Yeni Üyelik
4.
Bölüm

BÖLÜM 2: UYKU VE UYANIŞ

@efiahopia

 

   ***

Gözlerimi araladığımda ilk hissettiğim şey başımda keskin bir şekilde ortaya çıkan ağrı ve mide bulantısıydı. Biraz sonra ise yüzümde yol çizen gözyaşının çenemden aşağı damladığını farkettim.

 

Ağlıyordum.

 

Henüz göğsümü terketmeyen kederli bir nefesi serbest bırakmıştım şimdi.

 

Bulanık görüyordum etrafı. Bundandır ki gözlerimi ovuşturma isteği baş gösterdi. Az sonra ise başta bulanık gördüğüm etrafım daha belirgin bir hal almaya başladığında kaşlarım çatıldı.

 

Gökyüzü ve ağaçların maviliğe uzanan dalları tam hizamdaydı. Şaşkınlıkla kırpıştırdım kirpiklerimi. Bedenimi oynattığımda nemli bir yüzeyde uzandığımı farkettim. Yumruklarımı sıktığımda avuçlarıma dolan nemli nesneler de yaprak olmalıydı.

 

Biraz daha kendime gelince doğruldum ve ayağa kalktım.

 

Saatlerce uyumuş olmalıydım.

 

Büyükannem neredeydi? Tekrar bir rüya görüyor olmalıydım. Ya da muhtemelen en son uyuduğumdan beri hala uyanamamıştım.

 

Sahi, neler olmuştu?

 

Zihnimi zorladığımda anımsayabildiğim tek şey, karanlık ve büyükannemdi. Parçaların tek tek oturacağından emindim lakin net bir görüntü yoktu hafızamda.

 

Şimdi ise şöyle bir etrafa bakınca rüyada olduğumu düşünmek aptallık olurdu. Her şey fazla gerçekti, hoş benim rüyalarımda gerçek gibiydi lakin en azından onların rüya olduğunu ayırt edebiliyordum.

 

Gökyüzüne zıt kalan, karanlık bir orman gibiydi burası. Sanki güneş ağaçların bulunduğu yere iniyor fakat ormana yaklaşmıyordu.

 

Tedirginlikle titreyen bacağımı oynattım. Bir şey olur korkusuyla temkinli yürümek istiyordum. Açıkçası bu ormana nasıl geldiğim konusunda parçalar yerine oturmasa da, beni üstümde ki bu gecelikle görmeleri absürt olurdu.

 

Kabul, şuan ki durumum normal değildi. Fakat içimde garip bir kabullenmişlik söz konusuydu. Hatırlayamadığım ne varsa, orada bir şeyleri benimsemiş olmalıydım.

 

Her ne olduysa bile ben, şu ana odaklanmak istiyordum. Evvela, ne biçim bir yerdi burası? Soğuk ve içimi ürperten cinsten bir ambiyansı vardı.

İri ufaklı alabildiğine ağaçlık olan bu ormanın çıkışını bulmak, pek mümkün gözükmüyordu ya neyse. Yine de ümidi kesmeden üryan ayaklarımla birkaç adım atmıştım ki, uzaklardan kulağıma ilişen bir takım sesler duydum.

 

Daha önce duyduğum bir ses olduğunu biliyordum ancak tamamen dikkat kesilince ne olduğunu anlayabildim.

 

Toynak sesleri!

 

Biri, ya da birileri desek daha doğru olur, at biniyordu.

 

Neyse ki fazlasıyla uzaktalar diye düşünürken, az önce neredeyse yok gibi olan seslerin yükseldiğini duymak biraz rahatsız hissetmeme neden oldu.

 

Biraz daha odaklandığımda birinin konuştuğuna bile şahit oldum.

 

"Acele edin!" diye bir ses yankılandı.

 

Net değildi lakin anlaşılıyordu.

