Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm

@eelliiffiippeekk

Nefes alamamak, korkudan yıkılıp, dökülmek hemde vahde vahde...

 

Canımdan yana zerre korkum yoktu ama canımdan öteye bir can vardı beni deli gibi korkutan. Gözyaşımın sağnağıyla baktım tavandaki asılı ipe. Yaşananlar amcamı bu raddeye getirmişti.

 

"İp burda, kısa yoldan bitir acı çekmeden yoksa açlıktan, susuzluktan birkaç gün içinde zaten öleceksin. Sen kendin evden kaçıp gittin sanacak sabah herkes, burda olduğundan kimsenin haberi olmayacak. Bu yıl yaylaya kimse gelmeyecek, birkaç gün sonra seni bir çukura gömmek için geleceğim, cesedini dahi bulan olmayacak! " Amcamın acımasızca yüzüme söyledikleri kanımı dondurdu. Çıkıp sertçe çarptığı kapıyı kilitleyip gitti. Uzaklaşan araba sesi ile hıçkırıklara boğuldum. Nasıl bir acımasızlıktı bu, nasıl?

 

Kendimi geçtim daha doğmamış bir bebeğim vardı, henüz bir aylık.

 

Ne kadar öyle ağladım bilmiyorum. Şafağın sökmeye başladığını farketmemle yerimden kalkıp abdest almak için lavobuya gittim. Açtığım musluk akmıyordu. Evdeki tüm muslukları tek tek kontrol ettim ama sonuç aynıydı. Tehemmüm aldım namaz kılmak için. Karıştırdığım dolaptan bulduğum seccadede namazımı kılıp gün doğana kadar hafızlığımdan mütevellit ezbere Kur'an'ı Kerim okudum. Gün epey yükseldikten sonra İşrak namazı kıldım. Ardından uzun uzun dua edip Allah'tan yardım istedim. Kuşluk vaktinin girmesiyle de duha namazı kılıp öyle ayaklandım. Geçip divana camın kenarına oturdum. Saniyeler, dakikalarla, dakikalar, saatlerle yer değiştirdi ama ben hâlâ oturduğum yerdeydim.

 

Gün iyiden iyiye yükselirken acıktığımı hissediyorum. Derince bir nefes alıp, "Ya Kuddus! " diyerek ayaklandım. Çünkü Kuddus olan Rabbimin gücü her şeye yeterdi, elbet bana da bir çıkış yolu gösterecekti. Önce havasız olan evin camlarını açtım ardından yiyecek bir şeyler olup olmadığına bakınırken çalışır vaziyetteki buzdolabı beni umutlandırdı. Açtığım dolapta babaannemin kuruttuğu meyve, sebze kuruları kavanozlarda ağızları bez ve kapaklarla kapalı dolapta duruyordu. Aynı şekillerde ceviz ve badem de kavanozlarda dolaptaydı. Normalde dolapta saklanmazdı bunlar ama fareler, böcekler, karıncalar dadanmasın diye babaannem kavanozlara doldurup dolaba koyardı döndüğünde. Bağ yeriydi bura faresi, böceği, yılanı, ayısı eksik olmazdı. Neyse ki dedem tüm onarımları yapmıştı bu yıl gelemeyecek olsalarda.

 

Aldığım tabağa birkaç incir, bir o kadar kayısı, bir avuç badem, bir avuç ceviz içi, bir avuç kuru üzüm, birkaç parça da armut kurusu koyarak tekrar kavanozların kapaklarını sıkıca kapatıp dolaba koyduktan sonra geçip oturdum.

