@egeninincisiizmiir
|
14. Bölüm: Yemek
Kulağıma hafiften gelen ezan sesi uykumla arama girmişti. Gözlerimi açık tutmaya çalışarak yataktan kalktım. Üzerimdeki pikeyi bir kenara fırlatıp yataktan kalktım. Üzerimde gündüz uyumanın bıraktığı mahmurluk vardı. Uykulu gözlerimi elimle ovuşturarak banyoya sendeleye sendeleye ilerledim. Gündüz uyuduğumda üzerimde hep bir sersemlik oluşurdu. Banyodaki aynanın önüne geçip yüzümü inceledim bir süre. Gözlerim, dudaklarım, burnum şişmişti. Ellerimi yıkayıp abdest almaya niyetlendim, üç kere ağıza, üç kere buruna derken abdestimi almıştım. Biraz kendime gelmiştim, sersemliğim azalmıştı.
Akşam yemeği yiyeceğimiz için şimdiden siyah abartı kaçmayacak zarif elbisemi giydim ve üzerine de siyah jakarlı şalımı taktım.
Burada son akşamımızdı. Yarın akşama doğru uçağımız vardı, eve dönecektik.
Kıbleye dönüp namazımı rahatça kıldım. Tesbihimi çekip, duamı da ettikten sonra yerden kaltım. Makyaj çantamı alıp gardrobun aynasının önüne oturdum. Gözlerime kalemiyle gözüme minik bir eyeliner çekip fırçayla güzelce dağıtıp dumanlı bir eyeliner yaptım. Kirpiklerimi de rimelle belirginleştirdim, böyle hafif makyaj yapmayı seviyordum. Dudaklarıma da doğal bir kırmızılık verdiğimde hazırdım. Kombinim şimdilik çok abartı olmasa da altına giyeceğim kalın taban sneakerlarla biraz daha sadeleşecekti.
Elbiseme uydurduğum bir çantayı alıp günlük çantamdaki lazım olan şeyleri ona geçirdim. Çantamın dibindeki yüzüğü de elime alınca uzun uzun inceledim. Parlak gümüş renginin üzerinde elbisemin siyah yansıması vardı. Parmağımdaki varlığına çok geçmeden alışmıştım, parmağımda bıraktığı o hafif ağırlığı arar olmuştum ama o yüzüğünü takana kadar da takmayı düşünmüyordum her ne kadar özlesem de.
Derin bir nefes alıp yüzüğü da çantama attım. Otelin büyük camına kaydı gözlerim, ordan da dışarıya. Hava kararmaya başlamıştı, sokak lambaları yanıyordu. Yemek saatine yaklaşmış olma ihtimalini kontrol etmek için elefonumun saatine baktığımda saat 20.00 a 5 vardı. Kararlaştırdığımız saate geliyordu yani. Geç kalmamam iyi olmuştu.
Kapının önünde ayakkabılarımı giydim. Telefonu çantama geri koymadan Oğuzu aradım. Mesaj atmaya üşenmiştim.
İkinci çalışta açmıştı.
"Ben hazırım."
"Çıkıyorum ben o zaman."
"Hı hm. Bende çıkıyorum."
"Tamam, kapatıyorum."
"Tamam." Telefonu kulağımdan çekip kapattım.
Çantama telefonu tıkıştırmadan önce kendime bir baktım. Her şey yolunda gibiydi. Dışarıya çıkmak için onun dışarıya çıkmasını bekleyecektim.
Yan taraftan kapı açılıp kapanma sesinin gelmesiyle ben de dışarı çıktım. Arkamı dönmeden kapıyı kapattım.
Onu gördüğümde süzmeden edemedim. Siyah bol bir gömlek ve siyah biraz bol kumaş bir pantolon bitmişti. Gömleğin uçlarını beline sokmuş, gömleğin kollarını biraz katlamış ve gümüş renginde bir saat takmıştı. Kemeri de siyahtı ama yine de kendini belli ediyordu.
Onun da beni süzdüğünü görünce utanma duygum kaybolmuş ve gülümsemiştim. Hani ben utanırdım. Nerdee.
