Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm: Acemi Kalp

@egeninincisiizmiir

Herkese Selamın Aleyküm.

 

Artık kitabı üç yerden yayınlıyorum.

 

Ve yeni bir karar aldım yeni bölüm gelmesi için baraj koyuyorum ve herhangi bir uygulamadan koyduğum baraj geçilirse bölümü her yerden yayınlayacağım.

 

________________

Oy: 25

 

Yorum: 80

________________

 

13. Bölüm: Acemi Kalp

 

"Ben nereye sen oraya, sen nereye ben oraya."

 

Dünkü atışmamızdan sonra odalarımıza çekilip istirahat etmiştik. Yüzük konusunda fikirlerim hala değişmemişti. O takmıyorsa ben de takmayacaktım. Kısasa kısas.

 

Sabah ezanıyla uyanıp namazımı kıldıktan sonra bir daha geri yatmıştım ama uyuyamayınca kalkıp balkonda güneşin doğuşunu izliyordum. Denizin üzerinden yavaş yavaş rengini vererek yükseliyordu. Havada sabahın serinliği geziniyordu. Tenimi yalayıp geçen rüzgarı hissetmek bana huzur veriyordu. Gözlerimi kapattım ve oturduğum koltuğa daha da sindim. Mayışmıştım. Gözlerim kirpiklerimi taşıyamayarak ağırlaşıp, yavaş yavaş kapanıyordu. Üzerime aldığım şala biraz daha sarıldım ve gözlerimi tamamen kapattım. Uykunun beni içine çekmesi pek de zor olmamıştı. Bilincim karanlıklaştı ve ben artık orada değildim.

 

&

 

Huzurlu uykumu bölen havanın sıcaklığı ve nemliliğiydi. Yüzüme vuran güneşte tuzu biberi olmuştu. Oturarak uyumaya başladığım yerden yatarak uyanmıştım. Yattığım yerden yavaşça gelinecek kalktım ve üzerimden fırlattığı şalı alıp katladım. Başımdaki şalı düzelterek balkondan aşağıya baktım. Sahil yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Tek tük insanlar şemsiyenin altına girerken bazıları güneşleniyor, bazılarıda denize giriyordu. Mayolu, bikinili hanımefendileri görünce tehlike hattında olduğumuzu fark ettim. Sanırım sahile sadece gece gitsek daha iyiydi.

 

Balkondan çıkıp içeriye girdim. Her gün saç yıkamak iyi bir şey olmadığı için banyoda boynumdan aşağıya hızlıca bir duş alıp bornozuma sarılıp banyodan çıktım. Valizimi karıştırıp beyaz şifon elbisemi çıkarttım, gerekli iç çamaşırlarımı ve bakım ürünlerimi alıp banyoya geri girdim. İlk önce üzerimi giyindikten sonra yüzümü bir güzel yıkadım ve nemlendirdim. Banyodan şimdilik çıkıp yatak odasına girip telefonu elime aldım. Oğuza mesaj atacaktım.

 

Önce bir saate baktım. 9 uyanmak için gayet yeterli bir saatti. Uyandığını umarak mesaj yazdım.

 

Siz: Günaydın.

 

09.05

 

Siz: Uyandın mı?

 

09.05

 

Siz: Uyandıysan kahvaltıya inelim.

 

09.05

 

  

 

Telefonu bir kenara bıraktım ve valizimden beyaz şalımı çıkarttım. Valizin ön gözünden güneş kremimi parmağım boyunca sıkıp kremi geri, aynı yerine koydum. Hızla banyoya gidip elimdeki kremi yüzüme sürdüm. Bembeyaz yoğurt gibi görünüyordu ama birazdan emilecek ve tenimin rengini alacaktı. Şalımı yapmak için kremin emilmesini beklerken telefonu elime aldım, Oğuzdan mesaj vardı.

 

Oğuz: Günaydın.

 

09.07

 

Oğuz: Hazırlanınca haber verirsin ineriz.

 

09.08

 

Siz: Hazırlandım sayılır, birazdan çıkarım.

 

09.10

 

Telefonu küçük kol çantama atıp şalımı ve bonemi alıp banyoya girdim tekrardan.

 

Büyük ustalık gerektiren krep şalımı bütün olumsuzluklara karşı bağlayıp iğnelerle tutturup banyodan çıktım.

