Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8. Bölüm - Hayallerin Tutsağı

@efloranizz35

(Eflora'nın anlatımıyla)

 

4 küçük kızın yanından hızla ayrıldım. Onlara papatyalardan taçlar yapmıştım. Çünkü kendimden küçükleri mutlu etmek benim mutluluk kaynağım gibiydi. Sanki küçükleri mutlu edince kendi kuçüklüğüme ellerimi uzatıyor gibiydim.

 

Nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ettim. Aklıma Litost'la olan konuşmamız geliyordu. Fakat umursamazca krallığı gezmeye devam ettim ve lbisemin etek kısmını tutarak kırmızı başlıklı kız misali yürümeye başladım.

 

17 yaşıma gelmeme rağmen içimde yaşayan 6 yaşındaki kızın hayallerini gerçekleştirmek istiyordum. Ben hayallere küseli yıllar olmuş olmasına rağmen, 6 yaşındaki o kız çocuğu hayallere inanmayı sürdürüyordu. 6 yaşlarımdayken hayallerimin kölesi olmuştum. En büyük hayalim olmuştu o prensi bulmak. Burada olmasını ümit ediyordum ve dik duruyordum. En çok gülen insandır çocukluğunu doğru düzgün yaşayamamış insan. Ben de erken büyümüştüm ve bunun acısını çekiyordum. Yaşadığımız acılar bizi ister istemez büyütür; ister istemez değiştirirdi.

 

Ben, 17 yaşında olduğunu kabullenmeyen bir gençtim. Çünkü içimdeki çocuk henüz büyümeye hazır değildi. Onun büyümesi için geçmişteki izler temizlenmeliydi. Onları geçirecek olan kişi de 6 yaşımdan beri beklediğim kişiydi, prens...

 

Leviathan'ın yemyeşil çayırının tepesine doğru hızla koşmuştum ve tepeye vardığımda aşağıdaki köy halkına bakmıştım. Tepe o kadar da yüksek değildi. Bu yüzden evler o kadar küçük durmuyordu. Rengarenk evler kendilerini belli ediyordu. 4 tane tarla ve 1 hayvan çiftliği bulunuyordu. Evlerin arka tarafındaydı ve yan yanalardı. Leviathan Krallığı'nı bu kadar fazla incelememiştim. İlk defa görüyormuşçasına izliyordum insanları. Herkesin birbiriyle ettiği sohbet, uzaktan bile samimi oluşunu belli ediyordu.

 

Leviathan Köyünü daha iyi bir biçimde seyretmek istediğim için çimlerin üzerine oturdum ve etrafımda dolanan mavi kelebeklere hayran olmuşçasına bakarken ismimi işittim. Ama bu isim benim büyücü ismimdi. "Eflora," demesiyle arkama bakmaya çekindim ve duymazlıktan gelerek gözlerimi kapattım. Kalbim çarpıyordu hızla. Sesini değiştirmeye çalışır gibiydi konuşan kişi. Eğer öyleyse büyücü olduğumu herkes öğreniyordu yavaş yavaş. Öyle olmamasını diledim Çünkü, henüz Leviathan Krallığı hakkında detaylı bilgi öğrenememiştim.

 

 

 

Litost'un anlattıkları da bana yeterli gelmemişti. Çünkü Litost burayı evi olarak yorumluyordu. Kim evini kötülemek isterdi ki? Tekrar adımı tekrarladığında, gözlerim dolmuştu. "Eflora, Prenses Eflora." prenses derken neyden bahsetmişti anlayamamıştım. Ama arkamdaki kişinin kim olduğunu merak ediyordum. Tam arkama bakacakken, uyarı gelmişti. "Arkana bakma." diye. Bu beni daha çok tedirgin etmişti. "Benim Eflora, yıllardır beklediğin o kişiyim." demesiyle gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. O şuan arkamda mıydı? Yıllardır beklediğim o kişi, arkamda mıydı?

 

"Yalan söylüyorsun... O, sadece bir tasarı!" diye çıkıştım. O ise derin bir iç çekerek devam etti.

 

"Hayatım boyunca kimseye yalan söylemedim." mutlu mu olmalıydım yoksa korkmalı mıydım? Arkama dönmek istiyordum ama içimdeki korku buna engel oluyordu. "Neden ortaya çıktın?" dememle bir abi şefkatini hissedebileceğim şekilde yanıtladı. "Her zaman yanında olacağımı ve hep arkanda abin olduğunu bil diye."

 

'Abi' demesi içimi ısıtmıştı. Yıllardır beklediğim bir sevgi gibiydi. Ama sorun şuydu: ya o değilse? Ya kandırılıyorsam? Zaaflarımın kullanılmasına alışmıştım sonuçta. Ama fazla dahi olduğum için doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor anlayabilecektim.

"Büyücü ananın gerçek is-" derken sözümü kesti ve "Tomris." diye yanıtlamasını ardından yutkundum.

Bu oydu, gerçekten oydu. Yıllardır beklediğim, düşlediğim kişi şu an arkandaydı ve duygularımın tarifi yoktu.