 

Sessiz sedasız çıt dahi olmayan ıssızlığın içinde tabağımdakileri yemeye başladım. Aslında şu sessizlik ihtiyacım olan şeydi. Haftalardır yaşadığım karmaşa ve sıkıntıları göz önünde bulundurursam doğuma kadar kimse olmasa dahi ben burda tek başıma yaşardım. Keşke bu isteğim gerçek olsa. Ah birde suyum olsa... Su işini bir şekilde çözmem lazımdı. Dolaptakiler bir ay yeterdi bana ama muhakkak suda lazımdı. Ve amcam geri gelmeden önce burdan çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Camdaki demirlerin araları az daha geniş olsaydı geçebilirdim belki aralarından ama o da mümkün görünmüyordu. Bir diğer sıkıntım Mehmet'ti. Ne yapmıştı acaba, halledebilmiş miydi başındaki belaları? Onun için dua etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

 

Tavandaki ip gözüme fazla batıyor, beni sinirlendiriyordu. Gözüm ipe takılmış yediğim her lokmayı sinir ve öfkeyle çiğniyordum. Amcam beni hiç mi tanımamıştı, benim asla böyle bir şey yapmayacağımı bilmiyor muydu?!

 

Tabağımdakiler bittikten sonra hırsla ayaklandım. Çekmeceden aldığım bıçakla sandalyeye çıkıp büyük bir öfkeyle kestiğim ipi aynı sinir ve hırsla pencereden dışarı fırlattım. Hiçbir güç bebeğime zarar verdiremezdi bana! Ne amcam, ne de bir başkası asla! Aynı sinirle geçip tekrar oturdum.

 

Boş durmak canımı sıkıyordu, şimdi şu evi toplayıp, temizlesem diyeyim su da yok. Su demişken susamaya başladığımı hissediyorum. Bunun yanında birde canım öyle bir et çekmeye başladı ki resmen damağım sızladı. La havle vela kuvvete illa billah! Nerden bulurdum ben eti şimdi bu dağın başında, bu kilit altında? Bir süre dolanıp durmam işe yaramasada burda et bulamayacağıma göre aklımdan atmaya çalışmak daha doğru olacaktı. Bir umut buzdolabının buzluk kısmına baktım ama zerve edilmiş ot ve sebzelerden başk bir şey yoktu.

 

Şimdilik bana acil lazım olan suydu. Ne yapsam, ne etsem de su vanasını açsam? Kalkıp her yeri karıştırmaya başladım belki anahtar bulurum umuduyla. Önce mutfak ve birleşik olan salondan başladım. Ama elle tutulur bir şey bulamadım. Ordan da babaannemin odasına geçtim. Babaannemin odasını karıştırırken gözüme çarpan derin dondurucuya yürüdüm. Fişe takılı çalışıyordu. Kapağını açmamla gözlerime inanamadım. Derin dondurucu et doluydu, hatta köfte ve sucukta vardı hemde babaannemin elleriyle yaptıklarıydı. Sapsarı tereyağı ile birkaç paket pirinç, bulgur da derin dondurucunun köşede kendine güzel bir yer kapmıştı. Birde suyum olsa ben burda tek başıma yaşarım. O an sadece o eti hemen pişirip yemek istedim. Sağ olsun babaannem hepsini kesip, poşetlemiş öyle koymuş. Aldığım et poşetiyle hemen mutfağa koştum, çıkardığım tepsiyi yeleğimin ucuyla silip yırttığım poşetteki etleri tepsiye koyup fırına sürdüm. Hemen fişini takıp buzları çözülene kadar anahtar aramaya devam etmek üzere bir kere daha babaannemin odasına döndüm. Birkaç anahtar bulsamda hiçbiri kapıyı açmadı. Sanırım tandırlık ve ahırın anahtarlarıydı bulduklarım.

 

Buzları iyiden iyiye çözülen etlere rafta duran tuz kavanozundan az bir miktar tuz serpip tekrar fırına sürdüm. Pişene kadar, daha doğrusu yarı yamalak pişene kadar zor sabrettim. Aşermek güzel şeydi kesinlikle ama inşaallah bulamaycağım bir şey aşermezdim şu kilit altında. Normalde hanımlar aşerir eşleri bulur getirdi ama benim evliliğim normal bir evlilik olmadığı için bu kadarıyla yetinmeli ve şükretmeliydim. Ama şöyle güzel bir gerçekte var ki Allah'ın rahmeti sonsuzdu. Et bulabileceğim aklımın ucundan bile geçmemişti ama bulmuş, pişirmiş ve yemiştim bile.

