Yeni Üyelik
48.
Bölüm

47. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Alparslan kulağında uğuldayan makinelerin sesiyle zoraki gözlerini araladı. Yoğun bakımda olduğunu anlaması uzun sürmedi. Solunum cihazına bağlıydı. Aklında ilk Eylül yer edindi. Bütün bedeni sızlarken hareket edemiyordu. Zoraki açık tuttuğu gözlerini etrafta gezdirdi.

 

Kimse yoktu.

 

Eylül'den haber almalıydı. Ona bir şey olmuş olmasından deli gibi korkuyordu. Aklını kaçıracaktı neredeyse. Onu en son nefes alamaz bir şekilde görmüş ve hiçbir şey yapamadan vurulmuştu. Eylül'e ulaşması gerekiyordu. Kalp atışlarını takip eden kabloyu zor hükmedebildiği eliyle söktü göğsünden. Belirli aralıklarla öten makine tiz ve kesilmeyen kulak tırmalayıcı bir sesle ötmeye başladı. Bir dakika dolmadan hemşire ve doktorlar içeri hücum etmişti. Alparslan hâlâ elinde tuttuğu kabloyla birlikte elini kaldırdı. Doktorlar bir an duraksadıktan sonra Alparslan'ı muayane etmeye başladı. Doktorlardan biri elindeki kabloyu alarak göğsündeki banda tekrar yerleştirdi. O tiz ses yerini saniyelik ötüşlere bırakırken Alparslan solunun cihazının çıkarılmasını istiyordu. Eliyle ağzındaki hortumu tutarak çıkarılmasını istedi.

 

Doktor,

 

"Şu an için buna ihtiyacınız var. Ama yarın sabah çıkaracağız ve sizi servise alacağız. Hayati değerleriniz stabil iyisiniz merak etmeyin. " dedi. Alparslan'ın derdi Eylül'dü. Kendi durumu zerre umurunda değildi. Ondan haber almalıydı. Doktorun bileğinden tutup sıkarken ısrarla cihazın çıkarılmasını istiyordu. Konuşamıyordu, Eylül'ün durumunu soramıyordu boğazından ciğerlerine kadar inen hortum yüzünden.

 

"Maalesef şu an için solunum cihazından sizi ayırmamız tehlikeli, solunum sıkıntısı yaşayabilirsiniz. Daha yeni ağır bir ameliyat geçirdiniz. Sabırlı olun yarın sabah çıkaracağız. " Alparslan tuttuğu hortumu kendi çıkarmaya yeltenirken doktor müdahale ederek,

 

"Uyutun, sabaha kadar uyusun. " dedi. Alparslan mırıltılar çıkararak engel olmaya çalışsa da hiçbir şey yapamadan derin bir uykuya kapattı gözlerini tekrar.

 

"Alparslan Bey, beni duyuyor musunuz? Alparslan Bey! " Alparslan gözlerini aralarken doktor ona sesleniyordu. Aklında Eylül ile dalmıştı uykuya. Yine aklında Eylül ile uyanmıştı. Acıyan boğazıyla yutkunurken,

 

"Eylül... Eylül iyi mi? " diye sordu. Ona seslenen doktor bakışlarını karşısındaki diğer doktora çevirdi. Doktor kendinden emin tavrıyla,

 

"Fiziksel olarak sizden daha iyi durumda. " dedi.

 

"Eylül'ü görmem lazım. Onun iyi olduğunu görmem lazım. " dedi kalkmaya çalışarak. Doktorlar izin vermezken Alparslan'da duyduğu acıyla daha fazla kımıldayamamıştı.

 

"Fazla hareket etmemeniz gerekiyor. Tahrip olan karaciğerinizin bir bölümünü ve parçalanan dalağınızı aldık. Otuz santim kadar ince bağırsağınızı almak zorunda kaldık. Midenizi toparlamak için epey uğraştık. Vücudunuzdan beş kurşun çıkardık ve mucizevi bir şekilde hayattasınız. On gündür yoğun bakımdasınız fazla hareket etmeseniz sizin için iyi olur. "

 

"Umurumda değil hiç biri! Eylül... Eylül'ün durumu nasıl? Eylül'ü görmem lazım! " diye diretti duyduğu acıdan dişlerini sıkarken başını yasladığı yastıktan güç almak istercesine bastırdı.

 

"Fiziki durumu iyi. Herhangi bir hayati tehlike teşkil edecek sorunu yok. Uzun süre oksijensiz kaldığı için komada. " Alparslan doktorun ağzından çıkan her bir kelimeyi dikkatle dinlerken,

 

"Komada mı? Ne zaman uyanır? " diye sordu korkuyla.

 

"Ne zaman uyanacağını bilmiyoruz. Yani bunun için yapabileceğimiz bir şey yok. "

 

"Ne demek yapabileceğimiz bir şey yok?! Siz doktor değil misiniz? "

 

"Maalesef bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Fazla hareket etmeyin lütfen, geçmiş olsun. " diyerek giden doktorun ardından Alparslan sıktığı dişleriyle gözlerini tavana dikti. Serhat elini omuzuna koyarak,

 

"Kardeşim! " dedi. Alparslan'ın duyduğu acı yüzünden okunuyordu.

