Yeni Üyelik
71.
Bölüm

69. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Mümteni bir sevdaya tutulduğu vakit insan sevdası yerine kendinden vazgeçermiş. Muhal varlığı tartışılırken çoktan aklını yüreğine kurban edermiş. Tüm sebepler sebebsiz yol verir gitmen için. Geriye bir çift kandili kapatmak kalır karanlıklara.

 

Müdahale odasının önünde çaresizce bekliyordu Eylül'ün annesi, babası, Candan, Ahmet, Galip ve Taner. Leyla ağlarken Candan da ona eşlik ediyordu. Emin yıkılmıştı sanki, önce öğrendiği gerçekler şimdi de Eylül'ün başına gelenler yerinden kalkacak takat bulamıyordu.

 

Galip zor nefes alıyordu sol göğsündeki ağrıdan dolayı Sol göğsünün içindeki ağrı umurunda değildi. Eylül o haldeyken bedenindeki ağrıdan çok ruhunun çektiği acı ağırdı. Durmadan endişeyle dolaşıyordu koridorda. Taner önünde durarak elini omuzuna koydu.

 

"Yeter Galip yedin bitirdin kendini! Otur şöyle biraz. "

 

"Eylül'den bir haber almadan duramam. Eylül'e bir şey olursa... "

 

"Allah korusun elbette bir şey olmayacak. " Galip duvarın dibine çöktü çaresizce. Taner'de hemen yanına çöktü. Galip iki elini yüzüne kapattı.

 

"Eylül'e bir şey olma ihtimali bile ruhumda derman bırakmazken onun şu an bu halde olması... ölüyorum Taner parça parça ölüyorum."

 

"Üşümüştür lan başka ne olacak! Saçma sapan konuşma. "

 

"Ne üşümesi lan karla karışık yağmurun altında kim bilir kaç saat kaldı. "

 

"Doktorlar gereken her şeyi yapıyorlar, eminim iyi olacaktır Eylül. "

 

"Ya... bir şey... o...olursa? " bunu dillendirmek bile o sol göğsündeki ağrıyı arttırıyordu.

 

"Olmayacak! Eylül güçlü bir kadın ona kolay kolay bir şey olmaz. O Rüzgar için bırakmaz, vazgeçmez. "

 

"Ben hayatım boyunca hiç bu kadar korkmadım şu an ki kadar. Ben daha kaç kere kaybedeceğim onu Taner? Kaç kere? " Taner sıkıntıyla ellerini saçlarının içinden geçirdi. Galip çaresizliği sesine yansırken,

 

"Artık biri çıkıp bir şey desin n'olur! " diye söylendi kısık bir sesle. Gücü artık ne ruhundaki acılara, nede bedenindeki ağrılara yetmiyordu. Bir saati geçmişti doktorların müdahalesi.

 

Taner'in haber verdiği Derya yanında Alparslan ile koşarak gelirken Galip sıktığı dişleriyle hırsla ayağa kalktı. Alparslan'ı koridorun başında yakaladı daha fazla gelmesine izin vermeden. Alparslan'da Galip kadar korkuyordu Eylül'e bir şey olmasından ve onun kadar perişandı. Onlara doğru koşan Derya endişeyle,

 

"Eylül nasıl? " diye sorarken Galip beklentiyle bakan Alparslan'a kafa attı. Alparslan geriye doğru yalpalayarak duvara dayanarak ayakta dururken hak ettiğini bildiğinden ne tepki nede karşılık vermemişti. Taner'in yetişemediği Galip üst üste Alparslan'ın yüzüne yumruklar indirirken Derya korkuyla bağırarak araya girdi. Taner ve güvenlik görevlileri araya girip Galip'i zorlukla uzaklaştırmıştı.

