Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm

@eelliiffiippeekk

 

Korkuyla baktığım arabadaki Serkan ağır ağır kapıyı açıp aşağı inerken, dizlerimin bağı çözülmüştü. Etrafım karardı, ne varsa çevrede silindi dünyadan; bir ben kaldım bir de bana doğru gelen adam. Hızlı korkak nefeslerimde boğuluyordum. Bana doğru attığı her adımda canım bedenimi terkediyordu sanki.

 

Elimde sıktığım, çifteli aklıma gelirken hızla ona doğru tuttum. Kullanmayı bilmesemde tetiği çekmem gerektiğini biliyordum. Bastığım tetik hiçbir şekilde hareket etmiyordu. Korkuyla bakıp kurcalamaya, nasıl ateşleyebileceğimi bulmaya çalışırken yanıma kadar ulaşan Serkan ucundan tuttuğu tüfeği çekip aldı elimden. Son umut kaçmak için sırtımı dönüp koşmaya başlamamla dünyanın kararması bir oldu.

 

....

 

"Abla! Abla! Lütfen artık uyan abla! " Zihnimin derinliklerinde dolanan ses tanıdıktı. "Ne yaptın ona hayvan herif! Abla! " Gözlerimi açmak için çabalıyor ama bir türlü açamıyorum. Soğuk bir zemin üzerinde yatıyordum, soğuğu en acı şekilde hissediyorum. "Abla, abla ne olur aç gözlerini artık! " Bebeğime bir şey olma korkusu bilincimi çevreleyen kalın duvarları tek tek yıkıyordu. Başım kaldıramayacağım kadar ağır ve ağrılıydı. Zoraki araladığım gözlerimle elimi karnıma koymaya çalıştım ama pek yapabildiğim söylenemezdi. Parmaklarımı kıpırdatmaktan öteye geçemedim. Görebildiğim tek şey yüzümün yaslı olduğu soğuk beyaz fayanslardı.

 

Birkaç dakika kendimle cebelleştim zoraki açtığım ve açık tuttuğum gözlerimle başımı kaldırmaya çalıştım.

Başımı hafif kaldırabildiğimde ilk gözüme değen Fatıma oldu. "Fatıma... " Açık tutamadığım gözlerim sürekli kapanıyordu. Nerdeydim ben? Fatıma neden yanıma gelemiyordu?

 

"Lütfen çöz şu zinciri ablama bakayım, lütfen! Kanayan yarasına bakayım en azından, lütfen! Yemin ediyorum kaçmaya falan çalışmayacağım sadece izin ver yarasına bakayım. " Fatıma kime böyle yalvarıyordu?

 

Orman, sık ağaçlar, babam... siyah araba, Serkan... Serkan? Zihnimin derinliklerinden fırtına gibi çıkan görüntülerle korkuyla başımı kaldırıp havada tutmaya çalıştım zor açabildiğim gözlerimle. Üzerinde uyuştuğum soğuk zeminden güç almaya çalışarak hafif de olsa doğrulmaya çalıştım. Nefes alamıyorum, başım hem çok ağrıyor, hem de ağırlaşmış kaldıramıyorum. Fatıma ayağından zincirli bir şekilde endişeyle bakıyor, durmadan iyi olup, olmadığımı soruyor. Zor taşıdığım başımı diğer yana çevirdim. Serkan oturduğu sandalyeden elindeki çakıyla bir dal parçasını yontuyordu.

 

"Abla bir şey söyle iyi misin? " Hırıltı şeklindeki nefeslerle tekrar Fatıma'ya döndüm. Fatıma'nın burda ne işi vardı? Gözlerimi açık tutmaya çalışıyorum.

 

"Fatıma... " Sesim cılız çıksada doğrulmaya çalıştım. Zoraki bir şekilde kendimi az biraz toparlayıp sırtımı nihayet duvara dayadım. Ayağımda Fatıma'nın ki gibi bir zincir vardı. Tekrar yere yığılmamak için olağanüstü bir çaba sarfediyorum. Yerde göl olmuş kan beni dehşete düşürürken bakmaya cesaret edemeyip titrek elimle korkuyla bacaklarımın arasını kontrol ettim. Kanamam yoktu. Sıkıca kapattığım gözlerimi açıp emin olmak için baktım. Kan bebeğime ait değildi.

