Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm: Tatil

@egeninincisiizmiir

 

12. Bölüm: Tatil

 

Yolculuğumuz uçakla gittiğimiz için oldukça kısa sürmüştü. Şimdi de otele gitmek için tuttuğumuz taksinin camından arabayla birlikte akıp giden etrafı inceliyordum. Oğuz önde taksicinin yanına otururken ben arkada rahatça oturuyordum.

 

Akşam ezanının okunmasıyla sokak lambaları yanmıştı. Etraf pek karanlık sayılmazdı. Yazın sıcaklığı arabada klimanın çalışmasına neden olmuştu. Arabanın içi dışarıya kıyasla oldukça serin ve kuruydu. Yazı daha iyi hissedebilmek için camı yarıya indirdim. İçeriye sızan ılık rüzgar nazikçe tenimi okşarken gözlerim huzurla kapandı, dudaklarımda minik bir tebessüm oluştu. Rüzgar kirpiklerimi usulca gıdıklıyordu. Arabanın hızlanmasıyla rüzgar şalımı sertçe uçurmaya başlamıştı. Son kez derin bir nefes alıp camı kapattım.

 

Her geçen saniye kalacağımız otele biraz daha yaklaşıyorduk. Oda meselesi içimi biraz yesede mutlu olmaya, anda kalmaya ve streslenmemeye çalışacaktım.

 

Eninde sonunda bu olacaktı sonunda.

 

Deniz kenarında, büyük bir yapı belirdiğinde kalacağımız bina olduğunu anlamam uzun sürmezken taksi binaya yeterince yaklaşıp kapının önünde durduğunda Oğuz cüzdanını çıkartıp taksicinin söylediği tutarı ödediğinde arabadan inip, taksicinin yardımıyla valizlerimizi bagajdan aldık.

 

İstemsizce sahile ilişti gözlerim, odaya yerleştikten sonra sahile gitme fikri girmişti aklıma.

 

Bavulumun kolunu uzatarak sürükleme pozisyonuna getirdiğimde Oğuzun da aynı şeyi yaptığını gördüm. Birlikte valizlerimizi sürükleyerek otele giriş yaptığımızda kapıdaki güvenlik noktasında kontrol edildikten sonra resepsiyona ulaşabilmiştik.

 

Resepsiyondaki üniformalı görevlilere odanın anahtarlarını almak için ilerledik. Esmer, saçları sıkıca topuz yapılmış üniformal, buradan görebildiğim kadarıyla uzun boylu, kadın güler yüzüyle konuştu.

 

"Hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?" Sesi naif ve yumuşacık çıkmıştı. Kahverengi, elaya çalan gözleri ve boyalı, sık kirpikleri, dolgun dusaklarıyla şüphesiz güzel bir kadındı. Çaktırmadan Oğuza bakıp kadına nasıl baktığına baktım. Normal, düz bir ifadeyle konuşmaya başladığında istemsizce içime bir mutluluk düşmüştü ve yüzüme de bir gülümseme...

 

"Oğuz Doğanay ve Suay Doğanay adında iki rezervasyonumuz olacaktı."

 

Bir saniye,ne?! Yüzümdeki gülümseme silinirken kaşlarım da çatılmıştı.

 

"Hemen kontrol ediyorum." Kadına döndüğümde bilgisayarla ilgileniyordu. Ayrı odarda kalmamız belki de iyi olacaktı.

 

Belki mi?

 

Tamam, belki değil. Açıkçası biraz bozulmuştum. Benimle aynı odada kalmaya tahammülü yoktu galiba...

 

Saçmalıyorum. Aynı yerde kalsakta Bi sefer çok stres yapacaktım, utanacaktım bu en iyisiydi.

 

"Evet, biri balayı süiti, diğeri normal oda." Dedi kadın ve masanın üzerinde biryerlere bakınıp iki tane kart alıp uzattı. Bunlar anahtar olan kartlardandı.

 

"Bu 8. kattaki 408 numaralı balayı süitinin anahtarı." Dedi ve elindeki kartı masaya bıraktı.

 

"Bu da 8. kattaki 409 numaralı odanın anahtarı." Diğer kartı da masaya koydu.