 

"Eylül'e bir şey olursa varya ulan and olsun seni öldürürüm! Seni doğduğuna pişman eder sonrada öldürürüm! " diye bağırıyordu Galip onu zorlukla zaptedenlerin elleri arasında. Az sonra karşıda görünen müdahale odasının kapısı açıldı Galip öfkeden dönen gözlerini odadan çıkan doktora çevirdi. Hızlı adımlarla o tarafa koştu. Alparslan kanayan burnunu ve kaşını umursamadan o tarafa yürüdü. Herkes korkuyla bakıyordu doktora.

 

"Terapötik hipotermi geçirmiş hastanız. Buraya getirildiğinde, kalbi ve solunumu durmuştu. Uzun bir kalp masajından sonra hayata döndü. Şu an için durumu stabil ama hayati tehlikeyi henüz atlatmış değil. O yüzden yoğun bakıma alacağız. Önümüzdeki kırk sekiz saat boyunca yoğun bakımda kalacak. Beyninin hasar görmemesi için ilk on sekiz saat boyunca vücut sıcaklığını otuz üç derece civarında tutmamız gerekiyor. Önümüzdeki on sekiz saat boyunca herhangi bir komplikasyon olmazsa hayati tehlikeyi atlatacaktır. Geçmiş olsun. " diyerek giden doktorun ardından sedyedeki Eylül göründü kapıda. Ağzında solunum cihazının hortumu, vücuduna bağlı onlarca kablo, kolunda serum, durmadan öten cihazlar ve vücudu ısınmasın diye üzerine örtülen soğuk pres örtü.

 

Leyla hıçkırıklarla ağlayarak Eylül'e koştu. Ölü gibi yatıyordu öylece, tepkisiz ve buz gibi. Herkes gözyaşlarıyla ağlarken hemşireler ve doktorlar hızla götürdü Eylül'ü kimsenin dokunmasına izin vermeden.

 

İki çift göz aynı korkuyla dolandı üzerinde. İki ruh aynı azap ile yandı. İki büyük pişmanlık aynı anda kül ediyordu iki yüreği. İki çift göz aynı acıyla gözyaşı döktü asansörde kaybolan sedyenin arkasından. Alparslan nefes alamadığı için kendini zor dışarı atarken Galip sıktığı yumruğunu cam panele geçirmesiyle tuzla buz etti paneli.

 

Derya korkuyla Alparslan'ın peşinden giderken Taner, Galip'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Annesi yanına vardığı oğluna kızarken oğlunun çektiği acıdan bihaberdi. Galip'in sol göğsündeki ağrı dayanılmaz bir hâl alırken sol kolu ve parmakları uyuşarak hissizleşti. Boynundan beynine kadar ulaşan ağrı ile daha fazla ayakta duramazken elini sol göğsünün üzerine koydu. Tüm ışıkları gözlerinde sönen dünyayı çekip almışlardı sanki ayağının altından. Korku ve karmaşa birbirine karıştı birkaç dakikada.

 

Alparslan ne yerlere ne göklere sığamıyordu. Nefessiz kalmıştı, bedeni nefes almayı reddediyor gibiydi. Elini kazağının yakasına atarak çekiştirirken bir taraftanda nefes almaya çalışıyordu. Ama mümkün değildi. Arkasından yetişen Derya durumunun çokta iyi olmadığını anlamıştı.

 

"Alparslan ne olur sakin ol! Bak Eylül'ün durumu iyi daha da iyi olacak inşaallah. " diyerek kolundan çekiştirdi. Zorla oturtup kantine koştu. Su, ıslak mendil ve peçete alarak hızla geri geldi. Alparslan hâlâ aynı nefes almaya çalışıyordu.

 

"Eylül benim yüzümden o halde Derya! Benim yüzümden! Eylül'e bir şey olursa ben yaşayamam. Derya Eylül'e bir şey olursa ... " düşüncesi bile cehennem azabıydı.

 

"Alparslan ne olursun azıcık su iç. " Derya ağzını açtığı su şişesini ısrarla uzatırken Alparslan başını iki yana sallayarak geri çevirdi. Derya ne yapacağını şaşırmıştı. Durumu hiç iyi gözükmüyordu. Çünkü her saniye biraz daha nefessiz kalıyordu. Her saniye biraz daha çöküyordu omuzları kendi yüklediği yüklerin altında. Derya çaresiz kalmıştı, ne yapacağını bilmez bir halde etrafa bakındı.

