@efloranizz35
|
16 yaşlarımdayken Tomris'in gönderdiği mektupla büyücü olmuştum. Kütüphanede aniden beliren büyü kitaplarıyla büyü yapmayı biraz biliyor olsam da hiç denememiştim. Onun yazdığı kaderin bir parçası olarak yaşamayı istemiyordum. Özellikle halkın büyücülüğün yasak olduğunu düşündüğü bir krallıkta büyücü bir kral olmayı anlamsız buluyor ve bunu tamamen reddediyordum. Ben, Jacob değildim. Yalnızca Barış'tım. Leviathan'ın kralı Barış. Bir kardeşe sahip değildim ve mektupta yazdığı prenses yani Eflora'yla aramızda hiçbir kan bağı olmadığından kardeş olamazda imkân yoktu.
"Valeria'nın hayatı da sana mı bağlıydı?" Diye bir soru yöneltmemin ardından çalılıkların ve rüzgarın sesinden başka ses gelmedi.
Valeria, yıllar önce idam edilmiş büyücülerden birisiydi. Krallık yönetmek konusunda kaygı duyduğum anlarda hep yanımda gördüğüm kişi olup beni hep destekleyendi.
Soruma bir cevap alamayınca dişlerimi sıkarak tekrarladım: "Valeria'yı 13 yıl önce sen mi ölüme ittin dedim!"
"İlk büyücülerin tanrısı ben değilim, Jacob. Ben Lucas'ın soyunu devam ettirmekle yükümlüyüm ama Litost'u o gün kurtaran bendim."
(İlahi bakış açısı) (1789)
Ay Işığı Krallığı'nın söylentileri Leviathan'daki herkes tarafından duyulmuştu. Tüm büyücüler Leviathan'ı terk etmeye hazır vaziyetteydi. Bu muydu Leviathan'ın yok oluşu? Güven duymayış mıydı gerçekten? Ay Işığı Krallığı, Leviathan yıkılmadan durmayacaktı.
14 yaşlarında olan Prens; krallıktan giden büyücülerin vedalaşmalarını izliyordu, hüzünle. Kraliçe, Prens'e yaklaşarak: "Gitmek istediler ve gittiler. Sen üzülme," dedi ve oğlunun başına bir öpücük kondurdu.
Aylar geçmişti ve Ay Işığı Krallığı'nda bir tane bile büyücü kalmamıştı. Leviathan'ı, Ay Işığının söylentileriyle terk eden büyücülerin hepsi Ay Işığı tarafından idam edilmişti. Özgürlüğün Krallığı dedikleri krallık, onların mezarı olmuştu. Ay Işığı krallığı büyücülerden ve Leviathan'dan hoşlanmıyordu ve aylar önce Leviathan'ın büyücülüğe karşı bir krallık olduğu söylentileri öne sürüldü. Leviathan kralı, gerçekleri anlatmaya çalışsa da kimseye kendisini inandıramamıştı. Büyücülerin hepsi Krallıktan ayrıldı ve Leviathan'a karşı bir kin besledi. Birisi hariç... Valeria... Valeria, tüm büyücülerden daha sadıktı. Ay Işığının söylentilerine inanmış olsa da, diğerleri gibi Leviathan'ı silemiyordu. Son anlarında bile bir parşömene mektup yazıp baykuşla Leviathan'a göndermişti. Tüm büyücülerin nasıl öldürüldüğünü görüyordu. Çocuklarına gözlerini asla açmamaları konusunda tembihlemişti. Göz yaşlarıyla ölümünü bekliyordu Valeria. Çantasından parşömen çıkartarak yazmaya koyuldu.