 

En azından aynı kattayız diye geçirdim içimden.

 

"Birer tane daha yedek anahtar alabilir miyiz?" Oğuz işleri hallederken sesimi çıkarmadan bitmesini bekliyordum.

 

Kadın birer tane daha kart verdiğinde bizim yakınımızda bulunan personeli kast ederek konuştu.

 

"İsterseniz Mehmet bey size eşlik edebilir." Oğuzun onaylamasıyla adının mehmet olduğunu öğrendiğimiz kıvırcık, kıvırcık demek hakaret olur, bonus kafalı genç çocuk valizlerimizi alıp bizimle ilerlemeye hazırlandı.

Resepsiyondaki kadın klasik uğurlama cümlesini iliştirdiğinde resepsiyondan ayrılıp asansöre ilerledik. Bonus da bizle geliyordu.

 

"Rahatsız olma diye kendime başka oda ayırttım." Dedi.

 

"Anladım." Diye mırıldandım ve biraz zorla gülümsedim.

 

Yoo anlamadın.

 

Bana iki anahtar uzattı. Biri 408 Biri de 409 numaralı odanındı. Anlamaz bakışlarımı görmüş olmali ki daha ben sormadan beni cevapladı.

 

"Bir ihtiyacın olursa girersin." Sadece kafamı sallayarak cevap verdim ona. Asansöre girip 8. Kata basıp yukarıya çıkmayı beklerken birileri daha asansöre bindiğinde Nihayet yukarıya, amaçladığımız kata gelmiştik.

 

"Bundan sonrasını biz hallederiz, teşekkürler." Oğuz nazikçe bonusu koyarken eline de 200 lük bir banknot iliştirmişti. Yüzü gülen bonus konuştu.

 

"Teşekkürler, iyi geceler." Garisingeri arkasını dönerek biraz ilerledi ve merdivenlerden indi. Biz de valizleri numaraları kapılara bakarak sürükledik. 405, 406, 407, ve 408. Hemen yanında da 409.

 

Oda kartını okutup kapının mekanik seslerle açıldığını duyunca kolu çevirdim ve kapıyı biraz araladım. Oğuz da aynı şeyleri yapıyordu.

 

"Birazdan sahile inerim, sende gelmek ister misin?" Dedim yüzümdeki tebessümle.

 

Benim aksime kaşları hafif çatılmıştı ve bu bende gülme isteği uyandırdı.

 

"İti kopuğu, sarhoşu ordadır şimdi. Olmaz!" Dediğinde omuzlarımı silktim. Sesi oldukça netti ama.

 

"Birşey olmaz, geliyor musun? Gelmiyor musun?"

 

"Gelmiyorum." Dediğinde kahkahalarla gülmek istedim çünkü trio atar gibi söylemişti. Kaşları çatıktı, net konuşuyordu ama ben onu ciddiye alamıyordum.

 

"Peki." Omuzlarımı silktim. "Sen bilirsin." Kaşları hala gerginliğini korurken ağzı şaşkınlıkla aralanmıştı.

 

Odamın kapısını biraz daha açtım ve içeri girdim. Arkamı dönüp başımı kapıdan çıkartıp ona baktığımda hala aynı ifadeyle, aynı yerde duruyordu.

 

"Fikrini değiştirirsen haber ver." Kafamı da içeriye alıp kapıyı tamamen kapattım. Dudaklarımdan minik bir kıkırtı çıkmıştı. Arkamı dönüp odamın içine ilerlediğimde içerisi sarı bir ışık kaynağında aydınlanıyordu. Kapıda ayakkabılarımı çıkarttım. Yerde kırmızı gül yaprakları vardı. Biraz daha ilerlediğimde sarı ışığın mumlardan geldiğini görmem uzun sürmemişti. Yola serilen gül yaprakları artmış ve yatağın üzeri ve etrafı dahil her yere saçılmıştı. Gözlerimi devirmeden edemedim. Mumlar da gül yaprakları gibi heryerdeydi. Yatağın üzerinde havlularla yapılmış kocaman bir kalp vardı. Gülmemi tutamayıp sessizce bir kahkaha attım.

 

Oğuz burada olsaydı acaba böyle gelebilecek miydin?

