@eelliiffiippeekk
|
Ertesi gün hafta sonu olmasına rağmen Alparslan çalışıyordu. Bahçede amcası ve Serhat ile birlikte alacakları yeni iş için çalışıyorlardı. Amcasının henüz on üç yaşında olan oğlu Rüzgar ile birlikte topla oynuyordu. Ve sık sık topu onların tarafına kaçırıyordu. Alparslan defalarca uyarmasına rağmen Mert'in sertçe vurduğu top yine masadaydı. Mert kocaman açtığı gözleriyle dudağını ısırırken Alparslan değişen yüzünün şekliyle ayağa kalktı.
"Başlarım senin topuna! " diye kızarak tüm gücüyle topa vururken duvara çarpan top elinde tepsi, üzerinde kahveyle gelen Eylül'e çarpmasıyla Eylül'ün havuza düşmesi bir oldu. Alparslan sıktığı dişleri arasında bir küfür savurdu. Serhat ve Alparslan'ın amcası Nejat ayağa fırlarken Alparslan Eylül'e koştu. Eylül sersemlemiş hâliyle,
"Hangi hayvan attı onu?! " diye söylendi.
"İyi misin? " diye sordu yetişen Alparslan. Eylül öfke dolu bakışlarıyla bakmaya başladı. "Affedersin isteyerek olmadı." diyerek elini uzattı Alparslan. Eylül sıktığı dişleriyle bakarak uzattığı elini tuttu ve havuza çekti onu. Alparslan havuza düşerken neye uğradığını şaşırdı. Eylül öfkeyle,
"Affedersiniz isteyerek olmadı! " dedi. Alparslan hafif tebessüm ederek Eylül'e yaklaştı.
"Özrün kabul edildi. " dedi. Eylül ona sinirli bakışlarını dikmiş bakarken, "Ama sizin ki kabul edilmedi " dedi. Alparslan aralarındaki mesafeyi kapatırken iki eliyle Eylül'ün belinden kavrayarak kaldırıp havuzun kenarına oturttu.
"Üzerini değiştir hasta olacaksın. " Alparslan, Eylül'ün sinirlenince koyu bir renk alan gözlerine adeta bir kere daha aşık olmuştu.
Nejat, "İyi misin kızım? " diye sordu. Alparslan ile Eylül birlikte onlara dönerken Eylül nezaketen bir gülümsemeyle,
"İyiyim, sağ olun. " dedi. Eylül ayağa kalkarken Alparslan da havuzdan çıktı. Eylül eve doğru yürürken Serhat'ın yanına varan adam, "Didem Hanım'ı havaalanına bıraktım. " demesiyle Eylül gülümseyerek içeri doğru hızlı adımlarla yürüdü.
"Siz devam edin ben üzerimi değiştireyim " diyerek Eylül'ün ardından eve yürüdü Alparslan.
Eylül'ün içi içine sığmıyordu. Duygu'yu arayarak Didem'in gittiğini heyecanla anlattı.
Birkaç saat sonra Eylül ev ihtiyaçları için yaptığı listeyi alarak Alparslan'ın görevlendirdiği güvenlik görevlisi ile birlikte alışverişe çıktı. Eylül özenle seçtiği ürünleri alışveriş arabasına koyuyordu. Alışveriş arabasındaki Rüzgar Eylül'ün arabaya koyduklarıyla oynuyordu. Eylül alışverişini tamamlayarak ücretini ödedikten sonra güvenlik görevlisi ile birlikte poşetleri kapıya kadar taşıdılar.
"Siz bekleyin ben arabayı getireyim. " diyerek giden adamın ardından Eylül listesinin üzerinden bir kere daha geçti.
Bir an ağzının bir bez parçasıyla kapatılmasıyla çırpındı. Onu ölürcesine endişelendiren şey tanımadığı birinin Rüzgar'ı kucağına alarak hemen önünde duran arabaya koymasıydı. Eylül bilincini kaybederken onu bayıltan adam kucağına alarak hemen önünde hazır bekleyen arabaya koydu. Araba hızla hareket edip kaybolurken Eylül ile birlikte gelen adam arabayla gelip poşetleri bagaja koydu. Eylül'ün markete geri girdiğini düşünerek beklemeye başladı. Uzun bekleyişin ardından markete girip Eylül'ü aramaya başladı. Ama hiç bir yerde yoktu. Eylül'ü aradı. Telefon açılırken güvenlik görevlisi,
"Eylül Hanım nerdesiniz? " diye sordu. Eylül'ün telefonuna cevap veren adam,
"Alparslan Bey'ine söyle Eylül'ü de, oğlu da bizde. Biz onu arayacağız. " diyerek telefonu kapattı. Adam neye uğradığını şaşırırken hemen Alparslan'a haber verdi.
