@efloranizz35
|
Nazlı'nın da, benim de yüzümde anlamsız bir gülümseme vardı. "İsmin Berfin mi?" diye sordu. Gülümsemeyi sürdürerek kafamı onaylar bir şekilde salladım. "Anlamı kar tanesi." diye devam ettiğimde siyah elbisesinin eteğini tutarak reverans yaptı. "Memnun oldum, ben de Nazlı." onun gibi reverans yaptım ve gülümser bir biçimde karşılık verdim.
"Sarayın içine girelim mi?" diye sorduğunda elini uzattı ve tutmamı bekledi. Onun ellerinden tuttum ve birlikte sarayın içine girdiğimizde büyülenmiş gibi bakıyorduk. İkimiz de birbirimize baktık ve mum ışığıyla aydınlatılan koridorlardan hem ilerliyor, hem de kapıları tek tek açarken arkamızdan, bir boğaz temizleme sesi duymuştuk. Ikimizde arkamıza baktığımızda, Litost'tu görmüştük. Litost, bize ciddi bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Üzerindeki siyah, ayak bileklerine uzanan düz elbisesi onu normalden daha ciddi gösteriyordu.
"Sarayda bu şekilde dolanmamalısınız, efendim. Bu kralın istihramıdır. Size odalarınızı göstereyim, beni takip edin." diyerek sarayın merdivenlerine doğru ilerledi. Nazlı ve ben birbirimize baktık ve Litost'un arkasından ilerledik. Sarayın giriş kısmından 2 kat yukarıya çıktık ve bizi yan yana duran iki kapıya yönlendirdi. "Papatya kapılı oda sizin için hazırlandı." diyerek bana doğru baktı. Kafamı onaylar bir biçimde salladığımda gözleri Nazlı'yla buluştu. "Siyah kalp desenli kapı da sizin odanıza ait efendim." dediğinde Nazlı'nın yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu ve "Kesin bu Ophelia'nın işi "diyerek kendi odasının kapısına doğru ilerledi ve odasına çekildiğinde Litost'la koridorda başbaşa kalmıştık. Litost'a doğru baktım ve reverans hareketi yapmamın ardından papatya desenli kapıya yöneldim ve içeriye girdim.
Oda tamamen benim zevklerime göre dekore edildiğini gördüm. Oldukça fazla kitap bulunuyordu. Odanın duvarının tam ortasına sabitlenmiş altın bir taht bulunuyordu. Tahtın sağ ve sol yanlarında kitaplıklar dizilmişti. Odada bir tane de büyük masa bulunuyordu. Masanın üzerine kitaplar ve gazeteler bırakılmıştı. Odanın duvarlarında Papatya desenleri olması gülümsememi sağlamıştı. Salonun içinde bir kapı daha vardı. O kapının da üzerinde yine papatya desenleri bulunuyordu. O dikkatimi çeken kapıya doğru ilerleyecekken bulunduğum salonun kapısı aniden açıldı.
Kapıya doğru kafamı çevirdiğimde gelenin kral olduğunu görmek gerilmeme sebep olmuştu. Bana doğru yaklaşıtken elbisemin eteğini tutarak reverans yaparak onu selamladım. "Size nasıl yardımcı olabilirim, majesteleri?" Diye sormamla soğuk bir ses tonuyla: "Seninle konuşmamız lazım Berfin." dediğinde, kafamı eğdim. "Nasıl uygun görürseniz, efendim. Ama benimle konuşmak istediğiniz konu nedir?" diye sordum. Derin bir nefes vermesiyle bu benim biraz daha gerilmemi sağlamıştı.
🌼🌼🌼
"Prenses Berfin." dedi düşünceli bir ses tonuyla ve gözlerini kaçırarak salonun penceresine doğru ilerledi. "Ya da" diyerek devam etmesiyle stresten bayılacak hâle gelmiştim. "Prenses Eflora mı demeliyim?" Dediğinde yeniden bana doğru döndüğünde göz göze gelmiştik, nutkum tutulmuştu. Aptal kafam ki kendimi bazı kişilere 'Eflora' diye tanıtmıştım. Cevap vermemiştim. Sadece onun konuşmasını bekliyordum. "Leviathan'daki son kalan büyücü. Harika değil mi!?" Cevap vermedim.
"Tomris'in kanını taşıyan ikinci kişi." gözlerimi kaçırdım ve zemine doğru baktım. "Etrafta söyleyince hiç duymayacağımı mı sandın Eflora?" şu an kafama vurmak istiyordum. Çünkü bir aptallık etmiştim ve bunun cezasını hayatımla ödeyecektim.
