Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm: Bal

@egeninincisiizmiir

11. Bölüm: Bal

 

"Bal gibi, saçların, gözlerin, kirpiklerin, tenin, bal gibi, ama acı bal."

 

Bahsedilen tatile bir gün vardı.

 

Gidip gitmeyeceğimizi bilmiyordum.

 

Aslında iyi olabilirdi, gidebilirdik ama bu tek başıma alabileceğim bir karar değildi.

 

Araba büyük bahçenin kapısından sarılarak geçti ve biraz ileride durdu. Göğsüme mini bir baskı yapan emniyet kemerini kırmızı tuşa basarak bedenimden ayırdım. Ben bunları yaparken aynı şekilde Oğuz da çıkmaya hazırlanıyordu.

 

Kapıyı var gücümle ittirip çıkabileceği bir boşluk açıp arabadan indim. Kapıyı da kapanabileceği bir hızla itip eve doğru ilerledim. Oğuz benden önce davranmış anahtarla kapıyı açmıştı. O içeri girdiğinde ben de peşinden girip ayakkabılarımı çıkartıp koridor boyunca ilerledim. Mutfağa girip elime aldığım bardağı ağzına kadar suyla doldurup bir dikişte bitirdim. İçim nasıl yanmışsa.

 

Merdivenleri hiç acelem olmaksızın çıkıp odama girdim. Yaz beni terletmişti ve kendimi yapış yapış hissediyordum.

 

Dolaptan üzerime uygun bir şeyler alıp banyoya girdim. Hemen kısacık bir düş alıp kurulandıktan sonra kıyafetlerimi giyip saçlarımı ıslaklığını hafifçe aldım. Saçlarım hala ıslaktı. Banyodan çıkıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Tavanı seyrettiğim küçük bir zamandan sonra elimi tuttuğu elimi tavana doğrultup elimi güler yüzle inceliyordum. Elimi ağzıma götürüp yan döndüğümde küçük bir kıkırtı çıktı ağzımdan. Gülümseyerek o anları düşünüyordum.

 

Komodinin üzerindeki telefonuma uzandığımda saatin epey geç olduğunu gördüm, kaç saattir düşünüyordum ben?

 

Uyumaya karar verip yatağın üzerindeki pikenin altına girdim. Gözlerim huzurla kapandığında gelen kırılma sesiyle korkarak yerimde sıçradım. Ses Oğuzun odasından gelmişti. Seri hamlelerle üzerimdeki pikeyi atıp odadan çıktım. Hiç düşünmeden odadan içeriye dalıp odayı incelediğimde yatak dağınıktı ama Oğuz yoktu. Banyonun yanan ışığını takip ettim.

 

Bakış açıma, duvara yaslanmış, yere oturan Oğuz girdi. Biraz daha dikkatle bakıp olayın farkına vardım. Yere oturmuş, kırdığı dizinin üzerindeki elinden kanlar akıp, banyonun soğuk, beyaz fayansıyla buluşuyordu. Kırık aynanın parçaları yere saçılmıştı. Beyaz ve kırmızının zıtlığı beynimde uyarıları tetiklediğinde olduğum yerden kırıpırdanarak kırıklara basmamaya çalışarak yanına gittim. Banyonun dolaplarına diktiği gözlerini dağınık, nemli saçlarının birkaç teli saklamaya çalışıyordu ama becerememişti. Gözleri sanki cinayet işlemiş ve buna pişman olmuş birinin gözleri nasıl olması gerekiyorsa öyleydi. Nereden biliyorsun diyeceksiniz. Gözlerinin bana anımsattığı buydu.

 

Ve bu bakışları benim kalbimi kırmıştı, ya da artık her neyse o his buna benziyordu. Gözlerim dolu dolu olmuştu yine. Onu böyle görmek hıçkırıklarla ağlamak istememe yol açsa da bunu şimdi yapamazdım.

