@eelliiffiippeekk
|
Eylül korkuyla yutkunarak bakarken Duygu, "Allah kahretsin! " diye söylendi. Kaan anlamıştı o yolun ortasında duran adamın kim olduğunu. Kaan, Eylül'e dönerek, "Sen sakın arabadan çıkma. " dedi. Eylül korkudan ne bir şey söyleyebiliyor, nede bir tepki verebiliyordu. Kaan arabadan inerek belinden çıkardığı silahı Galip'e doğru uzattı. "Çekil yolumuzdan! " diye bağırdı. Galip alaycı bakışlarla bakarken, "Elindekini kullanmayı biliyor musun? " diye sordu. "Gözümü kırpmadan ateş ederim, çekil yolumuzdan! " diye diretti Kaan. Galip sıktığı dişleriyle hafif gülümseyerek tek hareketle Kaan'ın elindeki silahı aldı. Kaan ne olduğunu anlamadan yüzüne yediği ağır tokatla yere düşüp bayıldı.
"Kaan!!! " Duygu endişeyle arabadan fırlarken direksiyondaki adamda ona eşlik etti. Eylül hiçbir şekilde kımıldayamıyor, inme inmiş gibi sadece izliyordu olan biten karmaşayı. Galip ona saldıran Duygu'nun korumasını döve döve bayıltırken Duygu bağıra çağıra yardım istiyordu. Ama ıssız yolun ortasında ona yardım edebilecek hiç kimse yoktu. Galip arabaya yöneldi. Tepkisizce bakan Eylül'ü söküp aldı sindiği koltuktan. Duygu engel olmak için karşısına geçip, "Bırak onu! Dokunma ona! " diye bağırıp Eylül'ün kolunu elinden kurtarmaya çalıştı. Galip, Duygu'yu kenara savurarak Eylül'ü arabasının arka koltuğuna adeta fırlattı.
"Eylül! Bırak! Dokunma ona! Eylül! " Duygu ağlaya ağlaya engel olmak için canla başla uğraşırken Eylül ağlayamıyordu bile. Yaşadığı hayal kırıklıkları, küçük ruhuna ağır gelen acılar, büyük korkular ve kurtuluş umudunun bir kere daha korkularına çıkması büyük bir yıkım yaratmıştı benliğinde.
Duygu'nun engel olamadığı Galip direksiyonuna geçtiği arabayla uzaklaşırken Duygu arkasından çaresizce koştu. Yetişemediği arabanın arkasından yere çökerek hıçkıra hıçkıra ağladı.
Diğer yandan Eylül gecenin karanlığına diktiği gözleriyle pes etmişti. Olağanca hızla giden arabanın onu nereye götüreceği artık umurunda değildi. Ne kadar gittiğini bilmediği araba durduğunda tepkisizce durmaya devam etti. Aydan başka bir ışık kaynağının bulunmadığı dağın başında bir yerdi. Galip onunla özdeşleşen kapı çarpma ritüeli ile inerken Eylül'ün olduğu kapıyı açtı. Yine Eylül'ün koluna yapışırken hırsla çıkardı arabadan onu. Ay ışığının aydınlattığı kadarıyla ileride bir kaç ev vardı ama evlerede kimse olmadığı yanmayan ışıklardan belliydi. Galip'in Eylül'ü sürüklediği yer eski kullanılmayan bir ahırdı. Açtığı karanlık ahırın içine Eylül'ü fırlatarak seyyar çekilmiş lambayı açtı. Öfkeyle baktığı Eylül'e, "Örümceklerle, farelerle hasbihal et sabaha kadar şimdi. " diyerek üzerine kapıyı kilitledi. Az sonra o meşhur kapı çarpma sesinin ardından çalışan arabanın seside yok oldu.
Eylül çaresizce baktı etrafına. Ahırın büyük bir bölümü saman balyalarıyla doluydu. Her yerde örümcek ağları vardı, ahır zor ayakta duruyordu. Ve saman balyalarının arasında irili, ufaklı bir sürü fare vardı. Eylül delicesine korktuğu farelerle kilitliydi şimdi. Gözünü diktiği farelerle geri geri kapıya doğru adımladı. Bükülen dudağı titremeye başlarken, sarsılan omuzları ona eşlik ediyordu. Sessiz, korkak ağlayışları saatlerce sürdü.