 

Yırttığım et poşetinin üzerindeki buzların erimiş olmasını görmemle aklıma bir fikir geldi. İnşaallah içmek için suyum olacaktı. Hemen buzdolabının dondurucu kısmında ne varsa çıkardım, hepsini götürüp derin dondurucuya zorla da olsa sıkıştırıp yerleştirdim. Her bir kırıntıya dahi ihtiyacım olacaktı çünkü tek bir parçasını dahi zayi edemezdim. Aldığım bir bez parçasıyla dondurucunun içini temizledim. Dondurucunun kapısını tam kapatmayıp hafif aralık bıraktım. Böylelikle dondurucunun içi kar tutacaktı, bende o karı eritip içmek için su elde etmiş olacaktım.

 

Saat yoktu ama öğle vaktinin girdiği belli oluyordu. Hemen kalkıp namazımı kıldım. Tüm gece uyumamış olmak çok yormuştu beni, babaannemin odasından aldığım yastık ile battaniye işimi görürdü. Salona geçip divanda kendime yer hazırlayıp yorgun olan bedenimi uykuya teslim ettim.

 

....

 

İki gündü ses, stres, bağırış, kavga olmadan; sessiz, huzurlu, sakin geçiyordu.

 

Yiyeceğim çoktu ama su sorunum büyüktü. Hatta tek sorunum suydu. Dolabın buzluk kapısını aralık bırakmamdan dolayı epey bir kar tutmuştu. O karı eritip iki gündü içme su ihtiyacımı ordan görmüştüm. Ama tek sorun içme suyu değildi tabi.

 

Divanda oturmuş dışarıyı izliyordum epeydir. Dalgın bakışlarıma bir karaltı takılırken çeper ağaçların arkasından biri geçiyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi heyecanlandım.

 

"Hey! Hey durur musun! " Yüksek sesim dikkatini çekmiş olacak ki durmuştu. Hemen ayaklandım "Bahçenin içindeki evdeyim! Kapıya doğru gelmen mümkün mü lütfen? " O karaltı bahçe kapısına doğru gelirken bana yardım edebilmesi için içimden durmadan dua ediyordum. Bahçe kapısından giren on dört, on beş yaşlarında erkek bir çocuktu.

 

"Buyur abla bir şey mi istedin? " Derince bir nefes alarak usulca verdim.

 

"Kapının üst kısmında bir anahtar olması gerekiyordu sanırım, üst pervazın arkasında sana zahmet olmayacaksa bir bakabilir misin lütfen? "

 

"Tabi abla bakayım. " Çocuk dış kapıya doğru giderken bende kapıyı gören mutfak pencerenin önüne geçtim. Çocuk epey bir bakındıktan sonra elindeki anahtarı bana uzattı. "Anahtar bu mu abla? " Anahtarın o olmasını tüm benliğimle diledim.

 

"Ver bir bakayım. " Çocuğun pencereden bana uzattığı anahtarla kapıya koştum. Zorlanmadan kilit yuvasına giren anahtar çevirmemle kapıyı açtı.

 

"Ya Rabbi şükürler olsun! " Açtığım kapıdaki çocuk şaşkınlıkla bakıyordu. Sanırım kilitli olmama şaşırmıştı, şu an hemen bir bahane uydurmam lazımdı, kimsenin burda olduğumdan haberi olmamalıydı, kilitli biri dikkat çekerdi. Evler birbirinden epey uzaktı ama yinede kimse bilmemeliydi.

 

"Allah razı olsun kardeş, sen geçmesen akşama kadar kilitli kalacaktım. Babaannem erkenden çıkıp kasabaya inmiş ben uyurken, erken döneceği için de kapıyı kilitlemiş ama işi uzayınca bende kilitli kaldım. Çok sağ ol, Allah razı olsun! "

 

"Ne demek abla, rica ederim. İyi günler. "

 

"Sanada kardeşim sağ ol. " çocuk çıkıp giderken hemen kapının yanındaki küçük dolaba koşup vanayı açtım. Hemen içerden su sesi geldi.