Onun da yüzünde belli belirsiz gülümsemeyi yakalamıştım. Eliyle asansörü işaret ettiğinde asansöre doğru yürüdüm. Ben ondan birkaç adim ileride olduğumda o da peşimden geliyordu ve hemen yanımda bitti. Asansörün çağırma tuşuna basıp biraz geri çekildim. Birkaç kat sonra asansör gelmişti. Gümüş kapı ikiye ayrılarak açıldığında ne kadar dolu olduğu bir kez daha göz önüne gelmişti. İkimiz için yer vardı ama yine de kalabalıktı işte.
Birlikte birkaç adım atıp asansöre girdik. O kadar insan olmasına rağmen asansör havasız değildi.
Yüzümü kapıya döndüğümde Oğuz solumda kalıyordu. Asansör bir alt katta durduğunda belimin sağ tarafında hissettiğim sıcaklıkla sol tarafa doğru çekilmiştim. Ayh dur, ben heyecanlanıyorum.
Sıcaklık hissi artarken yanaklarım da kızarmıştı, kulaklarım da görünseydi eğer onların da kızardığını herkes fark ederdi. Biraz büyümuş gözlerimle yavaşça sol tarafıma, ona döndüğümde yüzüme doğru eğildi, yüzünün yakınlığıyla gözlerimi kırpıştırıp hafifçe önüme döndüm. Kulağıma biraz daha eğildiğinde fısıldayan sesi kulaklarıma doldu.
"Yüzüğün nerede?"
Aşağıda hissettiğim hareketlilikle aşağıya eğdim başımı ve sol elinin parmağında parlayan metalle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Şaşkınlığım çabuk geçince içime yayılan mutlulukla ona baktım. Biraz geriye çekilmişti ama yine de çok yakındı. Yüzünde zarif bir gülümseme vardı, gülümsemem ona da bulaşmıştı, o kadar mutlu olmuştum ki ister istemez gülümsemem arttı ve neredeyse önümü göremeyecek kadar kısıldı gözlerim.
"Çantamda." Diye mırıldanıp elimdeki çantayı hareket ettirdim. Bakışları saniyeliğine çantaya kaysa da yine bana döndü.
"Geçebilir miyiz?" Arkamızdaki insanların ricasıyla Oğuz beni önüne çekti ve arkadakilere yol verdi.
Aklıma ilk tanıştığımızda 'benden sana yakın davranmamı bekleme' demesi geldiğinde kendi kendime göz devirdim. Gördük koçum, gördük.
İnecekler inmiş, kapı tekrar kapanmıştı ve bizim ineceğimiz kata geldiğinde Oğuzun eli belimden indi. Birlikte adımlayarak uzun denilebilecek bir koridoru yürüdük ve restorana giriş yaptık. Rezervasyon yaptırdığımız cam kenarındaki masaya ilerledik.
O sağ tarafa otururken ben de sol taraftaki sandalyeyi çekip karşısına oturdum. Masa tıpkı restoran girişindeki gibi beyaz ve altın renklerinde dekore edilmişti.
Oturur oturmaz çantamdaki yüzüğü çıkartıp parmağıma geçirdim. Parmağımda bıraktığı soğukluk tekrardan gülümsememe sebep olmuştu. Bir süre gümüş rengindeki metalden ayırmadım gözümü. Bu kadar çabuk yaptırmasını beklemiyordum ve beklemediğim bir anda olması da ayrı bir hoşuma gitmişti.
"Ne zaman yaptırdın?" Gülümsememe engel olamadan sordum.
"Sahildeki akşam kuyumcuya vermiştim, bugün aldım." Dediğinde kafamı aşağı yukarı salladım hafifçe.
"Hoşgeldiniz." Sağ tarafımdan gür ama nazik bir ses yayıldığında kafamı o tarafa çevirdim. Siyah ve beyaz bir takım içerisindeki garson bizimle ilgilenmek için masaya gelmişti.
Önümüze birer tane menü bırakıp siparizlerimizi almak için bekledi.
Menünün sayfalarını karıştırdım. Sıcak ve soğuk başlangıçları geçip direkt çorba sayfasına geldim. Kremalı mantar çorbasını severdim. Çorbama karar verdikten sonra steak sayfasına geldim dana antrikot güzel bir seçimdi. Salata olarak da roka salatasını seçtim. İçecek sayfasına geldim. Asitli bir şeyler iyi giderdi.
"Kremalı mantar çorbası, dana antrikot, roka salatası ve içecek olarak da kola."
Menüyü kapatıp garsona uzattım. Garson notunu alırken Oğuza baktım, hala sayfalar arasında geziniyordu.
Garson notunu bitirmiş ve Oğuzu bekliyordu.
