, yaşayamam Eylül niye anlamıyorsun beni... "

 

"Ne şu halinden daha kötü olabilir ki Allah aşkına! Bırak ne olursa olsun, dibi görmeden yüzeye çıkamazsın! Yüzüme bak! " Duygu kırık ve dolu bakışlarını Eylül'e çevirdi. "Ağla, bağıra bağıra ağla ama kendine işkence etmeyi bırak! Ağladığın zaman düşmüyorsun aksine ayağa kalkacak güç buluyorsun yeniden. Serhat'ı hâlâ çok seviyorsun, biliyorsun ama durmadan inkar edip kendini olmayan bir şeye inandırıyorsun! " Ağlamamak için sabahtan beri kendiyle savaşan Duygu ağlamaya başlarken Eylül sımsıkı sarıldı ona. Duygu dakikalarca başı Eylül'ün göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti.

 

Duygu kendini bildi bileli Serhat'ı seviyordu. On beş yaşında karşısına geçip onu sevdiğini söylemişti. Aralarında dört yaş olması sebebiyle Serhat, Duygu'ya çocuk muamelesi yapıp ciddiye bile almamıştı. Duygu onu inandırmak için çok uğraşsada Serhat her seferinde ona aynı şekilde karşılık vermişti. Duygu onun için ergen ve küçük bir kız çocuğuydu. En son Serhat'ın onunla dalga geçmesiyle Duygu çok ama çok kırılmıştı. Ondan sonra da Serhat'ı unutmak için çok çabalamış ama bir türlü başaramamıştı.

 

Çareyi kendini kandırmakta bulan Duygu yıllarca kendini kandırmış ama en sonunda sona gelmişti.

 

Eylül'ün demlediği papatya çayından sonra Duygu bir parça olsun sakinleşmişti.

 

"Şimdi baştan anlatacak mısın? " Eylül sorusuyla birlikte Duygu'nun saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Duygu'nun bir kere daha dolan gözleri akmaya başladı.

 

"Didem dönmüş. " Didem, Serhat'ın ilk aşkı ve uzun süreli eski sevgilisiydi. "İkisi yeniden birlikteler galiba. " Eylül diyecek bir şey bulamadı.

 

"Önünde sonunda olacak olan buydu, Didem olmasa bir başkası olur. Ya unutacaksın, ya da onunla olmak için bir şeyler yapacaksın. "

 

"Olmaz! Bir kere daha onun karşısında o duruma düşmeyeceğim. "

 

"Aşkta gurur olmaz Duygu! Bir ömür acı çekmeye razı mı olacaksın? "

 

"Aşkta gurur olmuyorsa sen niye Galip'i affetmedin? "

 

"Aynı şey mi? "

 

"Çokta bir farkı yok. Hiç düşünmeden benimle alay etti, dalga geçti! "

 

"Aradan sekiz yıl geçti Duygu, ikinizde aynı yerde ve aynı insanlar değilsiniz. O zaman çok mümkün değildi ama şimdi neden olmasın. "

 

"Yapamam Eylül, bir kere daha benimle alay ederse ben kaldıramam... "

 

"Bari biraz uzaklaşıp kendini toparla, bu halde daha fazla yıpratma kendini. "

 

"Var aklımda bir şeyler. " İkisi böyle konuşmaya devam ederken Alparslan'ın da iş yemeği son bulmuştu.

 

Duygu'nun evine varan Alparslan, Eylül'e kapıda olduğunu haber veren bir mesaj attı. Çok geçmeden Eylül, Rüzgar ile birlikte kapıda göründü. Eylül kucağına aldığı Rüzgar ile birlikte arabaya binerken o gizemli araba hâlâ Alparslan'ı takip ediyordu. Sessiz geçen yolculuk Alparslan'ın benzinliğe girmesiyle Eylül tarafından bozuldu.

 

"Neden durduk? "

 

"Sabah uğraşamam o yüzden şimdi alıyorum benzini. "

 

"Ben ellerimi yıkıyayım o zaman. Siz inecek misiniz? "

 

"Hayır. "

 

"Rüzgar'ın kalması sorun olur mu?"

 

"Hayır. "

 

"Teşekkür ederim. " Eylül'ün gidişinin ardından Rüzgar ağlarken Alparslan onu arabadan indirdi. Marketi gören Rüzgar koşarken Alparslan gülerek peşine takıldı. Rüzgar kucağını dolduran bir sürü şey alırken Alparslan gülerek ona bakıyordu. Ve Alparslan'ın haberi yokken saatlerdir onu takip eden kişi fotoğraflarını çekmeye devam ediyordu. Tuvalette işi biten Eylül markette bulduğu ikilinin yanına gülümseyerek yürüdü.

 

Rüzgar'ın kucağına doldurduklarını onu kandırarak yerlerine koydu Eylül. Annesi gibi dondurma seven oğluna Eylül sadece dondurma aldı. Abur cubur yemek yasaktı ona.

 

Alparslan,

 

"Ne olacak iki üç çikolatadan, çocuğun hevesini kursağında bıraktın. " dedi. Eylül çattığı kaşlarıyla bakarken, "Olmaz! Rüzgar'a asla o kadar abur cubur yedirmem. Bir tane dondurma yeter ona gerisi yasak. " dedi. Alparslan aldığı çikolatalı dondurmayı Eylül'e uzattı.

 

"En sevdiğin. " dedi. Eylül engel olamadığı gülümsemesiyle alarak, "Teşekkür ederim " dedi.

 

Onların fotoğraflarını çeken adam arabasına binerek uzaklaştı. Uzun süre gittiği yol bir depoda son buldu. Dışı harabe gibi görünen deponun içi lüks bir ofis gibi döşenmişti. Büyükçe masanın başında oturan gri saçları omuzuna kadar dökülen adam beklentiyle baktı karşısındaki adama. O adam cebinden çıkardığı telefondan çektiği fotoğrafçıları açarak adama göstermeye başladı.

 

"Karısı birde oğlu var. Eve giren çıkan başka kimse yok. Ne yapalım? " diye sordu.

 

"İkisinide istiyorum. Bakalım ailesi elimdeyken Alparslan olacak köpek yine o kadar dayılanacak mı? " dedi kin ve nefretle. Alparslan ile Eylül başlarına geleceklerden habersiz eve varırlarken zor zamanlar yaklaşıyordu.

Loading...
0%