@eelliiffiippeekk
|
Sevinç ve heyecandan ayaklarım yere basmıyordu. Çalan kapıya parmak uçlarımda koşuşturdum. Açtığım kapıda Fatıma bir elinde henüz iki aylık olan oğlunun puseti, diğer elinde karton bir torbayla bana gülümsedi. Hemen yeğenimi aldım.
"Oy paşam mı gelmiş? Kurban olsun teyzesi! "
"Keşke bana da bir hoş geldin deseydin abla. " Gülerek döndüm arkamdan gelen kardeşime. Hemencecik onu öpüp, "Hoş geldin kuzum. " Diyerek tekrar yeğenime döndüm. O da gülerek arkamdan geldi.
İkimiz geçip mutfağa oturduk. Pusetinden Küçük Efe'yi çıkarıp kucağıma aldım. Minik ellerinin o tatlı parmaklarını tek tek öptüm. Allah'ım bu ne tatlı bir şeydi böyle! Açtığı boncuk boncuk gözlerle bana bakarken çenesini öptüm.
"Çayı şimdi demledim iki bardak doldursana bize Fatıma'm. " Fatıma elindeki karton torbayı sandalyenin üzerine koyup ikimize çay doldurdu.
"Gözün aydın ablam, artık sana bir sadaka düşer eniştemin tahlilleri nihayet temiz çıkmış. " Çayımı verirken geçip yanıma oturdu.
"Çıktı hamdolsun! "
"Eh şükür bir engelde kalmadı yeniden teyze olmama. "
"Hayırlısı inşaallah. "
"Sonunda sabrınızın sonu selamete çıktı, çok heyecanlı mısın, eniştem yarın dönüyor ya? "
"Değilim desem yalan olur, ayaklarım yere basmıyor sanki ama Mehmet'in sesinde anlam veremediğim bir kırıklık vardı. Ve o kırıklık kalbime batıyor Fatıma. "
"Ne gibi? "
"Bilmiyorum, kaç kez sordum ama bir şey demedi. Korkuyor bir yanım, bir yanımda bahaneler buluyor kendince. Ama artık Mehmet'im sağlıklı ya pekte bir şey umurumda değil aslında. "
"Onca yol, onca test, tahlil onuda yormuştur sen boşuna evham yapıyorsun. "
"Umarım öyledir bacım. Sizde durumlar nasıl, alışabildiniz mi paşamın huylarına? "
"Hamdolsun her geçen gün daha fazla anlıyoruz küçük aslanımı. Kırkı çıktıktan sonra uyumaya da başladı çok şükür. Hem yengemde sağ olsun hiç yalnız bırakmıyor, en küçük şeyde hemen geliyor. Zaten eve daha yeni döndü, amcamdan epey bir alıkoyduk onu. Neyde ki amcam bana kıyamıyor da bir şey demiyor. "
"Demir hâlâ korkuyor mu? "
"Ben çocuğu emzirene kadar aklı çıkıyor süt boğazına kaçacak diye. Bir kere şehit oldu ya hep olacak zannediyor, o yanımdayken benide panik ediyor çocuğu emziremiyorum. "
"Alışır inşaallah en kısa sürede, onu da mazur gör, ilk babalık deneyimi. "
"Bende on tane doğurmadım herhalde ama onun ki biraz fazla. "
"Kadın yaradılışı itibariyle hemen uyar, uydurur, yapar, yaptırır, doğuştan gelen bir azametle kavrar, üstesinden gelir. Ama erkekte duygusal açıdan aynı şeyler hemen oturmaz o yüzden biraz zaman tanımak gerek. "
"Profesyonel olan sensin ablam, sen öyle diyorsan öyledir. " Hafif mızmızlanan Efe'yi öptüm.
"Anneeeee! " Kabadayı gibi hesap sorarcasına anne diyen kızıma ısırdığım dudağımla baktım. Efe'yi kuçağıma alıp öptüğüm için sanırım kıskançlık krizine girdi yine. Efe doğduğundan beri Ömür, Fatıma'yla neredeyse hiç konuşmuyor. Yavuz, Efe'nin adı dahi geçse sevinçten deliriyor ama Ömür yanına bile yaklaşmıyor.
"Fıstığım, gel bakalım teyzenin kucağına. " Teyzesine umursamaz bir tavır alıp kollarını göğsünde kavuşturmaya çalıştı. Tabi pek becerebildiği de söylenemez.
"Bebek pis! " Kime çekti bu kız bilmiyorum ki? Ailemizde bu denli kıskanç kimse hatırlamıyorum. Mehmet ara ara Ceren'in küçüklüğüne benzetiyor ama büyüdüğünde de benzesin inşaallah.
Efe'yi hemen Fatıma'ya verip yerimden hızla kalktım. Kızımı kucağıma alıp gelip yerime oturdum. Efe'nin o küçük elini tuttum.
"Dokunmak ister misin? " İlk kararsızca baktı, hemen ardından başını iki yana salladı. "Peki o zaman Efe sana dokunmak istiyor. " Fatıma'nın yaklaştırdığı Efe'nin elini kızımın yanağına koydum. Hoşuna gitmiş olacak ki hemen güldü küçük cadım.
"Şimdi sen dokun bakayım onun yanağına. " Kızım bakışlarını kaldırıp bana baktı. Sanki biraz korkuyor gibiydi. Kızımın elini tutup Efe'nin yanağına hafifçe dokundurdum. Az öncenin aksine kahkaha attı şimdi.
O sırada Yavuz belirdi mutfağın kapısında. Efe'yi görmesiyle heyecanla bağırdı.
"Epe gelmiş! " Eh tabi hâlâ Efe diyemiyordu. Efe'nin etrafında pervane oldu küçük aslanım. Bir an önce büyüsede Yavuz'uma arkadaş olsa hayırlısıyla.
Yavuz tırmandığı sandalyeden Efe'yi öpmelere doyamadı. Meraklı meraklı küçük ellerini, gözlerini, ağzını, burnunu tek tek inceledi. O kadar güzel severken, "Tatyı" diyişi var ki Allah'ım o an onu yemek istiyorum. Tatlı demeye çalışıyor ama tatyı diyebiliyor ancak.
Ömür'ün bile başından bu kez ayrılmak istemediği Efe uyurken çocuklarımı oynamaları için odalarına zor ikna edip gönderdim.
"Bak bakalım beğenecek misin? " Fatıma'nın bana doğru uzattığı karton torbayı aldım merakla.
"Ne bu? "
"Soracağına baksana. " Torbadan aldığım zümrüt yeşili bir parça saten kumaştı, öyle zannettim ilk başta. Sonradan farkettiğim gecelik olduğuydu.