 

Banyo dolabından ilk yardım malzemelerini çıkartıp aynanın parçalarına dikkat ederek diz çöktüm. Nihayet gözleri beni bulduğunda biraz yüzümde gezindikten sonra yüzümden sarkan nemli saçlarımda gezindi. Gözlerimi ondan ayırıp dizinin üzerindeki eline çevirdim. Artık elindeki kesiklerin nedenini biliyordum.

 

Ya ruhunun kesikleri? Onlar ise benim için hala muammaydı.

 

Elimdeki pamuğu batikonla ıslatıp yarasına götürdüm. Canının yanıp yanmadığını anlamak için yüzüne baktım ama ifadesiz, uyuşuk gözleri yüzümde gezdiğinde işime devam ettim. Onun belki canı acımıyordu ama benim içim açıyordu.

 

Yarasının içinde cam olup olmadığını iyice kontrol etsem de endişeliydim, gözümden kaçmış olma ihtimali beni strese sokuyordu. En sonunda yarasını kapatmanın zamanı geliyordu. Geçen sefer dudağına sürdüğüm kremin soğuk ambalajında gezindi parmaklarım. Tırtıklı kapağını iki parmağımla çevirip açtım. Gazlı beze, eline yetecek kadar, kerem sürüp kapattım. Kremi dikkatlice eline yaydım. Temiz bir gazlı bezi elinin üzerine kapattıktan sonra sargı bezini sarmak için elini elime aldım. Eli ağır gelmişti, birkaç saat önce elimi tutan eli gibi değildi. Ağır ve büyük elini kendime doğru çektim ve sargı bezini sarmaya başladım. Ne çok sıkı ne de çok gevşek olmamasına dikkat ediyordum. Yüzümün yarısını örten salık saçlarımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım.

 

"Saçların," dedi ve duraksadı. Gözlerimi elinden çekip gözlerine sürüklediğimde yumuşak ve bir o kadar da acı çeken yüzünü gördüm. Dudaklarında minik bir tebessüm oluştu.

 

"Güzeller."

 

Dediği şeyle bir anlığına duraksayıp yüzünde gezdirdim gözlerimi. Saçlarının birazı terli alnına yapışmıştı, gözlerinden acı çektiğini anlayabiliyordum ama dudakları bunun aksine hafifçe yukarıya kıvrıktı.

 

Sanki bunları söylerken kendinde değildi. Uyuşuk bir hava vardı yüzünde.

 

Gözümden bir damla süzüldüğünde gözlerimi ondan çekip elini sarmaya devam ettim, sargı bezini birkaç tur daha dolandırdıktan sonra işimi bitirmiştim ama tabii ki de bir doktora görünmesi gerekiyordu.

 

Ayağa kalktım ve üzerine eğilerek kolundan tuttum.

 

"Çıkalım artık buradan."

 

Bunu söylerken sadece banyodan çıkmayı kastetmiyordum. Bu ruh halinden, bu karamsarlıktan çıkmasından bahsediyordum.

 

Kafasını kaldırıp mahmur gözlerlerini gözlerimde gezdirdi. Dudakları hafif aralandı, gözlerini de yavaş yavaş kırpıştırdığında uykusunun geldiğini anladım.

 

Cevap vermesini beklemeden koluna kalkması için destek verdim. Ayağa kalktığında sendeler gibi oldu ama hemen kendini toparlayıp ilerledi. Kırıklara basmamaya çalışarak banyodan çıktık.

 

Banyonun ışığı ay ışığıyla birleştiğinde oda loş ışıkla aydınlanabildiği kadar aydınlandı. Sendeleyen birkaç adımdan sonra yatağına gelmiştik. Elimi Kolundan yavaşça çektiğim anda yatağa kendini bir un çuvalı gibi bıraktığında gözlerini kapattı. Peşinden ilerleyip üzerine ince bir örtü örttüm. Yaz da olsa uyuyan insan üşürdü.

