@eelliiffiippeekk
|
Ne garip bir şeydi şu hayat, insan sevdiğine kavuşmak için ölümü bekler miydi? Bizzatihi şahit olmuştum. Başımı yastıktan hafifçe kaldırıp doğruldum. Elimi başıma destek edip uyuyan Mehmet'i izlemeye başladım. Bugün benim için çok yorucu geçsede bir türlü uyuyamıyorum.
Kocasının acısı ağır gelen Bayan Katerina, kocasından on iki gün sonra vefat etti. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen şu kısacık zamanda İslam'ı hakkıyla yaşadı. Öğrenme çabası ve yaşamaya çalışma gayreti müthişti. Mary'den ise hâlâ bir ses yoktu, daha doğrusu benden köşe bucak kaçıyor desem yeriydi.
Uzattığım elimle hafif hafif Mehmet'in yanağını okşadım.
"Allah'ım sen ona uzun ömürler ver, acısını bana gösterme... " Fısıltı şeklindeki duamla onu izlemeye devam ettim. Onu uyandırmamaya özen göstererek başımı omzuna koyup kolumu ona sardım. Gözlerimi kapatıp uyumay çalıştım.
...
Sabahın erken saatlerinde ayaktaydım annem sağ olsun. O uyanık olunca ben uyuyamıyorum nedense. Herkes uyurken o harıl harıl çalışıyor, bir taraftan börek yapıyor, bir taraftan başka başka şeyler ben ona yetişemiyorum o her şeye yetişiyor.
"Çayı da demle baban kalkar şimdi, daha çocuklar uyanmadan bir şeyler ye sende. "
"Tamam anneciğim. " Hızlıca çayı demleyip ona dönene kadar annem tabağa börek, poğaça koymuştu bile yemem için.
"Sıcak sıcak seversin. "
"Sen yemeyecek misin? "
"Benim küçük çocuğum mu var acele edeyim, sen ye ben babanla yerim. "
"Kocam olmadan boğazımdan geçmez diyorsun yani? Aşka bak aşka! " Azıcık gırgırdan zarar gelmezdi.
"De ordan, kaç yaşına gelmişiz ne aşkı aşk mı kaldı. "
"Babamı sevmiyor musun artık? " Terlik yiyeceğim az sonra böyle gülmeye devam edersem.
"Kırk yıllık kocam niye sevmeyeyim Allah Allah! "
"Eh anne sende bir karar ver hem seviyorum diyorsun, hem de aşk mı kaldı diyorsun. "
"Ağzın yemeğe çalışsın lafa değil, geliyor ağzına terlik ha! " Ben gülmeye devam ederken çattığı kaşlarıyla bakmaya başladı.
"Tamam sustum. " Desemde kıs kıs gülmeye devam ettim tabağımdakileri yemeye devam ederken. Tabi annemde ters ters bakmayı ihmal etmedi.
İki saat sonra herkes kalkmıştı. Havanın güzelliğinden dolayı sofrayı bahçeye kurduk annemle. Ömür'ün ağlama sesiyle yönümü odama çevirdim. Girdiğim odada kızım gözyaşlarıyla ağlıyordu babasının kucağında.
"Ne oldu? " Korkuyla sorduğum soruya Mehmet gülerek cevap verdi.
"Uyanıp Yavuz'u kucağımda görünce ağladı. " Bu kızın babasını paylaşmamasını ne yapacağım bilmiyorum. Kardeşinden bile kıskanıyor.
"Tövbe estağfurullah! Gözyaşlarına bak şunun, sanki etini koparmışlar. Kafayı yemiş seninle. "
"Daha çok küçük büyüdükçe anlayacak, anladıkça değişecektir. "
"İnşaallah! Ver üzerini giydireyim onun, sofrayı bahçeye kurduk sen Yavuz'u al sofraya geç, bizde geliriz şimdi. "
"Peki. " Babasının kucağından aldığım kızımı kendimle birlikte dolaba götürüp açtığım kapıyı önüne paravan yaptım babasının kardeşini kucağına aldığını görmesin diye. Kızımın üzerini giydirip elinden tuttum. Paytak, yavaş adımlarla yürüdük. Odadan çıkmamızla odasının kapısında görünen Ceren kızımı kucağına alıp öpe öpe bahçeye götürdü. Arkalarından gülerek baktım. Bu aralar Ceren'in keyfi pek yerindeydi Allah bozmasın.