"Soğan çorbası, roka salatası, kuzu pirzola ve içecek olarak da..."
Garson notunu almış içeceği söylemesini bekliyordu.
"Kırmızı şarap." Şaşkınca delici bakışlarımı ona gönderdiğimde sırıtarak menüyü kapattı.
"Şaka yapıyorum, bana da kola." Elindeki menüyü garsona uzattı.
Garson notunu alıp güler yüzle Oğuza döndü.
"Alkollü içecek satmıyoruz zaten beyefendi. Siparişiniz en kısa zamanda hazır olacaktır, iyi akşamlar "
Teşekkür eden mırıltılarımızı garsona iletirken bizden uzaklaştı.
Ellerimi çenemin altında birleştirip dirseklerimi masaya yasladım.
"Komik şey seni." Diye mırıldandım. Sırıtışı gülümsemeye dönmüştü.
Bu tatil bize iyi gelmişti sanırım. Gerçekten birbirimize alışıyorduk ve aramızdaki mesafe de azalıyordu.
Ellerimi çözüp masadaki su şişesini açıp bardağıma biraz su döktüm.
"Sen de ister misin?" Olumsuz anlamda kafasını salladığında şişeyi kapatıp masaya geri bıraktım.
Kadehi dudaklarıma götürüp üç yudum alıp geri bıraktım. Rujumu az sürdüğüm ve bulaşıcı olmadığı için bardak tertemizdi.
Sol tarafımda kalan camdan dışarıya degdirdim gözlerimi, kısaca bir göz gezdirdim. Hava daha da fazla kararmıştı, sokakta ve sahilde olan insanlar biraz olsun azalmıştı.
Ruhumda bir hafiflik hissediyordum birkaç gündür, bir rahatlık, belki biraz mutluluk... Bunca yıllık hayatımda çok nadir hissettiğim duygulardı ve değerini biliyordum. Önceden yılda ayda bir vuran piyangolar sıklığını arttırmıştı sanki. Hepsi babamdan kurtulduğum için miydi ki.
Bu düşüncelerin beraberinde kötü düşünceleri getireceğini bildiğim için hızla savuşturdum onları ve başımı tekrar masaya çevirdim. Bakışlarımı ona kaldırdığımda göz bebekleri biraz büyüyen bal gözleri karşıladı beni. Etraftan yayılan ışıklar gözlerinden yansıyor, beni aydınlatıyordu sanki. Kalın dudaklarında hafif bir gerginlik vardı ve o hali hazırda gergin dudakları biraz daha gerildiğinde utangaç bir gülümseme yayıldı dudaklarımda. Gözlerinin bende bıraktığı hisse daha fazla kapılmadan gözlerimi ondan olabildiğince uzağa sürüklemek istedim ama tekrar tekrar onu bulmak istedi gözlerim.
Çok geçmeden gözlerime yenik düştüğümde onun gözlerinin hala bende olduğunu gördüm. Gülüşü büyümüş, hatta sırıtmaya dönmüştü. Heyecanlanmış olmamam onu keyiflendirmişti! Beyaz dişleri kendini gösterdiğinde mümkünmüş gibi biraz daha alev aldı kalbim, yüksekten aşağıya bırakılmış gibi bir his yayıldı vücudumda.
Bunun ne anlama geldiği umurumda değildi, bunun ilerde kalbimi yok etme ihtimali de aynı şekilde. Bir yola çıkmıştım, mutlu olma yoluna...
Ben daha da çok yerin dibine girmeden bakışlarını benden çekip masaya indirdi, sırıtışını da yumusatıp en azından gülümser bir ifadeye büründü.
Garson elinde tepsiyle masamıza gelip çorbaları ikimize de verdikten sonra afiyetler dileyip yanımızdan ayrıldığında daha da batırmadığıma şükrederek yemeye başladım.
&
Yemeklerimiz bitmişti, benim için keyifli geçmişti, utancımı saymıyordum. Yemekler de lezzetliydi.
Tatlımı yerken yarıda bırakıp karnımı tutarak geriye yaslandım, doymuştum. Oğuz bu halime gülümsediğini gördüğümde, yaslandığım yerden ayrılıp duruşumu dikleştirdim.