"Sevgili majesteleri... Büyünün Leviathan'da yasak olduğu öne atıldı... İnandık. Şimdi, ölümün kollarına gidiyorduk ve bu bizim eserimizdi. Uyardınız, dinlemedik... Tüm özürlerimi size sunuyorum efendim. Sizden son bir arzum vardır, Litost... Majesteleri, Litost 5 yaşında güçlü bir kız çocuğudur. Diğer 2 kardeşinden daha dirençlidir. Litost'un canını bağışlayın, efendim... Kimsesiz olacak belki kimsesi olun... Ölmesine izin vermeyin, nolursunuz. Çocuklarımın kanında büyücülük olduğu düşüncesiyle öldürecekler. Birisi yaşasın efendim... Şimdiden size tüm teşekkürlerimi sunuyorum efendim. Ve lütfen Barış'a gelecekte iyi bir kral olacağına güvendiğimiz söyleyin... -Valeria "
🌼🌼🌼
Prens Barış, Valeria' ya çok bağlıydı. Barış, soyunda en farklısıydı. Diğer soylular gibi olmayıp herkesle iletişimi olan, sıcak bir çocuktu ve diğer krallar gibi acımasız olmaktan korkuyordu. Bazen deniz kenarına oturur, bir krallık yönettiğini göz yaşlarıyla düşünürdü. Valeria, onun ağladığını görünceyse onu teselli etmek için hep yanında olurdu.
Valeria, mektubunda da prense yazmayı ihmal etmemişti. Baykuşunun önüne mektubu yavaşça, titreyen elleriyle bıraktı ve baykuş, mektubu ağzına aldığı gibi uçtu. Valeria, Litost'a doğru yaklaşarak;
"Litost gözlerini aç." diye fısıldadı.
Litost, annesinin demesiyle gözlerini açtı. "Efendim annecim?"
"Olabildiğince hızlı koşmanı istiyorum, Litost. Bir yere saklan. Kurtar kendini." "Ama anne-" diye itiraz edecekken Valeria, Litost'un sözlerini ağzına tıkarak: "Litost, kaç dedim!" dediğinde Litost, ayağa kalktı ve son kez annesine ve kardeşlerine bakarak hızla arkasına bakmadan koşmaya başladı. Arkasından gelen seslerle daha çok korkmasına sebep olmuştu.
"Büyücünün çocuğu kaçıyor, yakalayın!" Valeria, hüzünle fısıldadı, "Sana güveniyorum, Litost. Olabildiğince hızlı koş kızım."
Ay Işığı Krallığı, Valeria'nın çocuklarının onun kanını taşıdıklarından dolayı onlarında ileride bir büyücü olabileceklerini düşündükleri için onlara da idam emri verilmişti. Çocuk, genç, yaşlı; herkes tek tek idam ediliyordu...
Litost, göz yaşlarıyla hızla koşmaya devam ediyordu. Nefes nefese kalmış, oldukça korkuyordu. Çalılıkların arasına girdi. Yerinin belli olmaması için elleriyle ağzını kapattı ve korkudan gözlerini yumdu. Kalbi çok hızlı atıyordu. Annesi ona güvenmişti ve yakalanmamak için elinden geleni yapıyordu. Arkasından sesler gelmesiyle Litost irkildi. Yavaşça arkasına döndü ve gözlerini açtı. Karşısında göz alıcı bir kadın duruyordu.
Kadının kahverengi kısa saçları vardı. Havada güneş olmamasına rağmen yüzü bir güneş gibi parlıyordu. Bembeyaz yere uzanan bir elbise giymiş ve elbisesinin üzerine beyaz bir pelerin takmıştı. Litost'a elini yavaşça uzatarak, "Benimle gel." dediğinde Litost ne yapacağını şaşırdı. Karşısındaki kadına öylece bakarak:
"Sen melek misin?" diye sordu çocuk aklıyla ve karşısındaki kadını süzmeye devam etti.
"Hayır, ben bir büyücüyüm. Tüm büyücülerin kaderini belirleyen ve tüm büyücülerin yaratıcısı olan Lucas'ın sağ koluyum."
"Annemi de kurtarır mısın?" dedi Litost, büyük bir umutla. Tomris'in büyücülerin kaderlerini beliyor oluşu dikkatini çekmişti ve annesinin yaşayacağı düşüncesi yüzüne yansımıştı. Fakat Tomris'in cevabı onun yıkılmasına yetmişti.
