@egeninincisiizmiir
|
Selamın Aleyküm, ne yapıyorsunuuuzz, nasılsınızz?
Baştan söylüyorum çok heyecanlıyım ve bol bol yorum yaparsanız çok mutlu olurum.
Bölüme geçin siz, ben sizi satır aralarında bekliyoruuğmm.
10. Bölüm: Antep Fıstığı
"Fıstıklı mı, cevizli mi, fındıklı mı?"
Tek kaşını kaldırmış, gülümsüyordu.
"Hangisi?"
Hiç düşünmeden cevapladı beni.
"Fıstıklı."
Aynı anda omuzlarımı kaldırıp, başımı hafif yan yatırıp düzelttim.
"Tamam."
Yapmak zaman alacaktı, büyük ihtimalle ablama da gidemeyecektim. Tezgahın üzerinden telefonumu alıp ablama gelemeyeceğime dair mesaj attıktan sonra eve servis yapan bir siteden Antep fıstığı sipariş vermek için arayışa girdim. Güvenilirliğini bildiğim bir saticiyi seçip sipariş verme kısmında bilgileri doldurdum. Tek kalan yer adresti.
Kafamı telefondan kaldırmadan sordum.
"Buranın adresi neydi?"
"Baklava mı sipariş ediyorsun?" Alaylı çıkan sesiyle ona döndüm, onun gibi ben de gülümsüyordum. Ama bir fark vardı, o alayla gülümsüyor bense iddialı bir gülümseme koyuyordum ortaya.
"Beni hafife mi alıyorsun?"
Ellerini yukarıya kaldırarak konuştu.
"Hayır, sadece sordum." Yalan söylediği belliydi.
"İnandırıcı gelmedi." Alaylı gülümsemesi carpıklaştı. Ellerini havadan indirdi.
"Fıstık sipariş ediyorum." Tekrar telefonuma döndüm. Söylediği adresi adres yerine yazdığımda içime ister istemez bir şüphe düşmüştü. Adres doğru muydu ki? Haritalara girip verdiği adresi yazdığımda bu sokak çıkıyordu. Güvenmediğim için biraz vicdan azabı çeksem de fazla üzerinde durmadım.
Sipariş gelene kadar hamuru yoğurabilirdim, ben hamuru yoğurmsya başlamadan Oğuzun mutfaktaki işi bitmişti bile. Hamuru yoğurmak için kollarımı sıvadım. Parmağımdaki yüzüğü çıkartıp kapaklı dolaba koydum. Siyah mutfak önlüğünü de giydim. Ellerimi de bir güzel yıkadıktan sonra hamuru yapmaya başladım.
Hamur kıvam aldıktan sonra küçük bezeler yaparak kümeledim. Üzerini de streç filmle kapattıktan sonra ellerimi yıkayıp siparişimin gelmesini bekledim. Çalan kapıya koştum, delikten baktığımda ayıklanmış Antep fıstıklarım gelmişti. Kapıyı açıp kuryeden fıstıkları alıp kapıyı kapattıktan sonra mutfağa geçtim. Açıklanmış fıstıkları robottan iri kalacak şekilde çektikten sonra küçük küçük bezeler haline getirdiğim hamuru nişastayla açmaya başladım. Alt katın hamurları tepsiye göre açıp, tepsiye yerleştirdim. Üzerine serpiştirilecek kadar fıstık bırakıp diğer fıstıkları hamurun üzerine koydum.
Ocağa sonradan üzerine gezdirmek için kısık ateşte tereyağını eritmeye bıraktım. Fırını da açıp üzeri için olan bezeleri de açıp güzelce Antep fıstıklarını sakladıktan sonra büyük bir bıçakla nizami bir şekilde baklavayı kestim. Ocağa erimesi için bıraktığım tereyağını pişmemiş baklavamın üzerinde gezdirdim. Önceden ısıttığım fırına baklavayı koydum, sırada şerbeti yapmak vardı. Baklava biraz piştikten sonra ocağa koyu bir şerbet atıp biraz kaynadıktan sonra altını kapattım. Fırında bolca kızarmış olan baklavayı da çıkartıp şerbetle buluşturacaktım ki kapının çalması bana engel olmuştu.