 

Banyoya ilerledim, yerdeki kırık aynanın parçasından kendimi gördüm. Koyu kahverengi, dalgalı saçlarım artık nemli değildi. Bileğimde yerini belli eden tokayla bir anlığına bağlamaya karar versem de vazgeçtim. Yerdeki aynaları faraş ve süpürgeyle temizleyip çöpe gönderdim. Görünürde herhangi birşey yoktu ama yine de elektrikli süpürge gerekliydi. Süpürgeyi almak için banyodan çıktım, gözlerim yataktaki koca bedeni buldu saniyeler içerisinde ve odadan çıkıp temizlik malzemelerini koyduğum odaya girdim, hızlıca süpürgeyi alıp tekrar odaya girdiğimde ona bakmasam da yatakta olduğunu görebiliyordum. Banyoya ilerledim, süpürgeyi fişe takıp banyoyu güzelce temizlediğimde süpürgeyi herhangi bir duvara yaslayıp banyodan çıktım.

 

Oğuz kendini bir un çuvalı gibi bıraktığı yatakta uyuyordu. Sessiz olmasına dikkat ederek yanına yaklaştım. Aydan yayılan ışık pencereden sızıp Oğuzun yüzünü aydınlatıyordu.

 

Derinleşen nefesi uyuduğunun göstergesiydi. Bu kadar kısa zamanda uyumasına saşırmıştım.

 

Yavaşça yatağına dibine çöktüm.

 

Gözlerim yüzünün her bir yerini gezdi. Kumral teni, açık kahve, sarıya çalan saçları ve uzun kirpikleri loş ortamda bile olsa kendini belli ediyordu. Dağınık, orta uzunluktaki saçlarına doğru götürdüm elimi, parmaklarım yumuşacık saçlarında keşfe çıkmıştı. Hiçbir tepki göstermiyordu ama yine de rahatsız olma ihtimaline karşı ellerimi saçlarından yavaşça çektim. Ellerimi yatakta birleştirip başımı ellerimin üzerine koydum. Onu bu hale ne getirdi o kadar merak ediyordum ki! Mutlu anlarında bile gözlerinin acı çektiğini görmek beni mahvediyordu. Kendimi iyileştirme yoluna girdiğim bu günlerde onu da iyileştirmek istiyordum. Bana anlatsın istiyordum, artık bana olan duvarlarını kırsın, beni kendinden uzaklaştırmasın, onunla birlikte iyileşelim, yaralarımızı saralım istiyordum.

 

Gözlerim hala ondan ayrılmak istemiyordu ama uyku gözlerime hücum etmişti, zar zor açık tuttuğum gözlerimin ardından mırıldandım. Uzun bir gece olmuştu.

 

"Bal gibi." dedim. "Saçların gözlerin, kirpiklerin, tenin... Bal gibi... Ama acı bal."

 

Gözlerim ağırlaştı, uyku bedenime girmenin bir yolunu bulmuştu, ne kadar dirensem de uyuşan bedenim kendini rahatlığa bırakıyordu ki yatakta kıpırdanan bedenini hissettim. Uykuya dalmama o kadar az kalmıştı ki hiçbir tepki veremiyordum. Yataktan kalktığını anladım, kısa bir süre sonra sırtımda ve bacaklarımda hissettiğim kollarıyla beni kucaklamıştı, her zamanki kokusu burnuma dolduğunda bütün hücrelerime kadar çekmek istedim o an. Bana temas eden kolları sertti ama canımı yakmıyordu.

 

Saniyeler sonra sırtım yumuşak yatakla birleşti.

 

"Acı balın fazlası zehir." Diye mırıldandığını işittim. Beni duymuştu, uyumamıştı. Benden uzaklaştı, adımlarını duyuyordum ama tamamen boğuklaşmıştı ve sonunda hiçbir şey duymadığımda anladım ki uyku beni sıcak kolları arasına almıştı.

 

&

 

Uyandım, ne bir sesle ne de herhangi bir dürtüyle. Uyanma vaktim gelmişti sadece. Dün gece olanlar hala hatırımdaydı. Arkamı dönüp yatağın soğuk tarafına baktım, boş tarafa. Elimi uzatıp yatağın o yüzeyinde gezdirdim elimi. Boğazım düğümlendiğinde yataktan kalkıp üzerimdeki pikeyi yana attım. Yatağı düzeltip odadan çıktım, elektrikli süpürgeyi alıp odadan çıktım, süpürgeyi ait olduğu odaya bıraktım.

