Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@efsunkaruh


Güncelleme tarihi: 27 Temmuz 2024

devamını oku…

O cumartesi günü sabahı her şey normal görünüyordu ama ben uyandığımdan beri gerçeklik algımı yitirmiş gibiydim nitekim bu doğru bir histi. O gün, 21 Haziran 2023 benim hayatımın son normal günüydü.

Bir sene içinde olan bunca şeye inanmayacak olduğunuzu biliyorum ama Düşkıran okuyucuları, Düşkuranlar benim hikâyelerimi dinlemeyi severler bunu da çok iyi biliyorum. Şimdi saat gece yarısına geliyor. Hafif bir meltem var, saçlarımda dolanıyor. Benim de parmak uçlarım klavyenin üzerinde geziniyor. Ölüm de yanımda duruyor: Sessizce bekliyor, beni son defa öpmek için. Hikâyemize devam edelim değil mi? Nerede kalmıştık? Kutuyu açtık birlikte, madalyonu hatırlıyor musunuz?


21 Haziran 2023

Genç kadın elindeki fotoğrafları masanın bir kenarına bıraktı ve büyük kutunun içinde, köşede duran bir kadife takı kutusuna uzandı. “İçindekinin ne olduğunu gerçekten merak ediyorum, geniş bir çalışma olduğu her halinden belli. Yeni bir şirket de olabilir. Bir bulmaca olduğunu düşünüyorum. Tüm bu kitaplar, mektuplar ve fotoğraflar tek bir noktaya varacaktır muhtemelen. Bir mekâna gidebiliriz belki. Belki bir şato satın almış ve yenilemişlerdir, belki de kilise. Biliyorsunuz son zamanlarda Avrupa’da satılık -ya da kiralık- kilise ve şatodan bol bir şey yok.” Ana ekranı kendisini çeken kameraya geçirdikten sonra kadife kutuyu araladı. Gözleri önünde zarif bir kolye duruyordu. Basit ama zarifti. Bazı şeyler gerçekten de tüm sıradan duruşuna rağmen değerli dururlardı bu kolye de onlardan biriydi. Genç kadın gümüş zinciri yavaş bir şekilde çıkardı ve kameranın ona odaklanmasını sağladı. İnce zincir, içine fotoğraf konulan madalyonlardan birini taşıyordu. Dışında bir gül kabartması vardı. “Victoria’n bir takı sahiden. Güzel görünüyor içinde bir fotoğraf var mı merak ediyorum. Bakalım.” Göz ucuyla sohbetin aktığı ekranı kontrol etti. Birçok izleyici açması için heyecanını dile getiriyordu. Onları bekletmedi, zaten kendisi de fazlaca merak ediyordu.

Madalyonun iki kapağını üst kısımda birleştiren ufak düğmeye bastığında, mekanizma kapakları birbirinden ufak bir açılma sesiyle ayırmıştı. Mehsa, iki kapağı ayırdığında bir kamera da doğrudan madalyonun içini görüyordu. Sağ ve sol kapakların içinde siyah beyaz birer karakalem çizim vardı. Sol tarafta bir kadın ve sağ tarafta ise bir adam yer alıyordu. Kadının koyu renkli saçları kabartılmıştı ve saçlarıyla neredeyse bütün olan koyu renkli bir şapka takıyordu. Gerdanını bolca inciler süslerken bir değerli taş da incileri ortasına yerleşmişti. Kadınının ince uzun parmakları arasına fırfırlı bir şemsiyenin sapı yerleşmiş ve bu şemsiye sol omzuna doğru yaslanmıştı, ellerinde koyu renkli tülden eldivenler bulunuyor, ufak bir tebessüm de dudaklarını süslüyordu.