Üzerimdeki önlüğü çıkarmadan kapıya koştum. Parmak uçlarımda yükselip delikten baktığımda Tunayı görmek beklemediğim bir şeydi. Yüzümde kocaman gülümsemeyle kapıyı açtım.
"Hoşgeldin." Neşeli sesim kendini ele vermişti.
Üzerindeki haki gömlek, orta bolluktaki krem pantolonu ve gömleğinin içerisindeki pantolonunun rengine yakın tişörtü ona çok yakışmıştı.
İçeriye girerken güler yüzüyle yanıtladı beni.
"Hoşbulduk abim." Gözlerimi devirdim.
"Aramızda o kadar yaş yok." Abim demesi hoşuma gidiyordu ama naz yapıp hoşuma gitmiyormuş gibi davranıyordum.
Omuzlarını silkti.
"Olsun." Kollarını iki yana açtığında ona sarıldım ve ayrıldığımızda birlikte içeri girdik.
"Çok güzel bir şey kokuyor." Dedi derin bir nefes alarak.
"Akşama misafiriz." Dedim.
"Oğuza sordum, fıstıklı baklava yaptım." Kaşları şaşkınca çatıldı.
"Oğuzun fıstığa alerjisi var." Gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Demekki bu yüzden öyle sırıtıyordu. Gözlerim istemsizce kısıldı.
"Ama benim yok!" Tuna büyük bir neşeyle mutfağa ilerlediğinde peşinden geldim.
"Çok tatlı bir akşam olacak!" Baklavaya bakarak söyleniyordu.
"Siz de mi geliyorsunuz?"
"Sadece biz olsak yine iyi." Yüzünü buruşturduğunda ben de kaşlarımı cattım.
"Şırret Buse ve familyası da gelir." Tiksinmiş gibi silkelendi.
"O kim?" Dedim gülerek, aynı anda kaşlarım da çatılmıştı.
"Oğuzun baba tarafından kuzeni."
"Niye öyle dedin ki şimdi?"
"Akşama anlarsın canım niye öyle dediğimi?" Kendi kafasında dönenlere gözlerini devirdi ve tekrar silkelendi.
"Neyse, sen nasılsın? İyi bayılmadın bu sefer." Keyifle gülerken ben de güldüm.
Şerbet tenceresini alıp, baklavaya boşaltırken konuştum.
"İyiyim, iyiyim. Ve evet bu sefer bayılmadım." Şerbeti tatlıya dökerken kendiliğinden gürültüler yapıyordu. Şerbetin hepsini boşalttığımda tencereyi bırakıp Tunaya döndüm.
"Sen nasılsın?" Konuşacak çok şey birikmişti ama şimdi zamanı değildi.
"İyiyim." Dedi sadece.
"Şimdi, Oğuz madem baklava yiyemeyecek. Ne sever?" Büyük bir ciddiyetle sorduğum soruyu cevapladı.
"Çikolatalı birşeyler olabilir." Çenesini okşayarak düşündüğünde bir anda yüzünde bir sevinç patladı. İşaret parmağını bana uzattı.
"Brownie olabilir. Bak onu ben de severim." Ben de severdim. Ve sıradaki tatlım brownieydi.
"Tamam, onu yapıyorum o zaman."
"Ben de Oğuz efendinin yanına çıkayım, nerede kendileri?" Omuzlarımı silktim, çalışma odasındadır heralde. Geçen günlerde genelde orada takılırdı.
"Çalışma odasındadır heralde." Başımı tutup alnıma minik bir öpücük bırakıp yukarıya çıktı. Ben de büyük bir hırsla brownie yi yapmaya başladım.