 

"Alparslan içeri girelim doktorlar bir şey yapsın, bu normal değil. " demişti ki Alparslan tamamen nefessiz kalıp çırpınmaya başladı. Tamamen kapanmıştı solunum yolları.

 

"Yardım edin!Alparslan! Alparslan! Yardım edin! " Derya'nın korku dolu çığlıklarına doktorlar yetişti.

 

Derya'nın koşarak peşinden gittiği sedyeyi aldıkları odanın kapısı yüzüne kapanmıştı. Derya gözyaşlarıyla çaresizce baka kalırken hemen yan tarafındaki Taner'i yeni farkediyordu. Taner'in yüzü kireç gibi olmuş dolan gözleriyle Derya'ya baktı.

 

"Galip kalp krizi geçirdi. " dedi zorlukla. Derya gözyaşları akmaya devam ederken donmuş bir şekilde kaldı.

 

"Ne? "

 

"Ulan bir insanin yüzü hayatı boyunca bir kere bile gülmez mi? " diye bağırarak duvarı yumrukladı Taner. Derya araya girerek üst üste duvara geçirdiği yumruğunu tuttu.

 

"Yapma Taner. Bari sen yapma. Sende böyle yaparsan ben ne yapayım. " diyerek sıktığı yumruğunu zorlukla açtı. Derya, Taner'in açtığı elinden tutarak sandalyelere doğru yürüdü Taner'i peşinden sürükleyerek. Hayatın tüm yükleri sırtındaymış gibi çöktü ulaştığı sandalyeye.

 

"Amcam kötü, yengem kötü, Emin Amca kötü, Leyla Teyze kötü, Galip zaten onu saymıyorum bile. "

 

"Bu kabus bitsin artık n'olur! " diye söylendi Derya kısık bir sesle. Taner Derya'ya sarılarak gözyaşlarını sildi.

 

.....

 

Galip gözünü araladığında Taner ile Aslı başında bekliyordu. Aslı hemen,

 

"Abi! " diyerek elini tutarken Galip inleyerek yutkundu.

 

"Eylül nasıl? Annem, babam iyi mi?" diye sordu. Taner çattığı kaşlarıyla bakıyordu.

 

"Herkes senden iyi çok şükür ama sen iyi değilsin bildiğin üzere. " dedi sinirle. "Ulan insan hayati tehlikesi olduğu halde olması gereken ameliyatı bir yıldan fazla nasıl erteler?"

 

"Eylül'ün durumuyla ilgili bir şey söyledi mi doktor? "

 

"Yahu hâlâ Eylül diyor! Kalp kasların erimiş resmen, her an tekrar kalp krizi geçirip ölme ihtimalin varken dalga geçer gibi... Ya Rabbi sabır! " Aslı gözyaşlarıyla baktı abisine.

 

"Neden söylemedin abi, neden? Her an ölümle burun buruna yaşarken neden sakladın bizden bunu? Doktorlar bile nasıl hayatta kaldığına şaşırıyor. Bir yıl önce ameliyat olsaydın kalbin bu kadar hasar almayacakmış. "

 

"Korkma güzelim kötüye bir şey olmaz. " diyerek doğrulmaya çalışırken Taner izin vermedi.

 

"Sen yerinden kalkmıyorsun, ayrıca kötüye bir şey olmaz ne demek? Gerekli tüm işlemleri yaptık yarın o ameliyatı olacaksın. "

 

"Eylül'ü görmem lazım Taner, Eylül'ü görmem lazım. "

 

"Eylül iyi! Vücut ısısı normale döndü, uyandı, kendinde, Gayet iyi hiçbir sorunuda yok akşama servise alacaklar merak etme. "

 

"Ben kaç gündür uyuyorum? "

 

"İki gündür uyuyorsun yüksek dozda verilen ilaçlar yüzünden. Bugün ilaçların dozu düşürüldü o yüzden gözlerini açabiliyorsun. " Galip yorgun bedenini geri bıraktı yatağa. Selçuk elinde bir sürü kağıtla içeri girdi. Sıktığı dişleriyle Galip'e baktı.