Hep beraber sofraya oturup muhabbetle kahvaltı edetmeye devam ederken Mary verandada gözüktü. Yavaşça yerimden kalkıp ona doğru yürüdüm. Beni farketmesiyle yine kaçacaktı ki seslendim.
"Meryem! " Durup bana kısa bir bakış attı. Ona Meryem dememe tepki vermeyişi de gözümden kaçmış değil. Verandanın iki basamaklı yükseltisini tırmandım kaçmasına fırsat vermeden.
"Bir şeye ihtiyacın var mı? Yapabileceğim ne olursa. Daha yeni iki acı kayıp yaşadın izin verirsen yanında olmak istiyorum. "
"Gerek yok ben kendime yeterim. " Sırtını dönmüş gidiyordu ki konuşmamla duraksadı.
"Kendine yetemeyeceğinden değil, her insan desteğe ihtiyaç duyar. "
"Benim kimsenin desteğine ihtiyacım yok. " Sesinde belli bir kırgınlık ve acizlik vardı, farkedebiliyordum.
"Peki. Öyle diyorsan öyle olsun. Çalışmaların nasıl gidiyor peki, daha bulamadın mı aradığını? " Sessizliği, söyleyecek bir şey bulamaması, çırpınışı, kaçma çabası belli ki ona işlemişti okudukları. Ama kabullenmesi bu kadar kolay olmayacaktı eminim.
"Vaktim olmadı. " Geçiştirip hızla içeri girdi. Aynı hızla kapıyı kapattı.
"Kaç bakalım benden ama kendinden kaçamazsın. " Diye söylendim kendi kendime.
Döndüğüm kahvaltı sofrasında huzurlu yemeğimize devam ettik.
...
Mehmet'in eline sürdüğüm kremle nefesimi sinirle üfledim. Elindeki yaralara baktıkça sinirden deliriyorum.
"Daha tam iyileşmeden şu ellerinin haline bak! Hayır ne var kendini bu kadar zorlayacak? " İki haftadır spor salonuna başlamıştı Mehmet. O çok özlediği, her gün dile getirdiği meramına kavuşmuştu nihayet. Tekrar kum torbalarını yumruklamak nasıl bir tutku anlayamıyorum çünkü. Bastondan kurtulur kurtulmaz ilk işi spora başlamak oldu. Spor yapmasından şikayetçi değilim elbet ama kendine çok fazla yüklenmesinden şikayetçiyim.
"Eldiven falan kullansaydın en azından. " Ben sinirden deliye dönerken o gözlerini dikmiş tebessümle bakıyor. Ona gelecek en ufak zarara bile tahammül edemiyorum.
"Sıkma dişlerini öyle. " İnanamayarak baktım ona.
"Anlamadım? " Yine aynı gülüşle bakarken beni kendine çekip şakağımdan öptü. Gözlerimin içine baktı derin derin.
"Sinirlenince çok tatlı bir şey oluyorsun ama dişerini öyle sıkman o inci gibi dişlerine zarar verir, ki ben buna deliririm. "
"Kendine böyle zarar vermen de beni delirtiyor! "
"Söz bir daha bandajsız çalışmam. "
"Madem bandaj var ellerini koruman için bu ne hâl? "
"Yahu hanım sen bir şeye de taktın mı bırakmak nedir bilmez misin? Söz dedim da! "
"Hele o sözü bir tutma, ellerin bir daha yara bere içinde kalsın bak bakalım ben neler yapıyorum! "
"İyice mafya kesildin ha! " O tatlı gülüşlerine yelkenleri suya indirmek yok! Çattığım kaşlarımla gözlerinin içine içine baktım.
"Ohoo mafya da neymiş, hadi bir daha göreyim. " O güzel gülüşü kahkahaya dönüşürken ona gülümsememek için kendimi zor tutuyorum. Aldığım kremin kapağını kapatıp ayaklandım. Az daha beklersem yaptığım o kadar artistik boşuna gidecek. Mehemet hâlâ gülerken uyumak için yatağa uzandı. İstifimi bozmadan ona sırtımı döndüm. Odadan çıktığımda annem valizleri üst üste istifliyordu.
