Yeni Üyelik
64.
Bölüm

63. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Hayat susar mı? Yaşam denen şey susar mı ilelebed? Tüm renker, tüm şarkılar, gülümseten her şey anlam yitirir mi bir anda? Varlığına her daim şükrettiği kıymetlisini kaybettiğinde yokluğuna hamd edebilir mi insan?

 

Her yer toz, duman içindeydi. Galip savrulduğu yerden başını kaldırdı. Kulaklarında feci bir uğultu vardı. Bütün dünya susmuştu. Sadece o ve kulaklarındaki uğultu vardı. Üzerine yığılan molozlardan kurtuldu önce. Zoraki kalktı düştüğü yerden. Yalpalayarak yıkıntıların arasından Eylül'e ulaşmaya çalışıyordu. Çoğu yer alev almış yanarken her yer yıkılmıştı. Çatıyı tutan kolunlar her an yıkılmaya nazırken delirmiş gözleri her yerde Eylül'e ait bir iz arıyordu.

 

Yoktu.

 

Hiçbir yerde yoktu.

 

Ona ait en ufak bir iz bile yoktu.

 

Restoranın ön tarafı büyük bir gürültüyle çökerken Galip Eylül'ü bulamamanın çaresizliğiyle dizleri üzerine çöktü. O her yeri kaplamış büyüyen ateşin içinde yanmak umurunda değildi. Eylül yoksa zaten ölürdü. Eylül burda o yıkıntıların arasında nefes alamıyorsa yanarak ölmek umurunda mıydı hiç?

 

"Eylül... " diye titredi bütün bedeni. Çaresizce ağlarken her yeri saran o ateşlere teslim olmuştu. Uğruna yaşamayı göze aldığı Eylül'ü nefes alamıyorsa nefes almanın ne anlamı vardı ki? Defalarca kez kaybetmişti Eylül'ü ama bu kez başkaydı. Bu sefer çok başkaydı. Acısı hiç katlanılır gibi değildi. İliği kemiğine kadar her yanı dayanılmaz bir acıyla sızlıyordu. Koca bedeni iki büklüm olmuş can çekişiyordu. Yaşlı gözlerine bir tutam aşık olduğu saç değerken bedeni canına dar gelmişti. Yıkıntıların altında kalmıştı Eylül. Galip bir saniye dahi düşünmeden koştu. Bir tarafı umut, bir tarafı korku berbet bir savaşın içinde buldu kendini. Elleriyle kazdı o koca enkazı. Parçalanan ellerine aldırmadan koca koca molozların altında kalan nefesinin narin bedenine ulaşmak için insan üstü bir çaba harcarken nihayet yüzünü görebilmişti.

 

"Eylül... Eylül aç gözlerini! Eylül! " diye yalvarırken bir taraftanda kazmaya devam ediyordu. Kanayan elleriyle Eylül'ü çıkardı o yığının altından. Nabzını konturol etti. Yaşıyordu. Ama yaşamaya devam etmesi için onu bir an önce ordan çıkarması gerekiyordu. Eylül'ü kolları arasına alarak her yeri saran ateşe baktı. En tehlikelisi olsada mutfaktan başka şansı yoktu. Kucağındaki Eylül ile birlikte mutfağa yöneldi. Her saniye tehlike büyüyordu. Mutfağın kapısından girmişti ki ateş alan yağ tenekesi ikinci bir bomba gibi patlamasıyla Eylül ile birlikte yere düştü. Eylül'ün yüzünü göğsüne saklayarak korumaya çalışırken hissettiği batmayla dakikalardır göğsüne saplanmış şarapnel parçasını yeni fark ediyordu. Göğsünden aşağısının kan olduğunu görememişti bile Eylül'e bir şey olma kokusundan. Bir kere daha kucakladı Eylül'ün bilinçsiz bedenini. Mutfak cehenneme dönmüşken tek yoluda kapanmıştı. Eylül ile birlikte ayakta duran tek duvarın dibine oturdu Eylül'ün kan içindeki yüzünü okşadı.