 

Az bir sürenin ardından bir takım adamlar, yüzlerce ağacın ardından görüş açıma girdi atlar üzerinde. Sayıları çok değildi, yine de hızlı ve hırçın gözüküyorlardı. Bulunduğum ağacın arkasından çıkmamak en iyisiydi. Fakat dayanamayıp bakmak için başımı çıkardığım da beni görmüş olmalıydı ki, "İşte orda, yakalayın!" diye haykırdı biri.

 

Telaşa kapıldım ve etrafıma baktım neler olduğunu anlamaya çalışarak. Korkuyla geri adımlarken neyin içine düştüğümü sorguluyordum. İçimde kaçma dürtüsü belirdi. Bir şey yapmadığıma emindim, yine de onlar kovalıyorsa, ben de kaçmalıydım.

 

Önce yavaşça bir kaç adım geriye giderken, yine yavaşça hızlandım. Adamların bağırışlarını ve atların toynak seslerini hala ve daha yakından duyuyordum. Lakin şuan bu bana korkuyla beraber daha hızlı koşmam için güç veren yegane şeydi.

 

Fakat çok gitmemiştim ki büyük bir acıyla inleyerek yere düştüm. Bir şeye çarpmıştım.

 

Ya da bir şey bana çarpmıştı.

 

Acıyla buruşturduğum yüzümü kaldırıp baktığımda önümde siyah bir atın durduğunu farkettim. Düştüğüm yerde geriye sürüklenerek kaçmayı planlasam da, atın üzerinde siyah kapüşonlu peleriniyle duran kişi, eldivenli elini bana uzattı.

 

Adamların bağırışları ve atlarının vahşice kişnemeleri susmuyordu.

 

O an, doğru bir karar olduğunu düşünerek bana uzatılan eli tuttum ve kendimi siyah, iri atın üzerinde buldum. Bu kararım tamamen hislerden ibaretti ve bu kişi şuan için kırtuluş biletim gibi duruyordu.

 

Seslerin geldiği yöne baktığımda adamların yaklaşmakta olduğunu görerek önümdeki kişiye sıkıca tutundum. Atların dizginlerini tutuşlarından bile ne kadar öfkeli oldukları belli oluyordu. İyice yaklaşmışlardı ve bir an önce harekete geçmemiz gerekiyordu.

 

Neyse ki siyah kapüşonlu hiç beklemeden çırptı atın dizginini. Siyah at ani bir hareketle şaha kalktığında, ben korkuyla çığlık attıktan hemen sonra ayakları toprakla buluştu nihayetinde ve dörtnala koşmaya başladı. Birkaç kez düşme korkusu yaşadığım için önümdeki kişiye tutunmaktan geri durmadım.

 

Fazla hızlı gidiyorduk, bunu az önce ki adamlara attığımız farktan anlamak güç değildi. Ne seslerinin ne görüntülerinin esamesi okunmuyordu. Ne kadar süre böyle gittiğimizi kestirememekle beraber, yarım saat boyunca at üatğnde olduğumu tahmin ediyordum.

 

Kaba etlerim küçük bir uyuşma yaşıyordu, inkar edemezdim. Lakin artık kovalamacanın etkisinden çıktığım için bunu sorun etmiyordum.

 

Önümde ki kişiye sıkıca tutunan parmaklarım yavaşça gevşemişti şimdi. Bu sürede zayıf bir yapısı olduğunu da farketmiştim. Şimdi ise tamamen adamların görüş açısından çıktığımızı anladığımda, rahatlamayla gelen mide bulantısı tekrar baş gösterdi.

 

Bu, hep yaşadığım rahatsızlıklardan biriydi.

 

"Galiba kusacağım." dedim, kendimi tutamayacağımı düşünerek. Beni duyup duymadığından emin değildim ancak atın dizginlerine yapışması ve ardından yavaşlamasıyla kendimi yere attım.