Saat gecenin kaçıydı bilmiyordu Eylül. Saatlerdir gözünü diktiği farelerden ölesiye korksada, artık ayakta duramıyordu. Sızlayan bandajlı ayağı adeta kopacakmış gibi feryad ediyordu. Korkak adımlarla iç çeke çeke yürüdü saman balyalarına. Titreyen ellerini korkuyla uzattı yerdeki balyaya. Şanslıydı ki o balyanın altından bir fare fırlamamıştı. Yerden sürüklediği saman balyasını kapının arkasına doğru çekti. Çıkıp üzerine oturdu. Sabaha karşı dayanamayan yorgun bedeni fark etmeden uykuya yenik düştü.
Eylül'ün aksine dayısının otelinde rahat bir gece geçiren Galip uyandığında saat onu bulmak üzereydi. Bir süre tavanı izledi öylece. Sıkıntıyla aldığı nefesi üfleyerek ayaklandı. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp duşa girdi. Sıcak suyun rahatlatıcılığı ile kendine geldi. Duştan çıktıktan sonra kahvaltı söyledi odasına. Üzerini giyene kadar kahvaltısı geldi bile. Eylül'ü o fareli ahıra kapatmış olması ve iki gündür aç olması umurunda olmadan kahvaltısını etmeye başladı.
Kenarda çalan telefonuna çevirdi bakışlarını. Eline aldığında arayan dayısıydı. Açtığı telefonu kulağına koyarak, "Efendim. " dedi. Dayısı oldukça telaşlı bir şekilde, "Nerdesin? " diye sordu. "Oteldeyim. " diye cevap verdi dayısına.
"Kızı al hemen nikâh dairesine gel. Baban kızı getirdiğini öğrenmiş. Nikâh kıyacağından haberi yok henüz, halledelim öğrenmeden. "
"Nikâh dörtte demiştin. "
"Hallediyorum o meseleyi. Paranın açamayacağı kapı yok, kimse üç, beş saatin hesabını yapmaz. "
"Tamam bir saate geliriz. " kapattığı telefonuyla ayaklandı. Arabanın anahtarını alarak olabilecek en hızlı şekilde çıktı Eylül'ü almaya gitmek için.
Eylül elinin üzerinde hissettiği tuhaf bir sıcaklıkla araladı gözlerini. Dizinin üzerindeki elinde bir fare vardı. Eylül çığlıkla titreyerek ayaklanırken kaçacak bir yer aradı. Titreye titreye ağlarken adeta kriz geçirecekti. Ortalık fare kaynıyordu resmen. Uyanır uyanmaz daha kendine gelememişken böyle bir manzarayla karşılaşmak korkunçtan öteye bir şeydi. Eylül o an ahırın tepesindeki bacayı fark etti. Üst üste yığılı balyalardan oraya ulaşmak kolaydı. Hiç düşünmeden koşarak saman balyalarına tırmandı. Bacaya yaklaşmışken bastığı samanın içindeki farenin çıkardığı acı dolu tiz sesiyle Eylül kendini can havli bacadan dışarı attı. Ahırın üzerinde otururken delirmiş gibi etrafa baktı. Sakat ayağıyla inmek hiç kolay olmayacaktı. Duvarın kenarına yaklaşarak kendini aşağı bıraktı. Tüm ağırlığıyla üzerine bastığı ayağı o kadar feci bir ağrıyla Eylül'ü kendine getirdi ki nefes alamadı resmen. Olduğu yerde kıpırdayamadan kaldı Eylül. Acıdan sıktığı dişleriyle inleyerek ağladı. Bir süre sonra ağrısı azda olsa hadiflerken kalkıp yürümeye başladı. Ama nereye gideceğini bilmiyordu. Çaresizce bakındı sağa sola. Gözüne çarpan şeyin umduğu şey olması için dua ederek oraya yöneldi. Uzaktan otobana benzeyen yol tek çaresiydi. Sakat ayağıyla otoban olmasını umduğu yere doğru yürüdü. Ama oraya ulaşmak çok zaman alacaktı.