 

Oğuz nerde hiçbir fikrim yoktu ve onu çok merak etmiştim. Bütün odaları sıra sıra gezip Oğuza baktım ama yoktu.

 

Banyoya tekrar girip abdestimi aldıktan sonra kaçırdığım sabah namazımı kıldım, pijamalarımdan kurtulup, günlük spor birşeyler giyindim, başıma da düz siyah bir çember alıp aşağıya indim.

 

Canım hiçbirşey yemek istemiyordu, sadece kendime bir kahve yapacaktım.

 

Merdivenden indiğimde oturma odasına kaydı bakışlarım ve koltukta yatan onu görmeyi hiç beklememiştim. Kalbime bir kibrit atılıp kaçılmış gibi yanmıştı.

 

Sessizce yanına ilerledim. Bütün odağım elindeydi ve sargı bezinin daha ustaca değiştirildiğini fark ettim. Doktora gitmiş olabilirdi.

 

Gözlerim yüzüne doğru tırmandı. Orta uzunluktaki saçları düşüncelerim gibi dağılmıştı. Tekrar ellerimi saçlarına götürüp okşamak istiyordum ama bu isteği bastırmaktan başka yapabileceğim birşey yoktu.

 

Ne zaman aktığını fark etmediğim gözyaşlarımı silip burnumu çektim, arkamı dönüp gideceğim sırada bileğimi nazikçe kavrayan parmaklarla ona döndüm. Üzgün gözleri yaşlı gözlerimi talan ediyordu.

 

"Ağlama." Dedi merhametli sesiyle. Bu ses tonuna bürünmesi benim daha da çok ağlamaya iterken konuştum. O da yattığı yerde oturur pozisyona geçiyordu.

 

"Çok acıyor mu?" Sesim vereceği cevaptan korktuğumu gün yüzüne sererek titriyordu.

 

Beni nazik hareketlerle çekerek yanına oturttu.

 

"Ben özür dilerim." Gözlerinin en derinine kadar inceleyerek baktım ona.

 

"Bunları sana yaşatmaya hakkım yoktu." Dediğinde sinirlendiğimi hissettim.

 

"Bunları senin de yaşamaya hakkın yok." Diye ona sitem ettiğimde gözlerini kaçırmıştı.

 

"Benden birşey saklamanı istemiyorum." Dediğimdeyse tekrar gözleri beni buldu.

 

"Seni korkutmak istemiyorum."

 

"Asıl her zaman aklımda sana birşey olacak korkusuyla yaşamak düşüncesi beni korkutuyor." Deyiverdim bir solukta. Gözleri bir farklı bakmaya başladığında devam ettim.

 

"Şu anda bunu unutalım, kendini hazır hissettiğinde de bana anlat." Dediğimde hiçbir tepki göstermiyordu.

 

"Doktora mı gittin?" Dediğimde kafasını salladı.

 

"Ciddi birşey değilmiş, pansuman yapıp gönderdi. " Dediğinde içim bir nebze olsun rahatlamıştı. Gözyaşlarımı silip burnumu çektim.

 

"Çok acıyor mu?"

 

Olumsuz anlamda kafasını salladı. Oturduğum yerden kalktım.

 

"Tamam, bu mevzu sen hazır hissedene kadar kapansın. Hiçbirşey olmamış gibi devam edelim." Başka türlü yasta gibi davranmanın hiçbir anlamı yoktu. Olumlu anlamda kafasını salladığında o da benim gibi kalkmıştı.

 

Mutfağa ilerlediğimde peşimden geldi. Hiç canım birşey yemek istemese de rutine geri dönmeliydik.

 

"Kahvaltıya ne yapalım." Sesimin neşeli çıkmasını çabalayarak sordum.

 

"Menemen?" Diye sorarak cevap verdiğinde bana ayak uydurmaya çalışması beni gülümsetmişti.

