Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm - Sylwia

@efloranizz35

Yeni bir bölümle herkese selamlar! Umarım keyif alabileceğiniz bir bölüm olur.

 

Günümüz (1802)

 

(Eflora'nın anlatımıyla)

 

Düşüncelerimden uzaklaşarak tekrar Leviathan'a baktım. 'Yaşadığım her şeyi Leviathan'ın gerisinde bırakacağım.' diyerek kendime söz verdim ve göz yaşlarımı silerek Leviathan Krallığı'nın köyüne doğru ilerledim. İnsanlara baktığımda her birinin birbiriyle samimi olduğunu gördüm.

 

Leviathan, sadece yeriyle farklı değildi. Aynı zamanda insanlarıyla da her yerden farklıydı. Gruplaşma yoktu. Herkes sevgi ve saygı içerisinde gibi duruyordu. Leviathan, bu kadar saygı ve sevgi dolu bir krallıkken nasıl büyücülüğün yasak olduğu bir krallık olabiliyordu? Kralın efsaneleri yalanlamıyor olup geçiştiriyor oluşu kafamı daha da çok karıştırıyordu.

 

Şu ana kadar gördüğüm kadarıyla Leviathan, insanları büyücü diye yargılayarak öldürecek bir krallık değildi. Etrafıma baktığımda herkesin yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. Elimdeki papatya tacı tekrardan kafama taktım ve Leviathan'ı biraz daha incelemeye koyuldum. Köyle ormanı ayıran bir nehir bulunuyordu ve nehrin üzerinden geçen kahverengi bir köprü. Köyün çimenlerinde her çeşit açmış çiçekler arasından papatya görmek yüzümde bir tebessüm oluşturdu. Papatyaya doğru yaklaşırken "Hoş geldin!" diye seslenen bir kadın sesi işittim ve kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Sesin sahibi; sarı saçları, turkuaz gözleri, yere uzanan bordo elbisesinin üzerine taktığı siyah pelerin ve kafasına taktığı cadı şapkasıyla onun Ophelia'nın bahsettiği cadılardan olduğunu tahmin etmek zor değildi.

 

Cadıya tebessümle baktım ve "Hoş buldum." diyerek karşılık verdim. Bana doğru birkaç adım yaklaşarak "Bana kendinden bahsetmek ister misin?" diye sorduğunda hiç beklemeden:

 

"İsmim Sadece Berfin. 17 yaşındayım. Peki ya siz?" diye hızla cevapladığımda; "Ben de Tuana. 21 Yaşındayım. Cadı soyundan geliyorum ve cadı lakabım Sylwia." diyerek gülümsedi.

 

"Memnun oldum Sylwia." diyerek gülümsediğimde; gülümsememe, göz kırparak karşılık verdi. Bu krallıkta bir cadının olup, büyücünün olmaması dikkatimi çekmeye devam ediyordu. Soyları benzerken büyücülerin soyu nasıl tükeniyordu?

 

"Sylwia, büyücülere ne oldu?" diye bir soruyu merakıma yenik düşüp ağzımdan kaçırdığımda Sylwia'nın yüzünde bir şaşkınlık oluştu ve kaşlarını çatar bir şekilde "Bunu neden soruyorsun?" diye sordu, haklı olarak. Kim ilk tanışmada böyle bir soru sorardı ki?

 

"Sadece merak." dememle derin bir nefes aldı ve bana doğru biraz daha yaklaşarak kulağıma fısıldadı.

"Bak, Berfin. Bunu neden soruyorsun bilmiyorum ama umarım mantıklı bir nedeni vardır. Büyücüler hakkında efsaneler, Leviathanlılar tarafından idam edildiklerini söylüyor. Ama başka bir efsane de henüz soylarının tükenmediğini söylüyor. Ve rica ederim bir daha krallıkta bu tür konular hakkında konuşma. Bu kralın kesin emridir."

 

"Nasıl yani?" Diyerek kaşlarımı çatmam ile devam etti.

