Yeni Üyelik
13.
Bölüm

11.Bölüm - Günlük

@efloranizz35

Halk endişe duyuyordu yaşananlanacaklardan dolayı. Tüm olağanüstü soyların öldürüleceklerini düşünüyorlardı. Yani Prenses Nelin'in ölümü onlara bundan başka seçenek göstermiyordu.

 

🌼🌼🌼

Sylwia'yla beraber salondan ayrıldığımızda salonun kapısının önünde kumral saçları, koyu kahverengi gözleri, beyaz tenli, uzun boylu, ve zayıf; üzerinde zırh olan bir muhafız duruyordu. Sylwia, aniden durdu ve "Batu!" diyerek muhafıza doğru koşarak boynuna sarıldı. Diğerleri umursamazca salonlarına çekilirlerken ben ikisini seyrediyordum.

 

"Seni çok özledim, sevgilim..." Demişti muhafız, sesi oldukça titrek çıkmıştı. Sylwia, cevap vermeyerek ona sımsıkı sarılıyordu. Muhafızın yüzüne baktı yavaşça ve parmak uçlarında çıkarak dudaklarına yaklaşırken benim onları izlediğimi hatırlamışçasına durdu ve yavaşça bana baktı. Muhafızın bedenini yavaşça bırakırken:

 

"Imm, şey... Sevgilim, Batuhan." dediğinde büyük bir heyecanla Sylwia'nın sevgilisi Batuhan'a baktım.

 

"Memnun oldum Batuhan!" diyerek elimi uzattım. Batuhan, Sylwia'ya baktı gülümseyerek, "O, saraya gönderdiğin mektuplarda bahsettiğin Berfin mi?" dedi ve bana dönerek elimi sıktı. "Ben de, memnun oldum, mejesteleri!"

 

"Sylwia abla da sizden çok bahsetti, sevgili muhafız!" dediğimde Sylwia'nın yanakları kızardı ve gözlerini kaçırarak yere bakmaya başladı. Batuhan, sersem bir gülümsemeyle Sylwia'ya baktı. "Utanmana gerek yok Tuis." dedi Batuhan gülerek. Sylwia, tekrardan Batuhan'a baktı. Gözlerini kıstı, kollarını göğsünde bağladı, "Şımarmasan mı Batu?" demişti Sylwia; yarı gülen, yarı sinirli bir ifadeyle. Batuhan, tam Sylwia'ya biraz daha yaklaşacakken, Sylwia geriye doğru adım atmıştı ve imalı bir öksürük yaparak gözleriyle beni göstermişti. Batuhan şikayetçi bir sesle, "Hadi ama 17 yaşında kız!" demesiyle ben kahkahalar eşliğinde, hıçkırarak gülmeye başlamıştım.

 

"Sylwia!" demişti korkuyla ve Sylwia'ya doğru bakmıştı. Sylwia, cevap vermeden Batuhan'ın diyeceklerini bekliyordu. "Prenses ölüyor! Hemşire çağırsana!" dedi telaşla ve etrafına bakınmaya başladı. Bu benim daha fazla kahkaha atmama sebep olmuştu. "Leviathan prensesi ölüyor! Acil muayene!" diye bağırıyordu Batuhan. "Sessiz ol Batu" diye kıkırdadı Sylwia.

 

Kralın salonunun kapısının açılmasıyla Batuhan durmuştu ve hazır ola geçmişti. "Ne oluyor burada? Ne bu gürültü?" diye sordu kral, Batuhan'a sinirle bakarak. Bense ağzımı tutmuş, gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Efendim, bu diyeceklerim saçma gelecek ama Prenses Berfin daha demin ölümden döndü." Kralın bakışları beni bulmuştu. Bense gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Komik bir şey mi var Berfin?" dedi ciddi bir ses tonuyla. "Hayır, efendim. Af buyurun..."

 

"Bence de olmamalı. İnsanları rahatsız ettiğinizin umarım farkındasınızdır. Bir daha olmasın." diyerek, bizden cevap beklemeden yanımızdan ayrılmıştı. Kral, gittikten sonra ben yine kıkırdamaya başlamıştım; Batuhan, bana ciddi bir şekilde bakıyordu. "Majesteleri, affınıza sığınarak soruyorum. O nasıl gülüş? Ölüyorsun sandım!"