 

"Ben ve sen Eflora, aynı büyücünün kanını taşıyoruz." dediğinde heyecanımı ses tonuma yansıtmayarak ciddi bir şekilde: "Beni nasıl buldun?" diye sordum.

 

Kıkırdama sesini duydum. Çok sıcak bir gülüşe sahipti... Gülüşü insanda mutluluk hissi uyandırıyor adeta. "Bulamamak mümkün mü? Herkese anlatıyorsun." dedi alayla ve aramızda bir sessizlik oluştu.

 

"Peki ya sen? Beni hiç aradın mı?" derken gözlerimden yaşlar süzülmeye başlarken hızla gözyaşlarımı sildim ve oneqn gelecek yanıtı nefes alış verişlerimi düzenlemeye çalışarak bekliyordum.

 

Adımlar bana doğru yaklaşıyordu ve bu durum benim nefes alış verişlerimi daha çok zorluyor; kalp ritmimi hızlandırıyordu. Korku ve stres anlarında hep bölge olurdum. Sonrasında ellerim titrerdi ve başım dönerdi...

 

Tam olarak arkama geçtiğini hissettiğimde gözlerimi yumdum ve ondan gelen "Aramadım." yanıtıyla gözlerimi açtım. Ben, yıllardır beni bulacağı ümidiyle beklerken onun umurumda bile değildim öyle mi!?

 

"Bir şey demeyecek misin?" diye derin bir nefes aldım ve dişlerimi sıkarak: "Beni gerçekten seveceğini düşündüğüm, kardeşi gibi görecek bir adamı düşledim." dediğimde, "Peki ya sorun nedir?" diye cevap verdi.

 

Göz yaşlarıma hakim olamayarak: "Öz abim beni sevmezken senin seveceğini, bana kardeşim diyeceğini düşünmüştüm ama gerçekleşmeyecek bir hayalin peşinden koşmuşum." göz yaşlarım sele dönmüştü. "Zamanı gelince öğreneceksin Eflora." dediğinde, tersledim. "Öğrenmek istemiyorum. Şimdi, yanımdan uzaklaş yoksa arkamı dönerim." dememle iç çekti ve "Ağlama lütfen." diyerek yanımdan uzaklaştığını hissettim. Adım sesleri uzaklaşınca arkamı döndüm.

 

Kimse yoktu... Kendimi kandırılmış gibi hissediyordum ama kimse beni kandırmamıştı. Ben kendi kendimi kandırmıştım. Tomris'ten nefret etmiştim ilk defa. Beni kandırmıştı... Ayağa kalktım ve köy meydanına geri döneceğim için göz yaşlarımı ellerimle hızla sildim. Rol yapmakta uzmanlaşmıştım artık. İçim belki kan ağlar; yüzümse gülücükler saçar. Bu hep böyle olmuştur. Tepeden aşağıya hızla inerken, ayağım taşa takıldı ve tepeden aşağıya doğru yuvarlandım. Gözlerimi yavaşça açtığımda başım feci şekilde ağrıyordu. Kafamı çimlerden kaldırdım ve yavaşça gözlerimi açtığımda bir adam bana kalkmam için elini uzatıyordu. Güneş ışığı, adamın yüzüne yansıdığı için yüzünü göremiyordum. Ama tanıdık olmadığına emindim. Elimi hafif yukarı doğru kaldırdım ve tutmakla tutmamak arasında git gel yaşarken kendim ayağa kalktım. Karşımdaki adamın kahverengi kısa saçları vardı. Saçlarının önleri, yan taraflarından uzundu. Üzerinde simsiyah bir gömlek üzerine de taktığı kırmızı pelerin ve yan tarafına taktığı kılıcıyla korkmama yetiyordu.

 

 

 

🌼🌼🌼

 

Korktuğumu anlamış gibi kaşlarını çattı. "Neden bana bu şekilde bakıyorsun? Hayatında hiç mi suikastçı görmedin?" demesiyle, geriye doğru adım attım. Birden bire ciddiyetini bozdu ve alay edercesine bakmaya başladı. "Hadi ama Leviathanlı birisini öldürecek değilim. Bir kızı hiç öldürecek değilim."

 

"Rahatlamalı mıyım?" diye sormama, düşünceli bir sesle yanıt verdi. "Sanırım evet." ikimiz arasında derin bir sessizlik oluşmasıyla bu sessizliği yine bozan o olmuştu.

 

"İsmin nedir?" demesine karşılık "Berfin." demiştim. Prens haklıydı. Bir kere Sylwia'ya ismimin 'Eflora' olduğunu söylemiştim ve birden herkese belli etmeye başlamıştım. Ardından devam ettim. "Sadece Berfin." dediğimde, kaşlarını çattı.

"Sadece olmayan Berfin." diye karşı çıkmasıyla, direttim. "Sadece Berfin." ama o da en az benim kadar inatçı olarak, "Sadece olmayan Berfin." demişti. Bu konuyu burada kapatarak, "Senin ismin ne?" diye sormuştum.

"Vedat ama bana Orpheus denilmesini severim."

"Memnun oldum, Orpheus."

