Yeni Üyelik
61.
Bölüm

60. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Yirmi dört saat olmuştu Alparslan odasından çıkmayalı. Onu en son kötü bir halde gören Nancy merak ederek odasının kapısını çaldı. Hiçbir karşılık alamazken kapıyı açtı. Alparslan bıraktığı gibiydi. Şüpheyle yaklaşarak kafasına kadar çektiği yorganı açtı. Tir tir titriyordu Alparslan. Nancy elinin tersiyle alnına dokundu. Ateşi çok yüksekti.

 

"Aman Tanrım ateşi çok yüksek! " dedi. Eline aldığı telefonla hemen ambulans çağırdı. Alparslan havale geçirmek üzereydi. Nancy hemen üzerinden yorganı topladı. Üzerindeki tişörtü çıkarırken vücudunun her yeri morluklar içindeydi. Nancy ağzı açık bir şekilde baka kalırken,

 

"Korkunç bir şey bu... nasıl hayatta kalmış bu hâline rağmen? " dedi dehşet içinde. Bir kaç dakika sonra sağlık ekibi gelmiş, müdahale etmişti. Bilinci yerinde değildi. Yaraları enfeksiyon kapmıştı. Kendine bakmadığı ve soğuğa uzun süre mâruz kaldığı için de ayrıca hasta olmuştu. Güçsüz düşen bedeni hastalıkla savaşabilecek durumda değildi. Avcunda Eylül'ün fotoğrafı, dilinde sayıkladığı ismiyle hasteneye kaldırılmıştı.

 

...

 

Alparslan hastaneye kaldırıldıktan iki gün sonra ancak gözlerini açabilmişti. İki gündü onu tanıyan ama onun tanımadığı genç bir kadın başında bekliyordu. Alparslan gözlerini açtığında buğulu gözleriyle ayak ucunda duran kadına bakmaya çalışsa da yüzünü göremeden kadın odadan çıkmıştı. Hastanede olduğunu anladığında hemşire zannetmişti. Hastanede olduğuna şaşırmamıştı. Zorlanarak doğruldu. Ayaklarını yataktan sarkıttı. Çok fazla canı yanıyordu hareket ettikçe. Kolundan söktüğü serumdan sonra ayağa kalktı. Ayakta durmakta zorlanırken çıplak ayaklarıyla yürümeye başladı. Boğulacak gibiydi. Temiz havaya ulaşmak için yürüyordu. Serumu söktüğü kolu kanıyordu. Hastanenin dışına çıktığında kan parmaklarından damlıyordu. Çıplak ayakları çimlere değdiğinde derin bir nefes aldı. Her an yere yığılacak gibiydi. Göğsünde bir ağırlık vardı, başı dönüyordu. Gözüne değen banka doğru yürüdü zoraki. Kendini can havli bıraktı banka. Az sonra ince ve zarif bir ses,

 

"Oturabilir miyim? " diye sordu ama türkçe konuşmuştu. Alparslan halsiz bakışlarını o tarafa çevirdiğinde karşısında gördüğü zarif kadına,

 

"Tabi. " dedi yorgun sesiyle. Kadın gülümseyerek otururken,

 

"Aa türkçe biliyorsun! " dedi eğlenceli bir şekilde. Kıkır kıkır güldükten sonra Alparslan'a doğru biraz eğilerek, "Genelde türkçe bilmedikleri için 'What? ' diye sorarlar bende zıkkımın kökü ederim. Sonrada oturabilir miyim diye sordum derim. Azıcık tahtalarım eksiktir de. " Alparslan anlamsız gözlerle baktı.

 

"Ay senin kolun kanıyor! Dur çantamda pamuk vardı. " diyerek hızla daldığı çantasından pamuğu çıkararak Alparslan'ın kanayan koluna bastırdı.

 

"Bunu biraz böyle tutmak lazım. Bandımda vardı aslında. Bunu böyle bantlayalım. " çantasından hızlıca çıkardığı bandı açmak için Alparslan'a, "Yardım etsene! Tek elle nasıl açayım? " dedi sanki kırk yıllık arkadaşıymış gibi. Alparslan öylece bakarken,

 

"Ne yapıyorsun? " diye sordu kendinden bıkmış bir halde.