 

"Olur öyle şeyler." deyip kıkırdadım ve Sylwia'nın kulağına yaklaştım. "Sonra özel olarak konuşuruz ablacığım." dedim ve kulağından uzaklaşarak ikisine baktım. "Benim bazı işlerim var. Sonra görüşürüz!" dedim ve onlardan cevap beklemeden kendi salonuma doğru ilerledim. Sarayın koridorları her zamanki kadar sessiz ve karanlıktı. Papatya desenli kapıya ulaştığımda, oyalanmadan içeriye girdim. Salon, koridordan daha karanlıktı. Camıma doğru ilerledim ve bordo renkli perdeyi araladım.

 

Güneş ışığı, garip bir şekilde salonu aydınlatmıyordu. Güneş, tek bir yere vuruyordu. Orası da masanın üzerindeki kitaplardı. Masanın yanına yavaş adımlarla ilerledim. Masanın üzerindeki asam kendisini belli etmeye başlamıştı. Işıl ışıl parlıyordu.

 

Asamı elime aldım ve kitaba doğrulttum. Kitaba yapılmış büyüyü anlamak için "Realsamba!" büyüsünü yaptığımda kitabın sayfaları hareket etmeye başlamıştı. Çok hızlı bir biçimde sayfalar değişiyordu. En sonunda bir sayfada durmuştu. Kitabın yanına yaklaştım ve yazıları okumaya başladım.

 

"Ay Işığı, kötü büyücülerin intikamını çıkartıyordu, diğer büyücülerden." bu birisinin günlüğü gibiydi. Okumaya devam ettim. "1792 yılındayız. Büyücülerin tanrısı Lucas, sonsuz gücü elde ederek beni geri diriltmişti; kendisiyse gözlerini Aurora Krallığı'nda kapatmıştı. Efendimizin intikamını alacak olan büyücüydüm ben. 10 yıl önceydi bedenim toprakla buluştuğu zaman. Şimdiyse geri dönmüştüm. İntikam sırası bana gelmişti. Kendime iki çocuk seçtim ve onlara gerçek gücü öğretecektim. Lucas öldüğünde bana gelen güçleri, Jacob ve Eflora'ya aktarmıştım.

 

Eflora, savunmasız 6 yaşında bir kız çocuğuydu. Aurora Krallığı'nda normal bir yaşam sürmekteydi. Her gece, keşkelerle dolu ağlayışlarına çare olacaktım. Ve bir gün onu hayalindeki abiye kavuşmasını sağlayacaktım.

 

Jacob, Ay Işığı Krallığı'yla Leviathan arasındaki savaşa şahit olmuş 16 yaşında bir gençti. Gücün sözlerde bittiğine inanırdı. Ona gerçek gücün nerede olduğunu gösterecektim.

 

Ay Işığı Krallığı'nı henüz çözebilmiş değilim ama bir gün gelecekti ve onların sırlarını ortaya dökecektim. Bunun içinse ihtiyacım olan kuklalarımdı. Sana söz veriyorum Lucas, güvenini boşa çıkartmayacağım."

 

Hızla geriye doğru adım atarak kitaptan uzaklaştım. İçimi bir korku kaplamıştı. Bu yazıları yazan kişi Tomris'ti... Birden bire yine kitabın sayfaları kendiliğinde çevrilmeye başlamıştı. Tekrar kitaba doğru yaklaştığımda yine sayfalar durmuştu. Okumak için kitabı elime alacaktım ki salonumun kapısı çalmıştı. Asamı masanın altına koydum ve kitabı kapatarak, "Girin." dedim. Prenses Ophelia, kapıdan içeriye girmişti, gülümser bir ifadeyle. "Merhaba Berfin." diyerek yanıma doğru yaklaşırken sahte bir gülümsemeyle karşılık verdim. "Merhaba Ophelia, nasılsın?" dediğimde yüzündeki gülümseme solmuştu.

 

"İyiyim ama sen pek iyi değil gibisin. Bir sorun mu var?" dediğinde gülümsemeyi sürdürdüm. "Yo, hiç bir sıkıntı yok. Hatta çok iyiyim." dediğimde Ophelia, kaşlarını çattı. "Tenin bembeyaz olmuş, gözlerin kızarık. İyi olduğunu nereden anlayabilirim?"

 

"Gülümsüyorum."

 

"Gülümsemek, her zaman gerçek mutluluk değildir." dedi ciddi bir ifadeyle. Ve benden gelecek cevabı beklemeden devam etti. "Belli ki düşüncelerinle, yaşadıklarınla, duygularınla dolmuşsun. İzin ver bölüşelim."