"Fatıma bu ne? " Fatıma muzip bir gülümsemeyle baktı bana.
"Sana yeşil çok yakışıyor. "
"Allah canını almasın senin, kız bu iki karış! "
"İyi ya işte dört yıllık evliliğinizin ilk gecesine yakışır bir şey. "
"Saçmalama hayatta giymem ben bunu, giyemem. "
"Kim demiş onu! Sana çok yakışacak, eniştemde çok beğenecek bak gör. " Şu imaları yok mu insanı utandırıyor.
"Sen delirdin galiba, neredeyse iki yıldır zar zor idare ediyorum bu adamı, bunu giyeyim de sabaha selamı okusunlar. " Fatıma, Efe'nin uyanmaması için elini ağzına kapatıp güldü.
"Ay abla sende daha neler! "
"Bir gün bile aksatmadan her gün sporunu yapıyor, çok şükür gücü, kuvveti yerinde üstelik dev gibi olmuş! Tek koluyla beni koltuğunun altına çocuk gibi alıyor, tek eliyle beni tutarken bile baş edemiyorun onunla. Canıma susamadım. " Fatıma iki eliyle ağzını kapatıp güldü. "Gülme öyle! " Bende gülerken Fatıma kıkır kıkır gülmeye devam etti.
"İyi kaldır bir köşeye başka zaman lazım olur belki. "
"Vallahi bu kız deli. " İkimiz çay eşliğinde sohbetimize devam ettik uzun uzun.
....
Aradığım Mehmet'le konuşmak uyku tutmayan beni biraz sakinleştirmişti. Yarın öğle gibi evde olacaktı inşaallah. Kucağımda uyuyan çocuklarıma gülerek baktım. Acaba kardeşleri olduğunda Ömür, Efe'yi kıskandığı kadar kıskanır mıydı? Ya da Yavuz, Efe'yi sevdiği kadar kardeşini sever miydi? Hayalini kurması bile çok güzeldi. Kendimden bağımsız gülümsedim, yarın gece aramızda hiçbir engel olmadan birlikte uyuyacaktık. Aklıma başka şeylerde gelirken dudağımın kenarını ısırıp gülümsedim.
Peki Mehmet'in sesinin haykırdığı soğukluk? Gülümsemem yüzümden silinirken derince bir nefes alıp gözlerimi tekrar tavana diktim. Aynı şeyi tekrarlayıp duruyor.
"Yok bir şey meleğim yorgunum! "
Tek sorunun bu olduğuna inanmak istiyorum. Ceren de bakmıştı tüm sonuçlarına, çok şükür iyiydi ve bir şeyi yoktu ama içimde bir türlü gideremediğim bir sıkıntı var. Mehmet bir an önce gelsin, ona sıkıca sarılayım, o bir daha gözlerimin içine bakarak gülümsesin istiyorum. Onu o kadar çok özledim ki sanki yıllar olmuş gidişi. Yanımdayken bile özlüyorum yokluğu hiç çekilir gibi değil.
...
Gözlerimi sabah ezanıyla açtım. Ne zaman uyumuştum bilmiyorum. Çocuklarımın yanından yavaşça kalktım. Pencereyi açıp ezan sesinin içeri dolmasını dinledim. Hemen ardından abdest alıp namazımı kıldım. Bir yandan içim içime sığmazken yerimde duramıyorum, bir yandan da hiçbir şey yapmak istemiyorum. Çok değişik bir çelişki. Hangisi bana iyi gelir bilmiyorum.
Bir süre koltukta oturduktan sonra dayanamayıp kalkıp evi temizlemeye giriştim. İşlerle meşgul olursam belki saate bakıp saniyeleri saymayı bırakabilirim. Bir an önce zaman geçsin Mehmet'im gelsin, ona kavuşayım istiyorum.
Temizlik, yemek, çocuklar derken öğle ezanıyla saatlerdir bakmamak için yapılmadık iş bırakmayan ben dönüp duvardaki saate baktım. İçimde tatlı bir heyecan fırtınası koptu. Hemen koşup abdest aldım, aynı hızla namaza durdum. Namazdan hemen sonra da Mehmet'i aradım. Yoldaydı geliyordu. İçim içime sığmıyordu resmen. Koşar adım önceden hazırladığım yeşil elbisemi aldım, vakit kaybetmeden giyinip, aynı renkteki örtümü bağladım.
Yeşil bana yakışıyordu, ki Mehmet'te bana çok yakıştırıyordu. Aynadan son kez kendimi kontrol ettim. Dudağımın kenarını ısırıp kendime bakmaya devam ettim, güzel olmuştum, hemde kocamın gözlerini kamaştıracak kadar. Eteklerim zil çalarken aşağı indim.
Mehmet gelene kadar dakikalar hatta saniyeler bana resmen işkence etti. Bahçeye giren arabayla kapıya çıktım. Arabadan inen Mehmet'i gördüğüm gibi koşup boynuna sarıldım. Allah'ım sana şükürler olsun! Dört buçuk gündür hasret kaldığım kocamın kokusunu burnumu gömdüğüm boynundan derin derin soludum. Sıkıca bedenimi saran kolları arasında sanki o gittiğinden beri nefes alamamışım gibi yaşadığımı hissettim.
"Öhö öhö! " Duyduğum öksürük sesiyle şaşkınlıkla dönüp sesin sahibine baktım. Demir indiği arabanın kapısını kapatıp bize baktı. Biraz utanmıştım ama yapacakta bir şey yoktu farketmemiştim onu heyecandan. Gülümseyerek yüzüne baktığım Mehmet bana tebessümle baktı.
"Hoş geldin. " İçime sığmıyordu mutluluğum. Çok şükür artık tamamiyle sağlıklı bir şekilde duruyordu karşımda.
"Hoş buldum. " Yüzü bana gülüyor ama gözlerini benden kaçırıyor gibiydi. İnşaallah Fatıma'nın dediği gibi ben evham yapıyorumdur. Döndüğüm Demir'e de, "Sende hoş geldin. " Dedim.
"Hoş buldum yenge. " Hep beraber içeri geçtik. Babasını gören çocuklarım sevinçle yaygara kopararak babalarına koştu.
"Yenge lavabo müsait miydi? " Demir'in şekilden şekile girerken sorduğuna gülümseyerek cevap verdim.
"Tabi müsait, buyur. " Demir lavaboya giderken Mehmet çocuklarla oynamaya devam etti.
"Baba! " Ömür'ün Mamo yerine baba demesine Mehmet hafif kaşlarını çatıp şüpheci bakışlarla baktı kucağındaki Ömür'e.