Haberi alan Alparslan delirmek üzereydi. Saatler geçmesine rağmen hiçbir haber yoktu. Marketin güvenlik kamerasının kaydettiği görüntülerden olanları izlemişlerdi. Serhat onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama çok işe yaradığı söylenemezdi. Alparslan'ın telefonu çalarken bekletmeden açtı. Karşıdaki kişi kendinden emin ve emr-i vaki ile konuşmaya başladı.
"Karın ve oğlun yaşasın istiyorsan ihalelerin üçünden de çekileceksin ve artı yirmi milyon, beni uğrattığın zarar için. " dedi. Alparslan derince soluduğu nefesle dişlerini sıktı.
"Kabul. Onların saçının teline zarar gelmeyecek. Hemen bana teslim edeceksin onları. "
"İhalelerden çekildiğinin haberini alalım, parayı al gel aileni al. İki saat sonra seni yine ararım, param hazır olsun. " diyerek telefonu kapattı.
Alparslan sinirle telefonu koltuğa fırlattı.
Serhat,
"Ne istiyor şerefsiz? " diye sordu.
"İhalelerden çekilmemizi ve yirmi milyon. Ben bankaya gidip parayı halledeyim sende ihalelerden çekildiğimizi haber ver. İki saate tekrar arayacakmış şerefsiz."
"Ne yani her istediğini yapacak mıyız? "
"Eylül ile Rüzgar'ı alalım önce ondan sonrası ondan sonra. Ben ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Ama önce onları alalım bir zarar görmeden. " diyerek aldığı telefonu ve ceketiyle hızlıca şirketten çıkıp bankaya doğru yola çıktı. Yoldayken banka müdürünü arayarak acil yirmi milyon lira para çekeceğini ve hemen halletmesini istemişti.
...
Alparslan adamın istediklerini yapmıştı. Üç saat geçmesine rağmen adam hâlâ aramamıştı. Alparslan bir dakika bile yerinde duramıyordu.
"Oruspu çocuğu! Lan bir insan evladı bu kadar haysiyetsiz, şerefsiz olamaz. Olamaz lan olamaz! " diye bağırarak önündeki sehpaya tekme attı. Serhat ve Derya endişeyle birbirlerine baktı. Serhat biraz çekinceyle Önce Derya'ya sonrada Alparslan'a bakarak,
"Böyle olamayacak, ya polise gidelim ya da başka bir yol bulalım. " dedi. Alparslan çaresizce oturarak iki elini saçlarının içinden geçirdi. Başını iki yana sallayarak, "Olmaz, polise gidecek olursak Eylül'e, Rüzgar'a zarar verir hiç düşünmeden. O yüzden olmaz. Bunu göze alamam. " dedi. Serhat düşünceli bir şekilde,
"Efe'den yardım istesek. " dedi. Alparslan hemen reddederek, "Olmaz! O da onlar gibi mafya! " dedi.
Derya yutkunarak,
"Efe mafya değil, kabadayı." dedi karşı çıkarak. "Eğer yardım istersek bize yardım edecektir. Hem daha fazla tehlikeye maruz kalmazlar."
Alparslan ayağa kalkarak,
"Olmaz! Kendi işimi kendim hallederim. " diyerek sıkıntıyla aldığı nefesi aynı sıkıntıyla verdi.
Eylül kucağında Rüzgar ile birlikte ağlarkentek dileği oğlunun zarar görmemesiydi. Onları kaçıranların bir yanlışlık yaptığını ne kadar diretsede bir türlü sesini duyuramıyordu. içeri giren kişi onlara su getirmişti. Eylül ağlayışıları arasında,
"Bakın yanlış yapıyorsunuz. Ben Alparslan Bey'in evinde çalışan aşçıyım sadece. Ben onun eşi değilim. Lütfen bırakın gidelim. Alparslan Bey sadece patronum lütfen!!! " dedi.
Adam Eylül'e bakakalırken dişlerini sıkarak gözlerini kapattı.
"Gerizekalılar. " diyerek hızlıca odadan çıkıp kapıyı kilitledi tekrar.
Zevkle telefonunun başında bekleyen patronunun yanına elinde Eylül'ün kimliğiyle giderken bir parça endişeyle,
"Abi! " dedi elindeki kimliği göstererek. " Bunlar Alparslan'ın ailesi değilmiş. Bu kadın evinde çalışan aşçıymış. " diyerek kimliği önüne koydu. Adamın yüzünün şekli saniyelerle değişirken yakasından hırsla tutarak,
"Ne diyorsun lan sen. " diye bağırarak ayağa kalktı.