 

Yanaklarım olayın farkındalığıyla ısındı.

 

Sanırım ayrı odalarda kalmamız gerçekten iyi olmuştu. Hiçbir şeye dokunmadan gül yapraklarıyla bezenmiş yolu takip ederek banyoya ilerledim. Kapıyı açtığımda burada bile gül yaprakları vardı. Kapının arkasında kalan jakuziyi görmemle ağzım ve gözlerim senkronize bir şekilde açılmıştı. Ve şunu söylemeliyim ki jakuzinin suyunun üzerinde bile gül yaprakları yüzüyordu. Ve yine gül yaprağıyla donatılmış lavaboya, yerdeki mumlara basmamaya çalışarak ilerledim. Başımdaki şalı çıkartıp abdestimi alıp başımı da düzgünce kapatıp banyodan çıktım.

 

Telefonumun yardımıyla kıbleyi bulduktan sonra seferi namazımı kılıp, tesbih çekip, duamı ettikten sonra sahile gitmek için hareketlendim. Camdan sahile doğru baktığımda tek tük insanların olduğunu gördüm. Aklıma Oğuz gelmişti, geleceğini düşünmüştüm ama sanırım gelmeyecekti.

 

Telefonumu küçük çantama atıp koluma taktım.

 

Kapıya ilerleyip ayakkabıları giydim ve oda anahtarımın yanımda olduğuna emin olduktan sonra kapıyı açtım.

 

Sol tarafımda hissettiğim bedenle o tarafa döndüm. Tabii ki koridorda dikilen Oğuzu görmeyi beklemiyordum. Üzerini değiştirmişti. Dizinde biten siyah kot bir şort, üzerine de kısa kollu, keten, beyaz bir gömlek giymişti.

 

"Çıkıyor muyuz?" Dedi ensesini kaşırken. Bu mahcup, utangaç, çekingen artık hangi ruh halindeyse hoşuma gitmişti ve biraz onunla uğraşmak fena olmazdı.

 

"Ben çıkıyorum da, sen nereye?" Ciddiyetimi koruyarak sormuştum sorumu ve bu onu afallatmıştı, bu hali hemen geçti. Çekingen ve afallamış halinden eser yoktu. Kaşlarını hafifçe çattı.

 

"Fikrim değişmiş olamaz mı?"

 

Sokrates, işine bak kardeşim...

 

"Bilmem." Omuzlarımı silktim. "Çok net konuşmuştun."

 

Ağzında bir şeyler geveleyip, parmaklarını saçlarına daldırıp karıştırdı.

 

"Gidiyor muyuz?"

 

"Peki." Omuzlarımı silkip asansöre doğru ilerledim. Çağırma tuşuna basıp asansörün gelmesini bekledik beraber ve içi kısmen dolu asansörden birkaç kişi indikten sonra biz bindik. Asansörün boş oluşuyla aramızda biraz mesafe oluşu rahatlatıcıydı. Asansör hali hazırda 0 a basılı olduğundan sadece 0 a gelmeyi bekliyorduk.

 

Asansör neredeyse her katta durduğundan yavaş dolmaya başlamıştı ve alan daralıyordu. Asansör 3. Katta durduğunda büyük bir kafile asansöre binmeye başladığında belimde hissettiğim sıcak elle ne olduğunu anlamadan yavaş ve temkinlice çekilmiştim. Sıcak elin sahibi Oğuzun bedenine değdiğimde beni çekmeyi bıraktı. Yanaklarım ve kulaklarım alev alırken tansiyonum da yükselmişti sanırım çünkü kalbimin böyle hızlanması başka bir şeye yol açamazdı.

 

Elin sahibine bakmak için kafamı kaldırdığımda bana bakmıyordu ama ben uzun diyebileceğimiz bir süre boyunca ona baktığımdan kafasını hafif aşağıya eğerek bana baktığında telaşla gözlerimi ondan çekip boğazımı tazeledim. Nefes vererek burnundan güldüğünü duyduğumda mümkünmüş gibi biraz daha kızardım.