 

"Sana bir şey olmasına asla izin vermem... diri diri yanarım yinede izin vermem. " dedi. Eylül'ü yere bırakarak, yerdeki sağlam sandalyelerden birini aldı. Kısmen yıkılmış duvara vurmaya başladı. Hissettiği acı umurunda olmazken çok fazla kan kaybettiği için başı dönüyor, dizleri titriyordu. Sandalye elinde parçalanırken başka bir tane daha aldı. Nihayet duvarda bir delik açılmıştı. O açıklığı büyütürken artık ayakta duracak takati kalmamıştı. Ama yapacağı en son şey olsa bile Eylül'ü oradan çıkaracaktı. Son bir darbeyle geçecekleri kadar bir alan açılmıştı. Sarsak adımlarla Eylül'ün yanına yürüdü. Gücünün son parçasıyla Eylül'ü kucağına aldı. Onu yaşatmak için yaşamalıydı şu an. Sonrası isterse cehennem olsun umurunda değildi. Eylül'ü çıkardı nihayet. Uzaklaştırdı az buçuk. Daha fazla gidemezken yere yığıldı Eylül ile birlikte.

 

Polis, itfaye ve sağlık ekibi gelmişti. İtfaye ekipleri çalışırken sağlık ekibi hazır bekliyordu. Galip'in duvarı yıkıp çıkmasıyla hemen koşmuşlardı sağlık ekibi. Galip'in nefes alması zorlaşırken,

 

"Ona bakın önce. " dedi zoraki. "Ona bir şey olmasın lütfen. " bilincini kaybetmeden önce son sözleri olmuştu.

 

İkisi hastaneye kaldırılırken Galip acil bir şekilde ameliyata alınmıştı. Eylül'ün bacağı ve dört kaburgasında kırık vardı. Ayrıca da kolunda çatlak, vücudunun büyük bir bölümünde ezik vardı.

 

....

 

"Rüzgar... " diye sayıklayarak araladı gözlerini Eylül. Konuşmaya bile hali yoktu.

 

"Kızım. " diyen sese çevirdi şişmiş yüzünü. Eylül karşısında gördüğü merhamet abidesi adama tebessüm etti.

 

"Baba. " dedi kısık sesiyle. Yüzünün hâlini endişe alırken zor konuşabildi. "Baba Rüzgar? " diyerek doğrulmaya çalışırken, inleyerek kalakaldı olduğu yerde. Ahmet müdahale ederek başını yastığa yerleştirdi tekrar.

 

"Rüzgar iyi kızım, sakin ol. Kaburgaların kırık ani haraketler yapma. " Eylül askıdaki koluna baktı.

 

"Kolumda mı kırık? " Ahmet, Eylül'ün saçlarını okşadı.

 

"Kolun değil ama bacağın kırık. Kolunda çatlak var kızım o yüzden sarılı, askıda. "

 

"Rüzgar nerde? "

 

"Arkadaşın götürdü sağ olsun. " Eylül bir eksiklik hissederken Galip'in olmadığını fark etti. Üç aydır bir an bile onu yalnız bırakmadan saçma sapan şeylerle güldürmesine öyle alışmıştıki yokluğunda eksiklik hissediyordu. İki eli kanda olsa yalnız bırakmayacağını biliyordu çünkü.

 

"Galip nerde? " Ahmet'in yüzü düştü .

 

"İyi çok şükür, daha da iyi olacak inşaallah. "

 

"Ona ne oldu? Yoksa... ?"

 

"Dükkan patlarken o da içerideymiş. Göğsüne şarapnel parçası isabet etmiş, epey kan kaybetmiş. Durumu iyi dedi doktor ama daha uyanmadı. " Eylül ne diyeceğini bilemeden öylece bakakaldı.

 

O an Leyla girdi içeri. Eylül'ün uyandığını görünce sevinçle yanına koştu.