"Sen baba mı dedin? " Mehmet'in sorusuyla hemen araya girdim.
"Hani sana Mamo dediği için gitmiştin ya, artık baba diyecek sen bir yere gitme diye. Bir daha derse bir daha gidersin çünkü. " Bu durumu fırsata çevirip kızımı baba demeye ikna ettim en son. Mehmet dudağının kenarıyla gülerek bana baktı.
Mehmet kucağındaki Ömür ile Yavuz'un her yerini öptü gıdıklayarak. İkisinin mutlu kahkahaları evi inletti. Mutlulukla izledim onları, kaç kez şükrettiğimi bilmiyorum.
"Aç mısın? " Sorumla Mehmet'in kaçamak bakışları bana değip tekrar çocuklara döndü.
"Hayır, sadece çok yorgunum. Biraz uyusam iyi olacak. "
"Tamam, sen biraz uyu, dinlen birkaç saat babamlar geldiğinde ben seni uyandırırım. " sadece başını salladı bana. Yerinden yorgunca ayaklanıp yukarı çıktı.
O sırada salona gelen Demir'e döndüm.
"Önce yemek mi yersin, çay mı içersin? " Demir biraz düşünür gibi yapıp gülerek cevap verdi oturmadan önce.
"Açım. " Hemen ardından Yavuz'da ayağa kalktı.
"Yemek! " Öyle bir bağırdı ki sesi evin içinde yankılandı. Demir gülerek aldı onu kucağına.
"Hayırdır aslan parçası annen sana yemek vermiyor mu o nasıl yemek demek? " Yavuz ellerini havaya doğru uzattı.
"Çok yemek yiyicem, çok kocaman olcam! " tatlı tatlı söylediğine Demir kahkahalarla güldü.
"Afferin sana! Aslan bu aslan! " İkisi gülüşerek oynarken sofra kurmak için yemek odasına geçtim.
Aklım Mehmet'te sofrayı hazırlamaya başladım. Mehmet'in benden kaçırdığı bakışları sanki yüreğime saplanmıştı. Ağlamamak için kendimle savaşıyorum. Kendime bahaneler üretiyorum, belkide gerçekten sadece yorgundur...
Tamam, çok farklı bir geliş beklemiyordum ama bu kadar da mesafeli olmasıda içimi acıtıyor. Dört gün önce gitmeden ki tavırları, konuşmaları, sesindeki heyecan, döndükten sonraya dair söylemleri ve planlarının aksine bugünkü Mehmet sanki benden kaçıyordu.
Çok şükür artık sağlığı tamamiyle yerindeydi, sadece doktoru değil Ceren de bakmıştı tüm tetkiklerine. Sağlıkla ilgili bir konu değilse Mehmet neden bana soğuk davrandı ki? Beni artık eskisi kadar sevmiyor muydu yoksa? Hani bu mümkün değildi? Aklımı kaçıracağım düşünmekten. Dört günde ne değişmiş olabilir ki? Sıkıntılı nefesimi üfleyerek sofrayı kurmaya devam ettim.
....
Gün iyiden iyiye eğilirken ailemin tamamı Mehmet'in sağlığına kavuşmasının sevinciyle toplanmıştı bizde. Onları karşılayıp sevincimi onlarla paylaştım.
"Mehmet nerde kızım? " Babama gülümseyerek cevap verdim.
"Uyuyor babam. Malum yol çok uzun olunca yoruyor haliyle, şimdi uyandıracağım. "
"Elleme kızım dinlensin. " Babaannemin o eşsiz merhameti yine iş başında.
"Epey oldu uyuyor babaannem dinlenmiştir artık bi zahmet. " Merdivenlere doğru yürürken Fatıma ıslık çalarak bana baktı. Onunla birlikte Ceren de kıkırdıyordu imalı imalı. Hafif kaşlarımı çatarak baktım ikisine.
"Maşaallah Meryem Hanım bu ne güzellik, yeşil size çok yakışmış. " Bir taraftan gülüyor bir taraftan da imalarda bulunuyor densiz. Bende kendimi tutmayıp güldüm onlar gibi.
"Belli ki kocasına süslenmiş. " Ceren eli kocaman karnının üzerinde konuştu.
"Kocama süslendim ne var! " ikisi kahkaha atarken bende onlara eşlik ettim.
"Bir şey diyen mi var canım, diğer yeşil daha çok yakışacak sadece şöyle bir bakınca. " Geceliği kastediyor hele hele.
"İşinize bakın işinize! " Gülerek söylediğime onlarda da kıkır kıkır güldü. Hızlı adımlarla çıktığım merdivenlerden sonra ulaştığım odamızda derin derin uyuyan Mehmet'i izlemeye başladım. Yatağın kenarına ilişip yüzünü okşadım. Çok tatlı uyuyordu. Üzerine eğilip dudağının kenarını öptüm.
"Mehmet! " İlk seslenmeme tepki vermedi. "Mehmet! Mehmet! " Gözlerini aralayarak bana baktı. Bir kere daha aynı yerden öptüm. "Hadi kalk artık akşam oldu. Herkes senin için geldi ama sen ortada yoksun. " Yüzünü sıvazlayarak doğruldu. Bana bir tepki vermeyişi içimde bir şeyler kırıp döktü sanki.
"Onlar gelmeden önce uyandırsaydın ya beni. "
"Kıyamadım, çok güzel uyuyordun. "
"Elimi, yüzümü yıkayıp hemen iniyorum. " Ayaklanıp direkt banyoya yürüdü. Arkasından öylece bakakaldım. Oysa her zaman uyanırken ilk yaptığı beni öpmekti. Şimdi ise yüzüme bile bakmadan banyoya gitti. Dolan gözlerimi üst üste kırpıştırdım ağlamamak için. Ne oluyordu bu adama böyle?
Neden ya? Neden bana böyle davranmaya başladı ki anlamıyorum! Yerimden üzgünce ve hırsla kalkıp ona kıyafet ayarladım. Banyodan çıktığında da yüzüme bakmadan üzerindekileri çıkarıp ayarladığım kıyafetleri giymeye başladı. Daha fazla dayanamadım.
"Mehmet! " Dedim yutkunarak. Bir an duraksadı, ama yinede yüzüme bakmadı.
"Efendim. " Cevabı ise beni sanki öldürdü. Ben Mehmet dediğimde, meleğim diye karşılık verirdi, şimdi ise efendim!
"Sorun ne? " İçim acıdı bunu sorarken.
"Bir sorun yok. " Yüzüme hiç dönmeyen bakışları ile cevap verdi.