Restoranta sürekli birileri girip çıkıyordu, kalabalik bir restoranttı. Bu kadar kalabalığa rağmen yanımızda yankılanan topuklu ayakkabı sesiyle bakışlarımı o tarafa döndürdüm. Uzun boylu, kıvırcık saçlı kadın uzun bacaklarını gözler önüne sererek yanımızdan geçiyordu. Gözleri Oğuzu bulduğunda hızı düşen ve duraksayan kadın Oğuzun da dikkatini çekmişti. Kadının yüzüne baktığımda o tiksinen, iğrenerek, nefret dolu bakışını görebilmiştim. Oğuz ise anlayamadığım bir gerginlikle kadına bakmış ve önüne dönmüştü. Kadın bozulan suratıyla ilerlemeye devam etti ve arkamda bir yerlerde bir masaya oturdu. Gergince yumruklarını sıkan Oğuza döndüm. Donuk bakışlarıyla masayı izliyordu.
Aralarında bir şey geçmişti, birbirlerini tanıyorlardı. Kafamda dolanan binbir türlü senaryo dolandı saniyeler içerisinde ve yüzüme de yansımıştı olmalıydı bu.
Oğuz gözlerini masadan çekti ve benimle buluşturdu açık kahve harelerini. Gergin yüzünde dolandırdım gözlerimi, kırgın mıydım? Kırılmaya hakkım var mıydı? Sinirli miydim? Bunların hiçbirine hakkım yoktu ki! Kaç yaşında adamın hayatına birden zart diye girdikten sonra hiçbirine hakkım yoktu. Yoktu belki ama sinirlenmiştim, ya da her neyse ama bir şeyler yaşanıyordu içimde.
"Kalkalım mı?"
"O kadın kimdi?" Dedim sakin olmaya çalışarak. Duygularımı saklamaya ihtiyacım vardı, renk vermek istemiyordum.
"Kalkalım mı?" Dedi aynı sakinliğiyle çok geçmeden. Sanki hiç soru sormamışım gibi davranmıştı.
"O kadının kim olduğunu söylemeden şurdan şuraya gitmiyorum." Dedim inatla, sesimdeki soğukluk ve netlik beni mutlu etmişti.
Elini havaya kaldırıp garsona hesap anlamında bir işaret yapıp bana döndü.
"Eski bir tanıdık." Diye mırıldanınca sinirim arttı.
Hadi canım! Ben de şimdi tanıştınız sanmıştım.
"Tanıdık mı değil mi diye sormadım. Kimdi dedim!"
Bana cevap vermiyordu, yüzüme bile bakmıyordu. Sinir kat sayım git gide artıyordu, olay çıkarmayıp sessiz kalmak için elimden geleni yapıyordum ama içimdeki keskin sirke küpüne zarar vermeye başlamıştı.
Garson masaya geldiğinde hızla masadan kalkıp çıkışa ilerledim. Artık bana bir şey anlatmaması beni buna itmişti. Aklıma farklı farklı şeyler geliyordu. Güzel de kadındı.
Asansöre ulaştığımda sinirle birkaç kez çağırma tuşuna bastım. Restorant tarafından gelen hareketlilikle Oğuzun geldiğini görünce çağırma tuşuna bir daha bastım, sanki daha hızlı gelebilecekmiş gibi. Asansör geldiğinde heyecanla içeriye girdim, yetişememesi hoşuma gitmişti. 8. Kata bastım ve kapatma tuşuna bastım kapı tam kapanırken kapının ortasından ortaya giren kolla kapı tekrar açıldı ve Oğuz tüm heybetiyle içeriye girdi. Bakışları beni bulduğunda gözlerimi ondan kaçırıp kapıya diktim ve ona olan en uzak köşeye gittim. Katlarda duran asansörle içeri giren insanlarla aramız dolmuştu artık ben onu göremiyordum ama o beni görebilirdi belki.
Asansör 8. Kata geldiğinde önümde olan insanlardan müsade isteyip asansörden çıktım. Peşime o da inmişti, ayak seslerini duyabiliyordum.
Çantamdan kartı alıp kapıyı açtım ve Oğuzun yüzüne bakmadan kapıyı kapattım. Kafamdaki şalı hızlıca çözüp bir kenara fırlattım. Ellerimin titrediğini daha yeni fark ediyordum ki kapıdan birkaç kere tok ses geldiğinde kapıya döndüm yüzümü, kapı üç kez tıklanmıştı. Büyük ihtimalle Oğuzdu bu yüzden hiçbir şey söylemeden bekledim.