"Beni öldürecek misiniz?" diye mırıldandım. Aniden kahkaha atmaya başlamasıyla kaşlarımı kaldırarak yeniden ona doğru baktım.
"Ölmek ister miydin?" Diye sorduğu soruya kafamı 'hayır' anlamında sallamakla yetindim.
"Peki, öleceğini bile bile niye herkese kim olduğunu söyledin?"
Susmuştum. Çünkü, ölmek isteyecek kadar fazla yük kaldırıyordum. Artık yaşamak için yaşıyor gibiydim. Yaşayan ölü olmak nasıl bir şeydir bilirler miydi? Ben canlı örneğiydim.
"Ölmek mi istedin Eflora!?" diyerek sorusunu yineledi.
Bense yine cevap vermedim.
"Hiç bileklerini kestin mi?" dedi ve sertçr kolumdan tutarak elbisemin kollarını sıvayarak bileklerime baktı.
"İntihar edecek kadar aptal değilim." diye mırıldandığımda dalga geçer bir biçimde, "Ama ölümü isteyecek kadar aptalsın." dedi.
Ne kadar sesi dalga geçer gibi çıkmış olsa da bir o kadar da sinirliydi. Kolumu sertçe bırakmasıyla elbisemin kollarını düzelttim.
"Gözümün önünden ayrılmayacaksın ve bir kişi daha büyücü olduğunu öğrenirse idam emri veririm." demesiyle kafamı onaylar bir biçimde salladım ama ikna olmuşa benzemiyordu.
"Eflora, ben ciddiyim." dedi sert bir ifadeyle.
"Bende öyle, majesteleri. Af buyurun bir daha olmayacaktır." Dememle derin bir nefes aldı ve salonumdan çıkmak üzere kapıya yönelirken: "Yarım saat içinde ortak salonda ol." dedi ve benden cevap beklemeden hızla salondan ayrıldı.
Onun gitmesiyle dudaklarımı büzdüm ve masanın üzerindeki kitaplara doğru yöneldim. Masanın yan taraflarındaki sandalyelerden birisine oturdum ve masanın üzerindeki kitapları, gazeteleri incelemeye koyuldum.
Gazetenin üzerindeki yazının ilgimi çekmesiyle dikkatle okumaya başladım.
🌼🌼🌼
YIL: 1783 yazıyordu gazetede. Gün ve ayın yazıldığı yere mürekkebin bulaştığından belli etmiyordu. Haberin devamına baktığımda Ay Işığı Krallığıyla ilgisinin olduğunu görmüştüm.
YIL:1783
DAHA YENİ DOĞMUŞ OLAN KRALİÇENİN BEBEĞİ BİR LEVİATHAN'LI TARAFINDAN KAÇIRILDI! KRALİÇE ÜMMÜ'NÜN, YENİ DOĞAN BEBEĞİNİN YATAĞINDA GÖRDÜĞÜ MEKTUBUN ÜZERİNDE OLAN LOGONUN LEVİATHAN KRALLIĞI'NA AİT OLDUĞU TESPİT EDİLDİ! AY IŞIĞI KRALLIĞI'NIN KAYIP PRENSİ ARANIYOR...
PRENSİ KAÇIRMADIKLARINI SÖYLEYEN LEVİATHAN KRALI ŞU SÖZLERİ DİLE GETİRDİ: "LEVİATHAN'DA BÖYLE OLAYLARA YER VERİLMEMEKTEDİR." DİYE AÇIKLADI.
kayıp prens... diye mırıldandım. Aklıma Litost'un anlattıkları gelmişti. 1783 yılında hem Ay Işığı'nın kralı Zed ölmüştü ve aynı yıl bir prens kaçırılmıştı. Leviathan ve büyücüler arasında bir şeyler vardı. Neden, Ay Işığı Krallığı, Leviathan'daki büyücüleri kandırarak Ay Işığı Krallığı'na getirmişti? Neden tüm Leviathanlıları kandırmayı denememişti? Ay Işığı Krallığı belki de prensin kaçırılmasını da Leviathan'daki büyücülere bağlıyordu. Neden, Ay Işığı Krallığı'nın prensini kaçırmışlardı ona daha anlam verememiştim.