 

"Şükür Ya Rabbi! " Hemen içeri koşup suyun boşa akmaması için muslukları kapattım.

 

Önce kana kana su içtim tabi.

 

Camları, kapıyı ardına kadar açıp evi baştan, aşağıya temizledim. Epey zamandır kapalı olduğu için epeyce bir tozlanmıştı her bir yeri, yorulmuştum ama değmişti, ev pırıl pırıl olmuştu.

.....

 

Yazardan....

 

Meryem, kendini öldürmesi için amcası tarafından götürüldüğü evde tahmin bile edemeyeceği nimetler bulmuş, huzur içinde yaşamaya başlamıştı. Burası onun için çok daha iyiydi. Kimse yoktu, ona sıkıntı çıkaran, itham eden, kilitleyen, kötü davranan hiç kimse yoktu. Sabahın erken saatlerinde kalkıp namazını kılar, dedesinin ektiği her bir şeyi sular, gününün geri kalanını ibadetle geçiriyordu.

 

Meryem saf ve temiz olduğu kadar akıllıydıda. Geri gelmesini beklediği amcasına karşı planı hazırdı. Demir parmaklıkları olmayan tek cam banyonun camıydı. Önden koruması olan camın dibinde hazır bir tabure koymuştu. Elbisesinden kopardığı bir parça kumaşı camın kenarındaki çiviye geçirmişti. Babaannesinin odasında kendine saklanma yeri de hazırlamıştı. Amcası geldiğinde onu evde bulamayacak ve kaçabildiğini düşünecekti. Yediği, içtiği kapları bekletmeden yıkıyor kuruyluyor ve kaldırıyordu. Biriken çöpleri hayvanları çekmemesi için evden epey bir uzağa bırakıyordu. Her an tetikte ve hazır bekliyordu.

 

Diğer yanda Meryem'in aksine ailesinde kaos vardı resmen. Amcası Meryem'i bağ evine ölüme terkedip döndükten sonra, Meryem'in birkaç parça eşyasını toplayıp arabasının bagajında saklayarak Meryem'i kaçmış gibi göstermişti. Ama hesaba katmadığı Meryem'in Fatıma'ya bıraktığı nottu. Azam notu farketmemiş ertesi gün Fatıma tesadüfen notu bulmasıyla ortalık karışmıştı.

 

Fatıma bulduğu notu abisi Ali'ye vermesiyle olayların fitili ateşlenmişti. Ali babasının karşısına dikilip Meryem'i nereye götürdüğünü sorduğunda babası Meryem'i öldürdüğünü söylemesiyle evde kıyamet kopmuştu. Harun kalp krizi geçirip yoğun bakıma kaldırılırken annesi ile babası da fenalaşıp hastanede gözetim altına alınmıştı. Züleyha bir kere daha evlat acısıyla sınanırken odasına kapanıp kan ağlayarak kızının yasını tutuyordu. Tüm günü kızının eşyalarına sarılıp ağlamaktan ibaretti.

 

Ali babasını polise ihbar etmesiyle Azam kasten ve planlayarak yeğenini öldürme suçundan tutuklanırken ifadesinde Meryem'i yüksek bir yamaçtan attığını söylemişti. Meryem'i attığı yer olarak gösterdiği yerde Meryem'e dair ne polis, ne jandarma yaptığı aramalarda hiçbir iz bulamamıştı. Babasını iyi tanıyan Ali babasının yalan söylediğinden emin olsada kanıtlayamıyordu.

 

Ceren'i evde gördüğü günden sonra Ali Ceren'i takibe almış elde ettiği bilgileri Meryem'in anlattıklarıyla da birleştirince işin sonu Mehmet'e çıkmıştı. Ceren'i evinde beklenmedik bir şekilde ziyaret eden Ali, Ceren'i biraz sıkıştırmasıyla gerçeği öğrendikten sonra Meryem için bir şey yapmaya fırsat bulamadan babası Meryem'i ortadan kaybetmişti.