 

"İyi çok şükür. Sen? "

 

"Gerçekten tahtaların eksikmiş. "

 

"Bizde genetik! Abim öyle... ona çekmişim. " dedi tek elle açtığı bandı Alparslan'ın koluna yapıştırarak. Kaldırdığı elini Alparslan'a uzattı.

 

" Layla Alexandra. " dedi kendini tanıtarak. Yüzünde küçük bir kız çocuğu gibi neşeli bir tavır vardı. Durmadan gülüyordu. Sevindirik tavrını kıramayan Alparslan elini tuttu.

 

"Alparslan. "

 

"Çok güzel! Abimin adıda Alparslan o yüzden aşığım bu isme diyebilirim. " dedi aynı neşeli tavrıyla. "Tabi şimdi diyebilirsin Alexandra, Alparslan ne alaka diye falan ben yarı türk yarı fıransızım. Babam türk annem fransız. Ama abim tamamen türk annelerimiz ayrıda. " Alparslan öylece bakmaya devam ederken Layla bir kahkaha attı. Kendini durduramadığı gülüşleri arasında zor konuştu.

 

"Şimdi sen diyorsundur bana ne bunlardan falan, çok haklısın kesinlikle. " O hali çok tatlıydı ve Alparslan'ı gülümsetmişti.

 

Az sonra Alparslan'ın yanında biten hemşire yatağa dönmesini isterken Layla ayaklanarak Alparslan'ın kolundan tuttu kaldırmak için.

 

"Dur sana yardım edeyim. " diyerek ayağa kaldırdı.

 

"Tanımadığın birine karşı bu kadar yardımsever olman garip. " diyen Alparslan'a içten bir gülümsemeyle baktı.

 

"Abime benziyorsun. Yani yanlış anlama lütfen küçük kardeşin yardım ediyor gibi düşün işte. " diyerek güldü. Alparslan hasteneye doğru yürürken ısrarla yardım eden Layla'ya,

 

"Benim kardeşim yok " dedi.

 

"Anladım. " Layla yüzü düşerken. Yetişen hemşirenin yardımıyla yürüyen Alparslan'ın arkasında kaldı. Layla dolan gözleriyle sırtını dönerek hastaneden çıktı hızlı adımlarla. Hastane bahçesinden çıkmışken gözyaşları akmaya başlamıştı.

 

"Senin kardeşin var... senin kardeşin benim abi! " dedi kendi kendine konuşurken. "Benim seni sevdiğim gibi sende beni seveceksin. Kardeşin olarakta kabul edeceksin! " Alparslan'ın boynuna atlayarak ben senin kardeşinim dememek için zor tutmuştu kendini. Ağlayarak yürürken durup hasteneye tekrar baktı. Yaşlı gözleriyle gülümseyerek,

 

"Ya ben birkaç dakika önce abimle tanıştım. Ya abimle tanıştım, konuştum. Rüya gibi... oh be! " diye bağırdı son cümlesinde. Elindeki çantasını sallayarak etrafında döne döne koşuyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi kıkır kıkır gülerken aynı zamanda ağlıyordu.

 

....

 

Bir haftayı hastenede geçiren Alparslan nihayet taburcu olmuştu. Göl kenarında bir ev kiralamıştı yalnız kalmak için. Uzunca bir süre ses seda duymak istemiyordu. Kendinden, hayattan ve her şeyden bıkmıştı. Bütün gününü ya uyuyarak yada gözlerini tavana dikerek geçiriyordu. Renksiz ve tatsız hayatının tek gerçeği bitmez, tükenmez acısıydı. Beynini boşluğa odaklamıştı hiçbir şey düşünmesine izin vermiyordu. Sevdasının, sevdiğinin, özlem duyduklarının üzerini unharca kapatarak örtüyordu.

