Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@eelliiffiippeekk

 

Omuzlarından dökülen Giresun Kurşunisi rengindeki örtüsüyle girdiği pasajda terzilik yaptığı, aynı zamanda kumaşta sattığı dükkânının kapısını, "Bismillah! " diyerek her günkü gibi açtı Feride. Çantasını ve annesinin akşamdan hazırladığı kahvaltısını kenara koyarak çay için ocağa su koydu. Hiç vakit kaybetmeden dünden yarım kalan işinin başına geçti. Evlenecek genç bir hanım için nişan kıyafeti dikiyordu.

 

Epey uğraş isteyen kıyafet nihayet bitmişti. Feride ütülediği elbiseyi askıya vurup koruma geçirdi üzerine. Şimdi kahvaltısını yapabilirdi.

 

Annesinin aşkamdan hazırladığı kahvaltıyı çıkarıp masanın üzerine koydu. Az önce demlediği çaydan da koyarak yanına kahvaltısını etmeye başladı. Kapının çıngırağı içeri birinin girdiğini haber verirken Feride yerinden kalkarak ön tarafa geçti. Gelen kişi bir kaç aydır İstanbul'da olan kuzeniydi.

 

"Melek! " dedi Feride sevinçle. Melek koşup ona sarıldı. Feride mutlulukla sardı kollarını kuzenine.

 

"Hoş geldin firar! "

 

"Hoş buldum ev kuşu! "

 

"Nasılsın, iyi misin? Ne zaman geldin sen ya? " diye sorarak oturması için yer gösterdi.

 

"Gece geldik babamla " ikisi geçip oturdu. Feride hemen iki bardak çay doldurdu.

 

"Dayımda mı geldi? Ay şükür! Ya anaannem, o gelmedi mi yine? "

 

"Nuh diyor peygamber demiyor her zaman ki gibi. Gelmedi maalesef "

 

"Hiç değişmedi yani! İnsan kızına yirmi sekiz yıl küs kalır mı ya?! Hani annemin bir suçu olsa anlarımda bu kadarı fazla! "

 

"Bizi dinlemiyor ne yaparsın.. "

 

"Kürt inadı tuttu mu çare bulunmuyor böyle! "

 

"Laz inadı tutunca da ne olduğunu görüyoruz konuşturma beni şimdi, babaannemden farkın var sanki. Seninki daha kötü ikisi birden "

 

"Öyle olsun dayımın kızı unutmam bunu "

 

"Unutturmam halamın kızı merak etme " ikisi birlikte gülüşerek sohbet etmeye devam ederken Feride, "İstanbul nasıldı, neler yaptınız, nereleri gezdiniz? " diye sordu.

 

"Vallaha İstanbul'un altını üstüne getirdim! Gezmedik yer bırakmadım. Bu arada senin Hızır'ın evine de gittik. Ay Feride evlerini görmen lazım saray gibi, birde kocaman bir havuzu, büyük uçsuz bucaksız bahçesi gözlerimi alamadım "

 

"Nerden benim Hızır'ım oluyormuş canım! "

 

"Ay Feride bari bana yapma, on altı yıldır hâlâ gözün gittiği yola bakıyor " Feride'nin gardı düştü bir anda.

 

"Peki gördün mü? "

 

"Yok kız üç yıldır adam Türkiye'ye gelmemiş bile. Dedesi hasta, ölüm döşeğinde bekliyorlar ki gelsin adam ölmeden son kez görsün. Varsa, yoksa bütün hayat onun için işmiş, bayağı işkolikmiş anladığım kadarıyla. Rıfat Amca bir haftayı bile zor çıkaracak gibi görünüyordu üç gün önce. İki yıldır yatalakmış zaten, perişan bir halde. Ölsünde kurtulsun gözüyle bakıyor Miyase Teyze o kadar söyleyeyim yani "

 

"O kadar kötü he? "

 