 

Meryem'in Fatıma'ya emanet ettiklerini Fatıma, abisi Ali'ye vermişti. Bir taraftan Ali bir taraftan da Avukat Nedim'in özel olarak Mehmet'in emriyle oluşturduğu özel bir ekip Meryem'i arıyordu.

 

Artık tek başına nefes dahi alamayan Mehmet'in yapması gereken son bir şey kalmıştı. Üvey kardeşi Serkan'a yaptığı her şeyi itiraf ettirmek.

 

Mehmet hazırlattığı vasiyetinde tüm mal varlığını imam nikahlı eşi ve henüz doğmamış çocuğuna bıraktığını, ölümünden sonra Avukat Nedim tarafından her şeyin eşinin üzerine geçirileceğini yazmıştı. Nedim vasiyetin bir kopyasını, kolay olmasada Serkan'ın ulaşabileceği bir yerde saklıyordu.

 

Serkan ulaştığı vasiyetin kopya olduğunu bilmeden yok edip yerine kendisi, kendi çıkarlarına uygun bir vasiyet hazırlayıp son iş olarak Mehmet'e imzalatmak kalmıştı. Mehmet iyi tanıdığı Serkan'ın neler yapabileceğini bildiği için tüm hazırlıkları ona göre yaptırmıştı.

 

Mehmet'in yattığı hastane odasında farklı açılardan kayıt yapan üç kamera ve ses kayıt cihazı yerleştirilmişti gizli yerlere.

 

Mehmet'in beklediği Serkan nihayet gelirken sonuna geldiğini bilmiyordu. Kamaraların kaydettiği görüntülerin başında polisler vardı çünkü.

 

Odaya giren Serkan, Mehmet'in yatağına doğru ittirdiği koltuğa geçip oturdu elinde birkaç kağıt parçasıyla. Mehmet zoraki aldığı nefesle ona bakarken o Mehmet'in yatağın başını yükseltti.

 

"Geldik mi sonuna kardeşim? " Serkan üstten bakan bakışlarla konuşmuştu.

 

Mehmet konuşabilmek için yukundu.

 

"Değdi mi? Para için tüm yaptıklarınıza gerçekten değdi mi? "

 

"Benim derdim hiçbir zaman para olmadı. "

 

"Ailemi para için öldüren biri için hiç inandırıcı sözler değil. "

 

"Şu kağıtlara birkaç imza at daha fazla acı çekmeden bitirelim bu işi, son sen kaldın seni de göndereyim ailenin yanına. " Bitirmekten bahsettiği Mehmet'i öldürmekti.

 

"Gerçekten merak ediyorum, kardeş gibi davranıp nasıl bu kadar kalleş olabildin? Birlikte büyüdük lan biz! Ne yaşadıysak birlikte yaşadık, her haltı birlikte yedik, birlikte güldük, birlikte ağladık nasıl bu kadar kalleş olabildin? Ölmeden en azından bunu bilmeye hakkım var! Nasıl yaptın ulan bana bu kahpelikleri? Madem derdin para değildi ne istedin o zaman bizden?!" Mehmet kalan son gücünü de tüketmişti.

 

Serkan arkasına yaslanıp pisikopatça güldü. O gülüşleri yerini az sonra derin bir acıya ve kine bıraktı.

 

"Sen hiç hayatında açlıktan kıvrana kıvrana uyudun mu? Gece yarıları komşuların çöplerinden bulduklarını yedin mi? Bayılana kadar baban kemerle dövdü mü seni? Karnını doyurmak için çalmak zorunda kaldın mı? Dayak yememek için eve gitmek yerine köprü altlarında uyudun mu? Ben bunların hepsini yaşadım. Ama hiçbir zaman bir başkasının sahip olduklarında gözüm olmadı. Hâlâ bile ne paranda ne mal varlığında zerre kadar gözün yok!