 

"Tomris adındaki bir büyücü yalnızca kendi kanından 2 kişiye vermesiyle o 2 insan da onlar gibi büyücü olmuş. Fakat o 2 kişinin kim oldukları bilinmiyor. Leviathan'da olup olmadıkları da belli değil."

 

Tomris... Bu ismi ilk defa 6 yaşımda bana gönderdiği mektupta görmüştüm ve bir daha ismini duymamıştım. Şimdi duymaksa nedensizce ürpertti.

 

"Sen, iyi misin?" diye sordu, Sylwia. Yüzünde bir endişe yatıyordu.

 

"E-evet" diye yanıtladım ama inanmışa benzemiyordu. Çimlere oturdu ve gözleriyle benim de oturmamı söylercesine baktı. Yanına çömeldim ve ona bakmayı sürdürdüm.

 

 

 

🌼🌼🌼

 

 

Sylwia'nın dediğine göre kalan 2 büyücüden birisiydim. Peki, diğer büyücü neredeydi? Seni bekliyordum Yaralarımı saracak olan seni. Benim gibiysen, neden gelmezsin? Beni yalnızca sen anlarsın, aynı kandan olduğum sen...

 

İyi olduğuma inanmamışçasına tekrar sordu: "İyi misin, Berfin?" kafamı onaylar bir biçimde salladım ve gözlerimi onun gözlerinden kaçırarak önüme döndüm. Derin bir nefes alarak çimleri incelemeye koyuldum.

 

"Yardım edebilir miyim" diyerek ellerimden tuttu. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Sylwia'nın turkuaz gözleri, simsiyah olduğunda kalbim çarpmaya başladı. İçimi bir korku kapladı adeta. Ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim olmasa da gözlerinin simsiyah oluşu bile ürkütücüydü. "Sylwia, iyi misin? Ne yapıyorsun?" diye sordum titreyen sesimle.

 

"İyiyim, dur." cevabını verdiğinde nefesim kesildi. Refleks ile ellerimi kendime doğru çektiğimde; siyaha dönmüş turkuaz gözleri tekrar eski haline döndü. Gözlerinde bir endişe oluşmuştu: "Korktun mu?" diye sorduğunda cevap vermedim ve öylece suratına bakmayı sürdürdüm. "Özür dilerim. Haber vermeliydim..." dediğinde, "Sorun yok." diye geçiştirdim. Birbirimize öylecene bakarken Sylwia, "Sen, büyücü müsün?" diye sormasıyla bunu nereden bilebileceğine anlam veremedim.

 

"Anlamadım?" diyerek kaşlarımı çattığımda: "Sen, büyücü müsün?" diye tekrarlandı. Öylece suratına bakmayı sürdürdüm. Verecek hiç bir cevabım yoktu. Aslında cevap belliydi, 'evet' ya da 'hayır' diyecektim. Asıl sorunsa bunu nasıl diyecektim?

 

"Şey-" derken araya girerek, "Aramızda kalacak, güven bana" diyerek ellerimden tuttu. Hemen ardından: "İstersen cevap verme veya yalanla. Ben gerçekleri senin zihninden öğrendim. Fakat doğruyu söylemek içinde yaşadığın kaosun bir nevi durdurabilmek ve rahatlamanı sağlar."

 

Bu söylediklerine karşı, derin bir nefes aldıktan sonra döküldü dilimden: "Ben, Eflora. Senin dediğine göre son kalan iki büyücüden birisiyim." Tekrardan gözlerim, gözleriyle buluştuğunda gözlerim kızarmıştı. İlk defa büyücü olduğumu, büyücü ismimi sesli söylemiştim... Sylwia, kıvırcık saçlarıma dokundu. Ona büyücü olduğumu söylemek içimdeki yükü azaltmıştı. Şimdiyse içimdeki yükten çok duygu karmaşası vardı. İçimde yaşadığım kaosun sebebi neydi? Korku muydu? Endişe mi? Bu duygularla gözlerim dolmaya başladığını gören Sylwia, kollarıyla bedenimi sardı ve "Sana yardım edeceğim 2. büyücüyü yani prensi de birlikte bulacağız, Eflora." demesiyle kollarımla onun sarılışına karşılık verdim. Fakat benim zihnimdeki soru işaretleri var oluşlarını sürdürüyorlardı.