Beni yanlış yönlendirip fıstıklı baklava istemesi moralimi bozmuştu. Niyeti neydi hiçbir fikrim yoktu ama kendimi kötü hissetmiştim.
&
Akşam saatlerine girmiş, yemek saatine yaklaşmıştık. Tuna da çoktan gitmişti.
Duştan çıkıp ıslak saçlarımı kurutma makinesiyle kurutup bağladım. Abdestimi de alıp banyodan çıktım. Dolaptan yazlık, siyah, balon kol şifon bir elbise çıkarttım. Şal olarak da siyah jakarlı bir şal aldım.
Elbisemi giydim, küçük dokunuşlarla elbiseye şekil verdikten sonra elbisenin kuşağını çok sıkmadan belime bağladım.
Krem renkli makyaj masasının küçük pufuna oturdum. Siyah göz kalemiyle bir eyeliner çekip fırçayla güzelce dağıttım. Kirpiklerime de çok abartılı olmayarak rimel sürüp dudağıma da renkli bir nemlendirici sürdüğümde makyajım hazırdı. Genelde hafif makyajlar yapardım. Çekmeceyi açıp siyah bir saat aldım ve bileğime sarıp kordonunu tokasıyla sabitledim. Tokayla zabdettiğim saçlarımı boneyle kapatıp üzerine de seçtiğim siyah jakarlı şalımı taktım. Başımın yanlarından katladığım şalı iki yandan ve çenemin altından iğneleyip şalın uzun kalan ucunu omzumdan arkaya attım. Olmazsa olmaz beyaz çoraplarımı da giydim.
Parfümüm çok kokmayacak şekilde yukarıdan bir kere havaya sıktım. Aynadan kendimi son kez kontrol ettiğimde hazırdım. Küçük siyah çantamı da omzuma atıp kilitlediğim kapıyı açıp, odamın ışığını kapatıp dışarıya çıktım.
Oğuzun odasının ışığı yanıyordu ve hışırtı sesleri geliyordu. Anlaşılan o da hazırlanıyordu. Aşağıya inip hazırladığım poşetleri unutmamak için kapının yanına koydum. Sol elimdeki boşlukla karşı karşıya geldiğimde içimi bir telaş kaplamıştı. Yüzüğünü aramak için tekrar yukarıya odama çıktım. Banyoya baktım, banyonun dolaplarına baktım, makyaj masasının üzerine, çekmecelere, hatta gardroba bile bakmıştım ama yüzüğümü bulamadım. Odadın kapısından gelen sesle o tarafa döndüm.
"Çıkalım mı?" Moralim zaten bozuktu, bir de bu üzerine tuzu biberi olmuştu.
"Yüzüğümü bulamıyorum." Dedim ve baktığım yerlere tekrar bakmaya başladım.
"Önemli değil, geç kalıyoruz." Dediğinde tekrar ona döndüm. Moralimin bozuk olması kırgınlığa doğru gidiyor gibiydi. Kendime sövdüm o an, herşeyin tekrarlandığını fark ettim. Umut ettiğimde saçmaladığımı fark ettim. Küçük bir şeye bile dikkat edilmemesinin aslında önemli bir şeye dikkat edilmediği anlamına geldiğini fark ettim. Gözlerim sol elinin parmaklarına gittiğinde boşlukla yüzleştim ve yalandan hafifçe yukarıya kıvrıldı dudaklarımın kenarı.
"Senin önemsiz bulduğun şeyler benim için önemli!"
Tekrar önüme dönüp çekmeceleri karıştırıyordum ki söyledikleriyle kaldım.
"Önemli olsaydı kaybetmezdin o zaman!" Sesindeki soğukluk beni içten içe üşütmüştü.
"Ben bu hayatta önem verdiğim her şeyi kaybettim zaten!" Ortamın uzunca sessizleşmesiyle yutkundum. Birbirimize alışıyoruz sanmıştım, inanmıştım. Ama görüyorum ki öyle değildi. Her zamanki gerçekler yüzüme çarpmıştı. Gözlerim kalbimin kırıklarıyla doluydu ve onun anlamadığım gözlerine bakıyordum.