 

Günlük giymek için, şık görünen hasır sandaletlerimi de ayakkabılarımın yanına koydum. Çantamı alıp sandaletlerimi giydim ve Oğuza mesaj yazdım.

 

Siz: Ben çıkıyorum.

 

09.20

 

Mesajım anında görüldü olmuştu ve yazıyordu.

 

Oğuz: Tamam.

 

09.20

 

Odamın anahtarının bende olduğuna emin olduktan sonra odadan çıktım. Koridorda onun çıkmasını beklerken çok geçmeden o da çıktığında baştan aşağıya süzdüm onu hızlıca. Üzerinde kısa kollu, oversize bir gömlek, altında da beyaz bir şort vardı. Kolunda da beyaz bir saat vardı.

 

"Altta, otelin restoranında yapalım mı kahvaltıyı?"

 

Olumlu anlamda kafasını salladı.

 

"Sonra da sahile ineriz."

 

Sahildeki kadınlar aklıma gelince telaşla onu geçiştirmek geldi aklıma ama olabildiğince sakin olmaya çalıştım. Zaten yüzüğü de yoktu!

 

"Yok, çok sıcak olur. Akşama gideriz."

 

"Sıcaklarsak denize gireriz." Dediğinde hiç beklemeden hazır cevaplılıkla yanıtladım onu.

 

"Birincisi haşemam yok, ikincisi de ben yüzme bilmiyorum." O da aynı hazır cevaplılıkla beni yanıtladı.

 

"O zaman sen beni şemsiyenin altında beklersin, ya da gelmezsin." Dediğinde kaşlarımı demek öyle anlamında kaldırdım.

 

"Tamam, sen sabah tek başına gidiyorsan," Tek başına kelimesini üstüne basa basa söyledim. "Ben de gece tek başıma sahile inerim."

 

Hiçbir şey demesini beklemeden arkamı dönüp asansöre yürüdüm. Şansım yanımdaydı ki asansör de hemen buradaydı. Havalı girişimi yapıp asansöre bindim. Arkamdan o da kapının kapanmasına yakın geldiğinde yüzünden bozulmuş olduğunu anlıyordum.

 

"Öyle bir şey olmayacak." Diye mırıldandığında anlamamış gibi yaptım.

 

"Anlamadım, bir şey mi dedin?"

 

"Gayet de iyi duydun. " Dedi ve hafiften yüzüme doğru eğildi.

 

"Ben nereye sen oraya, sen nereye ben oraya." Gözlerimi kırpıştırıp gülümsediğimde geri çekildi.

 

Zafer gülümsemem yüzümde yayılıyordu.

 

İşte adama lafları böyle yutturulur koçum.

 

0. Tuşa basıp ondan uzak bir köşeye iliştim.

 

&

 

Kahvaltımızı yaptıktan sonra Oğuzun üzerini değiştirmesi ve bir şeyler alması için yukarı çıkıp plaj çantasını doldurduktan sonra sahile inmiştik. Kahvaltımızı yaptıktan sonra hava bozmaya başlamıştı. Bu da Sahildeki insanların azalmasına neden olmuştu ve bu da benim baya bir işime gelmişti.

 

Boş bir şezlonda oturup çantamı ayaklarımın dibine bıraktım.

 

Oğuz üzerindeki tişörtü eliyle boynundan çekerek çıkarttığında sadece yüzme şortuyla kalmıştı. Teninde hiç kıl olmaması benim şaşırtıyordu ve bir anda sorma gereği duydum.

 

"Sen lazere mi gidiyorsun?" Elindeki tişörtü kutlarken şaşkınlıkla karışık gülerken sordu?

 

"Ne?"

 

"Hiç tüyün yok." Diye mırıldandım.

 

"Gitmedim tabii ki." Diye yanıtladı beni. Ne güzel evde kedi gibi tüy dönmüyordu diye geçirdim içimden ve bu da dışarıya gülerek yansımıştı.

 

Çantama eğilerek güneş kremini aldım.

 

"Güneş kremi sürmek ister misin?"

 

"Bu havada mı?" Diye yanıtladı beni. Gökyüzünde iki tane bulut görünce güneş kayboldu falan mı sanıyordu bu?

 

"Hava bozdu diye güneş yok olmadı." Diye mırıldandım ve kremin kapağını açıp ona yaklaştım.