 

Kesilen nefesimle yutkunarak nefes almaya çalıştım. Elimi karnıma koyup gözyaşlarımın damlamasına izin verdim. Başım çok fazla ağrıyordu. Daha fazla dik tutamadığım başımı duvara dayamamla hissettiğim ağrı nevrimi döndürürken yerdeki göl olmuş kanın aktığı kırık, çatlak ya da her neyse belli ki oraydı.

 

Korkuyordum, ölesiye korkuyordum! Bu cani bebeğime zarar verecek korkusu iliğim, kemiğime kadar işliyordu. Sadece dua ediyor, bir kurtuluş arıyordum.

 

İçinde bulunduğumuz yer oldukça büyük, yerleri ve duvarları beyaz fayanslarla kaplıydı. Tuvalet olduğu belli bir kabin Fatıma'nın zincirli olduğu duvarın hemen dibinde de bir yatak vardı. Tek çıkışı olan kapının yakınında bir masa, bir de sandalye vardı. Fatıma'nın hemen karşısında bulunan ben ise o soğuk fayansların üzerinde adeta titreye titreye uyuşuyordum.

 

Saatler sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Pek iyi olduğum söylenemezdi ama en azından başımı dik, gözlerimi açık tutabiliyordum. Serkan saatlerdir uğraşıp yonttuğu odun parçasını alarak çıkıp giderken saatlerdir korku ve gözyaşlarıyla bana sessiz sessiz bakan Fatıma'ya çevirdim bakışlarımı. Hissettiğim ağrı ve uyuşmadan çok hızlı olamasamda ayak bileğimdeki o zincirden nasıl kurtulabilirim diye kurcalamaya başladım. Ama mümkün değildi.

 

"Boşuna uğraşma, ben günlerce denedim, anahtar olmadan açılması mümkün değil. " Fatıma'nın sözleriyle çaresizce gözyaşlarıyla bir kere daha sırtımı duvara dayadım

 

"Sen nasıl düştün bunun eline? "

 

Fatıma gözyaşlarını avuçlarına silip yutkundu.

 

"Babam yüzünden. Tabi senin hiçbir şeyden haberin yok doğal olarak. Senin bıraktığın notu bulduktan sonra babam seni nereye götürdüğünü söylemedi, abim de onu ihbar etti ceza evine girdi. Mehmet Abi'nin planı işe yaradı Serkan her şeyi itiraf edip yakalandı ama firar etti sonra. Babamla aynı koğuştalarmış, babam söylemiş ona bağ gerinde olduğunu, seni öldürmesi için söylemiş. Cezaevine gidip babama yalvardım, senin yerini söylemesi için o sırada beni görmüş ruh hastası!

 

Beni Burçak'a benzettiği için kaçırdı, durmadan bana Burçak diyip duruyor. Burçak'ı öldürdüğü için benden özür diliyor falan, saçma sapan şeyler söylüyor. " Şok olmuştum. Amcam neler yapmıştı böyle, ya Serkan'ın yaptıkları nasıl bir canavarlıktı bu aklım almıyordu. İnanamıyor, duyduklarıma söyleyecek kelime, söyleyecek karşılık bulamıyordum. Fatıma hem ağlıyor hem de anlatıyordu. Ama Burçak ne alakaydı?

 

"Burçak ne alaka? " Anlam veremiyorum çünkü.

 

"Bu ruh hastası Burçak'a aşıkmış! "

 

"Haysiyetsiz! " Ağzımdan benden bağımsız bir anda çıkan kelimeye engel olamamıştım. Mehmet bunu öğrendiğinde kim bilir nasıl yıkılmıştır. Yaşıyor mudu hâlâ? "Mehmet, o nasıl, yaşıyor mu? "

 

"İki haftadır burdayım, en son İsviçre'ye götürdü abim ile Ceren. Farklı, zehir ve zehirlenmeler üzerinde çalışan bir klinik varmış; Mehmet Abi'nin panzehiri başka bir zehirmiş. Ceren aynı zehirden Şebnem şırtanına verince panzehiri söylemek zorunda kaldı. Ama doktorlar iki zehire birden dayanmasının mümkün olmadığını söylemişler, çok geç kalınmış. Zaten en son yaşam destek ünitesine bağlamışlardı şimdi nasıl, ne yaptılar bilmiyorum. "

 

"Bu ruh hastasının Burçak'a dair şeyini Mehmet de öğrendi mi? " Dilim varmamıştı sözcüklere dökmeye.