"Mehmet yüzüme bile bakmıyorsun, bilmeden seni kıracak, gücendirecek bir şey mi yaptım? " Bakışları bana döndü. Uzun uzun yüzüme baktı tek kelime etmeden. Beklentiyle baktım gözlerinin içine. O aşık olduğum gözlerinin içinden bir kasırga geçti sanki. Ama o kasırga bana değildi eminim. Yanıma gelip alnımdan öptü.
"Sana gücenmeye bile hakkı olmayan benim. " Bana sırtını dönüp odadan çıktı. Bu neydi şimdi? Delireceğim! Yemin ederim delireceğim! Bende hemen ardından aşağı indim. Herkesle sarılıp kucaklaştı gülerek. Bana gelince mi somurtuyordu beyefendi! Sinirle yönümü mutfağa çevirdim.
Mutfağa geçip salatayı yapmaya başladım. Tüm sinirimi doğradığım yeşilliklerden çıkardım.
"Meryem? " Döndüğüm Ceren bana şaşkın bakışlarla bakıyordu. "Ne oldu?"
"Abine sormak lazım! "
"O ne demek? "
"Geldiğinden beri yüzüme bakmıyor, hayır bir şeyde demiyor! "
"Niye ki? "
"Bir bilsem! "
"Durgun halini farkettim de yorgunum dedi bende pek üstelemedim. Bana da bir şey demedi hani. "
"Doktoruyla konuşmuştun sen, o bir şey demedi mi? "
"Hayır. Gayet samimi bir şekilde abimin artık bir şeyi kalmadığını söyledi. "
"O zaman niye bana soğuk davranıyor böyle? "
"Ne bileyim! "
Aklımda binbir soru, korku ve bir parça da öfkeyle sofrayı kurdum. Bana yardım eden Fatma'nın söylediklerini bir türlü algılayamıyorum beynimde dönüp dolaşan düşünceler yüzünden.
"Diyorum ki evide ateşe verelim. "
"Sana nasıl uygunsa öyle yap. "
"Abla! " Fatıma'nın çığlık atar gibi nidasına ona döndüm. "Evi ateşe verelim diyorum, nasıl uygunsa öyle yap diyorsun! Alo! İçerde kimse var mı? "
"Kusura bakma dalgınım biraz. "
"Kötü bir şey mi oldu? "
"Galiba Mehmet artık beni sevmiyor. "
"Tövbe bismillah o nerden çıktı? "
"Sadece sureti aynı ama başka biri sanki. O sürekli bana gülen, benimle şakalaşmadan duramayan, sürekli sarılıp her fırsatta beni ne kadar sevdiğini söyleyen adamın yerinde şimdi; yüzüme bakmayan, benden kaçan, soğuk davranan bir adam var. Çok şükür tüm raporları temiz, artık tamamiyle sağlıklı belkide ne bileyim işte bir sürü şey geliyor aklıma. "
"Daha neler abla sende! Daha kaç saat oldu döneli, yol yorgunudur falan yani. Sende hemen vermişsin infazını saçma sapan şeyler düşünüp kendini üzüyorsun. "
"Bilmiyorum Fatıma, gerçekten bilmiyorum. "
"Alt tarafı bir sofra hani, yine çene çalıyorsunuz! " Sofranın gecikmesine kızan annemle konuşmamız yarım kaldı Fatıma ile.
....
Güzel ve bol muhabbetle geçen akşamın ardından ailemin gidişiyle nihyet Mehmet'le yalnız kalmıştık.
Sütlerini içen çocuklarımı odalarına çıkardım. İkisini yataklarına koyup bol bol öperek üzerlerini örttüm. Her gece olduğu gibi Ayete-l Kürsi okuyup odalarının kapısını açık bıraktım.
Çocukların odasından çıktıktan sonra aşağı indim. Mehmet telefonla konuşuyordu.
"Hallederim hepsini yarın sabah elinde olur. " Telefonu kapatıp deri montunu sırtına geçirdi. Bense ona şaşkınlıkla bakıyorum. Bu gece gerçekten gidecek miydi?
"Acil halletmem gereken işler var, geç gelirim. " Ve çıkıp gitti. Tek kelime dahi edemedim, yüzüme bile bir kere bakmadan sırtını dönüp, çıkıp gitti. Kaç dakika olduğum yerden kımıldayamadan öylece arkasından baktım bilmiyorum.
Kendimi toparladığımda gözyaşlarımı tutamadım. Artık işleri benden önemli miydi? Ya da artık benden kaçmak için işleri mi bahane ediyordu? Gerçekten artık sevmiyor muydu? Çökercesine oturdum koltuğa engel olamadığım gözyaşlarımla. Bana olan sevgisi bittiği için mi yüzüme bakmaya yorgundu? Belli ki öyle, yüzüme bakmaya yorgun ama işleri için koşarak gidebiliyor. İçimdeki kırgınlığın, acının bir tarifi yok...
Her yerim ayrı ayrı acıyor, hele kalbim! Mehmet'e yakıştıramayacağım şeyler zihnimde cirit atıyor. Bu daha beter canımı yakıyor, tüm kırgınlığına, acısına rağmen kalbim karşı çıkıyor aklımdan çıkmayan kötü düşüncelere. Gece gece ne işiydi o zaman bu? Aklımla kalbim birbiriyle savaşa girmiş gibiler. Dillendiremediğim şey canımı, ruhuma kadar yakıyor, başkası yoktur değil mi?
Dakikalar saatlerle yer değiştirirken hâlâ olduğum yerde ağlıyordum ve hâlâ Mehmet ortada yok. O düşüncesi bile zul gelen başka biri olma ihtimali o kadar ağır geliyor ki! Aklımda onlarca çeşit senaryo canlanıyor, her biri ruhumu tenimden ayırıyor sanki. Her şeyiyle aşık olduğum adam artık başkasını mı seviyordu? Çok canım acıyor hemde haddinden fazla! Yıkılıp dökülüyorum aldığım her nefeste, Allah'ım nasıl bir acı bu dayanamıyorum.
Yerimden kalkıp sarsak adımlarla yukarı çıktım. Omuzlarım sarsılırken başörtümü çıkardım. Açmaya çalıştığım elbisemin fermuarı takılmış bir türlü açılmazken sinirle çekiştire çekiştire yırtarak çıkardım. O cebelleşmeden sertçe çektiğim elbisenin yaka kısmı boynumun sağ tarafını boydan boya çizip yara yaparken acısını umursmadan yırtarak çıkardığım elbiseyi banyoya götürüp aynı sinirle çöpe sıkıştırdım.