 

"Elini uzat." İkna olmuştu, elini uzattı.

 

İşaret ve orta parmağı boyunca kremi sıktım.

 

"Bunu yüzüne ve boynuna sür." Dediğimde şaşıracak yüzüme baktı.

 

"Çok değil mi bu?"

 

"Sen sür, bu anca yüzüne yeter. Güneş kremi böyle sürülür." Dediğimi uzatmadan yapınca güneş kremini omuzlarına da sıktım.

 

Yüzünde beyazlıklarla komik görünüyordu ama işkillenmemesi için gülmedim. O omuzlarındaki güneş kremini göğüslerine, sırtına ve ensesine yedirirken onu süzmeden edemedim. Gözlerim karnına iliştiğinde göbeğinin olmamasıyla şaşırarak gözlerimi belirttim. Göbek yerine gayet doğal duran karın kasları kendini belli ediyordu.

 

Etrafa göz gezdirip birilerinin bakıp bakmadığına baktığımda kimsenin baktığını göremedim. Ya da çaktırmadan bakıyorlardı.

 

"Senin niye göbeğin yok?"

 

Bunu yaptığıma inanamıyordum. Evet bir anda ağzımdan böyle bir cümle çıkmıştı ve ben utancımdan kafamı kuma gömmek istedim o an için.

 

O da şaşkınca bana bakıyor, gülüyordu.

 

"Ne bileyim bol giyiniyorsun genelde, ben de göbeğin var sandım." Malca cümlemi toparlamak için attım ortaya bir laf.

 

"Sen de bol giyiniyorsun senin göbeğin mi var?" Karnıma bakarak söylediği şeyle hemen cazgır moda geçip kendimi savundum.

 

"Yok benim göbeğim falan." Kaşlarım çatılmış, elimse karnıma gitmişti.

 

Kısık bir kahkaha attığında güneş kremini tamamen yedirmişti.

 

"Pek ikna edici olmadı." Dediğinde elimi karnımdan çekip şezlonga oturdum. Birazcık, miniminnacık alınmış olabilirim.

 

Şezlonga yaslandım, bacaklarımı da kıvırıp bağdaş kurarak oturdum.

 

"Ben gidiyorum." Dediğinde sessizce kafamı salladım ve çantadan okumayacağımı bildiğim kitabı çıkartıp sayfalarını çevirdim. Gastronomi ile ilgili bir kitaptı. Kitapla ilgileniyormuş gibi yapıyordum ama aslında onu izliyordum, etrafında kız olup olmadığına bakıyordum. Aklıma geçende sosyal medyada gördüğüm video gelince istemsizce gülümsedim. Kadın kocasının sırtına güneş kremi ile EVLİ yazmıştı. Ben de mi yazsaydım? Diye düşündüm kendimce. Tabii ki de şakaydı. Böyle bir şey yapmazdım.

 

Denize girdiğinde açıklara doğru ilerliyordu, boğulmazdı değil mi? Ona bir şey olur düşüncesiyle gözümü ondan almak istemiyordum.

 

Birkaç dakika boyunca onu izledim, ters giden bir şey olmamıştı.

 

Hava iyice bozmuştu. Yağmur geleceğinin haberini tüm griliğini bulutlara gönderip haber veriyordu. Rüzgar sıcak ve usulca tenimi okşuyordu. Arada bir sertleşse de zararı yoktu.

 

Etraftaki insanlar yağmur yağacağı için eşyalarını toparlamış, birçoğu sahili terk etmişti. Kalan tek tük insanlar arsında o ve ben de vardık.

 

Böyle havaları seviyordum. Güneşi de severdim ama hava böyle olunca tam da bir ömür gibi oluyordu. Güzel günler bir yağmurlu günler ise gerçekler.

 

Ben tam da yağmurlu bir hava gibiydim. Hüzünlü, ağır, isyankar ama bir o kadar da yer yüzüne inmek için sabırsız.

 

Yağmur yavaş yavaş yerdeki kum tanelerinin rengini biraz daha koyu bie tona boyarken Oğuz da denizden çıkıp şezlonga doğru geliyordu.

 

Yan tatafimdaki şezlongda oturan genç kadın çoğu kişi gibi eşyalarını topluyordu. Bir anda göz göze gelmemizle kadına gülümsediğimde o da bana güler yüzle karşılık vermişti.