 

"Serhat Eylül'ü görmem lazım." dedi. Hissettiği acının büyüklüğü sesinden dökülüyordu. Sıktığı yumruğunu yatağın korkuluğuna vurarak "Eylül'ü görmem lazım! " dedi.

 

"Söz Eylül'ü görmeni sağlayacağım ama sen sakin olacaksın. Kendine dikkat edeceksin tamam mı? " Alparslan başını sallayarak bakışlarını tekrar tavana çevirdi.

 

Nefes nefese içeri giren Derya, Alparslan'a bakmasıyla ağlamaya başladı.

 

"Şükürler olsun! Şükürler olsun! " diye sayıkladı defalarca kez. Alparslan'ın yanına giderek elini tuttu.

 

"Sana bir şey olacak diye çok korktum. İyi misin? Ağrın sızın çok mu? Canın çok acıyor mu? " dedi Derya ağlamaya devam ederken. Alparslan,

 

"Çok canım acıyor Derya haddinden fazla ama bedenimdeki yaralarla alakası yok. " dedi.

 

"Ama uyanacak! Eylül güçlü bir kadın yaşadıklarına inat ayakta durmuş. Hem Rüzgar var! Eylül Rüzgar'ı bırakamaz. "

 

"Rüzgar nasıl? O da perişan oldu benim yüzümden. " Serhat dayanamayarak, "Saçmalama! Senin yüzünden olan bir şey yok. Karşımızda şerefsiz olanlar vardı bu sefer. " dedi. Alparslan, Serhat'a dönerek,

 

"Nasıl buldunuz bizi? " diye sordu. Serhat ile Derya birbirlerine bakarken Serhat,

 

"Derya, Efe'ye gidip yardım istemiş. O buldu sizi. Efe orda doğru ilk müdahaleyi yaparak bir kez, hastaneye yetiştirerek ikinci kez hayatlarınızı kurtardı. " dedi.

 

Alparslan,

 

"Nefret ettiğimiz adama hem canımızı hem cananımızı borçlandık öyle mi! " diyerek doğrulmaya çalıştı. Serhat ile Derya yardım ederken Alparslan hafif doğrulttu. Serhat yatağın başını ayarlayarak Alparslan'ın sırtını yasladı. "Serhat, ne yaparsan yap bu gün Eylül'ü göster bana. Ben onu görmeden duramam."

 

"Bakayım ne yapabilirim. Sen biraz dinlen. "

 

Serhat'ın gidişinin ardından Derya gülümseyerek Alparslan'a baktı. Alparslan sıktığı dişleriyle,

 

"Sen onun ayağına gideceğine keşke ölseydim. " dedi. Derya çattığı kaşlarıyla öfkeyle baktı ona.

 

"Allah korusun! Ne demek o öyle?! Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok! " sesi buğulanırken "Ben Efe'yi hâlâ çok seviyorum ama artık sorun etmiyorum. Onun hayatında hiçbir zaman yerim olmadı, hiçte olmayacak. Bir oğlu olacakmış biliyor musun? Ben istesemde onu sevmekten vazgeçemem. Ama artık sorun etmiyorum ne varlığını ne yokluğunu. O yüzden kendini sakın suçlamaya kalkma. Pişman değilim. Bugün olsa yine yaparım. Senle Serhat şu hayatta sahip olduğum en kıymetlilerimdensiniz. Sizin için her şeyi yaparım. " dedi. Alparslan tuttuğu elini öperek,

 

"Sende bizim en kıymetlimizsin. " dedi.

 

"Biraz araştırma yaptım Eylül'ün durumuyla ilgili. Beyin dalgalarını inceleyen bir bilim dalı var. Türkiye'de henüz bu tür çalışmalar yok ama İsviçre'de başarılı olmuş bir çok vaka var. Komadaki birinin beyin dalgaları incelenerek duyabildiği zamanlarda onu uyaran, sevdiği biri, bazen bir melodi ya da yaşadığı bir olay onu uyandırabiliyormuş. " Derya'nın büyük umutlarla söylediği sözlere Alparslan yutkunarak başını sallamakla yetindi.

 

"Annem bilmiyor değil mi? "

 

"İşler çok yoğun olduğu için Amerika'ya gittiğini söyledik. Serhat birkaç kez senin telefondan mesaj falan yazdı. Ama artık bir arayıp konuşsan iyi olur. "

 

"İyi yapmışsınız. " Alparslan nefesini üfleyerek dişlerini sıkmaya devam etti.