Sağ taraftaki adamın uzun saçlarının bir kısmı sol omzunun üzerinden dökülmüştü. Açık renkli saçları siyah beyaz resimde oldukça belirgin bir şekilde ortaya konmuştu. Yüksek yakalı bir gömlekle beraber parlak işlemelere sahip bir yelek giyiyordu. Yeleğin cebinden düğmesine uzanan bir zincir cep saati taşıdığını gözler önüne seriyordu. Elleri bir bastonun işlemeli başı üzerindeydi. Koyu renkli bastonun baş kısmında bir kuzgun sureti net bir şekilde göze çarpıyordu. Orta Çağ’dan kalma halde çizilmiş bu aristokrat resminin gözlerindeki donukluk asırlar evvelinden gelmesine rağmen halen insanı ürkütüyordu ve son olarak adamın resmi üzerinde kahverengiye evirilen bir kırmızının gitgide biraz daha belirgin bir kırmızıya döndüğü bir çizgi göze çarpar haldeydi. Sanki bir kan damlası akmış ve boyamıştı “Bu resimlere bayıldım. Resimleri özenle sarartmışlar. Gerçekten neredeyse birkaç yüzyıl evvelinden olduğuna inanacağım. Bu renkli çizgiye bakarak birkaç fikir yürütmeye başladınız hemen bakıyorum.”

Sohbet akışının olduğu ekrana eğildi. “Öldüğü için mi üzeri çizilmiş? Bu kan mı? Kan olabilir sahiden, bu hissi vermiş olabilirler. Bilirisiniz zamanla rengi koyulaşır burada da daha yoğun başlangıç yerinde koyulaşmış sona doğru kırmızılık daha belirgin. Belki de sadece işaretlenmiştir, bu fikre ne dersiniz? İkisinin sevgili olduğunu düşünüyorsunuz? Ben de buna katılıyorum. Bu madalyon cidden çok güzel bu arada. Resimleri çıkarsak mı? Arkasında isim ya da tarih vardır belki.”

Yan odadaki adam nefesini tutmuştu. Üzerinde çizgi olan fotoğrafa dalmıştı. Uzaklardan bir ses işitir gibi oldu, “Sana ait olmayan bir hayatı çalıyorsun.” İçinde büyük bir bulantı vardı, midesinde değildi bu zihnindeydi sanki yaz ortasında fırtınaya yakalanmıştı da her şey darmadağın olmuştu. Ellerini koyu renkli saçları arasına daldırdı ve karıştırdı. Sonunda ayağa kalkarak ağır adımlarla Mehsa’nın yayın odasına girdi. Akışa bırakmaktan başka bir karar vermeyecekti. Kadere çomak sokulmazdı, o da bunu çok iyi biliyordu. Yüzünde gülümsemeyle kendi sandalyesine oturdu ve tekerlekleri kaydırarak kadının yanına yaklaştı. “Selam millet.” İzleyenlere selam vermesi ardından Mehsa’nın da yanağına bir buse kondurmuştu. “Biraz önce içeriden izliyordum, madalyona bakayım mı?” Mehsa başını sallayarak onun avuçları arasına bıraktı madalyonu.

“Gerçekten eskiyse ve tarih kaçakçılığından içeri alınırsak ne olur?” Mehsa, madalyonu izleyen eşine sorduğu zaman Yves başını kaldırmış ve gözlerini kadının gözlerine dikmişti. Her zaman bir miktar absürt fikirlerle dolu olduğunu bilse dahi buna alışmak dört senenin ardından dahi mümkün olmamıştı. Genç adam, her seferinde tuhaf sorularına şaşırıyordu. Düşünür bir halde “Hm…” sesi çıktı dudakları arasından, “Hapishane hayatına dair hikâyeler yazarsın ve ben de sensizlikten ölürüm muhtemelen.”