Kayıp prens, Tomris'in bana gönderdiği mektupta yazdığı prensle aynı kişi olabilir miydi? Sözde benim abim olan. Kayıp prensle ilgili 1 tane bile fotoğraf yokken onu nasıl bulacaktım? Belki onu bulmam Ay Işığı'yla Leviathan arasındaki savaşı bitirirdi. Karar vermiştim. Kayıp prensi bulacaktım.
Masanın üzerinde duran kitapla göz göze geldiğimde gazeteyi masaya bıraktım ve kitabı açtım. Kitabın içinden bir mektup çıktığında anlamıştım. Bu kitaplar, gazete masaya bilerek konulmuştu. Birisi bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. Zarflardan bir tanesini açtığımda el yazısı yabancı gelmemişti.
"Bu mektup şu an okuyorsan son kalan 2 büyücüden birisisin sevgili Jacob. Ben, Tomris. Büyücülerin soyunu devam ettirmeye çalışan bir anneyim. Bana büyücü ana da diyebilirsin. Asan, ejderha kalbinden oluştu ve çok güçlü bir asa. Reddediyorsun belki şuan büyücü olmayı ama seni bekleyen 6 yaşında bir prenses var. O, bir gün büyüyecek ve seni arayacak. benden bahsediyordu...
Kehanet her zaman doğruya işarettir sevgili Jacob.
'İki kişinin kavuşmasına bedeldi; bir kişinin ölmesi.'
Not: Büyücü ismin Jacob ve bu üçümüzün küçük bir sırrı. Ben, Eflora ve sen.
~Tomris"
Bu mektubu okurken nedensizce gözlerim dolmuştu. Gözlerimin dolmasının sebebi haberinin olmasına rağmen beni bulmak için çabalamaması mıydı? O da beni abim gibi istemişti... Diğer mektubu açtım, dolan gözlerle:
"Bu mektubu okuyorsan, kalan 2 büyücüden birisisin sevgili Eflora" bu bana gelen o mektuptu... Ama nasıl burada olurdu? Abim onu çöpe atmıştı... Devam etmiştim dolan gözlerimle satırları okumaya. "Ben, Tomris. Büyücülerin soyunu devam ettirmeye çalışan bir anneyim. Bana büyücü ana da diyebilirsin. Asan sarmaşıklardan ve Anka kuşunun küllerinden oluştu. Reddediyorsun belki şuan büyücü olmayı ama seni bekleyen hayallerin var. Bir gün gelecek ve bir prensle karşılaşacaksın. O prens tüm yaralarını saracak birisi. Kaderinizi ben belirliyorum sevgili Eflora. Bir gün birbirinizi bulacaksınız. Ama her şey geç olabilir.
Not: Büyücü ismin Eflora ve bu üçümüzün küçük bir sırrı. Ben, Jacob ve sen.
Mektup burada son buluyordu. O günkü sevincim gelmişti aklıma. Prensin adını okuduğum an mutluluktan evin içinde zıplamıştım. Ona kavuşmak için asamı güvenli bir yere saklamıştım. Yıllardır sadece beklemiştim. 17 yaşıma gelmiştim ve içimdeki çocuğun heyecanı devam etmişti. Onu bulmak istiyordu. Bulmuştu... Görememişti ama duymuştu. Ona sarılmayı hayal etmişti ama içimdeki çocuğa arkanı dönme demişti. Konuşmuşlardı... Ve o konuştukları an anlamıştı içimdeki çocuk hayal kurmamayı. O zaman anlamıştı, mucizelere inancı kalmamıştı.
6 yaşlarındaydım, "Keşke abim yerine başka bir abim olsaydı" derken. 10 yaşlarındaydım, kendime inancım kalmazken. 13 yaşlarındaydım, kendimi yetersiz görürken. 14,15,16, şimdi ve sonsuza dek, hayallere ve mucizelere inancımın bittiği yaşlarım...
🌼🌼🌼
Umutsuzca sandalyeden kalktım ve odadan ayrılmak üzere kapıya yöneldim. Koridora çıktığım an Sylwia'yla göz göze geldik. "Ballı lokumum, sarayın hizmetçilerinden Nisa haber getirdi. Kral Barış bizi ortak salonda bekliyormuş. Gel birlikte gidelim." Dediğinde buruk bir şekilde kafamı onaylar bir biçimde salladım ve birlikte sarayın ortak salonuna doğru ilerledik. Ortak salonunun nerde olduğuna dair bir fikrimiz olmadığı için tüm kapıları teker teker açıyorduk. En sonunda bulmamızın mutluluğuyla ortak salona girdik. Salonun içinde sadece mral yoktu. Prenses İlkay, Prenses Nazlı ve Prenses Ophelia'da oradaydar.