"Ölüm ve yaşama müdahale edemem, Litost ama sana yardımcı olabilirim. Tut elimden." diyerek yeniden elini uzatmıştı. Litost, annesinin ondan istediği son arzuyu hatırlayarak titreyen elleriyle kadına elini uzattı ve kadın elini sıkıca tuttu. Beyaz bir ışık belirmişti. Göz gözü görmüyordu. Litost, titreyen sesiyle haykırıyordu, "Neredesin! Lütfen, lütfen bağışla hayatımı n'olur!"
Beyaz ışık yavaşça sönmeye başlıyordu. Beyaz ışık tamamen söndüğünde; Litost kendisini yuvasında bulmuştu. Leviathan'da...
Baykuşun da Leviathan'a gitmesiyle Kral, Litost'un varlığını ve tüm büyücülerin öldürüldüğünü öğrenmişti. Tüm şövalyelerine krallığının her bir tarafına bakmalarını ve Litost'u bulmalarının emrini vermişti. Şövalyeler aceleyle Litost'u bulmaya koyuldular ve krallığın her bir köşesine baktılar. Litost, Leviathandakilerin onu cezalandırmasından korkarak Leviathan ormanında saklanmaya başladı. Ormanın ıssız oluşu Litost'u daha çok korkutsa da ormanın Leviathan'da olması onu az da olsa güvende hissettiriyordu.
🌼🌼🌼
Krallık kavgalarıydı annesini ve kardeşlerini kaybetme nedeni. Babasını da hiç tanımamıştı. Çünkü Litost doğmadan önce ölmüştü. Şimdi gerçekten kimsesiz kalmıştı, Litost...
Ormandaki ağaçlardan birisinin arkasına hızla saklandı ve ağacın gövdesine sırtını yaslayarak oturdu. Gözlerinden yaşların süzülmesiyle elleriyle göz yaşlarını sildi.
Prens, Litost'a bir şey olmasından korkmuştu ve en yakın dostlarından birisi olan Ozan'la krallığın ormanına gittiler. Ozan, gelecekte vezir olmak isteyen 16 yaşında bir çocuktu. Vezir olabilmesi için başta şövalye eğitimi almaya başlamıştı ve diğer uzman şövalyelerden kılıç kullanmayı öğreniyordu. Barış ve Ozan ormanın içinde Litost'u arıyorlardı ve ikisi aynı anda Litost'a sesleniyorlardı.
"Litost! Lütfen çık ortaya Litost!" diye bağırmalarıyla sesleri ormanda yankılanıyordu.
"Litost, lütfen cevap ver! Sana zarar vermeyeceğiz. Sana yardım edeceğim, lütfen..."
Birden bire ağacın arkasından çıkarak prensin karşısına geçmişti. Litost'un ne kadar korktuğu yüzünden bile anlaşılıyordu. Ağlamaktan kızarmış gözleri, bembeyaz teni, titreyen elleri ve dizleri...
Ozan, Litost'ta doğru yaklaşarak, "İyi misin kardecik?" diye sormuştu, endişeyle.
Litost cevap vermeyerek Ozan'a göz yaşlarıyla sarıldı ve sesli bir biçimde ağlamaya başlamasıyla Ozan, Litost'u kucağına aldı. "Geçti, kardeşim benim. Güvendesin. Bak yanındayım ben senin..." diyerek saçlarını okşadı. Litost, Ozan'ın boynuna sımsıkı sarılırken; Barış'ın yüzünde Litost'u bulmanın mutluluğu vardı. Litost, o gece ailesini kaybetmiş olsa da kimsesiz kalmamıştı. Valeria'nın krallıktan arzuladığı şey gerçekleşmiş; Ozan, Litost'un kimsesi olmuştu...