"Çıkalım." Dedim uzatmak istemeyerek. Mutlu başladığım şu günde mutluluk kalbime tıkanmıştı.
Boğazımın ağrısı, sesimin titremesi... Saçma sapan sulu gözlülüğüm ortama girerken aceleyle ona çarparak odadan çıktım. Kendimi toparlayarak hızla merdivenlerden inip kapıya yöneldim, o da peşimden inmişti. Beyaz sneaker ayakkabılarımı giyip poşetleri alıp evden çıktım. Yazın sıcak gecesi normalde içime huzur verirken şimdi pek işe yaramamıştı. Sıcak esen rüzgar yüzümü yalayıp gecerken onu beklemeden arabanın yanına ilerledim.
Anahtarla uzaktan arabanın kilidini açtığında arka, sağ kapıyı açıp cam kenarındaki koltuğa oturdum. Elimdeki poşetleri de yan koltuğa bıraktım. Emniyet kemerini bağlayıp önüme dönüp suratsız bir şekilde arabaya binmesini bekledim.
Bindiğim kapı açılırken beklemediğim için kafam bir anda o tarafa döndü. Düz ifadesi eskimemişti.
"Öne geç." Sesi de yüz ifadesi gibi düz ve ruhsuzdu. Ben de ondan geri kalmak istemeyerek konuştum.
"İstemiyorum." Tekdüze sesim ona ulaştığında sabır dileyerek kafasını kaldırdı. Gözlerini kapatıp dudağını yaladığında sinirlenmeye başladığını anlamıştım. Gözlerini açıp üzerime doğru eğilip kemerin kırmızı tuşuna bastığında ben de sinirlenmiştim.
"İstemiyorum dedim!" Sesim sinirli, sitemkârdı.
"Şöförün müyüm ben?! Öne bin!" Beklenmedik şekilde yükseldiğinde kucağımdaki elim yumruk haline gelmişti ve ben ister istemez irkilmiştim. Lanet kırılgan bünyem kendimi göz önüne sürmeye niyetliydi. Gözlerimin dolmasıyla akmaması için gözlerimi kocaman açmaya çalıştım.
"Anca kırar mısın? Başka bir şey bilmez misin sen?!" Elbette birşey söylemesini beklemeden inmeye yeltenip bana yakın olan bedenini geçebileceğim şekilde itip ön koltuğun kapısını açtım. İçeriye geçip kapıyı sertçe kapattım.
Aynadan gözüm onu bulduğunda eliyle yüzünü sıvazlayıp saçlarını karıştırdığını görünce önüme döndüm. Gözyaşlarımın akmaması için büyük bir çabayla hızla gözlerimi kırpıp açtım. Arka kapı sertçe kapanmış ve birkaç saniye sonra ön kapı sertçe açılıp o arabaya girince kapanmıştı.
Daha arabayı çalıştırmadan kemerini bağlayıp bana bakmadan seslendi.
"Kemerini bağla!" Hiç birşey söylemeden önüme bakmaya devam ediyordum. Derin bir nefes verip Kemerini çıkarttığında üzerime doğru eğildi, parfüm kokusu burnuma dolduğunda dolu gözlerimi kapatıp gözyaşımın akmasına sebep oldum. Sağ tarafımdaki kemere uzanıp yerine taktıktan sonra tekrar yerine oturup kemerini taktı. Araba titreşimle kükremeye benzer bir ses çıkarttığında hareket etmeye başladı.
&
Yol boyunca aramızda hiç konuşma geçmemişti, yemek masasında da aynı şekilde renk vermemeye çalışarak yemeğimi yemeye çalışmıştım ama midem almıyordu. Sol elimi de en az şekilde kullanmaya çalışıp, yuzüğün yokluğunu fark ettirmemeye çalışıyordum. Bana yöneltilen soruları içtenlikle cevaplamaya çalışmıştım ama ne kadarını becerebildiğimse tartışılırdı.