Aynadan farkettiğim on beş santimden büyük yaraya hıçkırıklarla ağladım. Duş kabininin içine girip açtığım suyun altına durdum. Gözyaşlarım suya karışırken musluğun yönünü soğuk tarafa çevirdim. İrkile irkile soğuk suyun tüm bedenimi istila etmesine izin verdim. Bu işkenceyi dakikalarca devam ettirdim çünkü başka türlü gözyaşlarımı durduramazdım.
Suyu kapatıp titreye titreye bornozu üzerime geçirdim. Kafamada başka bir havlu sararak gidip yatağıma yattım. Dişlerim birbirine çarparken kapattığım gözlerimle hiçbir şey düşünmemeye zorladım kendimi, bir ağlama krizi daha kaldırmazdım.
.... Rahatsız eden güneş ışığıyla gözlerimi açtım. Aman Allah'ım sabah namazını kaçırmışım! Hızla doğrulduğumda üzerini giyen Mehmet'le duraksadım. Gözüm benden bağımsız yastığına kaydı, hiç bozulmamıştı. Yani geldiğinde bile yatağa hiç girmemişti, tabi gece geldiyse.
Yerimden kalkıp dolap odasına girdim. Hızlı bir şekilde üzerimi giyip çıktım. Hemen ardından banyoya giderek abdest aldım. Sabahın hayrolsun demeyişi gözümden kaçmadı ama benimde içimden ona demek gelmiyordu. Hızlı bir şekilde örtümü bağladım, hiç ondan taraf bakmadan. İçim cayır cayır yanarken odadan çıktım.
Çocuklarımın odasına girdiğimde ikisi hâlâ uyuyordu. Kaçırdığım sabah namazının kazasını çocuklarımın odasına kılıp aşağı indim.
Önce çay koyup ardından kahvaltı sofrasını aynı hızla kordum. Kaynayan suya çayı demlerken Mehmet gelip oturdu. Çay doldurduğum bardağını önüne koydum. Ne o tek kelime etti ne de ben. Doğru düzgün bir şey yemeden içtiği bir bardak çaydan sonra çıkıp gitti. Belki sabaha kadar gelmediği yerde kahvaltı etmiştir.
Dolan gözlerimi silip çektiğim sandalyeye oturdum. Derin derin nefesler alarak içimdeki ateşi bir parça hafifletmeye çalıştım. Ama hiç mümkün değildi.
Çocuklarım uyanana kadar orda öylece oturdum. Onların karınlarını doyurdum ama ağzıma tek lokma koyamadım, çünkü içim bir yudum suyu bile almıyordu. Öğle vaktine kadar o kahvaltı sofrasında öylece oturarak geçirdim.
Yerimden kalkmak bile gelmiyordu içimden. Sessiz ve için için yanıyordu ruhum, bedenim, yüreğim. Çocuklarımın üzülüp, korkmaması için ağlayamıyordumda. Köşesine sindiğim koltukta ruhu çekilmiş gibi oturuyordum öylece. Ömür ile Yavuz'un gözünden kaçmıyordu işte, hissediyorlardı her türlü. Arada dönüp dönüp bana bakıyorlardı oyun oynarken, ikisininde yüzü pek gülmüyordu bugün.
...
Mehmet'in benden köşe bucak kaçtığı, işi bahane edip gece yarılarına kadar gelmediği, geldiğinde ise uyumak için yatağa dahi gelmediği üç günün sonunda bu acıyı kaldırabilecek takatim kalmamıştı. Beni istemediği apaçık belliydi, zorlamanın manası yoktu.
Yine gözüm yolda pencerenin kenarında onu bekliyorum üç gündür olduğu gibi. Sabaha kadar dahi gelmezse bekleyeceğim. Yüzleşmemek için kaçma çabalarına bu gece son vereceğim. Kiminle istiyorsa rahat rahat yaşasın, ayak bağı olmayayım ona daha fazla.
O rahat rahat yaşasın da ben onsuz nasıl yaşayacağım? Bu kadar zaman sevgi zannettiği şey belli ki minnetti, tabi çocuklarda vardı arada, iyileştiğinde ise o sevgi zannettiği şey ayağına pranga oldu. Ama karşıma geçip, ayrılmak istiyorum da mı diyemiyordu, o kadar da mı hakkım geçmişti?
O kadın çok mu güzeldi acaba? Rüyalarımda onu kaç kadınla gördüm saymadım. İster istemez düşüyordu aklıma. En çok nesini sevmişti kim bilir? Belki saçlarını, belki gözlerini, belki gülüşünü, belkide ne bileyim aklıma hiç gelmeyen bir şeyini...
Saatlerce gözyaşı döktüm gelmesini beklerken. Nihayet arabası bahçede kendine yer edinirken gözyaşlarımı sildim. Derince bir nefes aldım. Görüş açıma giren Mehmet eve girmek yerine spor salonuna doğru gitti. Tekrar tekrar akan gözyaşlarımı tekrar tekrar silip odadan çıktım. Bu gece bu işi bitirmeliydim, bir daha kendimde bu gücü bulabileceğimi sanmıyorum çünkü.
Üst üste derin derin nefesler alarak aşağı indim. Evden çıkıp spor salonuna doğru gittim. Mehmet öyle bir öfkeyle kum torbasını yumrukluyordu ki eline bandaj sarmamış olması yüreğimi yerinden söktü sanki. Elleri yara bere içinde kalacaktı. Spor salonunun kapısında durarak hafif öksürdüm. Mehmet sıktığı dişleri, derin derin soluduğu nefeslerle bana döndü.
Gözleri üzerimde dolanırken yutkundu.
"Biraz konuşabilir miyiz? " Ona bu kadar yakın olup bu kadar uzak olmak yüreğimde kıyametler koparıyor. Geçip koltuğa oturdum hemen. Ona öyle uzak uzak bakmaya dayanamıyorum çünkü. Koltuğun diğer ucuna da o otururken bana kaçamak bir bakış atıp hâlâ derin derin soluduğu nefeslerle dişlerini sıktı. Söze başlayabilmek için yutkundum. Parmağımdan alyansımı çıkarıp aramızdaki boş kalan koltuğun üzerine bıraktım. Kocaman açılan gözleriyle bana inanamayarak baktı.
"Ne kendine zulmet ne de bana, bahanelerin ardına saklanmana gerek yok artık istenmediğimi göremeyecek kadar kör değilim. Dava falan her ne gerekiyorsa işte benden yana hiçbir sorun çıkmayacak, nasıl istiyorsan öyle olsun. Ayağına pranga olacak bir Meryem olmayacak için rahat olsun. Umarım çok mutlu olursunuz, lafta söylemiyorum gerçekten mutlu olmanı tüm kalbimle istiyorum. " Her bir kelime kurşun gibi beynimde yer etti. Hızla ayaklandım onun yanında ağlayıp vicdan azabı çekmesini istemiyorum.