 

"Maalesef... " Gözyaşlarıma engel olamadım. İki elimle gözlerimi sildim.

 

"Annem, babam, diğer herkes iyi miydi? "

 

"İyiler hepsi çok şükür. Dedem, babamı sildi, tüm ailenin de onunla görüşmesini yasakladı. "

 

"Bunun amcamda bir etki yaratacağını sanmıyorum. "

 

"Çok acı ama bende. "

 

Konuşmalarımız Serkan geri dönene kadar sürdü. Kapıdan giren Serkan yerden sürdüğü yatağı yanıma kadar çekiştirip yere attı. Korkuyla baktığım Serkan hafif başını yana yatırıp bana baktı.

 

"Bu soğuk betonun üzerinde üşüyüp hasta olmanı istemem sonuçta sen bana bebek doğurcaksın. " Söylediği ile ağrıyan başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Değil sen yedi ceddin gelip senle birlik olsa yine de bebeğimi benden alamazsınız! "

 

"Kendi elinle vereceksin onu bana; ben, annesi, " annesi derken dönüp Fatıma'ya baktı hafif bir tebessümle, " ve bebeğimiz. Bunun karşılığında yaşamama izin vereceğim. "

 

"Sen zavallı, acınası birisin! Bir o kadar da şeref yoksunu ve haysiyetsizsin! Başkalarının sahip olduklarını sahiplenmek senin olmadığı gerçeğini değiştirmez ruh hastası! "

 

"Burda tek gerçek benim kurallarım sevgili yengeciğim! " Yüzünde iğrenç bir sırıtışla sırtını dönüp giderken gözyaşlarıyla yutkundum. Allah bilir bu ruh hastasının aklından neler geçiyordu.

 

"Babam yüzünden şu başımıza gelenlere inanamıyorum! " Fatıma hıçkırıklarla söylediklerinin ardından başını sarsılan omuzlarıyla dizlerine gömdü. Hıçkırıklara boğulmamak için kaç kere yutkundum bilmiyorum.

 

.....

 

Gün ve gece kavramından habersiz iki aydan fazla olmuştu burda ayaklarımızdan zincirli tutsak yaşamaya çalışıyorduk. İki aydan fazla olduğunu da Fatıma'nın iki kere adet görmesinden biliyorduk. Serkan manyağının psikolojik şiddet ve baskılarına artık dayanacak gücü kendimde bulamıyor ancak bebeğimin canından duyduğum endişe beni ayakta tutuyordu. Hamile bir kadına oranla çok zayıf ve çelimsizdim ama karnım oldukça büyümüştü bu halime rağmen.

 

Fatıma'nın da benden pek geri kalır yanı yoktu hatta daha kötü bile denilebilirdi. Gözlerinin etrafı morarmış, zayıf, ayakları üzerinde bile zor duruyor bir vaziyette.

 

Buraya Serkan canisi tarafından getirildikten hemen sonra bize verdiği yemeğin içine koyduğu uyku ilacından sonra gözümüzü bir açtık ki ayağımızdaki zincirleri uzun olanlarla değiştirmişti. O büyük, beyazdan nefret ettiren yerde yürüyebiliyor, tuvaleti kullanıyor, zincirlerin fayanslara çarparken ve sürünürken çıkardığı o iğrenç ses haykıramadığımız çaresizliğimizi simgeler olmuştu.

 

Bebeğim karnımda büyüdükçe korkularımda büyüyordu. Her geçen gün umudumu biraz daha kaybediyor, tüm çaresizliğime ve zayıflığıma rağmen yaşamla ayrı, Serkan'ın yaptıklarıyla ayrı savaşıyor, kurtuluş için bir yol bulmaya çalışıyorum. Hele Serkan hastasının her an Fatıma'ya bir zarar verecek korkusu bazen aklımı kaçırtacak kadar çıldırtıyor beni. Fatıma ile nöbetleşe uyuyor olsakta resmen bir gözüm açık tavşan uykusu uyuyorum.