"Annem, ne yapıyorsun? "
"Valizleri topluyorum kuzum. "
"Anneciğim daha iki günümüz var gitmek için niye şimdiden bu kadar yoruyorsun kendini? " İki gün sonra Türkiye'ye dönüyoruz inşaallah.
"Ne yorması kızım iki parça elbise topladım bitti. " İki parça dediği beş valiz. "Çocukların iki günlük giyeceklerini ayırdım, seninde öyle. Diğer her şeyi topladım hazır. "
"Anneciğim kurban olurum bırak yeter, ben hallederim geri kalanını niye bu kadar kendini yıpratıyorsun Allah aşkına! "
"Ay Meryem! Zaten burda yapacak iş yok sıkılıyorum! Elleme beni gözünü seveyim iki parça elbise, oyuncak toplayıvereyim. "
"Tamam anneciğim bir şey demiyorum ama çok yorma kendini. "
"Ben çalışmakla yorulmam. "
O sırada bize doğru gelen Ceren valizlere bakıp gülümsedi.
"Misafirimiz var. " Derken valizleri saydı parmağıyla.
"Kim? "
"Doktor Clempton. " Şaşırmıştım. Mehmet'in doktorunun ne işi vardı burda? Tetkik sonuçları çok iyiydi ayda bir kere olmak üzere tahlil yapılacağını söyledi daha dün.
"Aa! Ne işi varmış burda? "
"Züleyha Teyze'yle görüşmek istiyormuş. " Ceren'in bakışları annemi bulurken annem çattığı kaşlarıyla baktı.
" Ha şu mesele! " Bende anneme bakarken annem nefesini üfledi. Doktor annemden karışımlarının tarifini, içine neler konulduğunu öğrenmek istemişti de annem 'Alim sırrıdır vermem' diyerek reddetmişti.
"Evet. Kadın kalkmış buraya kadar gelmiş yine de söylemeyecek misin ona sırrını? " Ceren'in sorusuyla annem sinirle iki elini iki yanına dayadı.
"Yahu siz beni anlamıyor musunuz, yoksa anlamak mı istemiyorsunuz; alim sırrıdır, Hafize Ana'ma sözüm var kimseye diyemem. Düş önüme, anlat şuna. " Annem önüne katıp beni salona götürdü.
Yakalaştığım Bayan Clempton'a gülümsedim.
"Hoş geldiniz. Ne güzel sürpriz sizi burda görmek. "
"Hoş buldum. Annenizle bir kere daha görüşmek istedim. "
"Tabi. Öncelikle bir şey almak ister misiniz? "
"Hayır teşekkür ederim. "
"Evet anneciğim ne söylememi istiyorsun kadına. "
"Bu ilmi bana öğreten kişinin sırrına ortak oldum. Ahdim o dur ki kim olursa olsun sen evladımsın o da dahil hiç kimseye açamam. Varsa bir derdi seve seve yardımcı olurum ama daha fazlasını yapamam. "
Annemin söylediklerini tercüme ettim. Bayan Clempton derince bir nefes alıp yutkundu.
"On beş yaşında oğlum var, lösemi tedavisi görüyor. Mehmet Bey'in kan değerlerindeki iyileşme muazzamdı aynı şey oğlum içinde geçerli olabilir mi diye günlerdir düşünmeden edemiyorum. O karışımlar için bu kadar ısrarcı olmam bu yüzden. Evet çok iyi bir doktorum ama kendi çocuğumu yaşatmayı başaramıyorum. Yıllarını bilimsel araştırmalara, tezlere, deney ve tedavilere adamış bir doktor olarak, bugün o hayatımı adadığım şeyler çocuğumu yaşatmaya yetmiyor. Tüm bu vasıflarımı bir kenara bırakmış bir anne olarak burdayım, tüm çareleri tükenmiş bir anne olarak.
Oğlumun aldığı tedavi onu her geçen gün daha kötü ediyor, böyle bir ihtimal elbette vardı ama iyileşme oranı öngörülenin çok altında aynı eşinizde olduğu gibi. Ama bir mucizeyle karşılaştım, inanması çok güçtü, günlerce kabullenemedim ama gerçekti. Bir yıl boyunca tüm bilimsel araştırmalarımızı alteden bir mucize. Şimdi bir profesör olarak annenizin tedavisine ihtiyacımız var. Lütfen anneniz bize yardım etsin. "
Duyduklarıma inanamıyordum.