Bu yayının izleyicileri için kalp emojilerini tükettikleri bir andı. Kesinlikle Yves ve Mehsa’nın ilişkisine herkes bayılıyor ve bu hallerini görmek mutluluk verici oluyordu. Mehsa kendisine edilen iltifatlara hemen tepki veremezdi. Yves, onu sevgi ablukasına aldığında o kenara kaçıp kendi kabuğu içinde utanmaya meyilliydi. “Öyle şeyler söylememelisin hem sen yine beni niye herkesin önünde utandırıyorsun. Gitsene yayınımdan.” Ellerini adamın belirgin kaslarına koyarak itmeye çalıştığında Yves, gülerek ayaklarını yere bastırmış ve kendini sabitlemişti.

“Evet, sayın seyirciler burada da boyu bücür olan bu hanımefendinin beni ekrandan kovuşunu –pardon kovmaya çalışmasını- izliyoruz. Utanınca hep bunu yapıyor sonra size gelip ‘bizim aramızda gizli saklı yok tek gizli saklı hikâyelerdeki hayaletler’ diyor. Hiç doğru değil Mehsa Hanım sizi topluca kınıyoruz.” Mehsa, Yves’i itemeyecek olduğuna ikna olduğunda derin bir nefes vererek omzuna vurdu “Hep izleyicilerimi bana karşı kullanıyorsun, buna hile derler.” yanaklarını şişirerek kutuya uzandığında Yves, ona gülmeden edememişti. Kesinlikle onunla uğraşmaktan zevk alıyordu. Mehsa başa çıkamayacak olduğunu kabullenerek konuyu değiştirdi.

“Bir mücevher kutusu daha var,” diyerek koyu lacivert renkli daha ziyade bir yüzük kutusu gibi duran kutuyu beklemeden araladı. Zarif bir yüzüktü karşısındaki, yakut kırmızı bir tomurcuk gibi sarılmıştı gümüş ve altın ince sarmallar arasında. Kökler gibi birbirine dolanan gümüş ve altın parçalar yüzüğün yuvarlağını oluşturuyordu. Yves, yüzüğe bakarken Mehsa onu almış ve sol elinin yüzük parmağına, alyansına bitiştirerek takmıştı “Bak, tam oldu.”

Yves bir anlığına durdu ve içinde peyda olan huzursuzluğu bastırmak adına kafasını onaylar anlamda yavaş yavaş salladı. Belki de ben abartıyorum. İnsanlar birbirine benzer sonuçta. “Kesinlikle çok güzelmiş, böyle bir hediye göndermelerini hiç beklemiyordum.” Mehsa gülerek ekrana da yüzüğü gösterdikten sonra kutunun geri kalanını kaplayan defterlerden en küçüğünü, bir cep defterini aldı.

“Bu en üstte ve en küçüğü öncelikle bununla başlamak istiyorum. İçinde nasıl bir yazı var ne anlatıyor merak ediyorum. Yazı analizleri oldukça ayrı bir konu bunun üzerine tartışmak isterdim ama inanın hiçbir bilgim yok eğer bilirkişi var ise yayına konuk etmeyi çok isterim. Bence bu denli detaylı bir kutu hazırlayan ekip yazı hususunda da ipuçları bırakmıştır.”

Yayın akışını kontrol ettikten sonra üstteki kamerayı küçük not defterine odakladı ve bu açıyı ana ekrana geçirdi. Deri kaplı, lacivert bir defterdi bu. Eski görünümü sebebiyle derinin dokularına bazı tozlar dolmuş, beyazlıklar ortaya çıkarmıştı, ince çizgiler karmaşık yolları andırıyordu. Ön kapağında bir düğme bulunuyordu. Arka kapağında olan, zamanında düğmeye geçirilen lastiğin bir tarafı koptuğu için defterin etrafına sarılmış ve düğmeye o şekilde bağlanmıştı. Genç kadın dikkatle uzun süredir açılmamış halde duran sararmış ve sayfaları yer yer kabarmış defteri araladı.