 

"Şükür gözlerini açmışsın. Fırça faslına sonra geleceğim şimdi bunları imzalaman lazım yarın olacağın ameliyat için. " dedi.

 

"Ameliyat olmayacağım. "

 

Selçuk,

 

"Af buyur? "

 

Taner,

 

"Nedenmiş o? "

 

Aslı,

 

"Ne diyorsun abi sen? Ne demek ameliyat olmuyorum? "

 

Galip üçünün sorularını karşılıksız bırakarak gözlerini kapattı. "Çok uykum var. " diye fısıldadı. Aslı yaşlı gözlerini kocasına dikti.

 

"Selçuk! " dedi yardım dilenerek. Selçuk ile Taner birbirine bakarken, Selçuk usulca, nefesini verip konuştu.

 

"Galip, kardeşim. " Galip gözlerini açmadan Selçuk'un sözünü kesti.

 

"Çok uykum var Selçuk bir ömür geçmeyecek kadar çok uykum var. Bırakın uyuyayım. " dedi yaşamak istemediğini belli ederek. Aslı kocasının göğsüne sığınarak ağlarken Taner daha fazla dayanmayarak odayı terketti.

 

....

 

Alparslan iki gündür kapısından ayrılmadığı yoğun bakımın önünde beklerken, Derya elinde aldığı yiyeceklerle geldi.

 

"Alparslan hadi bir şeyler ye. Ayakta duramıyorsun zaten. " dedi. Alparslan başını iki yana salladı yine

 

"İstemiyorum. " dedi yorgun sesiyle. Sesi bile bittiğini ayan beyan ortaya koyuyordu.

 

"Alparslan lütfen! Alparslan ayakta duramıyorsun lütfen iki lokma bir şey ye. Hadi benim hatrım için iki lokma."

 

"İçim almıyor Derya, içim almıyor. Zorlama ne olursun. "

 

"Ya su bile içmiyorsun. Alparslan ne olur lütfen! Bak gerçekten çok korkuyorum. " diye yalvardı. Derya elleriyle zoraki iki lokma bir şey yedirdi Alparslan'a.

 

"Üşüyorum Derya. İçim cehennem gibi ama ruhum üşüyor, yüreğimin içi cehennem ama yüreğim üşüyor. " Dolan gözlerinden damladı yaşlar bir bir. "Masmavi bir cennetten kovuldum üşüyorum. "

 

"Ne diyeceğimi artık bilmiyorum inan. "

 

"Aylarca inanamadığım şeylere kendimi zor inandırdım. Şimdi o inandıklarımın altında kaldım. "

 

"Benim aklımın almadığı şey nasıl inandığın. Hiç mi düşünmedin Eylül'ün böyle bir şey yapmayacağını? "

 

"Her şeyin kanıtı vardı Derya her şeyin! Doktorundan, polisine! Belgeler, dosyalar... en kıymet verdiğim insanın bunları yapmış olma ihtimali bile çok ağırdı. Ama en büyük hatam onlara inanmak değil Eylül'e sormamamdı. " Alparslan nerde hata yaptığının farkındaydı artık ama çok geçti.

 

"Eylül gitmeyi düşünüyormuş, birkaç güne dava görülüp sonuçlanacak sonrasında da gidecekmiş. "

 

"Nereye? "

 

"Bilmiyorum bir şey demedi ama ayarlamış her şeyi, gidecek karalı. "

 

"Benim yüzümden gidiyor değil mi? "

 

"Bilmiyorum, artık nefes almak istiyorum dedi, belki çok önceden de ayarlamış bilmiyorum. "

 

"Giderse nasıl dayanırım? "

 

"Kalsa da seni affetmez, gitsede. Belki giderse daha kolay unutursun. "

 

"Unutmak? "

 

"Kabul et Alparslan, Eylül değil seni affetmek, yüzüne bile bakmaz bu saatten sonra. Kabul et ve daha fazla kendini mahvetmeden toparlanmaya çalış. " Alparslan'ın bildiği ama kabul etmediği gerçekleri Derya yüzüne vurmuştu. Alparslan yerinden kalkıp Derya'nın söylediklerini kabullenemeden dışarıya çıktı.