 

Anlatmak doğru karar mıydı, bilmiyordum. Büyücü olduğumu başkasına söylemek ecelime biraz daha yaklaştıracaktı. İlk defa ecelden korkmaya başlamıştım, anlamsızca. "Bana güvenebilirsin Berfin." demişti ve göz göze gelmiştik. Yüzümdeki gülümseme azalmıştı. Ophelia, bana doğru bir adım daha attı ve ellerimden tuttu. "İzin ver, yardımcı olayım." dediğinde gözlerimi kaçırmıştım.

 

"Korkma Berfin. Senin büyücü olduğunu biliyorum. Kralın sana imalı bakışını gördüm." derin bir iç çektim ve yere oturarak sırtımı duvara yasladım. İçimde tutmak her zaman acı vermişti. Anlatsam mutlu olur muydum? O da yanıma oturmuştu ve bana doğru bakmayı sürdürmüştü..

 

"Sanırım biraz geçmişim canımı yakıyor."

 

"Belki de geçmiş odaklı olmamalısın."

 

"Yapamıyorum, olmuyor." dediğimde sesim titremeye başlamıştı. Ondan cevap beklemeden, "Abim beni hiç sevmezdi. Beni keşke sevseydi derdim hep. 6 yaşımda bana gelen mektupta bir prensin hayatıma gireceği yazıyordu. Hep onu düşlemiştim. Beni sevebilecek o abiyi beklemiştim. Dün, benimle konuştu beklediğim kişi... Benim ona bakmamı bile istemedi aptal bir kehanetten dolayı. Beni hiç aramamış. Beni, benim onu beklediğim gibi beklememiş, umursamamış... Ben hayallerin tutsağıydım. Ben, sadece kendisini kandırandım."

 

Göz yaşlarımın süzülmeye başlamasıyla, bana sarılmıştı. Sımsıkı sarılmıştı, kendimi güvende hissetmiştim. Bir yere ait hissi uyandırmıştı bende. Onun sarılışına karşılık vermiştim ve kollarımla onun vücudunu sımsıkı sarmıştı.

 

Kolları, bana güven hissi uyandırırken; kendisi, bir yuva hissi uyandırmıştı. Ophelia'yla bu 2. konuşuşumuz olmasına rağmen bende bu hisleri barındırmıştı. "Prensin peki kim olduğundan şüphe ediyorsun?" dediğinde benim gibi sesi titremişti. Ve bedenimi yavaşça bırakmıştı.

 

"Ay Işığı Krallığı'nın kayıp prensinden şüphe ediyorum. Onu bulmak istiyorum"

 

"Vazgeçmeyecek misin sana dediklerine rağmen?"

 

"Hayır..."

 

"Hayallerinden vazgeçmek isteyip, hayallerine tutunman garip olsa da güzel." dedi ve ellerini gözlerime götürerek göz yaşlarımı sildi. "Senin hayalin ne?" dediğimde, gülümsedi.

 

"Sanırım özgürlük..." dedi ve devam etti. "Bazen açık alana da çıksam kendimi özgür hissetmiyorum. Prenses olmak işte." dedi iç çekerek.

 

"Saçma."

 

"Saçma olan ne?"

 

"Prensessin diye kendini kısıtlaman. Özgürlüğün tadını çıkart. Bazı kişiler o kelimeye yıllar sonra erişiyor..."

 

"Olgun davranmam gerekmez mi?"

 

"Gerekir ama özgürlüğünü kısıtlamayacak şekilde. Kendin ol." dedim gülümser bir ifadeyle ve ayağa kalkmamla o da ayağa kalktı.

 

"Senin yanında kendimi güvende hissettim Ophelia, teşekkür ederim."

 

"Her zaman Berfin. Pek bir şey yapmadım ama mutluysan ne mutlu bana." dedi ve gülümserken, "Ay, geliş amacımı unuttum!" dediğinde kahkaha atmıştım. "Buyur." dediğimde gözlerini kıstı ve bana bakmaya başladı. "Kral'ın akrabası mısın yoksa ruhlarınız mı değişti?"

 

Ardından devam etti, "Sana krallık hakkında daha fazla bilgi vereceğim Balam Hanım." dediği lakabı duymamla şaşkın gözlerle bakmıştım. "Balam; bebeğim, yavrum anlamına geliyor. Sen benim yanımda kendini güvende hissettiğini söyledin. Ben de garip bir şekilde senin yanında içimi sıcacık hissettim. Kalbimi normalde kimseye bu kadar çabuk kapıyı açmazken, senin için kalbimin kapısı hep aralıklıymış."

 

"Teşekkür ederim balam" ona karşılık olarak bana dediği lakabı söylemiştim. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu.