"Ne söyleyeceğimi gerçekten bilemiyorum. Umarım oğlunuz en kısa sürede iyileşir. " Döndüğüm anneme durumu anlatınca annem çok üzüldü. Evlat acısı nedir bilen biri olarak dolan gözlerini hemencecik sildi.
"Yarım saat kadar beklesin vereceğim ona inşaallah evladına şifa olacak şeyi. "
"Tamam anneciğim. " Annem hızla kalkıp giderken doktora döndüm.
"Biraz beklemek sizin için sorun olur mu? " Akan gözyaşlarını silerek hafif tebessüm etti.
"Hayır, bekleyebilirim. "
Bir süre sonra annem üç kavanozla geldi.
"Meryem de ona, bunu sabah aç karnına yedirsin çocuğa, bunu öğle, bunu da uymadan önce yedirsin. Şifa Allah'tandır, inşaallah güç, kuvvet verecek çocuğuna, iyileşecektir. "
"İnşaallah anneciğim. " Aldığım kavanozların içindekileri nasıl kullanacağını doktora anlattım. Büyük bir minnetle teşekkür edip aldığı kavanozlarla gitti. Ceren arkasından bakarken kendinden bağımsız neşeden yoksun bir tebessümle başını hafifçe iki yana salladı.
"Vay canına kadın koca profesör ama, ilk başta abim için önerdiğimizde küçümseyip reddettiği şey için gelip Züleyha Teyze'ye yalvardı. Önyargı ve kendini beğenmiş o günkü tavırları ile bugünkü o haline diyecek kelime bulamıyorum. İlahi adalet mi desem, ne desem bilemiyorum. Demek neymiş profesör de olsan, senden üstün ilim sahibi varmış. "
"Deme kuzum öyle, evlattır neticede Rabbim acısını kimseye yaşatmasın. "
"Allah evladına şifa versin onun için demedim zaten, sağ olsun abim bugün onun tedavisi sayesinde hayatta ama o gün bilim bilim diye naralar atıp bugün bilmem kaçıncı kez o karışımların peşinden koşmasına diyorum. " Annem ile Ceren birlikte konuşarak mutfağa giderlerken kendi çocuklarımı düşündüm. Düşüncesi bile insanın ciğerini söküyordu kaldı ki yaşamak. Rabbim tüm hasta çocuklara en tezinden şifa versin inşaallah.
...
Üst üste çaldığım kapıyı üç gündü açmıyordu Mary. Bir aydır aramız epey iyiydi. Konuşuyor, sık sık bir araya geliyorduk. Aramızda bir daha malum konunun bahsi geçmezken ara ara hatırlatıyordum yinede. Nefesimi sıkıntıyla üfledim. Arabası burdaydı, başına bir şey mi geldi diye endişelenmeden edemiyorum. Tam gidiyordum ki cılız bir gıcırtıyla kapı aralandı. Kapının kıyısında görünen Mary gözleri ağlamaktan şişmiş bir şekilde gözüktü. Tereddütle aralanan kapıyı açtım.
"İyi misin? " Soruma başını iki yana sallayarak içeri doğru gitti. Hemen arkasından içeri girip onu takip ettim. Koltuğa çökercesine oturup dizlerini kendine çekti. Kollarını dizlerine sarıp ağlamaya başladı.
"Ne oldu, ne bu halin? " Bana cevap veremezken gözyaşlarıyla yüzüne yapışan saçlarını yüzünden topladım.
"Hastaneye gidelim istersen, iyi değilsin. "
"Hayır, "
"Ceren'i çağırayım o zaman. "
"Gerek yok. " Sesinde bir acı hissediyorum. Başka, çok başka bir acı. Nedendir bilmem ama Mary'nin yaşadığı acıları çok derinden hissediyorum. Hemen mutfağa gidip bir bardak su alıp geldim.
"Biraz iç lütfen. " Birkaç yudum su içtikten sonra gözyaşlarını sildi.