"Öyle... bak unutuyordum, Memduh'u gördüm. Kız o nasıl değişmiş öyle bir tek gülüşü değişmemiş. O tıknaz, kavruk çocuk olmuş yunan heykeli "

 

"Allah canını almasın senin Melek! "

 

"Kız vallaha, billaha! Esmer, selvi boylu, yakışıklı, tatlı, sempatik, komik "

 

"Memduh? "

 

"He vallaha Memduh! "

 

İkisinin sohbeti çay eşliğinde devam ederken Feride'nin babası içeri girdi. Yeni kumaşlar getirmişti Feride'nin siparişi üzerine. Feride'nin göz bebeği yine Giresun Kurşunisi kumaş toplarıydı. Melek eniştesiyle de hal hatır sorduktan sonra Feride'yle vedalaşıp oradan ayrıldı. Babası Yılmaz kumaşları Feride'ye bıraktıktan sonra, "Benim acilen İstanbul'a gitmem gerekiyor kızım, akşam eve dikkatli dön. Yola çıkmadan yarım saat önce bir kahve iç seni uyanık tutar " dedi.

 

"Hayırdır baba, nerden çıktı bu? " diye sordu Feride endişeyle.

 

"Rıfat Amca vefat etmiş " babasının cevabıyla Feride'nin aklında, Hızır'ın yetişip, yetişemediği sıkıntılı bir şekilde dolanmaya başladı. Babası başka bir şey söylemeden alelacele çıktı. Çokça iyiliğini gördüğü adama vefa borcunu ödemek üzere İstanbul'a gidecekti.

 

Yılmaz en zor durumlarda kaldığında babasının can yoldaşı olan adamın kapısını çalmıştı beş yıl önce. Hayırsız kardeşi kumar mafyasına on beş milyonluk borç takıp abisi Yılmaz'ı borcunu tahsil etmeleri için yem etmişti. Ailesiyle tehdit edilen Yılmaz hiçbir kurtuluş yolu bulamadığı zaman Rıfat ona yardım etmiş, on beş milyon borç vermişti. O borç belirli taksitlere bölünmüş her harman sonu Yılmaz belirlenen taksidi ödüyordu.

 

Yılmaz apar topar İstanbul'a yola çıkarken Feride yeni gelmiş kumaşları yerleştiriyordu. Kalan son birkaç kumaş topunu koyacak yer bulamayan Feride

kumaşları kenarda üst üste koydu daha sonra kaldırmak üzere.

 

Oldukça yoğun geçen günün ardından Feride çantasını alarak dükkânından çıktı. Pasajın dışına çıktığında arabasının anahtarını çantasının cebinden çıkardı. Araba kullanmaktan hoşlanmasada babası yoktu, mecbur kullanacaktı. Arabaya bindiğinde küçüklüğünden beri değişmeyen bir şey vardı. Araba hareket etti mi uyuya kalırdı. Araba kullanırken bile uykusu geliyordu. Bir gün uyuya kalıp kaza yapmakdan çok korkuyordu. Köyle şehir arası bir saatlik yoldu, arabayı kendi kullandı mı o bir saat kabus olurdu resmen.

 

"Bismillah! " diyerek arabanın kapısını açtı. Arabayı çalıştırırken Ayet-el Kürsi okumayı da ihmal etmedi.

 

Feride'nin çıktığı yol bir saat sonra evlerinin önünde son bulurken şükürler ederek aşağı indi. Bahçeden sebze toplayan Seher, "Babam nerde abla? " diye seslendi.

 

"Rıfat Amca vefat etmiş İstanbul'a gitti " dedikten sonra yanına ulaşan Seher ile birlikte ve doğru konuşarak ilerledi ikisi.

 

Seher doğduğu gün hayatın sillesini yemişti. Annesi onu doğurduğu hastanede bırakıp gitmişti. Babası ise bakamam diyip abisi Yılmaz'ın kucağına bırakmıştı. Öz babası ona bir gün bile babalık yapmamışken amcası öz evladı olarak sarıp sarmalamış büyütmüştü. Seher gerçeği bilsede anne olarak yengesi Meryem'i baba olarakta amcası Yılmaz'ı kabul etmişti. Evde kimse bu konuyu Seher'i incitmemek için asla açmazdı.