Yves, arkasına yaslanarak gözlerini deftere dikmişti. Bu bir oyunsa inanılmaz bir tesadüf çemberi içinde olduğunu düşünüyordu. Zaten insan hayatı da böyle değil miydi? Bazı yıldızlar istenmedik bir anda insan hayatının ortasına şans yahut bela olarak kayıverirdi. Kâğıdın hışırtı sesi şimdi sessizliği doldururken ilk yaprak boş bırakılmış ve sonraki sayfaya eğik, birbirine bitişik bir el yazısı ile önce soy ismin gelmesi suretiyle bir isim yazılmıştı: Natsuki Misao.

“Bir Japon ismi değil mi? Kadın ismi mi?” Yorumlardan birine cevap vermişti bir yandan “Altında Japonca olarak da yazılmış. Maalesef kanji –sanırım bu kanji oluyordu- okumayı bilmiyorum ama aynı ismin yazıldığını düşünüyorum. Dediğiniz gibi bir kadının ismiyse… Bence bu fotoğraftaki kadının ismi bu, Natsuki Misao. Sanıyorum Misao ismi.” Az evvel farklı tarihlerde çekilmiş olan fotoğrafları gösterdi tekrardan. “Bu bir not defteri, günlük olduğunu sanmıyorum. Günlük için oldukça ufak. Sondan mı başlayalım yoksa baştan mı?”

Bilgisayara uzandı ve bir oylama başlattı. Kısa süre içerisinde anket sonucu ‘son’ olarak çıktığında genç kadın defteri alarak sayfaları hızlıca geçti ve kullanılan son sayfayı buldu.

“Genel olarak tarihler var. Son tarihe gideceğim.” Dediğini gerçekleştirdiğinde açmış olduğu kısımda sol sayfa boştu ve sağ sayfanın sağ üst köşesine ‘6 Temmuz 1982’ tarihin altına bir çizgi çekilerek baştaki sağa eğik yazı ile İngilizce bir şekilde ‘Çin / Hong Kong’ yazılmıştı. Daha sonra sayfanın soluna geçilmiş ve bir cümle yine İngilizce bir biçimde yazılmıştı:

‘Shing Mun Nehri yakınında kanı çekilmiş ve parçalanmış kadın cesedi uzuv parçaları nehrin farklı bölgelerinde yedi parça olmak suretiyle bulundu. Kurban, 22 yaşındaki Chang Fung-lan. (3 Şubat 1982)’

Altına benzer üç cümle daha farklı tarihlerle sıralanmıştı. Mehsa, bir yandan sayfayı gösteriyor bir yandan da cümleleri okuyordu. Yves, derin bir düşünce denizinin içinde belli belirsiz yüzüne vuran dalgınlıkla kollarını göğsünde kavuşturarak eşini izliyordu.

‘Tai-Hang Yolu’nun kenarında bir pirinç torbası içerisinde kanı çekilmiş bir kadın cesedi bulundu. Kurban, 31 yaşındaki Chan Wan-kit. (29 Mayıs 1982)’

‘Tai-Hang Yolu’nun kenarında bir pirinç torbası içerisinde kanı çekilmiş bir kadın cesedi bulundu. Kurban, 29 yaşındaki Leung Sau-wan. (17 Haziran 1982)’

‘Tai-Hang Yolu’nun kenarında bir pirinç torbası içerisinde kanı çekilmiş bir kadın cesedi bulundu. Kurban, 17 yaşındaki Leung Wai-sum. (2 Temmuz 1982)’

Son cümleyi de okuduktan sonra gözlüklerini çıkarak geriye doğru yaslandı genç kadın. Bu esnada Yves ona doğru dönmüştü “Fantastik bir şey çıkacak sanıyordum, cinayet haberi var karşımızda.” Mehsa ağır ağır başını salladı “Değil mi? Ben de öyle düşünüyordum. Sanıyorum izleyenler de buna biraz şaşırmış.” Gözleri sohbet ekranında dolandığında hızla sandalyesini masaya yaklaştırdı ve klavyeye uzandı.