"Konuşabilir miyiz?" Sakin sesi kapının arkasından geldiği için boğuk ve sessizdi.
Üzgünüm ama her şeyin bir zamanı vardı ve o zamanı çoktan geçmiştik. Bu haldeyken onunla konuşursam dağılırdım, söyleyecekleri pek de iç açıcı şeyler olmayacaktı muhtemelen.
Ona cevap vermeye niyetim yoktu bu yüzden kollarımı göğsümde birleştirip kapıdan biraz daha uzaklaştım. Sesi tekrar odama yayıldı.
"Gece böyle bitsin istemiyorum, lütfen."
Bende böyle olsun istemezdim... Gözlerimin dolduğunu fark ettiğim anda tavana bakarak gözlerimi hızlıca kırpıştırdım. Ne ara bu kadar benimsemiştir bu ilişkiyi de bu kadar duygusallaşmıştım ki?!
Kapı tekrar çalındı.
"Geliyorum." Vücudum telaşla alevlediğinde ne yapacağımı düşündüm saniyeler içerisinde ve o kartı okuttuğunda çok gecmeden hızlıca banyoya kaçıp kapıyı kilitledim. Ona yakalanmamak, beni görmemesiyle rahat bir nefes verdim. Sırtımı kapıya vererek yere oturdum ve başımı kapıya yasladım. Odanın içerisindeki adımlarını duyabiliyordum ve bana yaklaştığını da anlayabiliyordum. Adımları kapının önünde durdu ve kapıyı tıklattı tekrar.
"Suay, konuşalım." Sesi kadife gibiydi, naif. Boğazıma bir yumru oturdu, yutkundum.
"Konuşursak bana anlatacak mısın her şeyi?!" Sesim kısıktı, histerik bir nida vardı tonlamamda. Bunu yapmayacağını biliyordum çünkü. Düşündüğüm gibi de oldu, cevap veremedi bir süre ve bir nefes sesi duyduğumda daha fazla beklemedim.
"Oğuz, git lütfen!" Acı bir sıcaklık aktı içime, tıpkı bir lav gibi yavaş yavaş aktı yüreğimden yaka yaka. Gözyaşlarım da aynı sıcaklıkla indiğinde bu saçma sapan ruh halinden kurtulmak için dua ettim.
Odanın içinden tekrar adım sesleri duyuldu, giderek silikleşen. Yavaş yavaş terk etti odayı ve kapıyı kapatıp tamamen çıktı odadan.
Sıkıca kapadım gözlerimi ve açtığımda ayaklandım. Yüzümden aşağıya süzülen yaşları nazikçe sildim parmaklarımla ve banyonun kilidini çevirip kendimi hapis bıraktığım banyodan saha büyük bir hücreye çıktım. Derin bir nefes aldığımda odada yayılan parfüm kokusu sanki boğazıma takılmıştı. Saniyeler içerisinde bile kokusu odama sinmişti.
Geniş yatağıma ilerleyip sırt üstü, yavaşça yatağa bıraktım kendimi. Yatağın yumuşaklığı bedenimi sarsa da rahat olamıyordum. Kafam hala o kadında takılıydı. Üzerimi bile değiştirmeden yatağa girdim ve yorganı üzerime örttüm. Kendimi uyumak için zorlasam da uyuyamadım.
Kadının Oğuza nefret dolu bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Onun ona olan anlamlandıramadığım bakışları...
Aralarında bir şey geçmişti ama benden saklıyordu. Saatlerdir bunu düşünüyordum, gözüme ne uyku giriyordu ne de bir nebze olsun rahatlıyordum.
Belki de benimle evlenmek istememesinin sebebi bu kadındı. Belki de birbirlerini hala seviyorlardı. Ama o zaman neden bu kadınla evlenmemişti de benimle evlenmişti? Belki de aileleri istememişti. Kafayı yemek üzereydim. Yataktan kalkıp bavuluma ilerledim.
Pijama takımımı bavulumdan alıp hızlıca üzerimdeki siyah elbiseyi çıkartıp giyindim. Sade beyaz alt üst takımdı. Üzerine de açık mavi bir kapşonlu giydim. Banyoya gidip yüzümü yıkadım ve tekrar kendimi yatağa attım. Hala uyuyamıyor, düşüncelerde kayboluyordum.
Seri hareketlerle yatakta doğruludum ve odada bir ileri, bir geri yürüyor, bir yandan da hala olanlar üzerine kafa yormaktan ileri gidemiyordum.