 

"Nerden bildin prensi? Veya büyücü olduğumu?" diye sorduğumda Sylwia, yavaşça bedenimi bıraktı ve göz kırparak "Geçmişini gördüm, düşüncelerini, yaşantını, abini, hayallerini... Her cadı da olan bir özelliktir bu." Şimdi açığa kavuşmuştu işte göz renginin değişimi. Fakat benim zihnimdeki sorular hala cevapsızdı. "Ay Işığı Krallığı neresi Sylwia?" Diye sorduğumda konuyu değiştirmem onun sinirini bozmuş gibiydi.

 

"Orası hakkında kesin bir bilgiye kimse sahip değil, Berfin. Çünkü, sınırlar kapandı. Kimse gidemiyor, kimse merak etmiyor. Ayrıca bana Sylwia demene gerek yok, abla da diyebilirsin. Nasıl rahat edersen.

 

Onun ağzından dökülen cümleler sonrasında fısıldamıştım: "abla" diyerek. Bu sözü dememle Sylwia'nın yüzünde bir gülümseme oluştu ve onun ağzından: "Kardeşim" kelimesi çıkmasıyla içimde bir sıcaklık oluşmuştu.

 

Cadı olması da ona yakın olmam için nedenlerdendi. Sonuç olarak soylarımız aynı olmasa da benzerdi. "Kütüphanede Ay Işığı Krallığı ile ilgili bilgiler toplayabilir miyiz Sylwia?"

 

"Olabilir." dedi düşünceli bir ses tonuyla ve ayağa kalktı. "Ne duruyoruz? Gidelim." dedi ve kalkmam için elini uzattı. Elini tuttuğumda beni kendisine doğru çektiğinde ayaklandım. Elbisemin etek kısmından tuttum ve Sylwia'ya doğru bakarak: "Gidelim." demem ile kolumdan tuttu ve kütüphaneye doğru durmaksızın koştuk.

 

Kütüphanenin önüne vardığımızda tahta bir tabelada kütüphanenin ismi yazıyordu. Kütüphanenin ismi, "Levi Kütüphane" idi Hızla merdivenlerden yukarı çıktık. İçeriye girdiğimizde sessizliğimizi koruyarak, yavaş adımlarla rafların arasından geçiyorduk. Kütüphaneye bordo ve kahverengi renkleri hakimdi. Sylwia, yere yatırılmış tahta merdiveni yerden kaldırdı ve raflara yaslayarak merdivenin basamaklarından kütüphanenin üst rafına uzandı. Krallıklarla büyücülerin bulunabileceği tüm kitapları bana uzatırken; ben, tahta masalardan bir tanesinin üzerine verdiği kitapları koyuyordum. Sylwia, merdivenlerden inince masanın etrafındaki tahta sandalyelerden bir tanesini kendime çekerek oturdum.

 

Sylwia'da benim yan tarafımdaki sandalyeye geçti ve kitapları beraber incelemeye başladık. Sylwia, Krallıklar kitabından Ay Işığı Krallığı hakkında bilgi ararken; ben, büyücülerin soyunun bulunabileceği kitaplara bakıyordum.

 

 

 

🌼🌼🌼

 

 

Büyük bir heyecanla başladığımız bu araştırmada saatler geçtikçe umutlarımız ve heyecanımız tükeniyordu. İnsan dışı varlıklar adlı kitaptan da büyücüler hakkında hiçbir şey bulamadık derken kitabın bir sayfanın eksik ve sayfanın yırtılmış olduğunu fark ettim. Yüzümdeki şaşkınlığı fark eden Sylwia, kaşlarını çatarak bir şey bulmuş olmam umuduyla diyeceğim şeyi bekliyordu.