 

At üzerinde olmanın verdiği uyuşma hissiyle titreyen bacaklarımı hiçe saymak mümkün değildi, yine de sürünerek bir ağacın dibine gittim ve midemde ne kadar safra varsa çıkarttım. Ardından gelen rahatlamayla arkamı dönüp ağaca yaslandığımda, tepemde dolanan siyah kapüşonlu, ustaca atından indi.

 

"Neyden kaçıyoruz?" dedim. Aklıma gelen ilk soru buydu. Aslında bir sürü soru vardı fakat neden bunu sorduğumu bende bilmiyordum.

 

Cevap vermedi zaten ve öylece ayakta bekledi. Keskin baş ağrısının verdiği sersemlikle başka bir soru yönelttim. "Burası neresi?"

 

Hem ağaçlarıyla hem ormanıyla, yaşadığım yere hiç benzemiyordu. Hele o garip insanlarda neydi öyle?

 

Yine cevap vermedi ve yavaşça adım attı. Beni gözlemliyor olmalıydı. Eğer rüya görüyorsam, hemen çıkmalıydım.

 

Ellerime baktım, hissedebiliyordum. Fakat önüme döndüğümde yine onu görüyordum. Hem bu kadar kontrolüm dışında hemde kontrolümde olan bir rüya görmemiştim daha önce.

 

Bu yüzden tek bir soru daha soracak ve eğer cevap vermezse uyanmak için elimden geleni yapacaktım.

 

"Sen kimsin?" Ve bu mantıklı sorunun ardından saçma bir soru sormuştum. "Rüya falan mı bu?"

 

Öyle ya, soru saçmaydı fakat atlılardan kaçmak olağan bir şey olduğuna göre istediğimi dile getirebilirdim bence.

 

Durdu, bana doğru döndü ve kapüşunu zarif bir şekilde indirdi. Yüzünde maske olmasına rağmen ne olduğunu anlayabiliyordum. Kapüşonun serbest bıraktığı kıvırcık saçları alnına düştü hemen.

 

Bir kadın...

 

Şaşırmıştım. Bu kapüşonun altından bir kadın çıkmasını beklemiyordum. Maskenin ardından belli olan koyu esmer teni ve bademi andıran simsiyah gözleri, hayran olunacak güzellikteydi.

 

Ben sersemlik dolu bir şaşkınlıkla ona bakarken maskesini sıyırdı ve iri dudakları ön plana çıktı. Yüzü ince, elmacık kemikleri çıkıktı. Kıvırcık siyah saçları boğazındaki iple bağlı olan kapüşonun içinde kalmıştı. Kusursuz bir yüze sahipti kesinlikle. Fakat kimdi ve beni neden kurtarmıştı?

 

"Rüya gibi olduğumu söylerler." dedi, narin duran vücuduna zıt bir sesle. Bakışları kısıktı ve direkt gözlerimin içini hedef almıştı. Artık az önce ki kadar rahat değildim.

 

Üzerime yürüdüğünde, toprağın üzerine uzattığım bacaklarımı geri çektim yavaşça.

 

Korktuğumu belli etmesem iyi olurdu.

 

" K-kimsin? "

 

Kahretsin!

 

Uzun, iri kirpiklerinin ardında saklanan siyah gözleri hala kısıktı ve tehditkar bakışlara sahipti. Tam önümde durduğunda ise yavaşça eğildi ve yüzüme odaklandı.

 

"Asıl sen kimsin?"

 

Ellerimle yerden güç alarak doğrulmaya çalıştım. Bakışları beni ürkütüyordu ve o da bunu farketmiş olacak ki titreyen vücuduma baktı.

 

"B-ben..."

 

Ne diyeceğimi bilemedim. Ya da karşılaştığım bu olağandışı durum karşısında nutkum tutulmuştu.

 

"Bak," dedi, tekrar zarifçe ayağa kalkarken. "İster konuş, ister konuşma. Ben birazdan gideceğim. Dilersen benimle gelmeye devam edersin ki bunun için benimle konuşman gerek. Ya da gelme ve burada Tanzanitlilerin seni yakalamasını bekle."