 

"Merhaba."

 

Bana selam vermesine ben de karşılık verdim.

 

"Merhaba." Renkli, çiçek desenli elbisesinin üzerinden şişkin karnına elini koyup tekrar şezlonga oturdu. Hamileydi sanırım, karnı kocamandı.

 

Elimde tuttuğum kitabın sayfaları rüzgar tarafından hoyratça itip kakılınca kitabı kapatıp çantama koydum. O sırada Oğuz da şemsiyenin altına gelmişti.

 

"Hamile misiniz?" Kadının bana yönelttiği soruyla sertçe yutkundum. Oğuza baktığımda ıslanınca rengi koyuya dönen saçlarını şezlongun baş tarafında katlı duran havluyla kurulanıyordu ki kadının sorusuyla kalakalmıştı.

 

Acaba göbeğim mi çıkmıştı?

 

Tekrar kadına döndüm. Oğuzun da tüm dikkatinin bende olduğunun farkındaydım ve utanıyordum bu yanlış anlaşılma sonucunda.

 

"Yok değilim." Dedim aceleyle.

 

Kadın telaşıma karşı mahçupça gülümsedi.

 

"Karnınızı okşayınca hamilesiniz sandım, kusura bakmayın."

 

Ne zaman karnıma koyduğumu bilmediğim elime baktım, gerçekten de karnımı okşuyordum. Bakışlarım Oğuza değdiğinde onun da karnıma baktığını gördüm.

 

Hemen elimi çektim.

 

Hep bu göbek muhabbetindendi!

 

"Önemli değil, ne kusuru." Kadın oturduğu şezlongtan kalktı.

 

"Tekrar kusura bakmayın lütfen. İyi günler."

 

"İyi günler." Kadın elindeki çantayla otel istikametinde ilerlemeye başladı.

 

Var olan kişiler yağmurun hızlanmasıyla biraz daha eksilmişti.

 

Yasağım yanlış anlama sonuncu kan yanaklarıma hücum etmişti ve yüzüm yanıyordu.

 

Çaktırmadan Oğuza baktığımda havluyla kurulandiğıni gördüm, içimde müthiş bir utanç duygusu kol geziyordu. Bakışı bana değse kızarmaktan yok olacak gibiydim.

 

Olduğum durumdan kurtulmak için oturduğum şezlongtan kalktım ve şemsiyenin himayesinden kurtulup yağmurun tenime sızmasına izin verdim. Utançtan kaçmak içindi ve belki yanaklarımın yanması geçerdi, ben de bu utançtan kurtulurdum.

 

Yağmur damlalarının yüzümde bıraktığı küçük darbeler hoşuma gidiyordu, hep hoşuma gitmişti. Gözlerimi kapatıp yağmuru daha da derinimde hissettim atıştırıcılığını, dinginleştiriciliğini.

 

Şüphesiz ki bana iyi geliyordu, kendimi toparlamama, kendimi dinlememe o kadar yardimci oluyordu ki evimi bulmuşum gibi hissediyordum. Hiçbir zaman o eve kendimi ait hissetmemiştim ama yağmur beni sahipleniyordu.

 

Kollarımı iki yanıma açıp yağmuru kucaklarken bir yandan da olduğum yerde dönüyordum. Beyaz elbisem ve beyaz renkli şalım da bana eşlik ediyordu. Yağmurun ılıklığı beni kendime biraz daha yakın hissettiriyordu. Yağmur da bendendi. Dudaklarım mutlulukla kıvrılıyordu. Kafamı gökyüzüne kaldırıp yağmuru tüm yüzümde hissettim.

 

"Ne yapıyorsun?" Oğuzun kafasını kurulamayı bırakıp, omuzlarında sarkıttığı havluyla bana anlam vermeye çalışan bakışlarını umursamadım.

 

Omuzlarımı silktim.

 

"Anı yaşıyorum." Dedim, tekrar kısa bir tur daha döndüm etrafımda ve durdum. Fazlasıyla ıslanmıştım ama yaz yağmurunu verdiği ıslaklık sıcak bir kucak gibi sarmalamıştı bedenimi.

 

Hiç yaşamadığım anne kucağı da böyle bir şeydi belki de.