"Ne olduğunu anlatmak ister misin? " Bana acı dolu bir gülümsemeyle baktı.
"Hiç tanımadığım bir kadın onu affetmemi istiyor. " Neyden bahsediyordu? "Hiç tanımadığım, beni yetimhaneye terkeden annem onu affetmemi istiyor. "
"Annenin yaşadığını bilmiyordum. " Annesinin de babası gibi vefat ettiğini sanıyordum.
"Bir insan terkedecekse neden dünyaya bir çocuk getirir ki? Kaç gün, kaç ay, kaç yıl ağladım anne diye, ama yoktu. Amcam varlığımı öğrenip beni yetimhaneden alana kadar her gün anne diye ağladım. Yüzünü unuttum, varlığını hatırlamadığım halde her gün onun için ağladım ama o hiçbir zaman yoktu. Şimdi vicdan azabı çektiği için gelip af diliyor, o affedilmeyi hakediyor mu? Seninde çocukların var söyle bana affedilmeyi hakediyor mu? "
Evet acısı çok büyüktü.
"Hiçbir anne çocuğunu isteyerek terkedemez, annenin ne yaşadığını bilmiyorum ama hiçbir şey küçük bir çocuğun ruhunu yaralamak için bir bahane olamaz. Ne yapmak istersen yanındayım; ister anneni affet, istersen etme sadece kalbini dinle o sana doğru yolu gösterecektir. "
"Çok canım acıyor, ona çok kızgınım, onun varlığına bile tahammül edemiyorum ama; bir yanımda onu bir kere daha görebilmek için çırpınıyor ve bundan nefret ediyorum. "
"Seni anlayabiliyorum. "
"Bunların hepsi yetmiyormuş gibi işime son vermişler kaçabileceğim bir yerde yok! " O an aklıma bir fikir geldi.
"Bizimle Türkiye'ye gelmek ister misin? " Anlamaz gözlerle bakarken gülümseyerek omuzunu sıvazladım. "Sen mimarsın; abim mimar, mühendis arkadaşıyla birlikte kurdukları bir şirketleri var. Hatta bu aralar iyi bir mimar aradıklarını biliyorum. Orada her türlü yardımcı oluruz sana, bir denersin baktın olmuyor yine dönersin buraya. "
"Bu çok ani verilecek bir karar değil. "
"Elbette. İki gün sonra gidiyoruz biz, bu süre zarfında düşünürsün eğer istersen beraber gideriz. "
"Sanmıyorum. Ben yapamam, başka bir yerde yapamam. "
"Hemen kestirip atma, bir düşün önce. Yalnız kalmana asla izin vermeyiz, her türlü yardımcı oluruz sana, bir sıkıntı yaşamana izin vermeyiz. "
"Bilemiyorum. " Yaşadığı her şey üste gelmişti. Önce ona sahip çıkıp büyüten amcası ve yengesi ard arda vefat etti, şimdi de onu terkeden annesi çıkıp gelmiş. Resmen kırılıp, dökülüyordu.
"Kendini çok yıpratmışsın şu haline bak. En son ne zaman yemek yedin sen? "
"Bilmiyorum. Sanırım dün sabahtı. "
"El insaf! "
"O ne demek? "
"Azıcık kendine acı, kendini düşün demek. Hadi kalk, güzel bir duş al bende sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım. "
"Yiyebileceğimi sanmıyorum. "
"İtiraz kabul etmiyorum! Kaçarak hiçbir şeyi halledemezsin, önce sıcak bir duş alıp kendine geleceksin. Ardından karnını doyurup kafanı toparlayacaksın. Sağlam kafayla düşünüp ne yapmak istersen karar vereceksin. Hadi kal, direkt banyoya. " Ayağa dikip banyoya gönderdiğim Mary'e hemen yiyecek bir şeyler hazırladım.
Az sonra duş almış kafasında havluyla geldi.
"Teşekkür ederim. " Çektiği sandalyeye oturdu.
"Afiyet olsun. Kaytarmak yok yenilecek bunlar. " Hafif gülümseyerek eline çatalını aldı. Ufak ufak yemeye başladı yemeğini. Diğer sandalyeyi çekip yanına oturdum. Derince bir nefes alıp bana çevirdi bakışlarını.