 

"Mavişim! " Dedi saçlarını öperken. "Bir yerin ağrıyor mu, doktor çağırayım mı? "

 

" Her yerim ağrıyor ama en çok kaburgalarım ağrıyor. "

 

"Geçecek güzel kızım, az sabır. Allah bağışladı seni bize, saçının teline kurban olurum senin. "

 

"Emin Bey nasıl oldu Leyla Hanım? " Ahmet'in sorusuna Eylül'ün gözleri korkuyla açıldı.

 

"Daha iyi çok şükür. "

 

"Ne oldu babama, anne? "

 

"Korkma mavişim yok bir şeyi çok şükür, haberi aldığımızda kötü oldu biraz ama iyi merak etme. "

 

"Nerde şimdi? "

 

"Yan taraftaki odada, serumu bitsin yanına gelecek. "

 

"Kandırmıyorsun beni değil mi anne? "

 

"Yalan söylenecek konu mu bu, yemin mi edeyim kızım? "

 

"Abi daha ayakta duramıyorsun Allah aşkına! " diye bir bağırışın ardından kapı açıldı içeri Galip girdi. Yorgun gözleri Eylül'ün üzerinde gezindi. Hemen ardından Aslı homurdanarak içeri girdi.

 

"Ya baba bir şey söyle gözünü açar açmaz ayaklandı. Dokdor daha görmedi bile. " diye şikayet etti Aslı. Galip o an babasının orda olduğunu farketti ancak. Eylül'ün durumunu o kadar çok merek ediyordu ki hiçbir şeyi dinlemeden soluğu Eylül'ün odasında almıştı.

 

"Baba? Sen neden geldin? "

 

"O ne demek öyle oğul. Ben buraya varana deyin aklım çıktı. " dedi Ahmet oğlunun omuzunu sıvazlarken. "Ayakta durma bu halinle. Şuraya otur. " diyerek sandalyeye oturttu.

 

Eylül,

 

"Neden ayaklandın hemen, doktor ayağa kalkabilirsin demeden. " Galip güldü o hline rağmen.

 

"Sen iyisin ya daha da bana bir şey olmaz. " dedi. Ahmet ikisine gülümsedi.

 

"Öğle vakti geçmeden ben mescide ineyim namaza. Sende çok ayakta durma odana dön. " diyerek çıktı odadan.

 

Galip, Eylül'e bakarak gülmeye başladı. Canı yandığı içinde elini göğsüne bastırarak gülmeye devam etti. Eylül ona bakarken gülmeye başladı. Dayanamayıp kızdı.

 

"Ne gülüyorsun deli gibi be canım acıyor. " Galip gülmeye devam ederken zor konuşabildi.

 

"Yüzün şişmiş ya böyle katmer gibi çok komik görünüyor. " Eylül gülmeye devam ederken "Ah! " diye inledi.

 

"Asıl sen kendine bak şapşal, şaftın kaymış hâlâ gülüyorsun. " ikisi gülerken Aslı ile Leyla şaşkınlıkla birbirine baktı

 

"Yemin ediyorum sizin bir gram aklınız yok. Şu halinize bakın hâlâ gülüyorsunuz. Ayağın kırık, dört kaburgan kırık, kolun çatlak, yüzün-gözün davul gibi şişmiş hâlâ gülüyorsun. Sana ne demeli abi? Şarapnel parçası ciğerine girdi, göğsünü balık gibi açtı doktorlar, kan kaybından ölmene ramak kalmıştı. Üstüne gözünü açar açmaz ayaklanıyorsun daha doktor iyi misin kötü müsün onu bile söylemeden. " diye kızdı. İkisi birlikte Aslı'ya bakarak gülmeye devam etti. İçeri giren doktor Galip'e baktı inanamayarak.

 

"Sizin burda ne işiniz var? " diye sordu şaşkınlıkla. Aslı memnun bir şekilde kollarını kavuşturdu.

 

"Hınh!!! Beni dinlemiyor belki sizi dinler doktor bey buyurun. "

 

"Galip Bey siz nasıl ayağa kalkarsınız! " diyerek odanın kapısını açtı.

