@eelliiffiippeekk
|
O ile babası birbirlerine öylece baktılar. Babası kızına gitmek için bir adım atmıştı ki Eylül bir adım geriledi sendeleyen ayağıyla. Babası yutkunarak baktı kızına dolu gözlerle. Söyleyecek hiçbir kelime bulamıyordu. Eylül'ün gözyaşları durmaksızın akıyordu. O bakışlar o kadar çok şey söylüyorduki kelimelere sığdıramazdı insan. İkisinin yaşlı gözleri sert bir şekilde fren yapan arabaya döndü. Galip o bitmek, tükenmek bilmeyen öfkesiyle indi arabadan. Eylül bir kere daha çevirdi kırık bakışlarını babasına. Babası zor çıkan sesiyle, "Seni için geldim kızım. Seni almaya geldim. " dedi. Eylül acı bir şekilde tebessüm etti ilk. "Benim için geldin öyle mi? " Kırık tebessümü acı dolu kahkahalara dönüştü. "Zahmet etmişsin! Vallaha bak çok büyük zahmet etmişsin! Taa İstanbul'dan, Eskişehir'e kadar epey uzun yol. Arabanın bagajında geldiğim için biliyorum. "
"Özür dilerim Canımın Tanesi... çok özür dilerim... " Her bir sözünden acı, çaresizlik akıyordu.
"Bana bir daha Canımın Tanesi deme olur mu...? Çünkü ben seni tanımıyorum! Sen benim babam olamazsın. "
"Yalvarırım öyle söyleme kızım. Hata yaptım! Çok büyük bir hata yaptım ama geldim. "
"Hata yaptın?! " susarak en acı şekilde baktı babasının gözlerine. "Baba dediğin her şeyi göze alır ama evlatlarını korur. Benim babam yapardı! Ama ben seni tanımıyorum! Sen geceleri üzerimi örten, saçlarımdan öpmeden uyumayan babam olamazsın. Her gece kulağıma 'Seni seviyorum babasının koyu mavi göğü' diyen babam, mavişim diye sevgiyle seslen adam olamazsın! Benim babam kızını ruh hastası birinin insafına bırakmazdı! Benim babam kızına sırtını dönmezdi, onu olmazlara terk etmezdi... Sen oğullarına kızlarını kurban eden adamsın... O yüzden ben seni tanımıyorum, sen benim kahramanım olan babam olamazsın... "
"Eylül'üm... Canımın son tanesi. " gözyaşlarıyla sarf ettiği kelimeler Eylül'ün canını daha çok yakıyordu. "Ben senin canın değilim baba, bunu anlamak zor olmadı. Kimse canını cehenneme yollamaz... Hele bir baba asla!!! " diyerek babasına sırtını dönüp öfkeyle onu izleyen Galip'e doğru yürüdü. Babası arkasından ağlayarak, "Gerekirse ölmeye geldim ama seni bırakmam! " dedi. Eylül acı bir şekilde gülümseyerek ıslak bakışlarını babasına çevirdi bir kere daha. "Ama geç kaldın. Onun yapacağı hiçbir şey senin canımı acıttığın kadar acıtamaz. Sen yaptığınla çok yaşa, ben bir kerede senin için kurban olurum. " diyerek ağlayan babasını arkasında bıraktı. Galip'in yanına topallayan ayağıyla ulaşırken karşısına dikildi. "İstersen cehenneme götür seninle geliyorum. " dedi. Arabanın arka kapısını açarak koltuğuna oturdu. Galip şaşırmıştı ama sorun çıkarmamış olması işine geliyordu. Nitekim tanıdığı babasına silah çekemezdi. Sürücü koltuğuna geçip çalıştırdığı arabanın yönünü nikah dairesine çevirdi Galip.
Eylül'ün durmadan ağlamasıyla geçen yol son bulurken Galip inerek sertçe kapıyı çarptı. Arka koltuktaki Eylül'ün kapısını açarak, "Elini, yüzünü yıka on dakika sonra nikah var. " dedi. Eylül gözyaşlarını iki eliyle silerek arabadan indi. Yerden sürdüğü ayağıyla karşısındaki binaya baktı ilk. Babasına olan kızgınlığından hiç tereddüt etmeden o imzayı atacaktı. Sonuçlarının ne olacağı umurunda değildi artık. Babasına bir nevi ceza kesiyordu kendince.