"Meryem neler söylüyorsun sen? " Yüzüne bakmadım, bakamadım. Bakarsam dayanamazdım.
"Senin günlerdir isteyipte söyleyemediklerini. " Beni taşıyamayacak gibiydi dizlerim, ona rağmen hızlı yürüdüm. Girdiğim evde titrek bacaklarımın vardığı yer çocuklarımın odasıydı. Hemen ikisini öperek uyandırdım. Daha gözlerini açamamışlardı ama ikisininde montlarını giydirip ikisini kucağıma zor sıkıştırdım.
Çocuklarımla birlikte aşağı inip çocukları kucağımdan indirdim. Arabamın anahtarını aldım. Hiç beklemeden çocuklarımı alıp evden çıktım. Çocuklarımı arabanın arka koltuğun yerleştirip direksiyona geçtim. Gözyaşlarıyla çalıştırdığım arabayla yola çıktım. Mehmet'in yeni hayatında bizim gibi bir derdi, sıkıntısı olmayacaktı.
Bomboş yolda babamın evine varana kadar ağladım. Dışarıdan gözyaşlarıyla eve baktım, gecenin bir yarısı zorla çıkarılıp götürüldüğüm eve yine gecenin bir yarısı gelmiştim. Çocuklarımı arabadan indirip bahçeye girdik. İki elimle yüzümü iyice sildim. Cebimden telefonumu çıkarmıştım ki annemi aramak için mutfağın ışığı yandı. Mutfak kapısına gittiğimde içerde babannem vardı. Yavaşça kapının camını tıkırdattım. İrkilerek kapıya döndü. Ben olduğumu farkettiğinde hemen kapıyı açıp bizi içeri aldı.
"Meryem, bu saatte ne ediyorsun kuzum sen burda? " Korku, ve endişe dolu sorusuna zoraki tebessüm ettim.
"Bu evin kapısı her daim açık değil mi bana? "
"O nasıl söz elbette açık! Hayrolsun? "
"Bizde hayır kalmamış babaanne. " Yüzüme merhametle bakarken akan gözyaşlarımı sildim.
"Geçin geçin! Çocukları yatır aykta uyuyor yavrularım. " Çocuklarımı alıp yukarı çıktım. Hâlâ boş olan odama geçtim çocuklarımla. Çocukların montlarını çıkarıp ikisini uyuttum. Zaten uyku sersemiydiler zorlanmadan uyudu ikiside. Sabah ezanına kadar sessiz sessiz ağladım.
Ezanın bitmesiyle yerimden kalkıp sarsak bir yürüyüşle odadan çıktım. Banyoya gidene kadar o birkaç adımlık mesafe bitmek bilmedi. Durmaksızın akan gözyaşlarımla abdest aldım. Canımın yangını ruhumda yankılanıyor, taşıyamıyorum bu acıyı. O kadar ağır geliyor ki çaresizce katlanmaktan başka çarem yok. Odaya geri dönüp çekmeceden aldığım seccadeyi serdim.
Kıldığım namaz yüreğimi ferahlatırken dayanabilmek için Asr Suresi okudum. En çok ihtiyacım olan sabırdı çünkü .
"Meryem? " Döndüğüm kapıda annem korkuyla açılmış gözlerle bana ve çocuklarıma bakıyordu. "Sen ne zaman geldin? " Ayağa kalkıp topladığım seccademi katladım.
"Gecenin bir yarısı zorla çıkarıldığım baba evine yine gecenin bir yarısı dönüp geldim. " Annemin nefeslerinin derinleştiğini hissettim. "Bu mübarek vakit hakkı için bir şey sorma, hiç takatim yok... " Halimi, acımı daha iyi annemden başka kim anlayabilirdi.
Yanıma gelen annem sıkıca sarıldığında hapsettiğim hıçkırıklarım tek tek firar etti. Annemin göğsünde küçük bir çocuk gibi ağladım. Dik durma ihtiyacı hissetmeden tüm acım, çaresizliğim, yalnızlığımla annemin göğsünde ağladım.
"Meryem, yeter annem kendini perişan ettin! Sana bir şey olmasından korkuyorum kızım. " Engel olamadığım derin ve keskin iç çekişlerle başımı annemin göğsünden kaldırdım.
"Gel şöyle otur. " Elimden tutan annem beni yatağın kenarına oturttu.
"Uyumak istiyorum. " Diyebildim iç çekişlerle. Annem ben çocukken yaptığı gibi beni yatırıp üzerimi örttü. Sımsıkı kapattığım gözlerimle uyumaya çalıştım. Uyumak istiyorum, acılarıma bir parça ilaç olsun istiyorum, bu ızdırapları biraz bile olsun unutmak istiyorum.
....
Ağlayan kızımın sesiyle gözlerimi açtım. Çocuklarımın ikiside yanımda yoktu. Üzerimden yorganı toplayıp hızla odadan çıktım. Aşağıdan geliyordu kızımın sesi. Merdivenleri koşarak indiğimde kızım yengemin kucağındaydı.
"Ömrüm, ne oldu? " Dememle kızım kucağıma atıldı.
"Parmağını oyuncağın tekerleğine sıkıştırmış, bir şey olmadı ama korktu galiba. " Kızımın gösterdiği parmağını defalarca öptüm.
"Tamam bitti, bak bir şey yok. " Kızım kucağımdan inip Asel'le oynamaya devam etti. Babam kaşları çatık, kucağındaki oğlumla birlikte tesbihinin her bir tanesinde Allah dedirtiyordu oğluma. Bakışları bana döndü gözlerinde belli bir hüzünle.
"İyi misin kızım? " Başımı hafifçe sallayıp, tebessüm ettim.
"Hamdolsun iyiyim babam. "
"Gel bir şeyler ye. " Yengem beni mutfağa doğru yönlendirirken beraber yürüdük. Girdiğim mutfakta annem benim için yiyecek bir şeyler hazırlamıştı.
"Gel kızım, gelde bir şeyler ye. "
"Hiç içim almıyor anne. "
"Kızdırma beni, yenilecek dedim o kadar! Annesin sen anne, kendini koyvermek gibi bir lüksün yok! Geç şimdi o yemek yenilecek. " Anne olsam da onun yavrusuydum; beni, benim için çocuklarımla ikaz ediyordu.