"Haklısın, kaçarak hiçbir şeyi halledemem, seni dinleyeceğim. "
"Ne zaman bir arkadaşa, dosta, desteğe ihtiyaç duyarsan her zaman yanında olurum. "
"Bunu biliyorum, teşekkür ederim. "
Bir süre daha devam etti sohbetimiz. Annesinin nasıl karşısına çıktığını, yaşadığı kırgınlığı anlattı.
...
Uçağımızın kalkmasına biraz daha varken çocuklarımın ihtiyalarını kontrol ettim. Yanıma birden konulan çantayla şaşkınlıkla çantanın sahibine baktım.
"Teklifin hâlâ geçerli mi? " Şaşkınlığımı katlayan Mary hafif tebessüm etti.
" Elbette de daha bu sabah gelmeyeceğini söylemiştin? " Yanıma oturup bakışlarını düşürdü.
"Annem böbreğime ihtiyacı olduğu için beni bulmuş biliyor musun? "
"Ciddi olamazsın! "
"Bir kere daha çok büyük hayal kırıklığına uğradım annem tarafından. Bende bir karar verdim, onu ve bu ülkeyi terkediyorum. Bir daha yüzünü bile görmek istemiyorum. " Gözlerinde çok büyük bir acı vardı. Oysa daha dün annesiyle kaybettiği zamanı telafi etmek istediğini söylemişti. Elini tuttum ona gülümseyerek.
"Yeni başlangıçlar her zaman yeni ve güzel sürprizler getirir. İnanıyorum yeni hayatın sana çok güzel sürprizlerle gelecek. Merak etme hiçbir şekilde sıkıntı yaşamana izin vermeyiz. "
"Şu hayatta hiç kimsesi kalmamış biri için iyi bir dost çok büyük bir şans. " O sırada annem ile Ceren birlikte geldi. Az önce tuvalete gitmişlerdi.
"Mary, sende mi gelmeye karar verdin? " Ceren'in sorusuyla Mary başını hafifçe salladı.
"Evet. "
Anneme konuyu özet geçtim. Annem Mary'nin saçlarını sevgiyle okşadı. Sanırım sevginin dili birdi. Annem içindekileri anlatamasada Mary anlamıştı.
"Babanla Mehmet nerde? "
"Burdalardı şimdi. " Gözüm ikisini ararken az sonra gelmişlerdi. Yapılan anonsla toparlanıp uçağa geçtik.
...
Yorucu geçen yolculuk nihayet son bulmuştu. Saat gecenin biriydi. İki kere uçak yolculuğunun ardından birde araba yolculuğu iki çocukla bitirmişti beni. Annem ile babam eve giderken Ceren de Mary ile birlikte kendi evine geçmişti. Mary buralara alışana kadar Ceren'le kalacak. İsterse daha sonrasında da kalabilir demişti Ceren. Bizde Mehmet'in isteği üzerine çiftlik evine gelmiştik. Bundan sonra burada yaşayacaktık.
Mehmet öyle isteyince kıramadım onu.
Sağ olsun Ali Abi ile Fatım her bir şeyi halletmişlerdi. Eksik hiçbir şey yoktu.
Çocuklar o kadar yorulmuşlardı ki zor yetiştirip karınlarını doyurdum. İkisi hemencecik uyumuşlardı. Yorgunluktan bitkin düşen Mehmet'e başımı hafif yana eğerek baktım.
"Sen niye ayakta dikiliyorsun hâlâ gidip uyusana. "
"Sen bu yorgunlukla ayaktayken ben uyuyabilir miyim hiç. " ben çocukları doyurup üzerlerini değiştirene kadar o da duş alabilmişti. Daha tam toparlanamadığı için o çok daha fazla yorulmuştu ama hâlâ beni bekliyordu. Bana elini uzatırken gülümseyerek elini tuttum. İkimiz birlikte bizim için hazırlanmış odaya geçtik. O kadar yorgundum ki sadece örtümü açabildim. Mehmet ile birlikte zor yetiştiğimiz yatakta birbirimize sarılıp uyuduk.