 

"Personel arkadaşlar buraya bir tekerlekli sandalye lütfen, acil! " diye seslenerek Galip'e döndü. "Sizin canınıza kastınız mı var Allah aşkına! Durumun ciddiyetinim farkında mı değilsiniz yoksa ölmek için özel bir çaba mı bu? "

 

Galip, Eylül'e dikti gözlerini.

 

"Benim canım iyi ya doktor bey isterse gerisi ölüm neymiş cehennem olsun. "

 

Aslı,

 

"Sen ölmek için bu kadar üstün bir çaba harcıyorken o cehenneme kısa yoldan intikal edeceksin az kaldı. "

 

İçeri tekerlekli sandalye ile giren kişi Galip'in başında dikilirken Galip ayağa kalkarak Eylül'ün yanına yürüdü. Eylül'ün yüzüne dökülen bir perçem saçını kulağının arkasına sıkıştırdı.

 

"Mutlu olduğun ve olacağın sürece istersen dünyanın öbür ucuna git razıyım. Yeter ki sen iyi ol, mutlu ol ama sakın bir daha acınla sınama beni olur mu? Yaptıklarımı bile kaldırabiliyorum ama bir daha olamayacağının acısı hiçbir şeye benzemiyor. " dolan gözlerini Eylül'den ayırarak kapıya yürüdü. Doktor dahil herkes arkasından bakakalmışken Galip odasına döndü.

.....

 

Eylül bir hafta içinde taburcu olurken Galip hâlâ hastanedeydi. Doktorların yasaklamalarına rağmen sigara içmeye devam ediyordu. Bahçede içtiği sigarayı söndürerek oturduğu banktan ayağa kalktı. Selçuk çok memnun değildi doktorun yasakladığı şeyleri yapmasına ama arkadaşını tanıyordu. Hiçbir yasağı dinlemeyeceğini çok iyi biliyordu. Aslı onlara doğru gelirken abisine çattığı kaşlarıyla bakıyordu. Tiz bir ses çığlık attı.

 

"Taner!!! "

 

Galip sıktığı dişleriyle gözlerini yumarken Selçuk gülmeye başladı.

 

"Hay bisküvi! " dedi. Hemen yanlarında bitiveren kadınla, Aslı kocaman açtığı gözlerini kocasına dikti.

 

"Sen bu kadına bisküvi mi dedin?! " diye sordu. Selçuk başını iki yana salladı hemen.

 

"Saçmalama! Ben içinde bulunduğumuz duruma dedim. "

 

"Ay Taner seni gördüğüme çok sevindim. " dedi o kadın. Galip acıyan ciğeriyle derin bir nefes aldı.

 

"Ben Taner değilim! " Dedi Galip üstüne basa basa.

 

"Çok komiksin Taner. Ay yoksa karından mı korkuyorsun? Merak etme eskilerden bahsetmem. " dedi kadın imalı gülüşüyle. Galip sıktığı dişleri arasında söylendi.

 

"Ulan Taner yaktım seni! " Selçuk'a dönerek, "Kurtulamayacak mıyım lan ben bunun kırıklarından? " diye dert yandı. Aslı durumu anlamıştı.

 

"Taner Abi bir gün gerçekten başını yakacak senin. " Aslı gülmeye devam ederken Galip nefesini üfledi.

 

Galip ile Taner arasında çok ciddi bir benzerlik vardı, Taner'in kırıkları genelde Galip'i Taner ile karıştırıyorlardı hep.

 

....

 

Ertesi gün Taner İzmir'den Galip için İstanbul'a gelmişti. Odasını danışmadan öğrenerek yukarı çıktı. Kapıyı açarak,

 

" Selamünaleyküm beyler. " dedi muzipçe gülerek. İçeri girmesiyle Galip sinirle dikti gözlerini.

 

"Aleykümselâm. " dedi. Selçuk gülerek sarılırken Taner yüzünde aynı gülüşle Galip'e döndü.