Zoraki yediğim yemekten sonra bulaşıkları yıkayıp, dolapları silmeye başladım. Annem elimdeki bezi alıp tezgahın üzerine koydu.
"Bırak kendine işle uğraş çıkarmaya, geç otur şöyle. " Sanırım artık konuşmanın vaktiydi. İkimiz geçip sandalyelere oturduk. "Anlat bakayım ne oldu? "
"Beni artık istemiyordu, bende çıktım geldim. "
"İstemiyordu ne demek? "
"Öyle işte. Sanırım başka biri var. "
"Ne diyorsun kızım sen, Mehmet'i tanıyoruz, seni gözünden bile sakınırken mümkün mü öyle şey? "
"Mümkünmüş demek. Ne olduysa İsviçre'den döndükten sonra oldu, yüzüme bakmıyor, benimle konuşmuyor, eve gelmiyor, eve geldiğinde bile salonda koltukta uyuyor, evde yemeği geçtim kahvaltı bile yapmıyor. Bunların hepsini yapabildiği biri var demek ki. "
"Bak kızım benim aklım almıyor bunu, öyle olsa sabahın köründe ne diye kapıya dayansın. "
"Buraya mı geldi? "
"Geldi de baban kovmaktan beter etti. Eşikten içeri sokmadı, demediğini bırakmadı, gönderdi. " İçime koca bir acı daha oturdu. Acaba yanlış bir şey mi yaptım? Günlerdir olanlar ortadayken Allah'ım yardım et bana! Söz konusu Mehmet olunca neden en ufak şeyde bile bu kadar içim acıyordu.
...
Dün annemle konuştuktan sonra bir daha konu açılmamıştı. Mehmet kaç kere aramıştı ama açamamıştım telefonu. Sabah Fatıma da duyar duymaz hemen gelmişti. Sağ olsun beni hiç yalnız bırakmıyordu. Uzun uzun onunla konuşmuştuk. Onunla konuşmak bana iyi gelmişti. Annemin konuyu telefonda Ceren'e anlattığını duymuştum sabah şimdide Ceren gelmişti benimle konuşmak için.
Ben Fatıma ve Ceren sessiz sessiz oturuyorduk. Aslında Ceren'in konuşmasını bekliyorduk ikimizde ama o bir türlü konuya giremiyordu sanırım.
"Ay yeter ama yenge, çatlayacağız burda şimdi! " Fatıma'nın isyanıyla Ceren derin bir nefes aldı.
"Aslında Meryem'in zannettiği gibi başka biri falan yok! " Kendimden bağımsız şapşal bir şekilde gülümsedim. İçimdeki acı sanki buhar olup uçtu.
"Ee! O değişik hal ve tavırlar peki? " Fatıma dayanamayıp bir soru daha yapıştırdı.
"İşte orası büyük sorun. Abimin maruz kaldığı zehir çok ağırdı maalesef ve sonrasında da tekrar başka bir zehirle tedavi olması, aynı şekilde çok ağır ilaçlarda kullanması sonucu bir daha çocuk sahibi olamayacakmış. " Mehmet bunun için mi günlerdir bize cehennem azabı yaşatıyordu? Olmazsa olmasın evlatsız değildik ya!
"Bu muydu yani? " Kızarak söylediğime Fatıma ile Ceren şaşkın şaşkın yüzüme baktı. "Günlerdir ikimizde de cehennem azabı yaşatmasının sebebi bu muydu? "
"Abla sakin! Yani şimdi düşünsene onun için ne kadar zor ve ağır bir durum kendini onun yerine koy. "
"Ben olsaydım onun yerinde bilirdim ki bu Mehmet'in umurunda bile olmazdı. O beni her halimle sever, kabul ederdi. Ama onun aklına benim için bunun bir sorun olmadığı, hiç çocuğumuz olmasada yine umurumda olmayacağı, onu her haliyle sevip, kabul edeceğim gelmiyor. Kaldı ki hâlâ altı çocuk daha sahibi olma şansımız varken. Pırlanta gibi iki evladımız var ya bizim, hamdolsun evlatsızda değiliz. Karşıma geçip bunu bile söyleyemiyorsa biz niye evliyiz o zaman? "
"Tamam doğru diyorsun da onun içinde ne kadar ağır bir durum olduğunu anlaman gerek. Meryem, sen bunu sorun etmeyebilirsin ama abim için bu büyük bir sorun ve inan senden çok daha kötü bir halde. Resmen perişan olmuş. Durumu, sana anlatamayışı, senin yanlış anladıkların, onu terketmiş olman üstüne birde senin üzülmene ayrı kahrolması... Tam iyileşti derken tekrar hastalanmasıdan korkuyorum. Günlerdir doğru düzgün bir şey yememesi, kendini o spor salonunda hırpalaması, üzüntüsü beni çok korkutuyor. " İçime koca dünya oturdu sanki. Ona bir şey olursa yaşayamazdım.
Akan gözyaşlarımı hızla sildim.
"Abla, artık gerçeği bildiğine göre bir şey yapta bitsin bu dargınlık he. " Fatıma'nın söyledikleriyle burnumu çektim.
"Burdan abine mi gideceksin? " Soruma Ceren başını salladı. "İyi. Birkaç gün kendine bakabilsin bir zahmet, birkaç güne geçmesede hafifler ona olan kırgınlığım. Ama bu yaptığını ömrümün sonuna kadar unutmayacağım. Bir derdi, sıkıntısı olduğunda bunu paylaşması gereken ilk kişi benken günlerce susması aldatmak kadar ağır. Onun sorun ettiği şey zerre kadar umurumda değil, ona olan sevgimi, saygımı zerre kadar etkilemiyor ama olan kırgınlığım o kadar büyük ki. "
"Peki. Senin yaptığın yemekler gibi olmaz ama yinede gidip abime yemek yapacağım. "
"Derin dondurucuda sarma var, onları çıkar pişir. Suyuna biraz limon, biraz da nar ekşisi koy. Ocaktan almadan on dakika önce zeytin yağını dök, öyle daha lezzetli oluyor. Yoğurt yapmıştım taze var dolapta, üzerine biraz kekik serpiştir abin öyle seviyor. " İkisi kıkır kıkır gülmeye başlayınca ikisine çattığım kaşlarımla baktım.
"Ah şu aşk! " Fatıma derin bir nefes alıp söyledi bunu. Ardından ikisi yine gülmeye başladı.
"Gülmeyin sizde ya vallaha canım çok sıkkın. "
"Senin canın sıkkın diye biz gülemeyecek miyiz? Bak yeğenin karnımda üzüntüden dört dönüyor. Halam az gülümsesin, dayımı da affetsin diyor. " Hafif tebessüm ettim. Küçük aslanım daha doğmadan halasını gülümsetti.