 

Hiç beklemediğim, farklı bir sıcaklık elimi sardığında şaşkınlıkla ne ara yanıma geldiğini anlamadığım Oğuza çevirdim başımı. Yüzündeki ifadeyi tam anlayamadan bakışlarımı elimi tutan eline çevirdim. Saniyeler içerisinde ayaklarım ona ayak uydurduğunda denize doğru koşuşturuyorduk. Parmak uçlarında hissettiğim uyuşuklukla konuştum.

 

"Ne yapıyorsun?" Sesim biraz yüksek çıkmıştı ama neyse ki etrafta Sesimi duyacak kadar yakında birileri yoktu. Hızını kesmeden konuştu, onun da sesi benimki gibi yüksek çıkmıştı.

 

"Anı yaşıyoruz!" Gözlerimi elinden ayırıp ona baktım, geniş bie gülümseme vardi onda, nadir gordüğüm. İstemsizce ben de gülümsedim. Bacaklarımda hissettigim serinlik denize girdiğimizin habercisiydi. Yüzümdeki gülümseme yerini endişeye bırakmıştı. Suyun yoğunluğuyla yavaşlayan adımlarımı fırsat bilip durdum. Oğuzun eli elimi o kadar sıkı kavramıştı ki durduğumda elimi bırakmadı. Durduğum için arkasına döndü, yüzündeki gülümseme hafif bozulsa da tamamen silinmemişti.

 

Bir şey demesine kalmadan ben açıklamamı yaptım.

 

"Korkarım ben, gelemem." Elimi elinden kurtarmak için çabalasam da beceremedim. Yapışmıştı maşallah ahtapot gibi!

 

"Bir şey olmaz, ben varım." Dedi. Suyun soğukluğuna rağmen içime işleyen sıcaklık tüm bedenimi sarmıştı. Öyle bir sıcaklıktı ki bütün denizi ısıtacağını sanmıştım o an. Bana ben varım demişti, en yakınımın bile bana söylemediği bir şeydi bu. Acemi kalbime yayılan güven duygusuyla özdeşleşen dudaklarım benden izin istemeye hacet etmeden kıvrıldı. Bunu gören Oğuzun da eski gülümsemesi yerini alırken sıkıca tuttuğu elimi kendine doğru çekti. Birlikte daha da derinlere giderken bu sefer ben de korkuyla sıkıca tutuyordum elini. Kalbime güven tohumlarını serpse de ilk defa yaşadığım bu deneyim karşısında tedirgindim.

 

"Yeter bu kadar, daha gitmesek." Dedim, su belime kadar geliyordu ve ben ona güvensem de korkuyordum.

 

"Azıcık daha gidelim, döneriz."

 

"Korkuyorum." Dedim mızmızlanan küçük bir kız gibi.

 

"Korkma." Sondaki a yı diğerlerine kıyasla biraz daha uzatmıştı. Beni hiç dinlemeden peşinden sürüklüyordu. Biraz daha gittiğimizde şu artık göğsüme geliyordu. Psikolojik miydi bilmiyorum ama nefesim daralıyordu.

 

Artık koluna iyice yapışmıştım.

 

"Nefesim daralıyor." Dedim, "Duralım artık." Bu sefer durdu ve bedenini bana döndü.

 

"Suyun basıncından o, normal yani." Dedi, söyledikleri beni telkin etmeyi başarıyordu. Bir anda boyumu aşan suyla neye uğradığımı şaşırıp panikledim. Nefesimi tuttum ve saniyeler içerisinde bedenimin sağında ve solunda hissettiğim gerginlikle başım sudan çıkmıştı. Genzime kaçan tuzlu su canımı yakmış ve öksürmeme sebebiyet vermişti. Gözlerim ise hala açılmaya hazır değildi ama mecburen açtım. Gözlerim Oğuzun endişeli yüzünü buldu, beni kaldırmıştı ve suyun boyumu geçmesini engellemişti. Telaş hala damarlarımda akan kanla birleşip vücudumda dolaşıyordu. Oğuz beni yavaşça eski yerime bıraktığında dalga tekrardan gelip boyumu aştığında korkuyla boynuna doladım kollarımı. Ahtapot gibi yapışmıştım ve başımı yüzünü görmeyerek omzunun üzerinde tuttum, ayaklarım artık yere demiyordu.