 

"Krallıklar hakkında bilgi vereyim ben. Bazı geleneklerimiz bulunuyor ve bu geleneklerden birisi ortak salondaki günlük. Saraydaki herkes bu günlüğe anılarını yazar ve özel günlerde rastgele 10 anı seçer okuruz. Senin de oraya bu hafta içinde öyle bir şey yapmanı istiyoruz. Haftaya, Leviathan Krallığı'nın, yeniden kuruluşunun 7. yılı. Ayrıca krallıkta uyulacak bazı kurallar var onları her Pazar yaptığımız toplantıda Kral size anlatacak. Leviathan sarayındaki bir çok kişinin ilgilendiği görevler var senin de bir şey seçmen gerekiyor. Kendi zevklerine göre bir şey bulursan eğer Kralla iletişime geç. Şimdilik bu kadar Balam Hanım. "

 

O, bana balam dediği her dakika yüzümdeki mutluluk artıyordu. "Ortak salonu nasıl bulurum?" dediğimde kolumdan tuttu. "Tabii ki, benimle!" diyerek kolumdan çekiştirmişti. Onunla birlikte salonumdan ayrılarak, sarayın karanlık koridorlarında ortak salonu aradık.

 

Ortak salona vardığımızda etrafı incelememe fırsat kalmadan günlüğe doğru yaklaştık. Günlük, fazla kalındı. Lacivert bir cildi vardı ve cildin üzerinde canavar logosu vardı. Anladığım kadarıyla Leviathan Krallığı'nın logosuydu. Çünkü, bu logoyu ilk görüşüm değildi. Ophelia, günlüğü eline aldı ve sayfaları çevirerek boş bir sayfa aradı. Boş bir sayfa bulduğundaysa salonun ortasına yerleştirilmiş bordo koltuklara doğru ilerledi. Onu takip ettim ve onun oturduğu uzunlama koltuğa geçerek yanına oturdum.

 

Sehpanın üzerine tüy kalem ve mürekkep koymuştu. Günlüğü bana gülümser bir biçimde uzatmasıyla, günlüğün sayfasıyla saniyelerce bakışmıştım.

 

"Bu günlüğe istediğini yazabilirsin. Geçmişini, gelecekte istediğini. Her şeyini yazabilirsin. Kimse seni sorgulamaz bunun için."

 

Kafamı onaylar bir biçimde salladım ve tüy kalemin ucunu mürekkeple buluşturtum ve günlüğe yazmaya koyuldum.

 

Bu benim ilk günlükte yer edinişimdi. Ben bu sayfayı küçüklüğüme ithaf edecektim. Ben bu günlüğe yazacağım ilk sayfaya acılarımı gömecektim.

 

"Duyuyor musun sesimi, haykırışlarımı? İkimizide bitirdiler. Seni öldürdüler yıllar önce fakat hep içimdeki parça oldun. Seni karşıma alıp sormak isterdim, "İyi misin?" Gülüşümüzden eser kalmadı, affet beni. Sen öldün yıllar önce şimdi ise ben.

Sensiz bir Sadeceydim şimdi hiç bir şeyim. İlaçlarla öldürdüler bizi.

En büyük korkularımızdan birisi gerçekleşiyor miniğim. Evet, abimiz gibi oluyoruz.

 

Kendini çok severdin,her şeye gülerdin. O günden sonrasında hiç bir şeyden eser kalmadı.

Hatırlar mısın miniğim, Kendini suçlayışlarını, ağlayışlarını? Canın yanıyor mu hâlâ?

Biliyor musun? Çok üzgünüm. Seni öldürmelerine izin verdim.

İçtim ilaçları, pişmanım şuan. Yaşadığımız acılar iki katını tekrardan yaşıyorum. "

 

"İyi misin?" dedi bana fısıltıyla. Kafamı onaylar bir biçimde salladım ve yalan bir tebessümle ona baktım. Ophelia, kaşlarını çatmıştı. "Hadi ama balam, artık anlamış olman gerekiyor. Gözlerimden anlayabiliyorum iyi olmadığını."

 

"Teşekkür ederim balam." demekle yetinmiştim. Salonun içinde büyük bir sessizlik oluşmuştu. Ne o konuşuyordu, ne de ben. Bu sessizliği bozan yine o olmuştu. "Her zaman yanındayım, söz." demişti küçük bir

tebessümle.

 

"Bir gün ben hayallere, sen özgürlüğe kavuşacaksın balam. Söz." diyerek karşılık verdim.

 

Loading...
0%