 

"Tamam, o zaman başlayalım." Tezgaha doğru dönüp sırtımı ona çevirdim. Onun da önlüklerin asıldığı yerden üzerinde şef yazan, siyah önlüğü takmaya başlamasıyla şakalaşarak konuştum. Belki biraz ciddiyimdir.

 

"Yalnız burada şef benim." Kendimden emin bir şekilde başımı sallarken sağ elimin baş parmağıyla kendimi işaret ediyordum.

 

Gülerek boğazından geçirdiği önlüğü boğazından çıkardı. Bana doğru geldiğinde elimi indirdim. Önlüğün baş tarafını boynumdan geçirip bana doğru eğilip arka tarafımda önlüğün uçlarını bağlarken gözlerim kocaman açılmıştı. Nefes almadan ve gram hareket etmeden önlüğü bağlamasını bekliyordum. Sırıtarak benden ayrıldığında kendimi toparladım.

 

"Biraz cadaloz musun sanki?" Gözlerini kısarak benle dalga geçince hemen kendimi savunmaya geçtim.

 

"Ben mi?!" Gözlerim kocaman açılmış, kaşlarım havalanmiştı.

 

"Asla!" Sokratesin savunması yanımda halt ederken o askılıkta kalan düz, beyaz önlüğü kendine taktı.

 

"Tamam, şimdi lavaboya eller Yıkamaya." Ben önden giderken arkadan ona sesleniyordum.

 

Alt katın banyosunu kullanıp çıktım, peşimden o da ellerini yıkayıp mutfağa geldi.

 

"Tamam, sen şimdi kahvaltılıklari çıkar ben de menemeni yapayım." Dudağının sağ tarafı hafif yukarıya kalkarken yüzü şaşkındı. Bu haline gülümsemeden edemedim.

 

"Ben bunun için mi bu kadar hazırlandım?"

 

"E çıraklık kolay değil, öyle en üstten başlayamazsın." Diyip arkamı döndüm. Elbette ki bunun nedeni o değildi. Elinin durumu yüzünden birşeyler doğramasına izin vermiyordum.

 

Birden dolapta birseyler arayan Oğuza dönüp sordum.

 

"Soğanlı mı sogansız mı?"

 

"Soğanlı." Dediğinde yüzümü buruşturdum. Ben soğansız severdim.

 

"Soğansız." Dediğimde dolabın kapısını kapatıp elinde kahvaltılıklarla tezgaha ilerledi.

 

"Soğansız menemen mi olur?"

 

"Tamam o zaman taş kağıt makas oynayalım. Yenenin istediği olsun." Dediğimde gülerek ellerindekileri tezgaha bıraktı.

 

"Tamam."

 

"Üçte biter." Deyip sağ elimi yumruk yapıp, düz bıraktığım sol elimin üzerine koydum. Aynısını o da yaptığında geri saymaya başladım. Belki de normal saymışımdır.

 

"Bir, iki, üç."

 

İkimiz de aynı anda söylüyorduk. "Taş, kağıt, makas." İlk oyunu o almış, ikinciyi ben, derken ikimiz de son oyunu oynamadan berabereydik.

 

Ve son kez söyleniyor.

 

"Taş, kağıt, makas." Ve ben kazanmıştım. Sevindiğimi her yönden belli ediyordum. O ise çocukça davranışıma kafasını olumsuz anlamda sallayıp gülüyordu.

 

Herkes işine döndüğünde ben de kararımı değiştirip Soğanlı menemen yapmıştım. Ortalama yarım saatte yaptıklarımızı yedikten sonra sıra en sevmediğim kısımdaydı. Sofrayı kaldırmada...

 

İkimiz de sofrayı kaldırdığımızda bütün bulaşıklar tezgahın üzerindeydi.

 

Dün aklıma takılan soruyu soruverdim bir anda.

 

"Fıstığa alerjisi olduğu halde neden benden fıstıklı baklava istedin." Az da olsa içimde biraz kırgınlık vardı.

 

"Benden en sevdiğim tatlıyı söylememi istedin." Dedi ve omuzlarını silkti.