 

Boyu benden uzundu ve dalga boyunu geçmiyordu. Olduğum bu durumdan çok utansam da korkum utancımın önüne geçiyordu.

 

"Böyle olursa ikimiz de boğuluruz." Sesi beni rahatlatmak için alayla çıkmıştı. Tek kolunu sırtımda hissettiğimde başımı omzundan uzaklaştırıp yüzüne baktım.

 

"Boğulmayız, ben sana güveniyorum." Dedim, gözleri biraz yüzümde dolanınca utancım yavaştan baş gösteriyordu..

 

"Gidelim mi artık?" Fısıldar gibi çıkmıştı sesim. Sırtımdaki eli biraz daha sağlamlaştığında gözlerimi ondan ayırıp yüzümü omuzlarının üzerine sakladım. Yavaş adımlarla ilerliyordu, arkadan gelen dalgalar heybetli bedenine dalgakıran misali çarpıyordu. Suyun derinliği biraz yufkaladığında artık kendim gidebilirdim. Boynundaki kollarımı gevşettim.

 

"Bundan sonra ben giderim." Diye mırıldandığımda sırtımdaki elini çekti. Anlık üşüdüğümü hissetsem de kıyıya doğru yürümeye devam ettim.

 

Biraz yürüdükten sonra bacağıma sürtündüğünü hizsettiğim şeyle dudaklarımın arasından istemsizce çıkan çığlığımın ardından korkuyla kollarımı ve bacaklarımı Oğuza sardım. Ağaca tırmanır gibi, işte şu an tam da, gerçek bir ahtapot gibi yapışmıştım.

 

"Ne oldu?!" Elleri sırtımı nazikçe tutarken konuşmuştu.

 

"Bacağıma bir şey değdi." Sesim korkuyla karışık ağlamaklı çıkmıştı, evet neredeyse ağlayacaktım.

 

"Korkma! Balık ya da deniz anasıdır." Her ne kadar dediğini yapmasam da belli belirsiz başımı salladım. Her ne olursa olsun fazlasıyla tiksindiriciydi.

 

Birkaç adım sonra su biraz daha yufkalamıştı ve ben büyük bir utançla bacaklarımı eski haline getirdim, ama kollarımı çözmeye cesaretim yoktu. Neyse ki su dizimin biraz üzerinde bittiğinde kollarımı boynundan gevşettim, ayaklarım yere değiyordu artık. Beni bırakmasını umuyordum ama umduğum gibi olmamış, sırtımdaki kolları gevşememişti.

 

Yüzünü görmek için ondan biraz uzaklaştığımda durdu, gözleri gözlerimi kazar gibi bir sağa bir sola gidip geliyordu. Sanki gözlerimin altında bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. Kazıp, bir şeyleri ortaya çıkarmak istiyordu. Parmaklarımın ucuna kadar hissettiğim kıpırdanmalar neyin habercisiydi bilmiyorum. Kulaklarım sıcaklıkla zorluyor, yanaklarım da suyun hafif serinligine rağmen alev alıyordu.

 

Yağan yağmur ilk baştakine göre sağanağa dönüşmüştü, artık burnumdan nefes alamıyordum. Ağzımı hafifçe araladım ve ılık nefesin ciğerlerime ulaşmasını izin verdim.

 

Gözlerim ıslak ve dağınık saçlarında gezindi. Alnına yapışan saç tutamlarını elimle geriye atmak istedim ama bunu yapmaya cesaretim yoktu.

 

"Teşekkür ederim." Diye mırıldandım, aramızdaki sessizlik bozulduğunda kendine gelmiş gibi sırtımdaki elleri gevşedi, beni geri özgürlüğüme bıraktı. Ondan uzaklaşıp karaya vardım, biraz ileride eşyalarımızın olduğu şezlonga ilerledim. O da peşimden geliyordu. Esen kuvvetli rüzgarla hafif bir titreme bedenimi almıştı.

 

"Sıçan gibi oldum. " diye mırıldandım kendimce ama o da duymuş olacak ki hafif bir tebessüm etmişti.

 

Oğuz havluyla kurulanırken ben de eşyaları topladım. Islak şortunun üzerine kuru tişörtünü giydiğinde gitmeye hazırdık.