 

Kızlar birlikte içeri girdiklerinde akşam yemeği namına hiçbir şey yoktu, anneleri de evde yoktu. Seher yemek yapma konusunda pek başarılı değildi o yüzden iş Feride'ye kalmış görünüyordu. Meryem her ne kadar yemek yapmayı öğretmeye çalışsa da Seher'in bunda pek gözü yoktu. Feride örtüsünü başının etrafına sardı rahat çalışabilmek için. Yıkadığı elleriyle aldığı soğanı soyup, doğramaya başladı. Ne zaman soğan doğrayacak olsa salya sümük ağlardı. Ve yine aynı vaka tekerrür ediyordu.

 

Mutfağa giren Seher ablasının halini görünce gülmeye başladı.

 

"Abla Allah aşkına sen şu işkenceyi yapma kendine ver ben yaparım " dedi. Feride burnunu çekerek, "Sonra zehirlenelim değil mi? " dedi gözyaşları sicim gibi akarken. Normal bir insana oranla Feride soğandan çok daha fazla etkileniyordu.

 

Seher elindeki bıçağı alarak, "Sadece soğanları doğrayacağım sen elini yüzünü yıka " dedi gülmeye devam ederken. Feride kardeşini dinleyerek gidip elini, yüzünü yıkadı.

 

Bir taraftan yemek pişerken diğer yandan kızlar sofra kuruyordu. O sırada anneleri Meryem ve erkek kardeşleri Yusuf üstleri perişan bir halde içeri girdiler.

 

Seher,

 

"Anne bu ne hâl? " diye sordu.

 

"İneği doğurttuk! Epey zor oldu ama şükür danasıda, inekte iyi " annesi verdiği cevaptan sonra yönünü banyoya çevirdi.

 

Herkes için yorucu geçen günü bitirmek için, herkes odalarına çekilip yarınki maraton için dinlenirken Feride'nin uykusunu firara vuran Hızır durmadan düşüncelerinde cirit atıyordu. Sokakta karşılaşsa belki tanıyamayacağı adam on altı yıldır olduğu gibi bu gecede uykularını kaçırmayı başarıyordu. Yatağında dönüp duran Feride kalkıp pencere önündeki divana oturdu. Gecenin karanlığında bir kere daha gözünü dikip Hızır'ın gittiği yola baktı. O gün bir kere daha canlandı gözlerinin içinde. Hâlâ da her hatırladığında içi aynı acıyla sızlıyordu. Bir süre sonra uyanan Seher başını kaldırıp divanda oturan ablasına baktı.

 

"Abla yine mi uyuyamadım sen? " dedi yerinden kalkarak. Ablasının sırdaşıydı o. Aralarında sadece bir yaş olması dahada yakın kılıyordu ikisini. Feride divanda oturup karanlığı seyrediyorsa bilirdi ki bir sıkıntısı var. Seher karşısına geçip, "Ne kaçırdı yine uykunu? " diye sordu. Feride'nin çekinmeden her şeyini anlatabildiği yegane hazinesiydi o.

 

"Hızır dedesine yetişebildi mi diye merak ediyordum. Melek üç yıldır Türkiye'ye gelmemiş dedi. Rıfat Amca da ölmeden önce son bir kere görmek istiyormuş "

 

"Ah güzel ablam benim milletin derdi seni mi gerdi gece gece? "

 

"Dalga geçme benimle Seher! "

 

"Ablam, artık vazgeçmenin zamanı gelmedi mi sence? Senin beklediğin o çocuk verdiği sözü çoktan unutmuştur o şatafatın içinde. Kurulu tersaneleri, dünyaya her çeşit gemi satıyorlar. İstedikleri önlerinde istemedikleri dış kapının ardında, yazık ediyorsun kendine "

 

"Bende biliyorum gelmeyeceğini Seher ama, ne bileyim işte içimdeki küçük Feride'ye kıyamıyorum. Ne yaparsam yapayım bir başkasını gönlüm kabul etmiyor, çok denedim, çok çabaladım ama olmuyor işte. "

 

"Masallarda yaşamıyoruz ki ablacığım her şey toz pembe olsun, umutları söküp yerine gerçekleri ekmek gerek bazen " Seher'in bu acı dolu sözleri ablasından çok kendineydi. Öz ailesine dair tüm umutlarını söküp atmışlığını anımsıyordu.