 

"Geçmiş olsun. " Galip çattığı kaşlarıyla bakarken Taner tavrını bozmadan konuştu.

 

"Ooo amca oğlu sen bayağı sinirlenmişsin ya. "

 

"Si...şim ulan kırıklarını! Ne lan bu İzmir'de aynı, Ankara'da aynı, İstanbul'da aynı. Ulan hepi topu Antep'te iki gün kaldın orda bile üç kişi Taner diye peşime takıldı. Ulan aranızdaki benzerlik olmasa ne halin varsa gör. Yarın öbür gün kucağında çocukla birileri kapıma dayanacak yemin ediyorum. "

 

Taner gülerek elini Galip'in omuzuna koydu.

 

"Merak etme ben tedbirli adamım öyle bir şey olmaz. "

 

"Sıçtırma tedbirine şimdi. Ben sana yapacağımı biliyorum. Selçuk, neydi o kadının adı? "

 

Selçuk keyifle gülümsedi.

 

"Özgür. Hemde fazlaca özgür. "

 

Galip,

 

"Numarasını bırakmıştı Taner gelirse diye değil mi? "

 

Selçuk,

 

"Evet kardeşim. "

 

Galip,

 

"Şimdi haber vermemek ayıp olur. "

 

Taner,

 

"Yok siz yapmazsınız. Yapamazsınız. İnsan kardeşini ihbar eder mi? "

 

Selçuk,

 

"Hak etme kardeşim o zaman. "

 

Taner,

 

"Ben bıraktım o işleri. Artık temiz bir adamım. "

 

Galip,

 

"Ne kadar temiz olduğunu çok iyi biliyorum ben. "

 

Taner,

 

"Bana benzemen benim suçum mu? Benzemeseydin abiciğim. "

 

Galip,

 

"Ben senden büyüğüm. Sen bana benziyorsun ben sana değil. "

 

Taner,

 

"He he dört gün büyüksün dağlar var arada. " diyerek gülmeye devam etti.

 

Galip,

 

"Nedir lan senden çektiğim! "

 

"Amca oğlu biz bunları daha önce konuşmuştuk ama. Sende ne taktın. Ben Taner değilim de sırtını dön git. Bizim aramızda bariz bir fark var. Ben senden daha yakışıklım, daha karizmatiğim, daha nezaket sahibiyim. "

 

Galip,

 

"Ya Sabır! Buda ayrı bir imtahan. "

 

Selçuk,

 

"Ya Galip bilmiyor musun bizim Taner işte Allah aşkına, suçunu kabul ettiği nerde görülmüş." diyerek güldü.

 

Taner,

 

"Siz bana kıyamazsınız. Bende sizi biliyorum." üçü birlikte gülerken Aslı elinden tuttuğu Rüzgar ile birlikte içeri girdi. Rüzgar hemen koşup babasının yattığı yatağa tırmanırken Selçuk kaldırıp yatağın üzerine koydu onu. Aslı gözlerini kısarak Taner'e baktı.

 

"Özgür'ü aradınız mı siz yoks ben mi arayayım? " Taner aşk olsun der gibi baktı ona.

 

"Abinim kız ben senin, kızdırma kafamı. " Aslı gülerek sarıldı ona.

 

Galip kucağında oturan Rüzgar'ın saçlarını oksayarak düzeltirken,

 

"Anne iyi mi? " diye sordu. Rüzgar gülerek başını salladı.

 

"Ayaya kaykamiyoy (ayağa kalkamıyor) "

 

Aslı gülerek Rüzgar'ın saçlarını öptü.

 

"Eylül aşağıda röntgen çekiyor. Güvenlikten gizli Rüzgar'ı asansörle yukarı çıkardım, izin vermiyorlar. " Taner, Rüzgar'ı kucağına aldı.

 

"Vay vay vay! Sen nasıl yakışıklısın öyle. Hey maşaallah! Amcasının aslanı. Benim veliahtım işte! Ben sana neler neler öğreteceğim var ya elinden kız kurtulamayacak. " dedi hevesle. Aslı bir kahkaha patlattı.