"Memnun oldum, sadece olmayan Berfin." çekingen bir biçimde gülümsediğimde gülümsemesini ele verdi. "Sen bugün mü geldin?" dediğinde, kafamı evet anlamında salladım. "Hoş gelmişsin sadece olmayan Berfin."

 

"Bana öyle demeyi keser misin?" dememle yüzünde düşünceli bir yüz ifadesi yer aldı. Ve derin bir nefes alarak, "Hayır, kendi kıymetini öğrendiğinde bırakırım." dedi ve yanımdan uzaklaştı. Bense, arkasından ona baka kalmıştım. O, gözden kaybolduğundaysa ben de kendi yolumdan ilerledim. İlerlerken prensi düşünmeden edemiyordum. Düşündükçe ağlayasım geliyordu. Onun söyledikleri yankılanıyordu zihnimde.

 

"Beni hiç aradın mı?"

 

"Aramadım." onun cümleleri zihnimde yankılanırken gülmeye çalışıyordum. Gözlerimin dolmasıyla köye arkamı döndüm ve ellerimle göz yaşlarımı silerek tekrar gülümsemeye çalışmıştım. Köy halkının yanına koşarak ilerledim. Koşarken tüm acılarımı yere bırakıyormuşçasına hızla koştum. Yanlarına gittiğimde, "Selamm" diyerek enerjik bir biçimde giriş yapmıştım. Bir yandan da kendime uyarı geçiyordum.

 

"Ağlama Eflora,"

 

"Ağlamamalısın. Sen, güçlü kalmalısın." Bu enerjik girişime Sylwia, karşılık vermişti. "Oo, kimler gelirmiş buraya? Hoş geldin ballı lokumum."

 

"Hoş buldum ablacığım." bana söylediği bu lakap çok hoşuma gitmiş, içimi kıpır kıpır yapmıştı adeta. Sylwia'yla tanıştığımdan beri içimde hiç tatmadığım bir duygu hissediyordum. Bu duygu kardeşlikti sanırım. Bu duyguyu çok uzaktan hissetmiştim ama hiç yakınımda hissetmemiştim. Prensten göreceğimi sandığım o duyguyu bana Sylwia yaşatıyordu resmen.

 

"Ballı lokumum, konuşabilir miyiz?" diyerek kolumdan tutmuştu, Sylwia. Cevap vermemiştim ve birlikte bir kenara çekilmiştik. Çekildiğimiz an yüzünde bir ciddiyet oluşmuştu ve konuya girdi.

 

"Sen gittikten sonra dayanamadım ve araştırmaya devam ettim." önceki kadar heyecanlanmıştım. O ise devam etmişti konuşmaya. "Eflora, bir kehanetle karşılaştım ve kehanette şu sözler yazıyordu: 'İki kişinin kavuşmasıydı bir kişinin ölümü.' ve bunu Tomris'i araştırırken buldum. Kim ölecek bilmiyorum ama o kavuşacak iki kişi sen ve prens olamaz mısınız?"

 

Olabilirdik ama ben eskisi kadar onun hayalini kurmuyordum. İçimdeki çocukta ben de yıkılmıştık. "Ben, onunla konuştum Sylwia..." dememle, Sylwia'nın yüzünde bir şaşkınlık oluşmuştu. "Nasıl? Ne zaman?" diyerek sorguya çekmeye başlamıştı. "Yüzünü görmedim ama konuştum. Sesini duydum..." Sylwia, kaşlarını çattı. "Eflora, bu çok anlamsız. Daha bugün geldin, seninle oynamışlardır. Herkese kim olduğunu söyleme."

 

"Ama ben onunla gerçekten konuştum..."

 

"Sence, gerçekten o olsaydı sadece sesini duyar mıydın? Bu çok anlamsız Eflora." daha fazla diretmek istememiştim. Halüsinasyon olduğunu düşünmesini veya deli olduğumu düşünmesini hiç istemiyordum. "Haklısın ablacığım. Herkese anlatmasam iyi olur. Hayallerim yıkılmaya müsait..."

 

"Aferin ballı lokumum. Ayrıca pek üzerine düşme bu konunun."

 

"Tamamdır ablacığım. Teşekkür ederim, düşündüğün için." diyerek sarılmıştım.

 

Ben, çoktan hayallerimin tutsağı olmuştum abla... Çoktan kendimi ele vermiştim ve hayallerime küsmüştüm. Abla, benim varlığım onun umurunda olmamış. Abla, canım çok yandı. Yıllardır onu beklerken çok umutluydum. Tomris, beni kandırdı abla. Prensin abim gibi olacağını söylemişti. Abimden daha çok seveceğini söylemişti mektubunda.

 

Ama o da haklıydı. Beni abim bile sevmezken o niye sevsin ki?

 

"Seni seviyorum ballı lokumum." Dedi Sylwia bir yandan sırtımı sıvazlayarak.

 

"Seni seviyorum ablacığım..." Dedim ve onun bedenine daha sıkı sarılmıştım.

 

 

 

🌼🌼🌼

 

Yeni bölümü nasıl buldunuzz? Umuyorum ki beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorumm.

 

Loading...
0%