 

Epey zaman olmuştu Serkan'ın ortalıkta görünmeyişi. Fatıma'nın ayağındaki zincirin kilidi bendekine göre daha kırılabilir olduğu için iki aydır kırmaya çalışıyoruz. Fatıma'nın yatağını kenara çekip zinciri vura vura kırdığımız fayans parçalarıyla kilidi kırmaya çalışıyorduk, ama lanet girsin iki aydı hafif bir gevşeklikten ileri gitmemişti. Kilidin Fatıma'nın ayağına çok yakın yerde olması da işimizi zorlaştırıyordu.

 

Kapıdaki kilit sesini duyduğumuzda kırık fayansların üzerine hemen yatağı çektik. Fatıma yatağın üzerine otururken bende yürüyormuş gibi yaptım. İçeri giren Serkan bize uzun uzun baktıktan sonra bir şey olmadığından emin olup her zaman ki gibi geçip sandalyesine oturdu. Voltamı tamamlayıp yatağımın üzerine oturdum. Yerinden kalkan Serkan elinde telefonla yanıma gelerek ekranını çevirdiği telefonu bana gösterdi.

 

"Bak bakalım kimin mezar taşı bu. " Yüzünde iğrenç bir ifade vardı. Korkuyla ekranına baktığım telefondaki resimde bir mezar ve mezar taşında elimden bir şey gelmeden beklediğim haber vardı.

 

Mehmet Karabulat

 

Dolan gözlerimi ayıramadım isminden... ölmüş müydü sahi?

 

"Sevgili çok kıymetli kardeşimin cenazesine katıldım bugün. Kimsesiz biri olarak hayrına birkaç kişi gömüp gitti. Mezarında Kur'an okuyanı bile olmadı. Ben bile acıdım ona inanır mısın! "

 

Damlayan gözyaşlarıma engel olamadım. İğrenerek bir kere daha baktım o iğrenç suratına.

 

"O kimsesiz değil ben varım, çocuğu var! Ama sen hiçbir zaman onun sahip olduklarına sahip olamayacaksın! Ne vefalı bir eşe, ne de bir evlada! Kendine acı kimsesiz olan sensin çünkü! "

 

Dönüp gülümseyerek Fatıma'ya baktı.

 

"Benim herkesim yanımda hiç kimseye ihtiyacım yok sevgili yengeciğim. "

 

"Sen zavallı bir hastasın! O Burçak değil ne zaman kabulleneceksin bunu! "

 

"Senin onu ne olarak gördüğün değil, benim onu kim olarak gördüğüm önemli sevgili yengeciğim! " Bir kere daha Fatıma'ya gülümseyerek bakıp döndü tekrar sandalyesine. Baktığım Fatıma tükenmişlik ve gözyaşlarıyla baktı bana, onun tüm umutlarını kaybettiği o kadar belliydi ki.

 

Tek tek yaprak döküyordu çarelerim, umutlarım. En çıkmazda bile vazgeçmeye lüksüm yoktu, bebeğim vardı çünkü. Mehmet'ten kalan şu yeryüzündeki tek parça. Çarelerim tükenmişti ama küçük bir umut parçasına can misali tutunmuştum. Küçücük varlığına rağmen beni öyle bir imkansızın içinde ayakta tutuyordu ki Serkan canisi bile yaptıklarına nasıl bu kadar dayanabildiğime hayret ediyordu. Babasını yenememişti bizide yenemeyecekti, bebeğim her gün bunu yeniden kanıtlıyordu.

 

Ölmüştü... Daha fazla dayanamamıştı. Çocuğunu görmeye nasibi yokmuş demek ki. Daha doğmadan yetim kalan bebeğime sardım kollarımı. Gözyaşlarımın sağnağında dilimde Kur'an ile biz tutsaklardan başka kimsesi olmayan eşime okumaya başladım. Sanırım ilk defa onu eşim olarak görüyor, ölümünü, yasını sahipleniyordum.

 

Loading...
0%