"Öyleymiş maalesef. Abi şimdi ne yapacağız? " diye sordu.
"Allah kahretsin! " diyerek bağırdı. İki elini ensesinde birleştirerek düşünmeye başladı. Az sonra kötü aklında planı hazırdı İşaret parmağını sallayarak karşısındaki adama döndü.
"Alparslan'ın diretmeden her şeyi kabul etmesinin altında bir şey olduğunu anlamalıydım. Kahretsin! Şimdi sen çocuğu alıp boş depolardan birine götür. Alparslan'ı arayarak adresi ver. Çocuğu vererek parayı al. Kadını bulmak için illa gelecektir. İlk başta biraz diretin sonrada sahildeki kulübenin adresini verin. Orda ikisinin kafasına sıkıp denize atacağım. Hem parayı alacağız hem Alparslan'dan kurtulacağız. " dedi.
İkisi hızlıca hareket ederek Eylül'ün kaldığı odaya girdi. Eylül'ün çaresiz çığlıkları arasında Rüzgar'ı kollarının arasından çekip alırlarken Eylül tek varlığı oğluna ulaşabilmek için insan üstü bir çaba harcıyordu. Eylül yana yakıla oğlu için yalvarırken çenesinden tutan adam,
"Oğlunu Alparslan'a götürüyorlar. Ama sen onun kadar şanslı değilsin ne yazık ki. Gerçi öksüz büyüyecek ama en azından yaşayacak. " dedi iğrenç bir gülümsemeyle. Eylül'ü bıraktığında Eylül titreyerek ağlarken bir diğeri kolundan tutarak sürükledi. Zorla bindirildiği arabada ölüme ağlayarak giderken tek dileği Rüzgar'a bir zarar gelmemesiydi. Elleri plâstik kelepçeyle bağlanırken çaresiz bir fısıltı döküldü dudaklarından.
"Rüzgar! " diye fısıldadı acı ve endişe içinde. Durmadan ona bir şey olmaması için dua ediyordu.
Alparslan aldığı adrese son sürat sürdüğü arabayla giderken Serhat hemen arkasından takip ediyordu. Alparslan farkındaydı Serhat'ın onu takip ettiğini. Umursamadan hızla arabayı sürmeye devam etti. Geldiği adres harabe bir yerdi. Alparslan arabayı durdurarak torpidodaki silahı alarak kontrol etti. Silâhı beline sokarak yanındaki para çantasını aldı. Dikkatli bir şekilde etrafı inceledikten sonra indi arabadan. Depoya girdiğinde Rüzgar'ın ağlayışları ulaştı kulağına. Hemen onu karşılayan biri çıkarak bölüm bölüm olan depoda yol gösterdi. Alparslan vardığı yerde sadece Rüzgar'ı görürken,
"Annesi nerde? " diye sordu. Rüzgar'ın önünde duran kişi, "Annesi şimdilik yok. Sen önce oğlunu sapasağlam al sonra annesini düşün. " dedi. Alparslan elindeki çantayı yere fırlattı.
"Patronun olacak yavşağın istediği para. Karşıma çıkacak cesareti yok anlaşılan. Şimdi çocuğu ver! " dedi öfkeyle. Eylül yoktu. Ama Rüzgar bir zarar görmeden onu almalıydı. Para çantası kontrol edilip paranın varlığı tescillenince Rüzgar'ı Alparslan'a teslim ettiler. Alparslan ağlayan Rüzgar'ı kucağına alarak geri geri yürüdü. Daha sonra hızlı adımlarla depodan çıkarken kapıda Serhat ile karşılaştı. Alparslan Rüzgar'ı Serhat'a teslim ederek, "Sakın zarar görmesin! " diye uyararak depoya geri döndü. Serhat Rüzgar'ı alarak arabasına giderken Alparslan gitmek üzere toplanan adamların üzerine kabus gibi çöktü. On kişilik gurup kendilerini savunmaya bile fırsat bulamadan yerle bir olmuşlardı.
Alparslan yerde yatan adamın yakasından tutarak başını kaldırdı.
"Eylül nerde?!!! " diye sordu sıktığı dişleri arasında. Gözlerinden taşan öfkesi canını almaya yeterdi. Alparslan'ın sorusuna cevap vermekten başka çaresi yoktu. Nitekim patronunun istediği de buydu. Alparslan aldığı adresle yakasından tuttuğu adamın yüzüne ağır bir yumruk geçirdi. Hızlı adımlarla depodan çıktı. Serhat onu bekliyordu.