Eylül yerden sürdüğü ayağıyla ulaşmak istediği otobana çıktı. Sağına, soluna bakındı nefes nefese. Gelen, giden yoktu. Dinlenmek için biraz duraksadı. Yorgunca derin bir nefes aldı. Ne yöne gideceğini bilemeden aval aval baktı öyle. Güneşin açısına bakarak yönünü bulmaya çalıştı. Aklı o kadar bulanıktı ki içindeki bilgiler karman çormandı. Biraz kafasını toplaması gerekiyordu. Pes etmişcesine omuzları düştü. Asfalt yolun kenarına oturdu. Başını iki eli arasına alarak derin derin nefesler aldı. İçinde olduğu durum ağır birer darbe olarak beynine ve benliğine iniyordu. Hâlâ inanamıyordu bunları yaşadığına. Tüm bu yaşadıklarından daha çok canını acıtan şey en çok güvendiği adamın onu bu çaresizliğe terk etmesiydi. Bunu kabullenemiyordu. Durmaksızın sızlayan göz pınarları yine sızım sızım sızlarken gözyaşlarını avuçlarına silerek yutkundu. Yaşadığı en büyük yıkım babasının ona sırtını dönüp, yalvarışlarını duymamazlıktan gelmesiydi. Galip'in kotrol edemediği öfkesi ve intikam içgüdüsüyle yaptıkları yanında küçük kalıyordu bile. Babası onun ilk aşkı, kahramanı, güvenli limanıydı. Hepsi birer tusunami olarak ruhunda durmadan yıkım yaratıyordu şimdi. Saniyeler sonra hıçkırıkları yeri göğü inletmeye başladı. Yaşadığı hiçbir şey babasının yaptığı kadar canını yakmamıştı. Düşündükçe acısı, sızısı daha da artıyordu. Daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken yürümeye başladı. Ellerinin tersiyle gözlerini sildi. Ayağının ağrısı umurunda değildi. Çünkü yüreğinin ortasında yanan cehennem çok çok daha fazla acıtıyordu. Engel olamadığı gözyaşları durmadan akıyordu. Ne kadar yürüdüğünü bilmeden devam etti rastgele çıktığı yolda.
Galip hız limitinin üzerinde bir hızla sürdüğü arabasını Eylül'ü kapattığı ahırın önünde durdurdu. Arabasından inerek ahıra yöneldi. Kapısını açtığı ahırda Eylül yoktu. Sinirle gözünü ahırın içinde gezdirirken öfkeyle dişlerini sıktı. Yumruğunu kapıya geçirerek dışarı çıktı. Etrafa bakındı burnundan solurken. Kuzularını otlatan tanıdık kadına doğru yürüyerek, "Rukiye Teyze! " diye seslendi. "Buyur deli oğlan! " diye cevap verdi yaşlı kadın. Galip elini Eylül'ün boyu kadar kaldırarak, "Bu boylarda sarışın bir kız gördün mü buralarda? " dedi. Kadın biraz düşünüp, "Oyuncak bebek gibi saçları olan? " dedi. Galip nefesini üfleyerek cevap verdi.
"Evet. "
"Üstünde mavi bluz, kot pantolon mu vardı? "
"Evet, ne yana gitti? "
"Ayağıda topallıyordu. "
"La havle ve la! He Rukiye Teyze'm he o! Nereye doğru gitti? "
"Seslendim duymadı beni, aha böyle aşağı doğru gidiverdi. " Galip sinirden gözlerini yumarak, "Bunu baştan söylemek bu kadar mı zor? " diye söylenerek arabasına doğru giderken kadın bir kere daha seslendi.
"Galip, o kızcağızın buralarda bir başına ne işi var? O kim ki sen böyle peşinden koşturuyorsun? "
"Sen kuzularını otlat Rukiye Teyze, kuzularını otlat! " dedi Galip sıktığı dişleri arasında. Bindiği arabasını çalıştırırken Eylül'ün nereye gidebileceğini tahmin ediyordu.
Uzaktan geldiğini gördüğü arabayla durdu Eylül. Bulanık görüş açısını netleştirmek için üst üste gözlerini sildi. Araba tanıdıktı. Yaklaşan araba yüreğini yerinden sökerken yutkunarak gözyaşlarıyla baktı. Az sonra araba hemen önünde durdu. Telaşla açılan kapıyla babası arabadan indi. Kader midir, tesadüfe müdür bilinmez ama babası Eylül'ü hiç ummadığı bir yerde ve hâlde bulmuştu. Eylül hayatı boyunca hiç bu kadar yanmamıştı. Çaresizliği, acısı, hayal kırıklığı, tükenmişliği babasından aldığı gök mavisi gözlerinde koca bir denizdi. |
0% |