Yemek faslı bitmiş içeride çay içiliyordu, biz gençlerse bahçede kamelyadaydık. Kendimi mutfağa attığımda kalabalığın gürültüsünden kaçmak bir nebze iyi gelmişti. Mutfak dolaplarını su bardaklarını bulma umuduyla açıp kapatırken en sonunda açtığım kapaklı yerin üst katında bulmuştum. Parmak elimi uzatıp bardaklara ulaşamıyorken parmak ucumda yükseliyordum ki üzerimden bardaklara uzanan kolla arkamı döndüm. Bana bir hayli yakın olan Busenin abisi Buğra olmasını elbette ki beklemiyordum. Aramızdaki mesafenin azlığı beynimde uyarılara neden olurken sağ taraftaki boşluğu kullanarak aramızdaki mesafeyi büyüttüm. Dolaptan aldığı bardağı gülümseyerek bana uzattığında büyük bir ciddiyetle eline değmeden aldım. Bu davranışı beni rahatsız etmişti. Sessiz sedasız gelmesi çok yanlış bir davranıştı ve açıkçası biraz korkmuştum.
"Teşekkür ederim." Sesim kurak bir toprak gibi çıkmıştı. Bardağı sol elime alıp tezgahın üzerindeki sürahiden su dökerken hala gitmemiş, mutfakta dikiliyordu.
Su olan bardağı dudaklarıma götürüp içimdeki kuraklığı dindirdim. Bardağı tezgaha bırakıp arkamı dönmüştüm ki yine olması gerektiğinden yakın duruyordu ve dikkatlice sol elime bakıyordu.
"Yüzüğünü takmamışsın. Aranızda bir sorun mu var?" Sesi alaycıydı ve sırıtıyordu. Abi kardeş ne kadar da patavatsızdı böyle. Kardeşi de yemek boyunca yaptığım tatlıyı eleştirmiş, kendisiyle beni kıyaslayarak kendini yüceltmeye çalışmıştı.
"Mesafenize ve haddinizi aşmamaya dikkat ederseniz sevinirim." Söylediklerim yerini pek bulmuşa benzemiyordu, hala sırıtıyordu. Benimse sinir çoktan damarlarıma sızmıştı. Kaşlarım çatılı mutfağın bahçeye açılan kapısına doğru ilerliyordum ki kapıda karşılaştığım sinirli bedeni beklemiyordum. Şaşkınlığımı belli etmemeye çalışsam da o bana bakmıyor, arkamdaki kuzenine delici bakışlar atıyordu. Konuşmaların ne kadarını duyduğunu bilmiyordum ama sinirliydi.
İçimdeki ona olan kırgınlığa rağmen şu durumda beni yanlış anlamış olma ihtimali bedenimdeki korkuyu ateşe vermişti.
Yanına, yani kapıya ulaştığımda kapıdan çekilmesini beklerken hiç beklemediğim bir şey yapıp elimi tuttu. Gözlerim kocaman açılırken ağzım hafif aralanmıştı.
"Gidelim." Sesi hırçın bir dalga misali kulaklarıma vurdu.
Beni hafiften çekiştirerek yürüttüğünde ilk başta ayak uyduramasam da sonradan ayak uydurabilmiştim. Büyük adımlarla beni Tuna ve Busenin olduğu kamelyaya götürdü. El ele gelmemizin Busenin suratını düşürmesi gözümden kaçmamıştı. Oğuz elimi bırakmadan koltuğa oturduğunda ben de mecburen hemen yanına oturdum. Benden taraftaki dizini sallarken elimi hala bırakmamıştı.
Tuna ilk başta gülümsese de Oğuzun suratını görünce yüzü düşmüştü.