"Alparslan, Eylül nerde? " diye sordu Serhat. Alparslan arabasına doğru yürüyerek,
"Karaburun'da kulübe gibi bir yeri varmış bu Ertan denen şerefsizin. Eylül oradaymış. Sen Rüzgar'ı, Duygu'ya götür. Ben Eylül'ü alıp geleceğim. " diyerek arabaya bindi. Alparslan ordan ayrılırken haber vermek için saklanarak bekleyen kişi telefonunu çıkararak Ertan'ı aradı.
"Abi Alparslan çıktı geliyor. Hiçbir şeyden şüphelenmedi. " diyerek görevini yaparken Ertan kapattığı telefonunu cebine sokarak adamlarına talimat verdi.
"Herkes yerlerine geçsin. Tek bir kişi görünüp planı bozarsa sülalesini kazırım bu dünyadan ona göre! " dedi. Eylül köşede çaresizce ağlarken elinden hiçbir şey gelmiyordu. Hain planlarını gözyaşları içinde dinliyordu. Ertan yanında kalan son kişiye,
"Kızı al uçurumun kenarında bekle. Alparslan size yaklaştığında kıza sık uçurumdan at. O zaman ne yapacağını şaşıracaktır. Kaçma ihtimali yok. Onada sıkıp ardından atacağız. Sakın yanlış bir şey yapma! " diye de tenbih etti.
"Sen merak etme abi ben ne yapacağımı biliyorum. " diyen adam Eylül'ün koluna yapışarak sürüklemeye başladı. Eylül'ün hıçkırıklarla ağlamaları arasında onu uçurumun kıyısına kadar sürükledi kolunu sıkıca kavrayan adam.
Çaresizce ağlayan Eylül'ün elinden bir şey gelmezken en azından son çare Alparslan'ı kurtarmak için uçurumdan atlamaya karar verirken doru anı kollamaya başladı. Yanındaki eli silahlı adamın bir anlık boşluğundan yararlanarak ucuruma doğru koştu. Adam onu son anda engellerken Eylül çaresiz hıçkırıkları arasında korkuyla çırpınıyordu. Ve görüş açısına giren tanıdık araba. Alparslan gelmişti. Onun için gözünü kırpmadan ölüme gelmişti. Eylül duymayacağını bile bile,
"Hayır gelme! Ne olur, ne olur gelme! " diye yalvarıyordu. Arabanın yaklaşmasıyla adam elindeki silahı Eylül'ün göğsüne tutarak ateş etti. Eylül bedeninde hissettiği keskin acıyla nefesi genizinde kesilirken ayakları artık yere basmıyordu. Mavi soğuk sulara teslim etti aldığı son nefesi.
Alparslan gözünün gördüğü manzaraya inanamayarak korkuyla baktı. Hızlı sürdüğü arabayı aralıksız ateş eden adamın üzerine sürdü. Arabasının ön camına isabet eden kurşunlardan dolayı Alparslan gittiği yolu tam görmesede yapmak istediğini yapmış, arabayla ateş eden adama çarpmıştı. Çarptığı adam yerden kalkamazken Alparslan arabadan hızla indi. Üzerindeki ceketi çıkararak yere fırlattı. Mavi sularda kaybolan Eylül'ün ardından uçurumdan atladı. Suya batan bedenini suyun yüzeyine çıkardı. Yoktu! Eylül'ü hiç bir yerde yoktu. Derince bir nefes alarak suyun dibine yüzdü. Deli gibi suyun metrelerce altında sevdiğini arıyordu. Boğulmak üzereyken yüzeye çıktı. Derin derin soluduğu birkaç nefesin ardından tekrar daldı. Suyun dibine doğru bedeninden süzülen kanla çekilen Eylül'ü yakalayarak yüzeye çıkardı.
"Eylül!!! Eylül aç gözlerini! Eylül! " diye yalvardı endişeyle. Kıyıya doğru canhıraş bir şekilde yüzerek Eylül'ü çıkardı. Durumunu kontrol etti. Kurşun sol göğsünün üzerinden girmişti ve nefes alamıyordu. Hemen suni tenefüs ve kalp masajina başladı. Uzun uğraşları sonuç vermezken Alparslan derince bir nefes aldı.
"Yapma Eylül yalvarırım yapma! Bırakma beni! " diye yalvardı. Daha Eylül'ü hayata döndüremeden elinde silâhla Ertan belirdi.
"Boşuna kahramanlık yaparak çıkardın kızı. İkinizinde yeri orası! " diyerek üst üste tetiğe bastı. Alparslan, Eylül'ün yanına kumların üzerine yığılırken bilinci kapanmadan önce son kelimesi "Eylül..." oldu.
|
0% |