 

Yine aynı his kaplamıştı tüm bedenini. Nefes alamıyordu. Yüreğinin derinliklerinde tuhaf bir endişe vardı yine. Boğulacak gibiydi yine. Sırt üstü yattığı yerden kalkarak hızlı adımlarla dışarı çıktı. Göle taraf yürüyerek yere oturdu. Bir kaç dakika sonra tanıdık bir ses,

 

"Oturabilir miyim? " diye sordu. Alparslan çattığı kaşlarıyla bakarken,

 

"Ne işin var senin burda. Beni mi takip ediyorsun sen?! " diye sesini yükseltti. Layla'nın niyeti önce kendini abisine sevdirmek sonra gerçekleri söylemekti. Ama onu tam bulmuşken kaybetmek istemiyordu. O yüzden doğruyu söyleyecekti. Layla omuzları düşerken kendi kendine konuşur gibi,

 

"Boş versene... " diyerek Alparslan'ın yanına oturdu. "Evet seni takip ediyorum. Zaten Amerika'ya da senin için geldim. Seni bulmak, tanışmak, konuşmak ve hayalini kurduğum diğer her şey için. Benim adım Layla Alexandra Sökmenci, Barbaros Sökmenci'nin kızıyım. Yani senin kardeşin. Ben on bir yaşımdan beri sana bunu söyleyeceğim anın hayalini kuruyorum. Niyetim önce seninle arkadaş olup kendimi sana sevdirmekti ama sana yalan söyleyemedim işte. Çektiğin acıyı biliyorum o yüzden daha fazla beklemek istemedim. Ben aynı acıyı çekerken yalnızdım abim yalnız kalmasın istedim. " beklentiyle bakıyordu kaşları çatık abisine.

 

"Ne saçmalıyorsun sen Allah aşkına! "

 

"Abi! " dedi içtenlikle. "İnanmak gerçekten çok zor ama yemin ederim ben senin kardeşinim. Babamla aranızda ne gibi bir sorun var bilmiyorum ama babam belirli zamanlarda İstanbul'a seni görmeye giderdi. Birkaç kez bende geldim beraberinde. Seni, anneni uzaktan izler birkaç gün sonra geri döner. Senin annenin fotoğrafı var babamın çalışma masasının üzerinde. Birileri sürekli senin hakkında bilgi verir ona, fotoğraflarını gönderir. Ve o fotoğraflarının hepsi bende. " açtığı çantasından çıkardığı kalın bir fotoğraf albümü, bir kulaklık ve bir kitap koydu Alparslan'ın önüne. Alparslan inanmak istemediği şeylere öfkeyle sıktığı dişleri ve gittikçe daha da çatılan kaşlarıyla bakarken Layla konuşmaya devam etti.

 

"Bunlar hep senin fotoğrafların. Bu senin kulaklığın, buda senin kitabın. Sahilde bunları çaldırdığını hatırlıyorsundur herhalde. Üç yıl önce, Kilyos'ta sahilde bunları sen telefonla konuşurken ben almıştım. Kleptoman değilim sadece sana ait olan bir şeyler bende olsun istedim o kadar. Abimin eşyaları diyerek yanımdan hiç ayırmadım. Kitabı okudum ama ayracı senin koyduğun yerden hiç çıkarmadım. Birkaç kez kulaklıklarından şarkı dinledim. " çantasından cüzdanını alarak kimliğini çıkardı ve kitabın üzerine koydu. Gözyaşları ardı arkaya dökülürken babasıyla olan fotoğrafını kimliğinin yanına koydu.

 

"Bu fotoğrafını kızlara dünyanın en yakışıklı abisi benim diyerek hava atardım göstererek. " diyerek çıkardığı fotoğrafı diğerlerinin yanına koydu.

 

Alparslan gerçekliğine inanmıştı. Ama kabullenemiyordu. Öfkeyle ayaklanarak,

 

"Hangi cehennemden geldiysen oraya dön " dedi. Layla gözyaşlarıyla ardından bakarken Alparslan bastığı yerleri titreterek eve girmiş ve kapıyı çarpmıştı. Layla küçük bir çocuk gibi dudağını bükerek başını eğdi. Çantasından çıkardıklarını geri koyduktan sonra omuzuna aldı. Evin kapısının önünde oturdu.