 

....

 

Durumu iyiye giden Eylül'ü servise çıkarmışlardı. Leyla ile Emin bir an olsun Eylül'ün başından ayrılmıyorlardı. Eylül annesinin verdiği suyu içtikten sonra annesine teşekkür ederken Derya kapıyı tıkırdatarak içeri girdi.

 

"Geçmiş olsun. "

 

"Sağ ol kızım, hoş geldin. " Eylül ona hafif bir tebessümle başını hafifçe salladı.

 

"Nasılsın? " Derya'nın sorusuna Eylül gülümseyerek başını salladı.

 

" İyi gibi. "

 

"Daha iyi olursun inşaallah. "

 

"Eve çıksam zaten daha iyi olurum. "

 

"Evede çıkrsın biraz sabır. " O sırada odanın kapısı açıldı, içeri Eylül'ün yeğeni Nergis girdi. Tıp okuyan Nergis o hastanede asistandı. Eylül'ün baygınlık geçirmesi sonrası uzunca bir süre o soğukta kalması hipotermi geçirmesine sebep olmuştu. Sokaktan geçen birinin görmesiyle ambulans çağırmış Eylül hastaneye kaldırılmıştı. Müdahale odasında Nergis, Eylül'ü görmüş anaannesi ile dedesine haber vermişti. Rüzgar'ın bakıcısı Cemre'den durumu öğrenen Galip hastanede soluğu almıştı. Hemen ardından anne ve babasıda gitmek istemiş Taner ikisini apar topar hastaneye getirmişti.

 

"Teyzeciğim, nasıl hissediyorsun? "

 

"Yoğun bakımdan iyi burası, birde evime gitsem hiçbir şeyim kalmaz. "

 

"Az daha misafirimizsin. Anaanne hadi siz dedemle eve gidip dinlenin biraz ben burdayım zaten. "

 

"Mahvoldunuz buralarda, hadi babacığım annemle eve gidin siz, gerçekten iyiyim. "

 

İkisi gitmemeye diretselerde Eylül ile Nergis'in ısrarına yenik düştüler. Nergis ikisini alıp aşağı inerken Derya Nergis'in arkasından baktı.

 

"Nergis sana ne kadar çok benziyor. "

 

"Sadece boyu benden daha uzun galiba. Galip'ten haberin var mı, bana bir şey söylemiyorlar. "

 

"Ameliyat olması gerekiyormuş ama ameliyat olmayı reddediyor. "

 

"Neden? "

 

"Sence? " Eylül sıkıntıyla nefesini üfledi.

 

"Beni yanına götürebilir misin? "

 

"Tâbi. " Eylül üzerindeki örtüyü toplayrak Derya'nın yardımıyla ayağa kalktı.

 

"Eylül, Alparslan da burda. " Eylül alaycı bir tebessüm baktı Derya'ya.

 

"Hangi yüzle? "

 

"Haklısın ama birde onun açısından bakmaya çalışmak lazım. İki gündür yoğun bakımın önünden bir an bile ayrılmadı. Hali perişan. "

 

"Ne farkeder? "

 

"Haklısın. Diyecek bir şeyim yok. "

 

Derya'nın yardımıyla yürüdü Eylül. İkisi birlikte kardiyoloji servisine çıktılar. Derya'nın yönlendirmesiyle Galip'in yattığı odanın kapısını tıkırdatarak kapıyı açtı Eylül. Galip uyuyor Aslı ile Candan birlikte oturmuş ağlıyorlardı. Aslı yağa fırlayıp Eylül'ün kolundan tuttu.