İçeri girdiği binada bulduğu tuvalete girerek elini yüzünü yıkadı. Lavaboya dayadığı elleriyle gözlerini sımsıkı yumdu. Sıktığı dişleriyle çığlıklarını bastırırken sessiz sessiz hıçkıryordu. Daha fazla dayanamayarak yüzüne onlarca kez avuçlarına doldurduğu suyu çarptı. Derin derin nefesler alarak sakinleştikten sonra aldığı peçete ile yüzünü kuruladı. Tuvaletten çıktığında Galip onu kapıda bekliyordu. Galip'in önden yürümesiyle Eylül arkasından takip etti. Ulaştıkları odada nikah memuru ve Galip'in dayısı Tuğrul onları bekliyordu. Eylül'ün hiç düşünmeden oturduğu nikah masasında Galip'te yerini alırken şahit olarak Tuğrul ile şoförü hemen yanlarında yerini aldı. Nikâh memuru açtığı defteri kontrol ederek ikisine döndü.
"Yapılan başvuruda evlenmenize mani bir durum bulunmamıştır. Evlenme isteğinizi bir kerede şahitler huzurunda beyan etmeniz gerekmektedir. Siz sayın Eylül Demir, Galip Yılmaz'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz? " Yangından mal kaçırırcasına acele ediyordu nikâh memuru. Galip'in babası nikâh kıyılacağını öğrenmiş engel olmak için oraya geliyordu. Tuğrul'un amacı Ahmet gelmeden nikahı kıydırmaktı. O yüzden nikâh memuru alelacele nikahı kıyıyordu.
Eylül canının yangınından öylesine kör olmuştu ki hiç düşünmeden, "Evet. " dedi. Bu nikâhın getireceği hiçbir sorun umurunda değildi şu an için. Nikâh memuru Galip'e çevirdi bakışlarını. "Siz Galip Yılmaz, Eylül Demir'i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz? " Galip Eylül'den daha fazla duraksayarak baktı ilk. Dayısı koluna dokunarak baskıcı bakışlarıyla bakarken Galip, "Evet." dedi. Nikâh memuru, nikâh defterini onlara doğru uzatarak imzalamaları gereken yerleri gösterdi. Eylül bir kere daha hiç düşünmeden imzayı atarken, Galip'te imzalaması gereken yeri imzaladı.
"Bana verilen yetkiye dayanarak sizleri karı, koca ilan ediyorum. Bir ömür mutlu olmanız dileğiyle tebrik ederim. " diyen nikah memurunun Eylül'e uzattığı nikah cüzdanı havada kalırken Galip de almak için hiç oralı olmuyordu. Tuğrul hemen uzanarak nikâh cüzdanını aldı. "Teşekkür ederiz, çok sağ olun. " demeyide ihmal etmedi elini sıkarak.
Nikah memuru gittikten sonra Tuğrul yeğenine döndü. "Bundan sonrası sen nasıl istersen o. Ne yaparsan yap arkandayım. " dedi. Elindeki nikah cüzdanını yeğenine vererek giderken Eylül bir boşluğa düşmüş gibi hissediyordu. Onca mücadelesi, canının yanması, yaşadıkları bir hiç olmuştu şimdi. Galip hâlâ olduğu yerde oturan Eylül'e dönerek, "Şimdi o çok istediğin baba evine cehennem olup gidebilirsin. " dedi. Eylül neye uğradığını şaşırmış öylece yüzüne bakarken Galip elindeki nikah cüzdanını Eylül'ün önüne koydu. Eylül'ü orda bırakarak sırtını dönüp gitti.
Eylül önünde nikah cüzdanı ile az önce evlendiği o masada öylece oturmaya devam etti. Babasına olan öfkesinden az önce evet dediği adam tarafından resmen terk edilmiş ve hatta kovulmuştu. Ne gidecek bir yeri, ne gidecek bir kimsesi, ne söyleyecek bir sözü yoktu. Ruhunun boşluğuna şimdi birde ortada kalmışlık eşlik ediyordu. Her şey daha ne kadar kötüye gidebilirdi ki?
|
0% |