 

"Beni duyduğunu biliyorum abi. Sen beni kardeşin olarak kabul etmediğin sürece burdan gitmeyeceğim. Gerçi kabul etsende gitmeyeceğim ya. Bütün dünyayı dolaşsan kaçmak için peşinden gelirim. Ben senin kardeşinim, senin gibi tahtalarım eksiktir. Sana çekmişim işte! " dedi hırsla bağırarak.

 

Alparslan öfkeyle evin içinde dolanıyordu.

 

"Vicdanını mı temizlemeye çalışıyorsun sen Barbaros Bey?! " diye söylendi. Babasının onları terk ettiğini öğrendiğinden beri onun için baba kelimesini kullanmamıştı. Kardeşini babasının gönderdiğini düşünüyordu. Layla durmadan konuşuyordu. Bir öfkeyle bağırıp konuşurken birden bire kahkaha atıyordu. Ama susmuyordu. Yıllarca hayalini kurduklarını, hayal kırıklıklarını, abisine olan özlemini, ona dair fikirlerini, zor zamanlarında ne kadar çok yanında görmek istediğini uzun uzun anlatıyordu. Alparslan oturduğu yerde sırtını duvara dayayarak kardeşini dinlerken Layla bıkmadan usanmadan saatlerce anlattı yılardır içinde tuttuklarını.

 

"Bir erkek arkadaşım vardı. Daryun... Onu hala çok seviyorum. Motosikleti vardı. Tıpkı senin gibi saçma sapan şeyler yapıyordu. Kafes dövüşüne falan çıkıyordu. Motorsikleti ile kaza yaptı... üç gün komada kaldı... sonra öldü. Bir yıl oldu tam ama acısı hiç geçmedi. Yanımda hiç kimse yoktu en çok o zaman sana ihtiyaç duydum. En çok o zaman, keşke abim yanımda olsaydı dedim. Bugün yine kimsesizim ve yine en çok sana ihtiyaç duyuyorum. " ağlıyordu hemde hıçkırıklarla. Sesinden anlaşılıyordu acısı. Alparslan kardeşinin çektiği acıyı en iyi anlayandı. Onunda yüreğinde aynı acı vardı. Aheste aheste kalktı yerinden. Çokta uzağında olmayan kapıya yürüdü. Açtığı kapıya gözyaşları sağnak olmuş kardeşi umutla baktı. Işık hızıyla oturduğu yerden fırlayarak abisinin boynuna sarıldı. Alparslan ne yapacağını şaşırmıştı. Öylece kalırken hıçkırıklarla ağlayan kardeşine tereddütle kollarını sardı.

 

....

 

Tam dört gün olmuştu Alparslan gideli. Dört gündü Eylül yatağından kalkmıyordu. Yemiyor, içmiyor konuşmuyordu. Serhat, Duygu ve Derya ne yapacaklarını şaşırmıştı. Alparslan'ın neden gittiğini, neden ayrıldıklarını bilen tek kişi Eylül'dü o da konuşmuyordu. Serhat Alparslan'ın ardından Amerika'ya gitmeye karar verirken bir hafta on gün için işleri Derya ve Duygu'ya emanet etmişti.

 

Eylül yeni doğan güneşin ışıklarıyla kalktı yattığı yataktan. O kadar yorgun ve halsizdi ki zor yürüyordu. Üzerine eğildiği beşikte uyuyan Rüzgar'ı öptü. Dolaba kaldırmış olduğu dosyaları alarak sessizce aşağı indi. Duygu koltukta uyuyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek evden çıktı. Yolda çevirdiği taksiyle emniyet müdürlüğüne gitti.