 

"Birisi kitaptan sayfayı yırtmış!" demem ile Sylwia'nın da yüzünde aynı benimkine benzer bir şaşkınlık oluşmuştu. "Kim, bunu neden yapar ki?" dedi ve kitabı kendisine çekerek yırtılmış yeri daha yakından incelemeye başladı.

 

"Ya bir kişi bilinmesini istemiyorsa?"

 

"Büyük bir ihtimalle." diyerek geçiştirir bir biçimde cevapladı, Sylwia ve "Söylentilere göre yıllar önce büyücüler ile ilgili olan tüm kitaplar saraya kaldırıldı. Belki o da insanların bilmesini istemediği bir sayfadır. Ben de emin olamadım. Krallığa daha geçen hafta geldiğim için benim de pek bir bilgim yok, maalesef." Krallığın büyücüler hakkında bilinmesini istemediği şey gittikçe meraklandırıyordu. "Bulmamız imkansızlaşıyor..." Dediğimde Sylwia, umutsuzca: "Korkarım ki öyle." diye yanıtlamıştı. Sesinde bir durgunluk hâkimdi.

 

İkimizde konuşmuyorduk. Sadece susuyor, düşünüyorduk. Büyücülerin, Leviathanlılar tarafından öldürülme efsanesi doğrulanıyordu adeta. Hâlâ nasıl olduğunu aklım almıyordu. Bunları kesin bir şekilde doğrulamamız için saraya gitmemiz gerekiyordu. Fakat saraya gitmemiz bile imkansızdı veya değildi...

 

"Saray!" diye bağırdığımda Sylwia, bana tepkisiz bir şekilde bakıyordu; ben ise heyecanla anlatmaya koyuldum. "Eğer ki gerçekten Leviathanlılar tarafından öldürüldülerse bunu saraydakilerden öğrenebiliriz."

 

"Evet, doğru. Ama saraya giremeyiz, Eflora."

 

"Neden giremeyelim?"

 

"Hadi ama Eflora sarayda 50'den fazla şövalye var, giremeyiz."

 

"Bizde gizli girmeyiz." diyerek göz kırptım. Oturduğum sandalyeye arkamı yasladım ve yüzümdeki gülümsemeyi sürdürdüm.

 

"Ne düşünüyorsun küçük bela?"

 

Cevap vermedim ve dişlerimi göstererek sırıtmaya devam ettim.

 

"Bu gülümsemeden de hoşlanmadım." diyerek gözlerini kıstı ve bana ciddi bir biçimde bakmaya başladı.

 

"Hadi ama ölmeyiz, korkma."

 

"Şüpheli."

 

"Ayıp oluyor." dedim ve kahkahalarımla eşlik ettim. Neyse ki kütüphanede bizden başka kimse yoktu. Kahkaha attığım zaman genelde bir çok kişinin dikkatini çekerdi; 'Bir daha gülme.' diyenler vardı ve bu pek hoşuma gitmezdi. Tabii birde insanlar gürültüden rahatsız olabilirlerdi.

 

"Gidelim mi?" diyerek ayaklandı, Sylwia. Bense heyecanlı bir ses tonuyla, "Saraya mı?" diye sorduğum gibi Sylwia gözlerini devirdi ve kapıya doğru yönelirken onun yanına doğru hızlı adımlarla koştum ve konuşmayı sürdürdüm.

 

"Yardım edeceğini söylemiştin."

 

"Kendimi ölüme atacağım demedim Berfinciğim. 'Yardım edeceğim dedim.'" gözlerimi devirdim ve yanından uzaklaşırken, "Hey! Nereye gidiyorsun?" diye bana seslendi. Arkama bakmadan, "Kendi işimi, kendim görmeye." dedim ve Leviathan köyünün meydanına doğru ilerledim. Burada birilerine sorarak Leviathan merkezine ulaşabilir, saraya gidebilirdim.