 

"Senin ne işin var ayakta? "

 

"Durmadım, Candan Anne. " İçeri giren Eylül'e sarılıp ağladı Candan.

 

"Durumu nasıl? " Aslı gözyaşlarını silerek cevap verdi.

 

"Kötü ama ameliyat olmayı kabul etmiyor. " Eylül bakışlarını uyuyan Galip'e çevirdi.

 

"Onun öyle bir hakkı yok. Ameliyatı reddetmek ne demek? "

 

"Abim yaşamak istemiyor Eylül. "

 

"Sizi hiç mi düşünmüyor, Rüzgar'ı babasızlığa mahkum etmeyi nasıl düşünür? Candan Anne sen bir şey söyle. " Candan'ın ağzını bıçak açmıyordu, sadece başını iki yana sallayarak gözyaşlarını sildi. Aslı ayakta zor duran Eylül'ü oturttu.

 

"Sen gittiğin gün oğlum yaşamaktan vazgeçti, bugün reddettiği farklı bir şey değil ki. " Eylül bakışlarını düşürdü.

 

"Hayatım boyunca bir daha kimseyi sevemeyeceğim kadar çok sevdim onu ama sevginin bile yetmediği şeyler yaşadık. Keşke böyle olmasaydı ama keşkeler hiçbir şeyi ne değiştiriyor ne de geri getiriyor. Galip benim için hâlâ çok değerli ama çocuğumun babası olarak sadece. "

 

"Kimsenin senden bir beklentisi yok kızım, olamazda artık. Galip'i Rüzgar bile hayata bağlayamıyorsa hiçbir şey bağlayamaz. "

 

"Ne zaman uyanır? "

 

"İlaçlar yüzünden sürekli uyuyor, akşama kadar uyanmaz. "

 

"Sen git dinlen kızım, ayakta duramıyorsun bu halinle daha fazla ayakta durma. Uyandığı zaman sana haber veririz. "

 

"Peki. " Aslı'nın yardımıyla ayağa kalktı Eylül. Bir kere daha Galip'e bakarak Derya'nın koluna girmesiyle odadan çıktı Eylül.

 

Eylül odasına dönerken Alparslan kapıda bekliyordu. Eylül yüzüne dahi bakmadan odasına geçerken az sonra Derya sessizce odadan çıktı. Alparslan tereddütle içeri girdi. Bir süre kapının önünde öylece durdu.

 

"Ne işin var burda? " Eylül'ün öfkesine Alparslan yutkundu.

 

"Eylül... "

 

"Adımı ağzına almaya bile hakkın yok! Şimdi nerden geldiysen oraya dön cicili sevgilinin yanına. "

 

"Eylül o benim kardeşim. "

 

"Biliyorum. "

 

"Nasıl? "

 

"Sana herhangi bir şey açıklamak zorunda değilim, şimdi defol git! Beni pişman ettiğin her şey gibi cehennemin dibine kadar yolun açık olsun. "

 

"Eylül beni dinlemen lazım, lütfen! "

 

"Sen beni dinledin mi Alparslan? " Eylül ilk defa bakışlarını yüzüne çevirdi. "Ben sadece mutlu olmak istedim, o mutluluğun seninle olabileceğine inandırdın beni, sonra o inandığım her şeyi yüreğime yıkıp gittin. Bir kere sormak şöyle dursun Eylül yapmaz bile diyemedin. Şimdi lütfen defol, o elime yüzük tutuşturduğun gün ki gibi. Bir daha seni asla görmek istemiyorum, seni asla dinlemek istemiyorum. "

 

"Eylül yalvarıyorum kestirip atma. "

 

"Defol git Alparslan, seni görmeye tahammül edemiyorum git! Gerçekleri öğrenmiş olman yaptıklarını değiştirmiyor yada hafifletmiyor, mazur göstermiyor. Senin bir şansın vardı, sen onu hiç uğruna harcadın. Ben can kırıklarımı unutmam Alparslan Bey. " Alparslan, Eylül ile konuşamayacağını anladığında usulca odadan çıktı.