 

Bir gün sokak çocuklarından biri babamın öldüğünü söyledi, insan babasının öldüğüne sevinir mi? Deli gibi sevindim! Hemen eve koştum, dalağım şişene kadar, nefesim kesilene kadar koştum.

 

Eve geldiğimde annemde benim kadar mutluydu. Ama şöyle bir gerçek vardı ki hayvan gibi bir adamdı babam kalp krizi falan inandırıcı değildi. Evde küçük bir zehir şişesi buldum, babam, annemi içki parası için satmak istediği için annem zehirleyip öldürmüştü onu. Haketmiş miydi, hemde sonuna kadar! Bir süre sonra annem evinizde iş buldu. 'İyi bak bu eve, bu ev bizim olacak ama ne istersem yapacksın! ' dedi. Öyle kodlmışım ya kendimi bu yaşıma kadar ne istesiyse yaptım!!! Ne istediyse yaptım! Annem o kadar iyi oynuyordu ki rolünü anneni hem zehirleyip hem de bebek gibi baktı ona. Annen öyle güvendi ki ona babana vasiyeti annemle evlenmesi oldu.

 

'Tek tek eksilteceğiz ' dedi annem. O ne isterse oydu benim için, öl dese uğruna öleceğim tek insandı. Babanla evlendikten sonra ilk iş sorun çıkaran Sümeyye'yi ortadan kaldırmak istedi. Götürüp tanıdığım birilerine verdim. Böbreklerini almışlardı o eski fabrikada, çıkan yangınla da tamamen kurtulmuş olduk ondan. Sonra sıra sendeydi ama baban bir şeyler sezmiş o yüzden tüm mal varlığını sana bıraktığı bir vasiyet hazırlamıştı. Seni yaşatan o vasiyet oldu. Babanın boynunu kırıp merdivenlerden ben attım. Tüm bunlar yaşanmasına rağmen ne paranızda, ne mal varlığınızda zerre kadar gözün olmadı.

 

Benim istediğim tek şey sevdiğim kadındı. Hayatım boyunca kendim için istediğin hiçbir şey olmadı ondan başka. Sen hiçbir zaman sahip olmadığım kardeştin, annemi sana zarar vermemesi konusunda ikna etmeyi başarmıştım nihayet, taki sen istediğim tek şey olan o kadını elinden tutup evleneceğim kadın diye getirene kadar.

 

Sabahlara kadar sana anlattığım kadındı Burçak... bu hayatta ondan başka hiçbir şey istemedim ben! Bebeklerinizin üçünü de ben öldürdüm, çünkü dayanamıyordum! Seninle mutlu olmasına, onunla istediğim ne varsa seninle yaşamasına dayanamıyordum! Ha bu arada o sır gibi sakladığın kadını da, karnındakini de öldüreceğim! Sana dair hiçbir şeyi bu dünyada bırakmayacağıma emin olabilirsin!

 

Aylarca uğraştı doktorlar seni, sana dair ne varsa Burçak'ın aklından silmek için ama olmadı. Adını bile hatırlmazken senin adını sayıklıyordu. Her gün gittim ona, her gün saçlarını taradım, her gün ona onu ne kadar sevdiğimi anlattım ama o her seferinde bana Mehmet dedi... hemde her seferinde! Ellerimle astım onu! Kafamı duvarlara vura vura, köpek gibi ağlaya ağlaya ellerimle astım onu! Seni aklından silmenin başka yolu yoktu, o hiç benim olmayacaktı. Şu içine sıçtığım hayattan hiçbir şey istemedim ben, sadece onu istedim o da hiçbir zaman benim olamadı senin yüzünden! Saatlerce oturup boşlukta sallanan bedenini izledim. Bağıra, çağıra ağladım. Hiçbir şey değişmedi yine ben, yine koca bir hiç... " Serkan'ın hırsı, kini sözleri gibi gözlerinden de belliydi. Mehmet tek kelime etmeden Serkan'ın her şeyi tek tek anlatmasını ve kayıtlara geçmesini beklemişti.