 

Nihayet asansör 0'a geldiğinde herkesin inmeye başlamasıyla belimdeki eli yerini boşluğa bırakmıştı. Biz de kalabalık yüzünden yavaş adımlarla ilerlerken alanın büyümesiyle hızlandık. Hızlarımız aynıydı, yan yana yürüyorduk. Biz kapıdan çıktığımızda birkaç kişi de bizim gibi dışarı çıkmıştı. Birlikte sahile doğru ilerlemeye başladık.

 

Denizin kokusu biraz uzakta olmasına rağmen genizlerime dolmuştu. Sabaha kıyasla biraz daha serin olan hava biraz da rüzgarlıydı. Şalım hafif hafif dalgalanıyordu.

 

Hiç konuşmadan ilerlerken Nihayet sahile gelmiş, ayaklarımız asfalta değil de kuma değiyordu. İnce kum tanelerinin oluşturduğu tepelerde ayaklarım biraz kuma görülüyordu ve bu hızlı yürümeme engeldi. Zaten hızlı yürümeye de gerek yoktu.

 

Sahil boyunca tek tük insanlar vardı. Genellikle gruplaşma var gibi görünüyordu. Bazı yerlerde ateş yakılmıştı. Uzaklardan biryerlerden gitar sesi geliyordu ve sanırım şarkı da mırıldanıyorlardı. Yüzümde istemsizce huzurun temsilcisi bir gülümseme yer edindi.

 

"Müziğin olduğu tarafa gidelim mi?" Umut ve heyecanla ona bakarken onda aynı şeyleri göremedim.

 

"Şarkıları sevmiyorum." Dediğinde kaşlarım hayretle kalktı. Kendimi kontrol edemeden ağzımdan kaçtı bir şeyler.

 

"Neden?" Başka bir adım atmadan olduğu yerde durdu, ellerini cebine attı, omuzlarını kaldırıp indirdi.

 

"Bilmem, sevmiyorum işte." Ben hala ona anlam veremezken yine de onu anlamaya çalışıyordum.

 

Elimle ters istikameti gösterdim.

 

"O tarafa gidelim o zaman." Dediğimde ellerini ceplerinden çıkartıp o tarafa yöneldi. Ben de ona ayak uydurdum.

 

Aramızdaki sessizliği dolduran uysal dalgaların sesi insan seslerine karışıyorsun. Arada bir seslenen martıları da unutmamak gerekirdi tabii.

 

Birkaç dakika denizin kokusunu içimize çekerek yürüdük.

 

Oğuz benim sağ tarafımda yürüyordu ve ben de onun sol tarafındaydım. Bir anda nasıl olduysa eli dikkatimi çekti ve parmağında yüzüğü göremeyince birden durdum. Sinirlenmiştim, daha yeni bununla ilgili bir sürtüşme yaşamıştık ve o hala buna dikkat etmemekte ısrarcıydı.

 

Belki de yüzük ona ağır geliyordu...

 

Üzülmüştüm, benim gösterdiğim hassasiyeti onun göstermemesi canımı yakmıştı. Ve bu duygusallık normal değildi.

 

Nihayet benim gelmedigimi anlayıp bana döndü. Biraz bakışınca ne ondan ses çıktı ne de benden. Bana anlam vermeye çalışarak baktığının farkındaydım.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

Sinirle dudaklarımı araladım.

 

"Yüzüğün takmamışsın." Sesim sinirli, bid o kadar da kırgın çıkmıştı. Kendimi ele vermemle sinirlenmiştim istemsizce.

 

"Kaybolur diye." Dünyanın en mantıklı cümlesini kurar gibi konuştuğunda içimdeki öfke artmıştı.

 

"Kaybolmasın diye yüzük mü çıkarılır?"

 

Sesim biraz yüksek çıkmıştı.

 

"Bol geliyor çünkü."

 

"Bol geliyor çünkü seçerken hiç özenli davranmadın." Dedim tek solukta ve dolan gözlerimin akmaması için kocaman açtım. Ağlamamalıydım...

 

Sustu, uzun bir süre sustu sadece, beni izledi.

 

Sessizlik uzayınca yanıma geldi, kocaman ellerini yanaklarıma koydu, hafifçe üzerime eğildi. Elleri sıcacıktı ve sağ elinde bandaj yerine büyük bir yara bandı vardı.