"Şimdide yeğenimi mi alet ediyorsun şapşik. "
"E ama gülümsetti seni! " Elimi Ceren'in şişkin karnına koyup gülümsedim.
"Sağlıkla gelsin bir hayırlısıyla, belki onun hatrın dayısını da affederim." Fatıma yine okkalı bir kahkaha attı.
"Yemgem bunu duydu ya sizi barıştırmak için bile olsa akşama bu çocuğu doğurur. " Bu kez üçümüzde güldük ama bir yanım eksikti ve gülüşümü gölgeliyordu.
...
Akşam yemeğinden sonra herkese çay servisi yapmıştım ki annemin telefonu çaldı. Annem telefonun ekranına baktıktan sonra kısa bir süreliğine bana bakıp gözlerini kaçırdı. Mehmet mi arıyordu acaba? Annem yerinden kalkıp mutfağa gitti. Bir dakika olmadan hemen geri geldi endişeyle.
"Harun kalk beni hastaneye götür Sümeyye doğum yapıyormuş, Mehmet hastaneye götürüyor çabuk. " Hepiniz donduk kaldık öyle. Annem bir daha yükseltti sesini. " Harun de hadi da! "
Babam elindeki çayı bırakıp hızla ayağa fırladı heyecanla.
"Anne bende geleyim, Kur'an okurum. "
"Sen çocuklarının yanında dur ben okurum. Şimdi gelip kalabalık etmeyin, hayırlısıyla doğsun sonra gelin görün ikisinide. " Annem ile babam hızla çıkıp giderken ikisinin arkasından baktım.
Babamın koltuğuna oturmuş babamın heyecandan unuttuğu tesbihini eline almış fısır fısır Allah Allah diyen oğluma içime sığmayan bir mutlulukla baktım.
"Sana kurban olurum ben! " Yetiştiğim yanaklarını sıkı sıkı öptüm.
"Anne! " Kızımın o kabadayı gibi anne diyişine gülerek ona döndüm onu da aynı şekilde öptüm. Yavuz'dan daha çok erkek gibi davranıyor.
"Annen sana kurban! Söyle fıstığım. " Gülerek Asel'e döndü. Şu kızın kıskançlığı yok mu, o bile öyle tatlı ki.
.....
Çocuklarımı uyutmuş Cemile Yenge'mle telefonun başında haber bekliyoruz. Gece saat üçü bulmak üzere. İkimizde teheccüd kılıp, Ceren'in ve doğum yapanların cümlesi için Kur'an okumuştuk. On dakika önce konuştuğumuz annem bekliyoruz daha demişti.
Beş dakika sonra arayan annem Ceren'in doğuma alındığını söyledi. Kur'an-ı Kerim ve dualar okuyarak hayırlı haberlerini beklemeye başladık.
Dakikalar geçmek bilmezken yarım saat sonra annem oğumun gerçekleştiğini ve ikisinin de gayet sağlıklı olduğunu söyledi. Yengemle ikimiz sevinç ve şükürle birbirimize sarıldık.
...
Sabah erkenden Cemile Yenge'm gidip Ceren ile Küçük Ayaz'ı görüp geldikten sonra da çocukları ona emanet edip Fatıma'yla birlikte biz gidiyoruz şimdi.
İkimiz hastane yolunda heyecanla ilerlerken karşı şeritte olmuş kazayla arabayı yavaşlatmak zorunda kaldım. Polis arabaları ve iki ambulans yolu epey kapatmıştı. Ambulanslardan biri teslim aldığı hastayla hızla yola çıkarken farkettiğim şeyle bütün dünya karardı.
"Mehmet... " Hızla fırladım arabadan. Bu paramparça olmuş araba Mehmet'indi. Sürücü koltuğundan damlamış kan yerde göl olmuştu. Yerde Mehmet'in gözlüğü, telefonu vardı. Ve alyansım. Sanki bütün dünya silindi etrafımdan. Öyle çaresiz bir acı saplandı ki yüreğime nefes alamadım.
"Mehmet! " Koştum tüm gücümle. Beni engelleyen polislere yalvardı. "Kocam nerde, iyi mi? Allah aşkına bir şey söyleyin, yaşıyor mu? " Gözyaşlarıyla çırpındım ama oraya gitmeme izin vermiyorlardı.
"Sakin olun lütfen hanımefendi! Bu araba eşinize mi ait? "
"Evet! Lütfen söyleyin iyi mi? " Yalvar yakar sorduğum soruyla diğer polis araya girdi. Elinde Mehmet'in cüzdanı vardı.
"Eşiniz Mehmet Karabulut az önceki ambulans ile hastaneye götürülüyor. " Hıçkırıklarla yetiştiğim alyansımı alarak arabaya koştum.
"Abla ben kullanayım sen iyi değisin. " Fatıma'yı dinlemeden direksiyona geçtim. Fatıma zor yetişti binmek için. Genizimde bıçak gibi kesiliyor nefesim. Ne olur Mehmet'e bir şey olmasın. Lütfen! Lütfen! Hıçkırıklarla ağlaya ağlaya ardına düştüğüm ambulansı buldum nihayet. Aramızda mesafe olsada biliyordum Mehmet'imi o taşıyordu. Yalvar yakar dualar ettim hiç susmadan.
Ona bir şey olursa yaşayamam. Ne zalim bir acıydı bu böyle hiçbir şeye benzemiyor. Anlatacak kemile yok. Hastanenin kapısında yetiştiğim ambulans boştu. Hızla acil servise koştum. Müdahale odasına almışlardı. Titreye titreye ağlarken birinin bana olumlu bir haber vermesini bekledim.
Çaresiz, parça parça her nefeste vahde vahde döküldüm. Yüreğim, ruhum benliğim döküldü gözlerimden bir bir. Acım arşa ulaşırken müdahale odasının kapısı açıldı.
"E-eşim? " Dahası çıkmadı ağzımdan, çıkamadı. Doktorun bakışları beni korkutuyor.
"Buraya geldiğinde kalbi durmuştu zaten, tüm müdahalelere rağmen kurtaramadık. Başınız sağ olsun. " Hayır! Hayır! Doğru değil bu! Doğru değildir değil mi?
Mehmet... Tüm varlığım feryet etti her bir hücremle. Tüm sesler uğuldamaya başladı, nefes alamadım.
"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun... " Karardı tüm dünya, nefes alamadığım için elimi boğazıma attım, sonrası karanlık..
|
0% |