"Sinirli misin lan sen?!" Oğuz sinirli bakışlarını Tunaya yönelttiğinde Tuna susmuş, eminim ki şu anlık konuyu kapatmıştı. Soldaki, boşta kalan elimi salladığı dizine koyup bakışlarını bana döndürdüğümde, sallanan dizi durdu. Gözleri uzunca gözlerimde oyalandı. Siniri biraz yatışır gibi olmuştu.
Tunanın yerine Buse hanım söze girmdi. Tunanın mutfakta bana söylediklerini şimdi daha iyi anlıyordum.
"Suay ne yaptın da Oğuzu bu kadar sinirlendirdin?!" Zaten tamamen dinmemiş olan sinirim patlak verip Buseye atılacağım sırada Oğuz benden önce davranmıştı.
"Haddini bil de konuş Buse!" Sesi biraz yüksek çıkmıştı.
"Kalbimi kırıyorsun Oğuz." Karşımda Sesi değişen, ezilip büzülen kıza tiksinerek baktım. İçime öyle bir kurt düşmüştü ki bu kızın Oğuza bir ilgisi vardı. En başından beni gömmeye çalışmasından anlamam lazımdı zaten. Sinirlerim daha da gerilmişti. Bu sefer de ben dizimi sallamaya başlamıştım.
Tuna ortamı gevşetmek adına ortaya girdi.
"Sahile doğru bir yürüyüşe mi çıksak, iyi gelir hem."
Sözü yerini bulmayınca ısrar etmeye devam ettiğinde Oğuz bir anda kalkıp bana döndü. Bu bakışıyla gidelim demek oluyordu ve ben de ister istemez yumuşayan kalbimle onay verip kalktım. İçeriye haber verip bahçe kapısından dışarı çıktık. Yüzsüz Buse ve abisi de bizimle geliyordu. Birkaç dakika yürüdükten sonra sahile inmiştik. Kumlara girmeden bisiklet yolunda ilerliyorduk. Oğuz hala elimi bırakmamıştı bu beni hem mutlu ediyor hem de korkutuyordu. Tekrar aynı düşünceye kapıldım, birbirimize alışıyor muyduk? Ama ya yine aynısı olursa? Alışıyoruz sanıyorken aslında sadece önemsiz bir hareketse? İçime yine bir huzursuzluk çökmüştü ki yüzüme vuran sıcak havayla ana tekrar geri döndüm. Gece neredeyse hiç gezmesem de gece gezmeyi çok severdim.
Denizin kokusu, dalgaların kıyıya vurmasının sesi derken kötü düşünceler kafamdan rüzgarla uçup gitmişti. Sadece durup, gözlerimi kapatıp rüzgarı hissetmek, dalgaları dinlemek istiyordum. Ara sıra öten martıları... Bir anda durmuştuk, Oğuz elimi bırakmıştı ve eğilmiş ayakkabısıyla uğraşıyordu. Bıraktığı elim sıcaklığa alışmıştı ve bu yaz havasında bile bir anda üşümüştü.
Bizden önde olan tayfaya seslendi.
"Siz beklemeyin." Onu dinleyip ilerlediklerinde ben onun yanında dikiliyordum.
Nihayet işini bitirip kalktığında yürümesini bekliyordum ki öylece dikildi. Sağ eli, sol göğsünün üzerinde olan cebine girdi ve ne aldığını görmeden çıkarttı.
Gözleri gözlerimde dolaştı, rüzgar esiyor, salımı ve elbisemi uçuşturuyor, aynı şekilde onun da saçlarını ve gömleğini uçuşturuyordu.
"Sen haklıydın, bunlar gerçekten önemli." Dediğinde eline baktım, onun ve benim yüzüğüm vardı. İçim minik minik kıpırdanıyordu, gözlerimse dolmaya başlamıştı.
"Nerden buldun?"
"Mutfak dolabında." Oraya bakmak hiç aklıma gelmemişti.