Annelikten gelen içgüdüyle yerimden sıçrayarak uyandım. Kolumdaki saate baktığımda dört saat olmuştu uyuduğumuz. Yerimden hızla kalkıp çocuklarımın odasına koştum. Neyse ki ikiside hâlâ uyuyordu. O kadar korkuyordum ki olurda ağlarlarsa ya duyamazsam diye. İkisinin üzerine Ayetel Kürsi okuyup odalarının kapısını açık bırakarak odama döndüm. Sığındığım kocam bana sıkıca sarılırken sabah namazına kadar uyumak için gözlerimi tekrar kapattım.
Sabah ezanıyla gözlerimi açtığımda şükrettim. Allah'ım ne kadar da çok özlemişim ezanı. Çok sık duyamıyorduk İsviçre'de çünkü cami bize epey uzaktı. Önce çocuklarımı kontrol edip tekrar odama döndüm.
Uyuyan Mehmet'in yanağını iki, üç kere gülerek öptüm. Mehmet kımıldansada gözlerini açmadı. Bir, iki kere daha öptüm yanağını kıkır kıkır cilveli bir gülüşle. Gülümseyerek tek gözünü araladı.
"Hadi kalk sabah namazı vakti. " Gözlerini açıp gülümsedi.
"Bu namaz alarmı yeni mi? " Kahkahayla güldüm.
"Evet, beğenmedin mi? "
"Beğenmemek mümkün mü? Ama bize oruç tutturacak cinsten. " Bir kere daha güldüm sesli bir şekilde.
"Hadi kalk. " Elinden tutup kalkmasına yardım ettim. "Ama önce ben abdest alacağım. " diyerek odadan çıkıp banyoya koştum. Abdestimi güzel güzel alıp banyodan çıktığımda Mehmet daha yoktu ortada.
Hızlı adımlarla odaya vardım. Mehmet ikimize seccade sermiş seccadenin başında bekliyordu. Ve üstelik abdest de almıştı.
"Sen nerde abdest aldın? " Hafif güldü havalı havalı bakarken.
"Senin farketmediğin sevgilim bizim odamızda bize özel banyomuz var zaten güzel karıcığım. " Cidden mi? Etrafıma bakındım. Yan yana iki kapı duruyordu arkamda.
"Tüh be! Nasıl farketmedim ben bunu? Zaferinin tadını çıkar bir daha benden önce abdest alamayacaksın çünkü. "
"Farkındayım. " gülerek seccadede yerini alırken bende hemen ardında saf tuttum. İkimiz birlikte namaza durduk.
...
Çocuklarım ve kocamla dedem ile babaannemi ziyarete gelmiştik. İkisi Yavuz ile Ömür'ü görür görmez bizi sormayı bile unutmuşlardı. Hele ki Yavuz'un dedemin beyaz sakallarına ilgisi herkesi gülmekten kırıp geçirmişti.
Babaannem ikisinin parmaklarını teker teker öpüyordu. Çocuklarımın ikiside onları çok sevmişti ilk kez görüyor olmalarına rağmen.
Evdeki herkesin ellerinde dolaşmıştı ikisi tüm gün. Herkes sevmelere doyamamıştı ikisini. Asel kendi gibi küçük bir cadı bulduğuna çok mutluydu özellikle. Tüm oyuncaklarını ikisinin önüne yığmıştı ama ilgi odağı Ömür'dü. Çokta güzel kaynaşmış, oynamışlardı.
Elden ele kutsal emanet gibi dolşan çocuklarım için zamanında bu evde neler yaşamıştım oysa ki. Hatta burdan ölüme götürülmüştüm en son. Her bir köşesinden bir anı fırlıyordu sanki.
Donmuş bir şekilde merdivenlerden salondaki çocuklarım merkezli huzur dolu gülüşmelere bakarken yaşadığım her şey tek tek canlanıyordu gözlerimin içinde.
"Bir şey mi oldu? " Mehmet'in sorduğu soruyla ona döndüm.
"Zamanında hamileyim diye bu evde yaşadıklarımdan sonra bugün çocuklarımı paylaşmayan ailem ne bileyim işte bir garip oldum. " Mehemt yüzümü okşayıp alnımdan öptü.
Kapattığım gözlerimle alnımı göğsüne yasladım. Bedenime sardığı kolları ile binbir hâl alan ruhuma şifa oldu.