 

"Hele bir teşebbüs et Eylül seni lime lime doğrar. Aşcı ya bayağı iyi bıçak kullanıyor hani. " dedi. Taner'in telefonu çalarken cebinden çıkarıp baktı.

 

"Buna bakmam lazım. " diyerek kucağındaki Rüzgar'ı yatağın üzerine bırakarak odadan çıktı. Aslı çantasından çıkardığı çikolatayı açarak Rüzgar'a verdi.

 

Az sonra Derya'nın ittiği tekerlekli sandalyeyle Eylül içeri girmişti. Galip bir haftadır görmediği yüzüne hasretle baktı. Eylül, Rüzgar'a elini uzattı.

 

"Hadi Rüzgar gidiyoruz. "

 

Galip,

 

"Yüzünün şişi inmiş az buçuk, daha iyi görünüyorsun. " Eylül başını salladı .

 

"İyiyim, senide iyi gördüm bayağı toparlanmışsın. " eli yüzü çikolata içinde kalan Rüzgar'a döndü Eylül. "Aman be oğlum bu ne hal! " derken Derya hemen müdahale etti.

 

"Dur ben hallederim şimdi. Çantamda ıslak mendil var. " Derya çantasını karıştırdı, çıkardığı paketten aldığı ıslak mendillerle Rüzgar'ın elini yüzünü temizledi. Elindeki mendilleri çöpe koymak üzere odanın içindeki tuvalete girmişken Taner telaşlı bir şekilde odaya girdi.

 

"Lan Özgür geliyor! " Eylül şaşkınlıkla baka kalırken Galip ile Selçuk gülüyordu. Taner hızla tuvalete yöneldi.

 

"Beni yakalatırsanız mahvederim sizi. " diyerek Derya'nın çıkmak üzere olduğu tuvalete girerek kapıyı kapatıp kilitlemesi bir oldu. Derya kocaman açılan gözleriyle bakarken bir an afalladı. Çıkmak için kapıya yönelirken elini kapının kilidine atmasıyla Özgür'ün sesi odanın içinde yankılanmaya başladı. Taner hızlı bir şekilde Derya'nın kilitte olan elini tutarak kapıyı açmasına izin vermezken tepki göstereceğini anlamıştı. Hızla sırtını duvara yaslayarak diğer eliylede ağzını kapattı. Küçücük alanda Derya dev gibi Taner ile duvar arasında sıkışıp kalırken çırpınmaya başladı. Taner aralarındaki birkaç santimlik mesafeyide kapattı.

 

"Hişşttt! Sakın ses çıkartma! " diye fısıldadı. Derya kalbi maratona çıkmış gibi çarparken burnundan derin derin aldığı nefeslerle âdeta sırtının dayalı olduğu duvarla bir olmuştu. Taner içerden gelen sesleri dinlerken bir an gözleri duvarla arasına hapsettiği Derya'ya kaydı. Korku ve panikle dolu olan gözlerine bakarken dudağının kenarı mutlu bir şekilde kıvrıldı.

 

"Haksızlık lan bu. " diye fısıldadı. Gülümsemesi yüzüne yayılırken yutkunarak bakmaya devam etti. Taner bir an dahi gözlerini ayıramıyordu.

 

"Bütün dünyayı gözlerinin karanlığında boğayı nasıl becerdin? " dedi büyülenmiş gibi. Derya korku dolu bakışlarıyla donmuş tepki dahi veremezken Taner kapattığı ağzından elini çekti. Derya dizleri gibi titreyen sesiyle kızdı.

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Kimsin ya sen? " Taner kararlı ve kendinden emin gülümsedi

 

"Yakın gelecekteki kocan." Derya'dan anlamadığı belli bir "Hı? " sesi çıkarken Taner çoktan kendine adres atfettiği dudaklarına ulaşmıştı.

Loading...
0%