 

"Hadi kalk yat sen yarın okulun var "

 

"Sen yatmazsan bende yatmam " Seher'in diretmesiyle Feride kalkarak yatağına yattı. Uykuyu fazlaca seven Seher birkaç dakika sonra uyumuştu bile. Feride gözlerini kapatarak yorgun bedenini uykuya emenet etti.

 

Kızını iyi tanıyan Meryem sabah oğlunu ablasının yanına vermişti arabayı kullanması için. Feride tüm yolu her zaman ki gibi uyuyarak geçirmişti.

 

Feride dükkânına giderken, kardeşi hazır altında araba varkan ve babası da ortalıkta yokken Giresun'un altını üstüne getirmeye kararlıydı.

 

Feride yeni aldığı siparişleri hallettikten sonra küçük birkaç tadilat işinden sonra gözüne fazlaca batan dünden kalma kenarda duran kumaş toplarına gözlerini dikti. Nereye koyabileceğine bakınırken boş olan dolabın üzeri fazlaca cazip duruyordu. Tabureye çıkmak yerine dolabın alt rafına basmasıyla dolabın üzerine yıkılması bir oldu. Kolunu kendine siper eden Feride'yi acı bir çığlık sardı. Dolap tüm ağırlığı ve şiddetiyle koluna çarparken altında kalmasını üzerinde kesim yaptığı tezgah engellemişti. Tezgaha dayanan dolabın altından çıkan Feride canhavliyle kardeşini aradı. Dakikalar sonra gelen kardeşiyle soluğu hastanede aldılar. Kolunun ağrısı beynini yakarken kırılan kolunu alçıya aldılar Feride'nin.

 

Yaşadığı kazanın ardından o gece köye gitmek yerine dayısında kaldı Feride ile Yusuf. Annesi Feride'yi merak ettiği için çok diretsede, abisi kardeşini ikna edici konuşmasıyla sakinleştirmişti.

 

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Rıfat'ın vasiyeti üzerine cenazesi köyüne getirilmiş, defnedilmişti. Uzun zamanlar gidemediği memleketinin toprağında ebedi uykusunu uyumak istemişti.

 

Cenazenin köye geldiğinden habersiz olan Feride ağrısı azda olsa dinmişken akşam üzeri köye dönmeye karar vermişti kardeşiyle. Her zamanki yolu kullanmak yerine Yusuf kestirmeye girmişti. Çamura saplanan araba çıkamazken canının acısıyla kardeşine çemkiren Feride fındıklığın az ilerisinde oldukları için yürüyerek gitmeye karar verdi. Kardeşini arabayla bırakıp yokuş yukarı çıkmaya başladı. Yukarı çıktığında nefes nefese kalmıştı. Fındıklığın içinden yürürken her geldiğinde oturduğu yere yöneldi. On altı yıl önce Hızır'la oturduğu yere geçti yine. Buradan güneşin battığını izlemek müthiş bir manzaraydı. Feride dinlenmek için kütüğün üzerine oturdu. Derin bir nefes alarak son dakikalarını yaşayan güneşin ardından bakıyordu. O kadar güzel bir manzaraydı ki canının acısını unutuyordu.

 

Bir kaç dakika sonra biri omuzundan arkaya dökülen örtüsünün ucundan tutup çekti. Feride çatılan kaşlarıyla döndüğünde karşısında tanımadığı bir adam vardı.

Loading...
0%