 

Hakkında bir polis memuru tarafından hazırlanan sahte tutanaklar olduğunu beyan ederek şikayetçi olurken, polis memurunun birkaç gün önce tırın arabasına çarpması sonucu öldüğünü öğrenmişti. Davanın bir diğer suçlananı Galip'te çağırılmış ve ifadesi alınmıştı. O da Eylül gibi şikayetçi olurken derin bir soruşturma başlatılmıştı.

 

Eylül nefes alamadığı kalabalıktan kaçarken soluğu sahilde aldı. Gözyaşları durmaksızın akarken, titremeye başlamıştı. Titreyen omuzlarına bırakılan ceketin sahibine döndü.

 

Galip yüzünde belirgin bir acıyla, gözlerindeki umudu sönen Eylül'ün yanına oturdu. Eylül sessiz çığlıklarında boğulan yüreğiyle gözlerini bir kere daha denize dikti. Galip'te onun gibi sessizce kül eden bir yangınla dikti gözlerini denize. Dakikalarca süren sessizliği Eylül bozdu.

 

"Ne işin var burda? "

 

" Kötüydün. Her şeye güç yetiriyorum ama ağlaman kadar hiçbir şey çaresiz bırakmıyor beni. " Eylül acı dolu bir bakışla baktı çaresiz kalan yüzüne.

 

"Kimse bilmesin olur mu sahte belgeleri falan, o da öğrenmesin. " sesinde çaresizlik vardı en az karışındaki adam kadar.

 

"Nasıl istersen. " Kaskatı kesilen bedeniyle sıktığı dişleri arasında konuşmaya devam etti. "Gidecektim. Bir daha gelmemek üzere gidecektim. Sadece senin gerçekten mutlu olduğunu bilmek bile bana yeterdi. Mutlu olacak, benden kalan yaralarını saracak, iyileştirecek o adam dedim. Sadece tüm yollarım kapanana kadar kalacaktım. Sen onunla evlenene kadar. Sonra bu diyar haram olsun ki ayak basmayacaktım, senin mutluluğuna tek gölge düşürmeyecektim. Varlığına, iyi olmana her gün şükrederken yokluğuna hamd etmeyi öğrendim.

 

Yokluğunda yok olmayı, her nefeste bin can vermeyi öğrendim gözlerinin bir başkasına pırıldamasında. Her nefeste arafta kalmayı öğrendim bir başkasına gülümsemende. Yok olmayı öğrendim bir başkasının sana dokunmasında. Beni affetmen gibi bir beklentim yok ben kendimi affedemiyorken, ben ordan geçeli çok uzun zaman oldu, sadece senin iyi olman yeterdi bana. Ama şimdi istesemde gidemem, seni bu halde bırakıp gidemem. "

 

"Alparslan'ı sevdim ama sana aşıktım, ben seni unutmaya güç yetirdiysem o sevgiyi söküp atmam çok sürmez. Sadece kendime kızıyorum, ben bunu kendime niye yaptım, sonunun benim için değişmeyeceğini bile bile. Aşkına yemin edilir senin bile aldattığın bir dünyada ben bunu kendime niye yaptım? "

 

Galip sıktığı dişleriyle denize bakarken Eylül yavaşça kalktı yerinden omuzlarındaki ceketi yere bırakarak. Konuşmaya bile hali yoktu artık. İki adım atamadan sanki yer kabuğunu çekip almışlardı ayağının altından. Bütün dünyası karanlığa boğulurken son anda yakalamıştı Galip başı taşlara çarpmadan.

 

"Eylül... Eylül... Eylül aç gözlerini! Eylül! " Galip hiç bir tepki vermeyen Eylül'ün baygın bedenini kucakladı. İlerde bıraktığı arabaya taşıdı. Arabayı en hızlı şekilde sürerken endişeyle dönüp bakıyordu sağındaki Eylül'e.

 

Dakikalar sonra hastaneye varırken üst üste çaldığı kornalarla hemen sedye getirmişlerdi. Koşarak gitti Eylül'ün arkasından. Müdahale odasına alınan Eylül'ün ardından kapı Galip'in yüzüne kapatıldı.

 

Loading...
0%