 

Alparslan ne kadar diretsede doktorlar o gün ayağa kalkmasına izin vermemişti. Ertesi gün tekerlikli sandalyeyle Eylül'ün yanına gitmesine izin vermişlerdi. Serhat'ın ittiği tekerlekli sandalyeyle Alparslan, Eylül'ün odasına girmişti. Çenesinin biraz altından delinmiş boğazına takılı hortum, kolunda serum ve onlarca kabloya bağlı bir şekilde uyuyordu. Serhat ittiği sandalyeyi Eylül'ün yatağının yanına kadar sürdü. Alparslan durgun bakışlarını üzerinde gezdirdi. Bakışları boğazına takılı cihazda kalırken Serhat,

 

"Sahilde Efe sizi bulduğunda Eylül boğulmak üzereymiş. Solunum yolu kanla dolduğundan boğazını delmiş boğulmaması için. Vücudu kendi başına nefes almayı reddediyor o yüzden yaşam destek ünitesinden ayıramıyor doktorlar. " dedi. Alparslan konuşamazken sadece başını salladı. Serhat desteğini belli eden bir dokunuşla omuzunu sıktı. Serhat odadan çıkarken Alparslan dolan gözlerini kapattı. Derin bir nefesle beraber gözlerini açarken,

 

"Özür dilerim... " dedi. Sıkıca tuttuğu elini öperek iki eli arasına aldı elini. "Paramparça hayatını daha da berbat ettiğim için, benim yüzümden yaşadıkların için ve sana yaşatamadıklarım için. Eylül, saçının teline zarar gelsin istemedim. Dudaklarındaki bir gülümseme için ölürken seni böyle görmek ölümden daha çok canımı acıtıyor. Sen bir kere zarar göreceğine ben bin kere ölmeye razıyım. Kendimi inandırdığım ne varsa yerle bir ettin sen. Savsata diyerek gülüp geçtiğim aşka inanırırdın beni. Gülüşünle gülmeyi öğrendim. Uyanacağı yarını bile planlayan ben, seninle geleceğin hayalini kurdum. Hayatın başka bir rengi daha olduğunu sen öğrettin bana. Eylül yalvarırım bırakma beni. Sesin, gülüşün, gözlerin olmadan nasıl yaşanır bilmiyorum. Bunları öğrenmek zorunda bırakma beni. Seni seviyorum Eylül. Seni aldığım nefesten, taşıdığım candan daha çok seviyorum... "

 

Gözünden damlayan yaşı umursamadan ayağa kalktı. Zorlanarakta olsa uzanıp alnından öptü. Yüzünü okşayarak,

 

"Demiştin ya bir sorunun olursa gel diye. Geldim işte, burdayım. Hadi aç gözlerini tek sorunum sensin kadın. Tek sorunum yokluğun... " dedi. Hiçbir tepki vermiyordu sevdiği. Kendini tekrar bıraktı sandalyeye umutsuzca. Eylül kolay kolay uyanacak gibi görünmüyordu.

 

***

 

Aradan geçen bir ayın sonunda Alparslan umudunu iyice kaybetmişti. İsviçre'den getirttiği ekip Eylül'ün uyanması için beşinci seansa başlayacaklardı. Kafasının etrafina, göğsüne, el ve ayak bileklerine onlarca kablo bağlamışlardı. Üç kişilik ekip takip ettikleri monitörlerin başında uzunca bekleyişin ardından Eylül'ün etrafındaki sesleri duymaya başladığını haber verdi. Eylül en yoğun tepkiyi Rüzgar'a veriyordu. Bir buçuk aydır Rüzgar'a bakan Duygu kucağında Rüzgar ile birlikte odaya girdi. Annesini gördüğü gibi ağlamaya başlayan Rüzgar'ı Duygu sakinleştirmeye çalışırken ekiptekilerden biri,

 

"Susturma bırak ağlasın. Annesi şu an müthiş bir tepki veriyor. " dedi. Duygu gözyaşlarıyla Alparslan'a baktı. Alparslan, Rüzgar'ın ağlamasını istemesede mecbur başını sallayarak onaylarken Rüzgar annesine koştu. Rüzgar yırtınırcasına ağlarken annesinin yattığı yatağa tırmanmaya çalışıyordu. Rüzgar yatağa tırmanamazken annesinin elini tuttu. Eylül'ün beyin dalgalarını izleyen doktor umutla,

 

"Hadi kızım aç gözlerini artık. " dedi. Duygu, Rüzgar'ı kaldırarak Eylül'ün yanına oturttu. Ağlayarak elini tuttu.

 

"Sarı, ne olur artık aç gözlerini. Rüzgar'a ne kadar iyi bakmaya çalışsamda artık susturamıyorum. Sürekli ağlıyor, yemek yemiyor, çok zayıfladı. Tekrar hastalanmasından korkuyorum. Düzeni altüst oldu. Bütün gece ağlamaktan uyumuyor. Ne yapacağımı bilmiyorum artık. " dedi en son hıçkırarak. Rüzgar ağlayarak annesinin yanağını öptü. Yüzünü boynuma gömerek sesli iç çekişlere ağlamaya devam etti. Alparslan'ın umutları bir kere daha yıkılırken tek eliyle destek aldığı duvara bir yumruk geçirdi. Serhat araya girerek Alparslan'ı sakinleştirmeye çalışırken Derya durmadan dua ediyordu.

Loading...
0%