Duyduğumuz öksürük sesiyle hemen ayrıldık birbirimizden. Bir kere daha anneme yakalanmıştık sarmaş dolaş. Bu üçtü! Arkama bakmadan salondaki kalabalığa daldım. Fatıma'nın yanına oturduğumda bana tuhaf tuhaf bakmaya başladı. Bana doğru biraz eğilerek fısıldadı.
"Abla, senin yanakların niye öyle kıpkırmızı olmuş? " Bende ona doğru eğilip kısık sesle cevap verdim.
"Üçtür Mehmet'le anneme yakalanıyoruz. "
"Ay nasıl? " Yüzündeki manidar gülümsemeyle gözleri fıldır fıldır baktı.
"Saçmalama öyle değil! Sarılmıştık sadece. "
"İnanayım mı? " Bir de alaya alıyordu şuna bak!
"Ay Fatıma! Vallaha o aklından geçenler gibi değil. Sadece sarılmıştık annem gördü, utandım işte. "
"Mehmet Abi, geçersin inşaallah artık şirketin başına. " Ali Abi bir parçada artık kurtar beni der gibiydi. Mehmet'in bakışları bana döndü.
"Vallaha daha patronla konuşmadık, beni işe alır mı bilmiyorum? " Demesiyle herkes gülmekten kırıldı adeta. Şuna bak patron diyordu birde bana.
"Deli midir nedir! Dediği lafa bak. " Nedense bir sıcaklık basmıştı beni.
"Alır alır neden almasın, değil mi kızım? " Konuyu gırgıra alan dedeme inanamayarak baktım.
"Dede bari sen yapma! "
"Şimdi çoluğu çocuğu da var iyi bir maaşta vermen lazım. " Yanımda oturan Fatıma'da konuya dahil olurken kolunu çimdikledim. Fatıma kolunu ovuşturup gülmeye devam ederken kendime engel olamayıp güldüm. Herkes gülmeye devam ederken Mehmet'in söylediğiyle kahkahalar havada uçuştu.
"Cebimde metelik yok. "
"Hadi be Meloşum Mehmet Abi'yi işe alda bende kendi işlerime bakayım artık. "
"Oldukça profesyonelim, daha önceden de yöneticilik yapmışlığım var. CV de bırakabilirim. " Kocam bugün susmayacaktı anlaşılan. Beni utandırmak hoşuna gidiyor tabi.
"Mehmet ya! " Kızmam umurunda değildi. Güzel gülüşü sanki koca güneş gibi parıldıyordu.
"Utandırmayın kızımı! " Babam bir taraftan gülüyor, bir taraftan da bana destek çıkmaya çalışıyordu. Ali Abi durur mu hiç?
"Amca bir şey dediğimiz yok ki kocasını işe alsın diyoruz sadece. "
"Sen elime düşmez misin? " Tehdit ettiğim Ali Abi gülmeye devam etti.
"Yav kızım işe aldım deyiver de susun bu haytalar, yoksa ohoo akşama kadar gülmek için bahane onlara. " Babaannem konuya çözüm getirirken engel olamadığım gülüşümle baktım kocama.
"Ay tamam Allah aşkına aldım işe tamam! " Eksik olmayan kahkaha tufanına bir dalga daha eklendi.
"Allah rızası olsun maaşı evde konuşuruz. " Bu adam var ya güzel bir ders hakediyor!
"Mehmet! "
Bol gülüşlü sohbetimiz devam ederken çalan kapı ile Fatıma ayaklanıp kapıya bakmaya gitti.
Az sonra Fatıma yüzü asılmış bir hâlde içeri dönerken ona bir poliste eşlik ediyordu. Herkesin yüzünden gülümseme silinirken Mehmet ile Ali Abi birlikte ayaklandı.
"Hayırdır komiserim bir sıkıntı yok inşaallah? " Ali Abi'nin sorusuna polis başını hafifçe salladı.
"Sorun yok demek isterdim ama maalesef bir sorunumuz var. Şebnem Çukurcalı kaldırıldığı hastaneden firar etti. Biz onu yakalayana kadar temkinli ve tedbirli olursanız iyi olacaktır. " Korkuyla dolan yüreğimle Mehmet'e baktım. Şebnem mahkemede binlerce tehdit yağdırmış bana evlat acısı yaşatacağına yeminler etmişti.
|
0% |