“Biri bunun gerçek olduğunu yazmış. Bu kurgunun ekibiyle tanışmak istiyorum. Gerçek bir cinayetini mi konu edinmişler?” Klavye üzerine kurbanlardan ilkinin ismini yazdığı zaman karşısına çıkan şey Lam Kor-wan isimli bir adamdı. Bir sonraki sitelerde de bu isim geçiyordu. Rastgele birine tıkladığında gözlükleri yeniden burnun üzerine yerleşmiş ve kaşları ciddiyetle çatılmıştı.

“Bir seri katilin kurbanıymış bu dört kadın. Adamın ismi Lam Kor-wan birkaç farklı lakabı var. Amerika daha çok ‘Jars Killer’ diyormuş, Çin’de ise “Yağmurlu Gece Kasabı” ismine sahipmiş. 19 Ağustos 1982’de tutuklanmış…” Sonra birkaç dakika durdu “Yves, şu cümleyi sesli okur musun?”

Adam merakla ekrana eğildi ve imlecin işaretlediği cümleyi okudu “Lam Kor-wan, ünlü Japon asıllı Amerikan dedektif Natsuki Misao tarafından yakalandı.”

Mehsa’nın gözleri bir kere daha sohbet ekranına kaydı. İzleyenlerin bazıları bu not defterinin sahiden de gerçek olduğu üzerine teoriler öne sürüyordu. Kuruyan dudaklarını ıslatarak bedenini dikleştirdi ve arama çubuğuna bu sefer Natsuki Misao yazdı.

“Dürüst olmak gerekirse gerçek olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz ancak gerçek olarak kabul edebiliriz arkadaşlar, her zaman yaptığımız gibi. Gerçekten de Natsuki Misao nasıl biri nasıl acaba, bakalım buna.”

Önünde açılan ekranda birçok sosyal medya profili vardı ancak görsellerde herhangi bir uyuşma yoktu. Fotoğraflar sadece temsili olarak eklenmişti. Eski bir haber sayfasının görseline tıkladı. Amerikan medyasına ait olduğunu düşünüyordu. 1982 senesinde Eylül ayına ait gazetenin attığı ufak bir köşe başlığı şu şekildeydi: ‘Ünlü dedektif Çin’den geri dönmedi. Haberin devamı için sayfa 8’e gidin.’ Haberin devamı yoktu, hangi gazete ait olduğu da belli değildi. Mehsa biraz geriye çekildi. Bu iş hoşuna gitmişti, gerçekten de anlatmaya değer bir oyun ya da kitap kurgusu gibi geliyordu gözüne.

“Kaybolan dedektif ile Natsuki Misao mu ondan da emin değilim ancak bu kutunun içinden çıkan her şeyin harika bir yere varacak olduğuna inanıyorum.” Yorumunda bulunduktan sonra gözlerini saate kaydırdı gece yarısını geçmişti. Detaylar için daha az uykusu olmasını istediğine karar verdiğinde kameraya döndü “Saat epey geç olduğu için bugün burada keselim, sizi habersiz bırakmayacak olduğuma emin olabilirsiniz.” Gülümseyerek el salladı ve yayını bitirdi.

Gözleri çoğu zaman aksine suskun olan eşine kaydı. “Yves, bir sorun mu var?” Genç adam silkelendi ve kafasını iki yana salladı “Sanırım biraz yoruldum.” Genç kadının ayağa kalkıp gerinmesini fırsat bilerek onun bileğini yakaladı ve kucağına düşmesine sebep oldu.

“Ve seni özledim.” Bu Mehsa’nın gülmesine sebep olmuştu. “O zaman kaptan, istikamet belirliyorum.” Odanın kapısını işaret etti. “Bu karanlık geçitten geçip Âşıklar Diyarı’na gidelim.”

Yves, bir an dahi beklemeden ayağa kalkarak kucağındaki bedenle bir an etrafında döndü ve hızla kapıdan hole geçti. Yatak odaları holün sonundaydı. İnce uzun ve ışıklar açık olmayan holü süzdü “Kraliçe kaçırdığım duyulursa bir amiral beni kovalamaz umuyorum.”