 

"En kısa zamanda daralttıracağım." Dedi ve gözümden akan sıcaklığı baş parmaklarıyla sildi.

 

"Söz." Son sözünü söylediğinde ona bakmayan gözlerimi ona çevirdim, gözlerine. Açık kahve, sarıya çalan gözleri gecenin karanlığında koyulaşmıştı. Üzüldüğünü görebiliyordum gözlerinde, beni ikna edebilmenin ciddiyeti ve merhametiyle bakıyordu ve ben yine bu merhametine kapıldım. Kafamı olumlu anlamda salladığımda yanaklarımda olan elinin başparmaklarını oynatıp ellerini benden çekti.

 

Tabii ki o kadar kolay kurtulamazdı.

 

Sol elimdeki yüzüğü bir çırpıda çıkartıp çantamın içine attım. Her bir hareketimi izlemişti.

 

"Sen niye çıkardın?" Tüm intikam alma isteğimle konuştum.

 

"Beni de çok sıkıyordu, artık ben de genişletene kadar takmam." Dedim çok bilmiş bir şekilde. Yanaklarını şişirip oflarken başını geriye atmıştı. Normal haline geldiğinde yürümeye devam ettik, aramıza daha büyük, abartılı bie mesafe koymuştum. Mesafeyi kapatmaya çalıştığındaysa ben yine mesafeyi açıyordum. Trip atmak bu muydu? Beni Anlaması, hatasını tekrarlamaması için yapıyordum bunu.

 

İleride bize doğru koşan golden cinsi sarı köpekle tüm dikkatimi ona verdim. Köpekleri severdim. Dili dışarıda deli gibi koşuyordu ve bu gözüme çok tatlı gelmişti. Islık çalarak onu çağırdığımda çok geçmeden benim çağırdığımı anlayıp yanıma gelmişti. Neşeyle kuyruğunu sallayıp bana yanaştığında onu sevmeye başladım. O kadar şımarıktı ki kendini hemen yere atıp karnını sevmeme izin vermişti. Bu hallerine gülümsemeden edemedim.

 

"Çok tatlısın seeenn." Dayanamayıp yere çömeldim ve hunharca sevmeye başladım onu. Oğuz'a baktığımda sadece gülümseyerek bizi izliyordu.

 

"Hanımefendi!" İleriden gelen sese baktığımda elinde tasmayla koşan bir adam görünce köpeğin sahibi olduğunu anladın.

 

"Köpeği tutun lütfen, kaçmasın." Köpeğin yeşil tasmasından geçirdim elini ve diğer elimle onu sevmeye devam ettim. Sahibi nefes nefese yanımıza geldiğinde Oğuz bana biraz daha yaklaşmıştı, gergin bir şekilde adamı izliyordu.

 

Elindeki yeşil kordonu köpeğin tasmasına geçirdi ve rahat bir nefes verdi.

 

"Bayağıdır kovalıyorum kendisini." Diye soluklandı adam. Genç birisiydi. Bir eliyle tasmasını tutuyor, bir eliyle de köpeğini seviyordu. Köpek de değişik hareketler yapıp resmen ona nazlanıyordu.

 

"Sizi bayağı seviyor." Gülümseyerek köpeğin yaptığı hareketleri izliyordum.

 

Çömeldiğim yerden kalktım.

 

"Sizi de sevdi, güzel kadınları sever kendileri." Bana ettiği iltifatlar yerimde çakılırken o rahatça köpeğini seviyordu. Açıkçası rahatsız olmuştum ve sanırım tek değildim.

 

Yanımda gerilen bedene dikkatlice baktığımda yumruklarını ve çenesini sertçe sıktığını gördüm. Elini o kadar çok sıkmıştı ki bembeyazdı yumrukları. Aklıma sağ elindeki yaraları geldi, o kadar sıkıyordu ki yarasının açılmasından korktum.

 

Bu kadar sinirlenmesi normal miydi bilmiyorum ama sinirlenmesi normaldi. Sonuçta evliydik, istemeden de evli olsak birbirimize karşı bir sorumluluğumuz vardı.