 

Kimler?

 

Söylediklediklerinden anladığım tek şey konuşmazsam beni burada bırakacağıydı.

 

"Söylediğin kişileri tanımıyorum ki neden bana zarar vermek istesinler? Hem, buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum bile. Ben bir şey yapmadım."

 

Bakışları karmaşık bir hal almıştı şimdi. Baktı, baktı... Az sonra bir kahkaha patlatarak karşılık verdi bana.

 

"Bana bak yabancı! Bu yalanınla değil beni, şu aptal Tanzanitlileri bile kandıramazsın."

 

Anlamıyorum, neden yalan söylediğimi düşünmüştü ki? Belki de kaybolmuştum ve gerçekten nasıl geldiğim hakkında bir fikrim yoktu ki zaten durum tam olarak böyleydi.

 

"Yalan söylemiyorum, buranın neresi olduğunu bile bilmiyorum ben. Bilmediğim bir yere nasıl gidebilirim."

 

Bakışları alaycıydı. Hala yalan söylediğimi düşünüyor olmalıydı, hemen sonrada bunu dile getirdi zaten. "Evrenlerin kuralları değişmediyse, bu söylediğin imkansız. Kapıyı öylece açıp gelemeyeceğini herkes bilir."

 

Sıkıntılı bir nefesi serbest bıraktım. Kıyafetimin boynunu çekiştirerek, "Ne evreni, ne kuralı, ne kapısı? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Neredeyim ben?"

 

Ani çıkışım kaşlarının çatılmasına neden olmuştu. "Yani bana bu evreni bilmediğini ve tesadüfen mi geldiğini söylüyorsun."

 

Başımda ki ağrı dayanılmaz bir hal almaya başlarken ayağa kalktım. "Tesadüfen mi? Başka bir yerde olduğumu bile yeni idrak ediyorum. Bak, ister inan ister inanma ama doğruyu söylüyorum. Buradan gitmem gerek. Anlıyor musun?"

 

Tekrar alaycı gülüşü yüzüne yayıldı. "Şimdi sen nasıl gideceğinide bilmiyorsundur."

 

Şiddetlenen ağrımla beraber başımı ellerimin arasına alarak ağlamaya başladım çünkü çok büyük bir acı çekiyordum. "Rüyadayım," diye tekrarladım kendime. "O gerçek rüyalarımdan biri. Birazdan uyanacağım."

 

Büyükanneme ihtiyacım vardı.

 

"Beni uyandır." dedim, dolu gözlerimle genç kadına bakarken. Dirseklerinden tutup sarsarak yardım dileniyordum. "Lütfen! uyanmama yardım et."

 

Baş ağrım ani ve acı bir şekilde saplanıyordu sanki kafama. Her vuruşunda nefesimi, kesecek bir güce sahipti.

 

Tüm bunlar rüya değildi, hissedebiliyordum. Yine de tüm bu saçmalıklara inanmaktansa her şeyin bir rüya olduğunu kabullenmek daha kolaydı.

 

Yalan söylemesine ihtiyacım vardı.

 

Yanıma yaklaştı, yüzüme odaklandı ve dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. "Gözünü aç, artık uykuda değilsin. Hisset, bu nasıl rüya olabilir?" dedi, eliyle ormanı işaret ederken.

 

Yüzünde ki ifade, yakıcı bir soğukluğa sahipti. Ve bu durumda olmam, zerre kadar umrunda değildi. Gözlerimin önüne karanlık bir sis bulutu çökerken, aynı anda sendeledim.

 

'Uykuda değilsin' demişti az önce.

 

O an zihnime büyükannem düştü. Ardında yükselen bir ateş, elinde ise gümüşi bir hançer vardı.

 

'Uyanmalısın.' diyordu acıyla.

 

"Uyandım." dedim, donuk gözlerle etrafa bakarken.

 

"Ben uyandım, çünkü hep rüyadaydım."

 

***

 

 

Loading...
0%