Litost, Ozan'ın kucağında saraya döndüklerinde büyücüler için 1 aylık yas ilan edilmişti ve büyücülerin başına gelen olaylar Ay Işığı Krallığı ne derse desin bilgiler saraydan dışarıya çıkmayacaktı.
Kütüphanelerden büyücülerin soyları hakkındaki tüm bilgi bulunduran kitaplar alınarak saraya kaldırıldı ve Ay Işığı Krallığı hakkında Leviathan'da konuşmak kral tarafından yasaklanarak Leviathan sınırları kapanmıştı...
(Barış'ın anlatımıyla) (Günümüz) (1802)
"Yalan söylüyorsun! O gün Litost'u 14 yaşımdayken Ozan'la ben kurtarmıştık."
"Büyücülerin doğum ve ölümüne karışmam. İki kişinin kaderi sadece benim elimde. Sen ve Eflora. Ama şu an Eflora'nın kaderi sadece senin elinde."
"Eflora'yı da beni de azat etmeni emrediyorum!"
"Sen konuştukça Eflora'nın vücudunda yaralar açılmaya devam ediyor, Jacob." Tomris, benim zaaflarımı biliyordu. O da diğer insanlar gibi zaaflarla hareket ediyordu. Zaaflarımdan birisiydi benim yüzümden başkasının canından olması. Ve o da şuan bunu kullanıyordu. Tomris, tamamen ona itaat edilsin istiyordu. Onun yazdığı kaderde ben bir büyücüydüm. Fakat ben bunu reddediyordum ve kabul etmemekte kararlıydım.
"Ah, zavallı Eflora! Prensinin onun kurtarıcısı olacağına inanırken prensi yüzünden vücudunda yaralar açılıyor!" Diyerek beni kışkırtmaya çalıştığı an, "Barış?" diye bir ses duyuldu. Arkama baktım hızla ve gelenin Zülfiyye olduğunu görünce yalandan bir tebessümle ona doğru baktım. Yanıma doğru yaklaştı; ben ise sessizliğimi korumayı sürdürüyordum.
"Aniden gidince seni çok merak ettim. Neden geldin buraya?"
Zülfiyye'ye Tomris'e hesap soruyordum desem delirdiğimi düşünecekti. Bu yüzden hiç bir şey söylemeden Eflora'yı bulmanın daha iyi olacağını düşünüyordum. "Acil bir işim var da. Ozan'ın yanına gidelim. Tabii, sende istersen." dedim, geçiştirerek ve gülümsedim. "Ay, evet onu da çok özledim!" gözlerimi kırptım onaylayarak ve atıma doğru yürüdüm. O da arkamda gelerek yavaşça atıma bindirmiştim ve bende onun arkasına binerek atımı hızla sürmeye başlamıştım.
Leviathan köyüne vardığımızda attan indim ve Zülfiyye'ye elimi uzatarak inmesinde yardımcı oldum ve ikimiz birlikte Leviathan sınır kapısına doğru yürüdük. Zülfiyye, Ozan'ı gördüğü an elbisesinin etek kısmını tutarak Ozan'a doğru koştu ve boynuna sarıldı. Ben ise oyalanarak yanlarına doğru yürüyordum.
"Hoş geldin, Zülfiyye!"
"Hoş bulmuşum Ozan!"
Ozan ve Zülfiyye, benim aracılığımla tanışmışlardı. Ben ve Ozan'ın dostluğu kadar olmasa da onlar da çok yakın arkadaşlardı.
Ozan ve ben küçüklüğümüzden beridir beraberdik. O şövalye eğitimleri alırken bazen bana da öğrendiklerini öğretir, beraber çalışırdık. Aramızda kral-vezir ilişkisinden çok dostluk ilişkisi vardı. Fakat bunu ikimizde diğer şövalyelerin yanında belli etmezdik.
Ozan ve Zülfiyye birbirlerine sarılmayı bıraktıklarında Ozan, merakına yenik düşer bir biçimde, "Hayrola Kraliçem sizi hangi rüzgar attı buralara? Ve buraya girerken ben seni nasıl görmedim?"