 

Eylül'ün söylediklerine kulak misafiri olan Derya yıkılmışlıkla çıkıp giden Alparslan'ın ardından koştu. Yetiştiği Alparslan'ın koluna girdi.

 

"Eylül asla affetmeyecek beni Derya. "

 

"Biliyorum. Affedecek olsaydı Galip'i affederdi, Eylül için ölüyor. " Alparslan umutsuzca yürürken Derya aynı umutsuzlukla ona eşlik etti.

 

....

 

Bütün geceyi uykusuz geçiren Eylül'ü büyük bir sürpriz bekliyordu sabah. Odanın kapısı tıkırdatılarak açıldı, karşısında on yıldır görmediği ablası Necla duruyordu. Eylül'ün şaşkınlığı sesine yansıdı.

 

"Abla...? " Ablası yatağına yaklaştı.

 

"Geçmiş olsun. " dedi yabancı biri gibi. "Nergis'i görmeye gelmiştim söyleyince seni de görmek istedim. "

 

"İyi yapmışsın hoş geldin. "

 

"Hoş buldum. Nasılsın? "

 

"İyiyim çok şükür. Sen nasılsın iyisin inşaallah. Otursana. "

 

"Çok kalmayacağım, Papatya'nın okuluna gitmem lazım. Hem sana geçmiş olsun demek istedim hem de annen ile babanın söylemediği şeyi söyleyeyim istedim. " Annesi ile babasından yabancıymış gibi bahsediyordu.

 

"Abla kötü bir şey mi var? "

 

"Var ama kötü mu, iyi mi bilmiyorum. " Eylül korkuyla baktı ablasının yüzüne. "Sağ olsun kayınpederin üç kızıma da burs verip okutan kişiymiş Allah razı olsun. Bu söyleyeceğim şeyi öğrendiğimden beridir nasıl gelip bunu söyleyeceğimi düşünüyorum. Sağ olsun o adamın bu kadar iyiliği bize dokunmuşken susamazdım. "

 

"Ne öğrendiğini söyler misin artık lütfen? Babam bir şeyler anlatacaktı annem dedi ama henüz bana bir şey söyleyen olmadı. "

 

"Söyleyebileceklerini pek sanmıyorum o yüzden ben söylemek istedim. "

 

"Ne? "

 

"Arzu, Hakan'la kaçarken hamileymiş. " Eylül ağzı açık baktı karşısındaki ablasına.

 

"A...an...lamadım? " anladığı şeyi yanlış anlamış olmayı diliyordu.

 

"Utku'nun babası eski kocanmış. " Eylül duydukları karşısında gözlerini üst üste karpıştırıp derince soluduğu nefesle yutkunurken hiçbir kelime ağzından çıkamıyordu.

 

"Eğer kayınpederin Nergis'e burs verip okutmasaydı ben kızımı çaresizlikten evlendirmek zorunda kalacaktım. Onun hakkını ödeyemem ama en azından bir torunu daha olduğunu bilsin istedim. "

 

"Abla sen neler söylüyorsun böyle? "

 

"Öyleymiş. Utku'ya uygun ilik bulunamayınca yarı uyumlu babasından nakil yapılmak istenmiş, o arada ortaya çıkmış bu gerçek. Nergis öğrenmiş ilk, herkese de o söyledi. " Eylül gözyaşlarına hakim olamazken uzun bir sessizlik çöktü odaya.

 

"Tekrar geçmiş olsun. " Necla çıkıp giderken Eylül üzerine dünya yıkılmış gibi nefes alamadı. Az sonra odanın kapısı açılırken Aslı içeri girdi.

 

"Eylül, abim uyandı. " dedi. Eylül gözyaşlarını silerek baktı ona. Ne yapacağını şaşırmıştı. Nasıl davranacağını bilmiyordu. Ne yapması gerektiğini bilmez bir halde Aslı'ya döndü.

 

"Kötüyüm şimdi, daha sonra gelsem olur mu? " Diyebildi zoraki...

 

Loading...
0%