 

Köye vardığımda çok tanıdık bir yüz gördüm ve kim olduğunu anlayabilmek için gözlerimi kıstığımda o kişinin abim olduğunu görmüştüm. Sadece benzerlik olmasını diliyordum ama hayır, gerçekten de abimdi... Leviathan için yola çıkmadan önce aramızda hoş bir konuşma geçmemişti. Büyük bir ihtimalle beni Aurora'ya geri getirmek için gelmişti. Fakat ben gitmek istemiyordum...

 

(İlahi bakış açısı)

 

(5 gün önce)

 

Odasının camından karın yağdığını gören kız, koşarak camının önüne geçti. Yağan her bir kar tanesini hayranlıkla izlerken, kapısının açıldığını işitti ve kapısına doğru baktığında gelenin abisi olduğunu gördü.

 

"Oyun oynayalım mı?" diye sordu kıza.

 

"Oyun oynamak mı?" dedi kız, kaşlarını çatarak. Abisinin böyle bir şey soracağını hiç düşünmemişti.

 

"Evet, neden bu kadar şaşırdın?" diye sordu abisi, gülümseyerek.

 

"17 yıldır hiç oynamadığın için ve oynadığımız zaman da şiddete başvurduğun için, doğal."

 

Bazı şeylerin telafisi yoktu. Bir vuruş sadece bedende yer almazdı. İçimizde de bir çok yara oluştururdu. Berfin için de öyle olmuştu. Artık abisini bir abi olarak göremiyordu. Abiler gerçekten kardeşlerine şiddet uygulamak için mi vardı? Yoksa abiler gerçekten korumacılar mıydı? Berfin'e göre sadece şiddet için varlardı. Çünkü öteki ihtimali hiç görmemişti. O, her düştüğünde kendi kalkan birisi olmuştu.

 

"Ne zaman vurdum ki?" diyerek yine kendisini savunmaya almıştı, abisi. Ona göre Berfin kafasında üretiyordu. Fakat vücudundaki morlukları da mı o yapmıştı? Hayır. Abisi hiç bir zaman kabul etmemişti kötü bir abi olduğunu.

 

"Leviathan'a gideceğim." demişti aniden. Berfin. Sesi normalden daha düşünceli çıkmıştı. Leviathan, eskiden çok tanılan daha sonrasında efsanelerle ününü kaybetmiş küçük bir krallıktı. Berfin'e bir kaç gün önce Elfler tarafından davet mektubu gönderilmişti. Berfin, Leviathan'dan çok şey bekliyordu. En önemlisi de abisinden kurtulmayı hedefliyordu. Bu yüzden bu davet onun için büyük bir fırsat olmuştu.

 

"Kim izin verdi?" diyerek kaşlarını çattı, abisi.

 

"İzin almadım?"

 

"Yine prensinin peşinden mi? Hayal dünyamdan çık, Berfin. Senin ait olduğun yer burası."

 

Berfin, hiç bir şey söylemeden bavulunu çıkarttı ve yatağının üzerine koydu. Dolabına yönelerek elbiselerini tek tek çıkarttı ve bavulunun içine özensiz bir şekilde yerleştirdi. Bavulunun fermuarını kapattı ve abisine doğru baktı.

 

"Canın yanıyor mu? Yanmalı. Çünkü beni sen mahvettin." diyerek kapıya doğru yöneldi. Abisi gitmesine engel olabilmek için kızın kolundan tutacakken görünmez bir engel dokunmasına engel olmuştu.

 

"Büyü mü yaptın, Berfin?!"