 

"Bu kadar da karaktersiz, haysiyetsiz, serefsiz olmanı beklemiyordum. Keşke tek derdin para olsaydı da bu kadar alçalmandansa ceketime kadar alsaydın. "

 

O sırada içeri giren polisler yakapaça yakaladıkları Serkan'ı tutuklarken Ceren'in üvey annesi için başka planları vardı. Başhekimlik yaptığı hastane abisine aitti bu da işini kolaylaştırıyordu. Asıl fikiri Ali'ye ait olan planı Ceren uygulamaya koymuştu.

 

Ceren, onu tanımayan üvey annesini hastanede olan bazı sorunlara Mehmet'in müdahale edemeyecek kadar kötü olmasını öne sürerek davet etmişti. Kendini Mehmet'in tüm mal varlığına tek varis gören Şebnem patron edalarıyla geldiği hastanede Ceren tarafından bayıltılıp bir odada sedyeye bağlanmıştı.

 

Ceren elinde bir şırınga abisinin kanıyla duruyordu. Kendine gelen Şebnem ilk neye uğradığını şaşırdı. Ceren'e tehditler, hakaretler savurdu ağız dolusu. Ceren tüm söylediklerine karşı istifini bozmadan onu dinledi. Ardından elindeki şırıngayı gösterip damarından enjekte etti. Şebnem korkuyla ne olduğunu anlamaya çalışırken Ceren aldığı bir parça bantla Şebnem'in ağzını kapatıp üzerine doğru eğildi.

 

"Bu sana verdiğim şey ne biliyor musun? Zehirlediğin abimin kanı, yani abime verdiğin zehirin aynısı şu an senin damarlarında gezmeye başladı. Ha bu arada kendimi tanıtmayı unuttum, ben Sümeyye! Oğlunla bir olup organ mafyasına sattığınız Sümeyye! Az önce oğlun yaptığınız her pisliği, işlediğiniz her suçu tek tek anlattı ve polisler tarafından tutuklandı. Sende aranan adi bir suçlusun anlayacağın ama işin kötü kısmı kimse senin burda olduğunu bilmiyor. Ya tükene tükene gebereceksin ya da o zehrin panzehirini vereceksin. Abim ölecek olursa yemin ediyorum seni çok uzun süre yaşatır ama her saniye ölüm için yalvartırım! Şimdi sen biraz düşün ben gidip abime bakıp ilaçlarını vereceğim ben gelene kadar da bir karar vermiş ol! "

 

Ceren, Şebnem'i korku içinde bırakıp odadan çıktı. Odanın kapısını ardından kilitlemeyi de ihmal etmeden abisinin yanına döndü. Geldiği odada Ali ve Meryem'i arama ekibinin şefi vardı.

 

"Bir şey bulabildiniz mi? " Ceren'in umut dolu sorusu Ali'nin başını iki yana sallayarak karşılık vermesiyle hüsrana uğradı.

 

"Yaptığımız araştırma sonucuna göre Meryem Hanım'ın yaşadığını var sayıyoruz. Azam Bey'in, Meryem Hanım'ı attığını iddia ettiği yer elli metreden yüksek, ordan düşen birinin yaşama ihtimali olmadığı gibi buhar olup uçma ihtimali de yok. Ne bir kan izi ne de herhangi bir kıyafet parçası dahi bulamadık. Arama bölgesi olarak çok geniş bir alanı karış karış taradık bulduğumuz beş kan örneğinin hepside yabani hayvanlara aitti. Bu da bize şu sonucu veriyor Meryem Hanım oraya hiç götürülmedi. Eğer Azam Bey dediği gibi Meryem Hanım'ı öldürmüş olsaydı suçu kabullendiği gibi yerinide gösterirdi, bu da bizi Meryem Hanım'ın yaşadığı sonucuna çıkarıyor. " Ekip şefi söyledikleriyle onlara umut verirken o umutları yavaş yavaş yok eden Meryem'in ortada olmamasıydı.

 

 

Loading...
0%