 

Köpeğin sahibi çömeldiği yerden kalkıp bana elini uzattı.

 

"Samet ben bu arada." Dedi gülümseyerek. Bir ona bir eline baktım, tabii ki de elini sıkmayacaktım.

 

Sağ tarafımdaki hareketlenmeyle adamın eli havada kalmamıştı. Oğuz yaralı eliyle adamın elini kavrayıp sertçe kendine çevirip adamın odağının benden kesilmesini sağladı.

 

"Oğuz bende." Dedi, adamın gülümsemesi yüzünde çoktan silinmişti.

 

"Demin yanladığın kadının kocasıyım." Adamın elini öyle bir sıkıyordu ki az daha zorlasa adam açıdan yerinde kıvranacaktı. Adam elini zorla Oğuzdan çekti.

 

"Yanlamak falan, ayıp oluyor beyefendi." Bozulmuş suratıyla konuştu.

 

"Sen karıma yavşarken ayıp olmuyor da ben seni uyarırken mi ayıp oluyor lan?!" Oğuzun sesi sahil boyunca yankılanmıştı, gözlerim kocaman açılırken, boynundaki damarı şişmiş, beraberinde şakağındaki damar da aynı şekildeydi. Yüzü kızarmıştı, ilk defa onu bu kadar sinirli görüyordum, biraz korkutucuydu.

 

Onu sakinleştirmek için koluna sardım ellerimi ama beni fark ettiğine dair bir tepki alamamıştım ondan. Karşısındaki adama kitlenmişti sadece. Sessizce ismini söyleyip onu kendine getirmeye çalıştım ama beni görmüyor, durmuyordu. Kendimi otomatik kapı görmeyen küçük bir çocuk gibi hissetmiştim. Kollarımı aşağı yukarı sallayıp zıplamak istiyordum.

 

Tokat atsam kendine gelir miydi?

 

Saçma düşünceler kafamı kurcalarken onları dağıtmak için kafamı salladım.

 

Sonuncusu saçma değil gibiydi sanki.

 

"Ağzınızdan çıkanlara dikkat edin beyefendi!" Karşı taraf ta sesini yükselttiğinde işler daha da kızışmıştı.

 

"Sen ağzından çıkanlara dikkat etseydin bu iş buralara gelmezdi! Yavşak herif!" Sesler daha da yükseliyordu.

 

"Ağzını topla lan! Sabrımı sınama!" El kol hareketleri işin içine girmişti.

 

"S****** seni de sabrını da he!" Oğuzun adama doğru hızla yeltendiğini görünce aralarına girdim. Onu asla çekerek engelleyemezdim. Etraftan yardım mı istemeliydim acaba? Sol elimi Oğuzun omzuna, diğer elimi de boynuna yerleştirdim.

 

"Oğuz!" Gözleri bir anda adamdan çekilip bana döndü, bir anlığına öfkesinin zirvesini görmüştüm gözlerinde ki hemen biraz da olsa yumuşamıştı. Boynunun üzerindeki elimin baş parmağını biraz oynattım.

 

"Sakinleş biraz." Fısıltım ona ulaşmıştı ki adem elmasını hareket ettirerek yutkundu, gözlerini benden çekip titreterek etrafta gezdirdi. Dediğimi yapmaya çalışarak derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Biraz durulmasını fırsat bilip hızlıca arkamı döndüm.

 

"Beyefendi lütfen sizde çok uzamadan gider misiniz?!" Oğuzun kaybolan siniri anlaşılan bana geçmişti. Adam sinirli bir gülümsemenin ardından köpeğiyle birlikte uzaklaştı.

 

Tekrar Oğuza döndüğümde biraz daha sakinleştiğini gördüm.

 

"Bir yüzüğün yokluğu neler yaşatıyor bize Allahım ya rabbim ya! Daha yüzüğü çıkaralı beş dakika olmadı!" Göğe bakarak hayıflanıyordu.

 

"Daha iyi misin?"

 

"O yüzüğü takana kadar iyi olamayacağım sanırım."

 

Omuzlarımı silktim. O takana kadar takmayacaktım ve olanlarda yüzüğün payı bence yoktu.