Sol elimi tutup bel hizasına getirdi ve yüzüğümü yüzük parmağıma geçirdi, ardından kendi yüzüğünü de parmağına iliştirdi. Gülümseyerek ona baktığımda onun suçluluk dolu bir ifadesi vardı.
"Ben, özür dilerim." Dediğinde gözlerim dolmuştu. İlk defa biri beni kırdıktan sonra özür diliyordu, ilk defa birinin beni umursadığını hissetmiştim.
Ve bu duygusallık aylık misafirimin gelmesinin yaklaştığının habercisiydi.
Gözlerim o kadar dolmuştu ki onu doğru düzgün göremiyordum. Gözlerimi kırptım ki gözlerimin doluluğu taşmıştı. Onu şimdi daha net görüyordum. Endişeyle bakıyordu bana. Kocaman ellerini yanağıma götürüp gözyaşlarımı sildiğinde güldüm, gülüşüm ona da bulaştığında merhametle gülümsedi ve ben onun merhametine kapılmıştım. Hafif serin esen rüzgar artık bana işlemiyordu.
"Sana alışmaya çalışıyorum, lütfen beni zorlama olur mu?" Kafasını olumlu anlamda salladı, ellerini yanağımdan çekip tekrar elimi tuttuğunda yürümeye devam ettik. İçimdekileri dökmenin hafifliği vardi üzerimde. Diğerleriyle aramızda biraz yol vardı.
"Buse seni seviyor." Dediğimde başı bana döndü, üstten aşağıya başını biraz eğiyordu, bende kafamı kaldırarak baktım ona.
"Abi olarak." Dediğinde buna onun da inanmadığını biliyordum.
"Abi olarak olsaydı beni rahatsız etmek için uğraşmazdı." Dedim tek solukta, sakindim.
"Ben de Buğradan rahatsızım." Dedi, sanki beni söylediklerime karşı olarak söylemiş gibiydi.
"Ondan ben de rahatsız oldum zaten." Dedim ve içimi açtıkça devam ettim.
"İkisi de mesafelerini ve hadlerini aşıyorlar." Huzursuzluğum sesime yansımıştı.
"Sana bir şey yaptı mı?" Sesinden endişesini anlıyordum.
"Yok, sadece patavatsız ve mesafesizdi." Diye yanıtladığımda ondan ses gelmiyordu, ona baktığımda çenesini sıkıyor olduğunu anladım. Bir anda durdu ve bana döndü.
"Sıkıldım ben, gidelim mi?" Gözleri beklentiyle yüzümü geziyordu.
"Nereye?"
"Evimize." Dediğinde içimde yeşermeyi bekleyen tohumlara su serpiştirmişti. Kalbim yüksek bir salıncakta sallanır gibiydi.
"Gidelim."
&
"Çocuklar tam zamanında geldiniz. Biz de sizinle bir şey hakkında konuşacaktık."
Eve gitmeden önce çantamı almak ve vedalaşmak için eve girmiştik ki bizimle konuşmaktan bahsediyorlardı.
Bizim fikrimizi sormaktan!
Şaşırtıcı!
Oğuza baktığımda o da benim gibi anlamaz gözlerle onlara bakıyordu.
"Biz sizin için bu cumartesi pazara iki günlük bir tatil ayarladık. Hem kafanız dağılmış olur bunalmışsınızdır."
E bu fikir sormak değildi ki!
Evveett bölüm sonu canavarınız gelmiş bulunmakta.
Elniz boş dönmeyin, bir şeyler bırakın şuralara biryerlere.
Eee nasıl olmuuuğğşş, yorumlarınızı çok meraklı oluyor ben.
Türkçem biraz Barış Alperin türkçesine kaydı benim djsgauaha.
Ay biraz hızlandık, ben öyle yavaşlık sevmem bacım. Ne o öyle 30. Bölümü falan mı bekleyeyim. Hızlı zamanlarım işte.
Sizce de öyle değil mi ama yani?
Yeni bölümde, panomda, yorumlarda heryerde görüşmek üzere, bayy ^^
|
0% |