Yan odadan, onun odasından gelen sesler adımlarımı kesilmesine sebep olurken adımlarım kesildi. Otel odaları gerçekten bu kadar ses geçiriyor muydu? Gelen belli belirsiz sesleri anlamak için birkaç adımda duvara dayadım kafamı ve odayı dinlemeye başladım. Yaptığım şey yanlıştı ama bu akşam, ya da saat 12 geçtiyse, ki geçmiş olmalıydı, dün olanlar yüzünden bunu yapmaya kendime hak olarak görüyorum.
Sesler artık daha netti.
"Sus! Sus!" Biriyle mi konuşuyordu, yoksa kendi kendine mi? Baska birinin sesi gelmiyordu. Yutkunuşum sessiz odada duyulunca hareketlenip odadaki ışığı açtım.
Yan odaya gidip onun yanında olmalıydım. Yemekte olanlar hala aklımdaydı ve bana sinirle karışık merak duygusunu veriyordu ama bunlara rağmen oraya gitmek istiyordum.
Hızlıca çantamın yanına gittim, onun oda kartını aldım ve kafama da şalımı eğreti bir şekilde atıp dışarıya çıktım. Kapının açılmayacağını bildiğim halde tıktıkladım, bu tamamen zaman kaybıydı. Kartı okutup hızla içeriye girdim ve ardımdan kapıyı kapattım. Ayağıma yarım yamalak giydiğim ayakkabıları fırlatarak çıkarttım
Bağırışları tüm odada yankılanıyordu. Kısa koridoru hızlıca geçip onun olduğu alana girdim. Dağınık yatağın dibine oturmuştu, başını ellerinin arasına almış, gözlerini bir noktaya kilitlemişti.
Yanına gidip ellerinin arasındaki başıyla aynı hizaya gelmeye çalıştım. Benim geldiğimin farkında bile değildi muhtemelen. Hala bir yere takılı kalmış bakışlarıyla bağırıyordu.
"Oğuz, kendine gel!" Dedim varlığımı fark etmesi için ama bir işe yaramıyordu. Sesimi biraz daha yükselttim ama beyhude bir çabaydı bu. İki elimle de ellerinin arasında olan başını sertçe kavrayıp beni görmesini sağladım, buğulu gözleri beni bulduğunda hala kendinde olmadığı belliydi.
"Sakin ol!" Dedim, sesim cılız çıkmıştı, sakinleşmesi için elimden geleni yapacaktım.
"Sussun!" Dedi, gözlerimin içine yardım dilenir gibi bakıyordu, bu bakışı yüreğimi titretmeye yetmişti.
Baş parmağımı okşar gibi titrettim. Sakinleşmesi için işe yarar gibiydi.
"Tamam, sakin ol!" Söylediklerim onun rahatlamasına yetmiyordu.
"Söz veriyorum susacak, tamam mı?" Söylediklerimin işe yaraması için alel acele konuşuyordum. Kendine bir şey yapacak diye korkuyordum. Her neyse aklından geçenleri silip atmak istiyordum.
"Ama önce sakin ol! Lütfen!" Gözünden firar eden yaşı baş parmağımla sildim. Aynı zamanda benim de gözlerim doluyordu ama akmamasını dilemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
İçimden Rabbimin ona kolaylık vermesi, acılarını dindirmesi için dua ediyordum. Elleri sıkıca tuttuğu başından gevşedi ve tamamen başından ayrıldı. Gözleri gözlerimden ayrıldığında yüzünde olan ellerim yavaşça düştü, kollarını bana yavaşça sardı. Başını boynuma gömdüğünde şalım boynuma sarılı olsa da huylanıyordum. Yaptığı şey karşısında şaşkınlığımı gizleyemeden seslice yutkundum. Şu an savunmasız bir çocugun annesine sarılması nasılsa öyleydi, bunu ancak böyle açıklayabilirdim.
Ben de bir kolumu ona sardım, diğer elimi de dağınık, açık renkli saçlarına daldırdım. Nefes alış verişinden ısınan boynum; vücudumu uyuşturuyor, düşünmemi engelliyordu adeta. Zar zor kendime gelip inşirah sûresini okumayı akıl ettim.