Prenses İlkay, tebessüm eşliğinde: "Hoş geldiniz!" demişti oldukça sıcak bir ses tonuna sahipti. "Hoş bulduk!" dedik Sylwia'yla aynı anda ve elbiselerimizin, eteklerinden tutarak reverans yaptık.
"Sizinle 2 konu hakkında konuşmak istiyoruz." diyerek araya girdi kral ve tüm gözler onunla buluştu. "İlk konuşmak istediğimiz konu Prenses Nelin. Bizim çok değerli bir prensesimizdi, huzur içinde yatsın. Yarın onun cenaze töreni olacaktı. Fakat abisi Eomin, Ay Işığı Krallığı'na gitmekte kararlı gibi duruyor." kimseden ses çıkmayınca, devam etti.
"Ve cenaze Ay Işığı Krallığı'nda olacakmış. İşin garip kısmı Eomin ve Nelin'le beraber bir kişi daha gidiyor." herkes birbirine bakıyordu. Ortam gerginleşmiş gibiydi. Ardından kral, sözüne devam etti. "Krallığımızın hemşirelerinden Berry'de krallığı terk edeceğini söylüyor. Bildiğim kadarıyla Berry ve Eomin, ilk defa bibirini Nelin hastalığa yakalanınca görmüşlerdi. Hangi ara bu kadar yakın oldular da gittiler? Hiç bir fikrim yok ama gidiyorlarmış."
Kral, sözünü bitirdiğinde ben girmiştim araya. "İnsan, yuvasını terk edebilir mi?" dediğimde, herkes bana dönmüştü. "Kimse ne olursa olsun yuvasını sonsuza dek terk edemez Eflora. Er ya da geç, yuvasının eksikliğini yaşar." diye cevapladı kral ve gözleri Prenses Ophelia'yla buluştuğunda Ophelia, kafasını hafifçe eğdi.
Kral, "Ophelia, yeni gelen prenseslerimize sarayda uyulması gerekilen kurallardan bahseder misin?" Dediğinde elbisesinin eteğinden tuttu ve reverans yapmasının ardından bize doğru baktı.
"Saray içinde başıboş dolaşmak kesinlikle yasaktır. Yemeğe tam vaktinde oturulur ve toplantılara geç kalınması sakıncalıdır. Bir prensesin başını derde sokması 1 hafta boyunca mahzende misafirimiz olması demektir. Köydekilere karşı otoritenizi koymalı aşırı samimiyetten kaçınmalısınız. Şimdilik bunları bilmeniz yeterlidir. Zamanı geldikçe daha fazlasında bahsederiz size. Tekrardan hoş geldiniz..." Bizim cevaplamamızı beklemeden kral, "Teşekkür ederimlz, Ophelia." dedi ve bize doğru baktı. "Anlaşılmayan bir şey var mı?" diye sordu. Kimseden ses çıkmadığındaysa: "Çekilebilirsiniz." dedi ve hepimiz aynı anda ayarlanarak kapıya doğru yönelirken sarayın dışından bağırış sesleri salonun içinde yankılanmaya başlamıştı.
Kral Barış ve Prenses İlkay'ın cama yönelmeleriyle arkalarından gittik ve neler olduğunu anlamaya çalıştığımızda tüm Leviathanlıların meşale yakmış Kral Barış'a isyan ettiklerini görmüştük.
"Kral Barış tahttan insin!" Diye bağıran halkına karşı Kral Barış, sadece durgun bir şekilde halkını izliyordu.
"Leviathan'daki büyücülerin soyunu sizin aileniz bitirdi! Başlanan işi bitirip tanrıçaları öldürüyorsunuz!"
"Prenses Nelin'in ölümünden siz sorumlusunuz!"
Sarayın muhafızları Leviathanlıların bu isyanını durdurmaya geldiklerinde Kral Barış camdan uzaklaşarak bize doğru baktı:
"Çıkın salondan!" dediğinde hiçbir şey demeden kralı selamladık ve ortak salondan ayrılmak üzere kapıya yöneldik.
Kral Barış'la konuştuğumuz o gün babası gibi bir kral olmaktan korktuğunu söylemişti bana ama herkes yazılan kaderini yaşıyordu.
🌼🌼🌼
Bir bölümün daha sonuna geldikk. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorumm
|
0% |