"Kaydımı Sinan yaptı. Sen o ara neredeydin ben de bilmiyorum. Ben de seni göremedim." onların konuşmasını bölerek Ozan'ın kulağına yaklaşarak fısıldadım.
"Buraya Eflora adında birisi geldi mi, Ozan?"
"Hayır, majesteleri. Hatırlamıyorum."
"Kayıtlara bak."
"Emredersiniz, majesteleri." diyerek parşömen kağıdını çıkarttı ve incelemeye başlarken Zülfiyye, kaşlarını çatarak bana baktı.
"Ne oluyor Barış? Çok tuhaf davranıyorsun."
"Yok bir şey. Kayıtlarda birisine bakacağım sadece."
"Kime?" diye sorduğunda duymazdan gelerek Ozan'dan gelecek cevabı bekledim. "Yok öyle birisi." demesiyle moralim bozulmuştu. Ne beklediğimi bende bilmiyordum. Büyük bir ihtimalle gerçekten Eflora buradaysa benim gibi büyücü ismini kullanmıyordur. Derin bir nefes aldım ve koşar adımlarla ilerleyen Berfin'i görmüştüm. Her zamanki kadar tuhaftı. Kollarını saklıyor gibiydi ve saçlarıyla yüzünü kapatıyordu. Elbisesinde kırmızı lekeler oluşmuştu. Tuhaftı...
Tomris'in dedikleri yankılanıyordu zihnimde:
"Sen konuştukça Eflora'nın vücudunda yaralar açılmaya devam ediyor Jacob."
Berfin'le saatler önce görüşmüştük ve o zaman bir şeyi yoktu. Yani, ben Tomris'le konuşurken mi-
"Berfin!" diyerek Zülfiyye ve Ozan'ı arkamda bıraktım ve hızlı adımlarla Berfin'in yanına gittim.
Berfin, yüzü görünmemesi için adeta elinden geleni yapıyordu. Başını eğerek elbisesinin etek kısmını tutmuştu. Kıvırcık saçlarıyla yüzünü kapatıyordu.
"Buyurun, majesteleri?" derken sesinde korku vardı.
"Berfin, konuşmalıyız."
"Bağışlayın lütfen efendim. Ama benim acil gitmem gerekiyor."
"5 dakikanı almaz. Israr ediyorum Berfin."
Berfin'in derin bir iç çekmesiyle saçlarını kulaklarının arkasına aldım. Yüzünün sol tarafının kanlı olduğunu ve gözlerinin dolu olduğunu görmek yüzümdeki ciddiyeti arttırdı.
O, Eflora'ydı. Beni bekleyen o prenses...
"Sen, iyi misin?" diye sormamla kafasını onaylar bir biçimde salladı. Kollarına baktığımda; morluklar ve çizikler olduğunu gördüm. Kolundaki bazı çiziklerden kanlar akıyordu. Lanet olsun ki benim yüzümdendi.
"Berfin,"
"Efendim majesteleri?"
Ona söylemek ve söylememek arasında git gel yaşıyordum.
"Nasıl oluştu bu yaralar?" konuyu açmayacaktım. Bu Eflora için de, benim için de en iyisiydi. Onun beni öğrenmesi bir kişinin ölümüne sebep olacaktı. 6 yaşından beri bekliyordun Eflora. Lütfen biraz daha bekle. Bir gün... Bir gün gerçekleri söyleyeceğim. Sen belki farkında olmayacaksın ama ben senin hep yanında olacağım sevgili Eflora...
Bir bölümün daha sonuna geldikk
Sizce Barış, Berfin'e söylemeli miydi?
Litost'un yaşadıkları sizi etkiledi mi?
Berfin ve Barış ileriki bölümlerde nasıl olacaktır?
iyi, kötü tüm yorumlarınızı bekliyorum. Ayrıca oylarsanız çok mutlu olurum 🌼
|
0% |