 

Gözleri saniyelik bedenimi buldu, kaşları hafif çatılmıştı, boynunda aşağı yukarı hareket eden adem elması yutkunduğunun habercisiydi. Kafasını başka yere çevirdiğinde ben de anlığına üzerime baktım. Beyaz krep elbisem ıslandığı için üzerime yapışmış ve içimi gösteriyordu. Rahatsızca yerimde kıpırdandım, kollarımla üzerimi kapatmaya çalışırken içimden kendime sövmeyi de ihmal etmiyordum. Bula bula bu elbiseyi mi bulmuştum cidden! Vücudumdaki bütün kan yanaklarıma toplanmıştı sanki, öyle bir sıcaklık yayılıyordu.

 

Oğuz aramızdaki mesafeyi azalttı, demin üzerini kuruladığı nemli havluyu üzerime şal gibi örttü, gözleri yüzümde gezindi. Elini kaldırıp suratıma götürdügünde parmaklarının tenimde pıraktığı küçük dokunuşlarla muhtemelen yanlardan fışkıran saçlarımı parmaklarıyla dizginledi. Yakınlığı beynimi, bütün bedenimi uyuşturuyor, alarmların çalmasına sebep oluyordu. İçimdeki duyguların düzenini bozuyordu. Titrek bir nefes aldım, sessizce yutkunduğumda sanki tükürüğüm yemek borumdan geçerken her bir boğumda ayrı bir nota çalıyordu. Zaten kızarıklığı hiç geçmeyen yanaklarım biraz daha alevlenmişti.

 

Gülümsedi ve geri çekildi, olduğum durumdan haberi vardı ve bu onu keyiflendirmişti. Utanmam onu güldürüyordu! Kaşlarım sinirle çatılsa da bu pek umurunda olmadı keyifle seslendi.

 

"Gidelim artık. "

 

~

 

Odamın kapısını kartla açıp içeriye girdim. Dışarıda esen havaya göre oldukça sıcaktı. Üzerimde yapış yapış olan elbiselerin üzerimde hissettirdiği ağırlık bana rahatsızlık olarak geri dönüyordu. Omuzlarımdan sarkan havluyla beraber banyoya ilerledim. Banyoya girdiğimde odada benden başka kimse olmasa da kapıyı kilitledim. Omuzlarımdan sarkan havluyu çektiğimde içimin ne kadar göründüğünü öğrenmek için aynaya baktım.

 

Fazlasıyla belli olduğunu gördükten sonra ağlamaklı yüz ifadem kendiliğinden yüzüme yerleşti. Bir dahakine çok daha dikkatli olacaktım.

 

Hem gördüyse de kocam gördü, Allah Allah.

 

İç sesimin nadiren duyulduğu yerlerden biriydi ve haklıydı. Her ne kadar haklı olsa da utancımı götürmüyordu. Utancımı da bu elbiseler gibi üzerimden söküp atmak istedim ama öyle bir imkanım yoktu. Banyoya girip yeterince ıslanmamış gibi biraz daha ıslanıp durulandım.

 

Sanki vücudumda kalan tuzlu suyun vücudumu terk edişi gibi utanç da yavaş yavaş kaybolmuştu. Şimdilik kaybolsa da muhtemelen onu görünce geri gelecekti.

 

Bornoza sarılıp kurulandım ve kıyafetlerimi giyindim. İkindi namazımı da huşuyla kıldıktan sonra üzerime bir ağırlık çökmüştü. Su beni yeterince yormuştu ama ben biraz da elbiselerin ağırlığıyla da yorulmuştum.

 

Sarılı olan saçlarımı açıp kendimi yatağa bıraktım. Yumuşak yayları ve süngerleri bedenimi sarıp sarmalıyor, uykuya davet ediyordu. İnce örtüyü üzerime çekip davetlerine icabet ettim.

 

Herkese tekrardan merhaba, bu aralar enerjim, moralim düşük wattpad olaylarından kaynaklı.

 

Tek eğlencemiz de yavaş yavaş elimizden alınıyor ve diğer uygulamalar da yerini asla tutmuyor.

 

Bölüm sınırını yine yazıyorum.

_______________

Oy: 25

 

Yorum: 80

_______________

 

Allaha emanet olun, kendinize iyi bakın. Yeni bölümde ve yorumlarda görüşmek üzere.

 

 

Loading...
0%