“Bu denizi aşarsak kaptan kimse bizi tutamaz, karanlıktan korkmuyorum ben devam edelim, hem gerekirse…” Son anda masadan aldığı telefonun fenerini açtı “Benim ışık büyüm olduğunu unuttunuz mu kaptan?”

Gülüştüklerinde Yves bir süratle holü geçmiş ve sonra kendilerini yatağa atmışlardı. Şimdi sanki kumlar üzerine yatmış gibi sırt üstü uzanıyorlardı yan yana. Heyecan nefeslerini hızlandırmış odaya sızan hafif esinti de tül perdeleri havalandırmıştı. Telefon fenerinin ışığı tavana vuruyor ve sanki ay gibi içeriyi dolduruyordu. Yves sağındaki bedenin yanağına yasladı sol avucunu ve fısıldadı alınlarını birleştirirken “Seni seviyorum. Âşıklar Diyarı’na yemin olsun ki tüm kalbim ezelden beri senin.”

Genç kadın yanağındaki elin üzerine yerleştirdi elini ve dudaklarını bastırdı adamın avucunun içine. Bu onun sevgi diliydi; sessizce sevgi buseleri vererek ekerdi sevgi tohumlarını ve hikâyelerinde anardı aşkını.


Güncelleme tarihi: 27 Temmuz 2024

devamını oku…

O gün yazın ilk günüydü ancak benim hayatıma kışın ayazı gelmişti, haberim yoktu.

Parmağıma taktığım kan kırmızısı yakut taşlı yüzük kalbime dokunuyordu, haberim yoktu.

Ben ertesi gün sabaha uyanamamıştım. İşte buradan sonrasını sizlere nasıl anlatacağım bilemiyorum. Her şey o kadar karmaşık ki… Bazen şu an bile kendimde olduğuma pek inanmıyorum. Her şeyin başı o kutuydu ancak hiçbir şeyin sonu olmadığını söyleyebilirim size. Görüyorsunuz ya kelimelerim dahi karmaşa içerisinde.

Baştan alalım demek istiyorum ama başı yok, başı olabilecek bir zaman yok. Her şey hiç tanımadığım kişiler arasında dönüyor ve onların varlıkları benden asırlar öncesine uzanıyor. Tüm bu sene boyunca ben kendini dışarıdan izleyen bir ruhtum adeta…

Natsuki Misao ile devam etmek en doğrusu gibi. Böylece sizlere yavaş yavaş diğerlerini de anlatabilirim. Evet, Natsuki Misao’dan bahsedelim. Yetmişli yılların sonuna doğru ün kazanan Japon asıllı Amerikan dedektiften. Onun hakkında neredeyse hiçbir şey bulamazsınız çünkü tüm izini bile isteye silmiş biri.

Yine de biz 21 Haziran 2023’de onun hakkındaki birçok şeye sahip olmuştuk. En önemlilerinden biri de vakalarla ilgili notlarını tuttuğu cep defteriydi. Açtığımız not defterindeki her satır onun elinden çıkmaydı. Hikâyesi şöyle başlıyor: Beş ay içinde düzensiz periyotlarla işlenen kanı çekilmiş ve cinsel organları alınmış kadın bedenlerinin katili bulunamıyor ve Çin, özel olarak Natsuki Misao’yu katili bulması için davet ediyor. Natsuki başarıyla da katili buluyor ancak içten içe Lam Kor-Wan isimli adamın tamamen suçlu olduğuna inanmıyor. Bunu da defterin son kullanılan sayfasına yazmayı ihmal etmiyor.

Bu konuda da hiç haksız değil. Bu sebeple sizi uyarmak istiyorum. Bundan sonra okuyacaklarınız kanınızı dondurabilir. Sizi Çin’e, 1982 yılına götüreceğim ve aklınızdaki o soruyu yanıtlayacağım:

Natsuki Misao'ya ne oldu?

Loading...
0%