 

"Ben, bir şey yapmadım!" dedi Berfin, dişlerini sıkarak. Dışarıya çıkan kapıya doğru yönelirken abisi de peşinden gelmişti. Kapıyı açtığında karşısında bir at arabası görmüştü. Koşarak at arabasına doğru yönelirken abisi yeniden onu tutmaya çalışmıştı. Fakat görünmez engel yeniden dokunmasına engel olmuştu. Abisi iyice sinirlenmeye başlamıştı. Berfin, at arabasına bindiği an hızla hareket etmeye başlamıştı.

 

Berfin kendisine bir söz vermişti. Leviathan'a gittiğinde yaşadığı her şeyi krallığın dışında bırakacaktı ve orada prensini bulacaktı...

 

(Eflora'nın anlatımıyla)

 

Elbisemin etek kısmını tuttum ve arkama bakmadan koşmaya başladım. Arkamdan gelen abimin, "Dur!" deyişleri ağlatmaya yetiyordu. Bedenim kaçacak yerimin olmadığını söylüyordu, yolun sonu diyordu. Ama koşmak istiyordum, direnmek istiyordum. Arkama baktığımda bana çok yakın olduğunu gördüm ve tekrar önüme baktığımda birisine çarpmıştım. Yere düştüğümde kim olduğuna baktım ve çarptığım kişinin Kral Barış olduğunu gördüm.

 

"Affedin, majesteleri." dedim ve başımı eğdim. İster istemez gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Sol tarafıma baktığımda abimi gördüm ve kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Korkum tüm bedenime yayılmıştı ve hareket etmekte zorlanır olmuştum.

 

"İyi misin?" diyerek Kral Barış, bana doğru eğildi. Bir krala bakıyordum, bir abime.

Gözlerimdeki endişeyi görmüş gibiydi. Sol taraftan koşar adımlarla yanımıza gelen Ozaniryuz kralı gördüğü gibi başını eğmişti.

 

Kral, yüzündeki endişeyi bir kenara bırakıp ayağa kalktı ve abime ciddi bir yüz ifadesiyle sordu, "Ne istiyorsun Berfin'den?"

 

"Eve götürmeye geldim de siz kimsiniz? Size neden hesap vereyim?" diyerek kaşlarını çatan abime biraz daha yaklaşarak,

 

"Leviathan'ın kralıyım ve buraya giren herkesin sorumluluğu bende. Berfin, artık kayıtlarımızda ve bir yere gitmiyor."

 

"Buna abisi olarak ben karar vereyim istersen, majesteleri."

Kral, yüzünü tekrardan bana çevirdi ve mırıldandı, "Misafir olarak Leviathan'a gelenleri bu yüzden hiç sevmemişimdir."

Bana bakmayı sürdürürken Ozaniryuz'a emir verdi.

"Çıkarın Krallıktan ve yasaklı yere ismini yazın!"

 

"Emredersiniz majesteleri!" diyerek söze atlayan Ozaniryuz, abimin kollarından tuttu ve krallığın sınırına doğru sürüklemeye çalışırken abim tüm öfkesini bana kusuyordu yine.

 

"Bir gün elime düşeceksin. O zaman kimse seni ellerimden kurtaramayacak." Kral, abimin söylediklerini duymazdan gelerek tam yanıma çömeldi ve abimin sınır kapısından kovuluşunu seyretti. Gözüm kayıyordu ona bakıyordum, onun ruhu duymadan. Onun da bana bakmasıyla gözlerimi kaçırdım. Onda da bir şeyler seziyordum. Olağanüstü varlıklar arasında mıydı yoksa? Sonuç olarak büyücülerle ilgili umudum kalmamıştı. Büyük bir ihtimalle kralda su tanrısı falandı ve büyücülerin idamından sorumlu krallık yine Leviathan'dı. Başka bir seçenek gelmiyordu aklıma.

 

 

 

🌼🌼🌼

 

 

 

Sylwia'yı nasıl buldunuz?

 

Sylwia'nın Eflora'nın sırrını bilmesi sizce Eflora'ya zarar verecek mi?

 

Sizce Eflora geçmişinden kaçabilecek mi?

 

 

Loading...
0%