 

"Yiyebileceğimi değil ki." Anlaşılan ona kırılmamı gerektirecek hiç birşey yoktu ortada.

 

Sessizce kafamı salladım.

 

Bulaşıkları akıtmaya başladım, ben bulaşıkları akıtıyorken, o da bulaşık makinesine dizmişti. Nihayet işimiz bittiğinde rahat bir nefes aldım.

 

"Ayarladıkları tatile gitmek ister misin?" Diye sorduğunda kendimi tutamadım vakit kaybetmeden onu başımla onayladığımda gülümsedi.

 

"O zaman hazırlanalım." Dediğinde ona pek inanamadım. 'Gerçekten mi?' Bakışlarımı ona yönelttiğimde beni onaylamasıyla de ben kocaman gülümseyip merdivenden yukarıya hızla yürüdüm. Koştum mu ki?

 

Tatilleri severdim, birkaç kez Özgeyle gitmişliğimiz vardı. Ama onunla ilk tatilim olacağı için biraz heyecanlanmıştım.

 

Küçük bavuluma ihtiyacım olabilecek her şeyi koyduktan sonra sıra kıyafet seçmekteydi.

 

Beyaz şifon Elbisem bana oradan beni seç dercesine baktığında onu güzelce kutlamaya çalışarak bavula koydum. Çalışarak diyorum çünkü aşırı kaygan bir yapısı olduğundan yılan gibi kayıyordu. Tam bir yaz elbisesiydi.

 

Yine dökümlü duracak bir elbise olan siyah krep kumaştan elbisemi de katlayıp bavuluma yerleştirdim. Her gün bir elbise giysem bunlar bana yeterdi ama sağlamcı kişiliğim beni yedek alma konusunda hemen ikna etmişti.

 

Krem rengi, pamuklu kumaştan olan düz elbisemi de bavula koydum.

 

Hasır rengi bilekten saran sandaletlerimi de kutusuyla birlikte bir poşete koydum. Sıra pijamalardaydı. İki tane bol paça, uzun kollu pijama takımını valize koydum. Biri siyah, diğeriyse açık renkliydi. Bir tane de uzun hırka koydum. Siyah ve krem rengi krep şallar aldım ve makyaj çantamı ve buyük hasır şapkamı da bavula koyduğumda hazırdım.

 

Şehir dışına gidiyorduk, uçak birkaç saat sonra kalkacaktı ve bir aksilik olmazsa akşama oraya varmış olacaktık.

 

&

 

Çıkmamıza az bir zaman kala hazırlanmaya başladım. Beyaz bir gömlek, üzerine de vizon renginde etekli bir salopet giydim.

 

Şal olarak da vizona yakın bir renk bağladım. Makyajımı da her zamanki sadeliğimde yapıp, bavulumu ve çantamı alıp çıktım.

 

Bavulumu merdivenlerden geçirmek için tutacak yerinden tutup kaldırarak indim. Merdiven bittiğinde kolu tekrar uzatarak sürükleme haline getirdim.

 

Oğuz koltukta oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Geldiğimi gördüğünde telefonu kapatıp cebine tıkıştırdı.

 

"Hazırsan çıkalım." Dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. Ayaklanıp kapıya doğru ilerlediğinde ben de peşinden ilerledim. Beyaz sade bir tişört, üzerine krem rengi bir gömlek, altına da siyah bir pantolon giymişti.

 

Ayakkabılarımızı giyip evden çıktık, Oğuz kapıyı iyice kilitleyip arabaya yönlendiğinde ben çoktan arabanın yanındaydım. Bavulunu benim gibi sürerek geldiğinde. Bagajı açıp elimdekileri koyup, kendi valizini de koyduktan sonra bagajı kapatmıştı. Arabanın etrafını dolanıp ön koltuğa bindim, emniyet kemerimi de bağladıktan sonra havaalanına olan yolculuğumuz başladı.

 

Nasıl olmuuuş?

 

E bir yorumlara bir şeyler yazmışsınızdır inşallah.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere, bayy!

 

 

Loading...
0%