 

"Sen takmıyorsun ben niye takıyorum?" Dedim sitemkar sesimle.

 

"Çünkü kimse bana güzelsin deyip yanlamaya çalışmıyor." Dedi bıkkınlıkla, sıkıla sıkıla.

 

"Yüzüğünü takman için illa ki öyle bir şey mi olması gerekiyor?" Beni de sinirlendirmeyi başarmıştı.

 

Aramızdaki saniyelik sessizliğin ardından sinirli ve hızlı adımlarımı kumlara çarptırdım. Arkamdan gelen seslerle onun da geldiğini anladım.

 

Gece gece bütün hevesim kursağımda kalmıştı, moralim bozulmuştu. Adamla olan kavgasında haklıydı ama haklı da olsa kavgalardan nefret ederdim ve bu akşam böyle bir duruma düşmek istemezdim.

 

Burnumdan aldığım sert deniz havasını aynı şekilde burnumdan geri veriyordum.

 

Yerde gözüme kestirdiğim düz bir taşı eğilip aldım ve denize döndüm. Elimdeki taşı dalganın olmadığı bir zamana denk getirip yatay olarak hızlıca fırlattım. 3 kere seken taş dalga tarafından yutulduğunda kaybolmuştu.

 

Olduğum yerde kumların üzerine oturdum, üzerimde yol yorgunluğu ve biraz önce yaşananların yorgunluğu vardı. Eğer araları biraz daha kızışsaydı muhtemelen kenimi kaybedecektim ve bünyem kendini kapatacaktı.

 

Birkaç saniye sonra Oğuz da yanıma, sol tarafıma oturdu.

 

Ona kırılmış, hatta sinirlenmiştim ama birkaç dakikalığına herşeyi bir kenara bıraktım. Hatta birkaç saniyeliğine.

 

"Elin acıyor mu?" Ona bakmadan, denize bakarak söylemiştim bunları. Sinirim kaybolsa da içindeki kırgınlık kendini belli etmişti.

 

Ondan ses gelmediğinde ona çevirdim bakışlarımı.

 

Dizlerini kırmış, dirseklerini de dizlerinin üzerine dayamış parmaklarıyla oynuyordu. Elindeki büyük yara bandına kaydı gözlerim, herhangi bir kan sızıntısı yoktu. Bu biraz olsun içimi rahatlatmıştı.

 

Başındaki hareketlenmeyle ona baktım. Olumsuz anlamda başını sallıyordu. Onun da en az benim kadar morali bozulmuştu.

 

Oturduğum yerden kalkıp elbisemin eteğini silkeledim. Bakışları bana döndüğünde sakince mırıldandım.

 

"Kalkalım mı?"

 

Beni yanıtlamadan ayağa kalkıp benim gibi arkasını silkeledi. Siyah şortunda kum taneleri hala kendini belli ediyordu. Silkelemeyi bıraktığında onu uyardım.

 

"Hala kum var." Tekrar silkeledi ama yine kum olan yeri silkelemiyordu.

 

"Biraz üst tarafı." Arkasına dönüp bakmayq çalışmasıyla gülümsedim. Silkelemeye çalışıyordu ama silkeleyemiyordu. Duruma bir el atma vaktim gelmişti. Gerçek anlamda...

 

Silkeleyemediği kum tanelerini silkeleyip geri çekildim.

 

Gözlerini biraz belirtmiş bir şekilde bana döndü.

 

"Elin de ağırmış!" Diye mırıldandığında gülmemek için dudağımı dişledim.

 

"Acıdı!" Diye mırıldandığında eliyle arkasını ovuşturdu.

 

"İyi." Dedim ve sahte bir ciddiyetle tek kaşımı kaldırdım.

 

"Bundan sonra ayağını denk alırsın." Yalancı ciddiyetim kaybolurken yerini kahkahaya bıraktığında oda gülüyordu. Gülüşüm durduğunda konuştu.

 

"Gidelim mi attık?" Kafamı olumlu anlamda sallayıp ilerlemeye başladım.

 

Bu wattpad olayları moralimi çok bozuyor, inşallah en kısa zamanda süredir de özgürce girip çıkabiliriz.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere ♡

 

 

Loading...
0%