Elem neşrah leke sadrek ve vada'na 'anke vizreke elleziy enkada zahreke ve refa'na leke zikreke feinne me'al'usri yüsren inne me'al'usri yüsren feiza ferağte fensab ve ila rabbike ferğab
Kendimi kötü hissettiğimde, darda kaldığımda okurdum bu sureyi. İnsanın içine ferahlık veriyordu.
Hafif kıpırdanmalarla bedenini benden ayırdığında ellerimi ondan çektim. Gözleri ve burnu kızarıktı, dudaklarıysa şişmişti. Gözleri o kadar kızarıktı ki bilmeyen madde kullandığını sanabilirdi.
Kızarık gözlerini gözlerimden ayırmadan mırıldandı, tok sesi olduğumuz durumla birlikte daha da duygu yüklüydü.
"Nasıl yapıyorsun?" Gözleri şaşkınlıkla kısıldı, iki gözüm arasında gitti geldi, kelimelerinden olanlara anlam vermeye çalıştığını anlayabiliyordum. Anlam vermenin yanında acı çektiğini de ele veriyordu. Gözümden bir yaş firar etti, onun da gözlerinden kaçmamıştı bu. Göz yaşımı takip etti gözleri.
"Neyi?" Dedim.
"Geçen günde yapmıştın."Dedi. Gözleri tekrar gözlerime tırmandı. İnanamıyor gibi bakıyordu bana.
"Beni sakinleştirebiliyorsun." Kalbim ona yardım edebilmenin mutluluğuyla çırpınırken içim ısınmıştı. Nasıl da unutuvermiştim dün olanları.
"Dua ediyorum." Dedim, gözlerimi ondan kaçırıp oturduğum yerden kalktım. Elimi ona doğru uzattım.
"Kalk ta uyu artık." Gözlerimi ona çevirdiğimde gözleri hala bendeydi, ifadesini değiştirmeden bakıyordu. Elimi tutup oturduğu yerden kalktı. Hemen dibimde bitiyordu, kafamı kaldırıpta gözlerine bakmaya cesaretim yoktu, ziyadesiyle yakındı. Geri gitmek için bir adım atsam da elimdeki eli buna engel oldu.
"Dün sordun." Dediğinde kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerim onunkinin aksine titreyerek başka taraflara kayıyordu.
"Yine soracak mısın?" Diye devam etti cümlesine.
"Sorarsam..." dedim sessizce. Gözlerim bu sefer tek bir yerde durmaya karar verdi, gözlerinde...
"Cevap verecek misin?" Cevap vermeyeceğine adım gibi emindim. Ve onu sorularımla yorup, kırmaktan da fazlasıyla korkuyordum, bu yüzden sormuyordum. Hem anlatmak isteyen sormadan da anlatırdı. Beklediğim gibi ondan cevap gelmiyordu. Bu halini görünce ona bu kadar sert bit tavır gösterdiğim için de pişman olmuştum.
"Hazır olduğun zamanı bekliyorum." Dedim. Ama tabii ki o kadının kim olduğunu öğrenmeyi zamana bırakmayacaktım.
"Uyu artık." Sessizliği biraz daha uzatmak istemiyordum. Aramızdaki mesafeyi arttırabildiğim kadar arttırdım.
"Gidecek misin?" Dediğinde sadece kafamı sallamakla yetindim. O an oda kartımı almadığım aklıma gelse de ona yansıtmamaya çalıştım.
"Gitmesen?" Çekingen bir şekilde sorduğunda gözlerinin dolduğunu fark ettim. Karşımdaki adamın koca bedenini değil de, içindeki o küçük çocuğu görüyordum karşımda. Yüreğim merhametle dolmuştu.
O kadının kim olduğu, aralarında ne geçtiğini bilmezken ve bu bana büyük bir huzursuzluk verirken şu anda ister istemez yumuşamam... Ben tam bir enayiydim!
Vücudumu basan heyecanla aklı başında olmadan verdiğim kararla yatağın diğer tarafına dolanıp yatağa girdim. Alev alan yanaklarım onun da ışığı söndürüp yanıma gelmesiyle daha da alevlendi. Allahtan ışık kapalıydı da utancımın üzerini biraz örtüyordu. Ben onun yüzüne bile bakamazken o bana dönmüştü.
"Teşekkür ederim." Dedi, sesine bakılırsa eskisine göre biraz daha iyiydi.
"Ve özür dilerim."
Ona cevap vermeden sırt üstü uzandım. O da benim gibi sırt üstü uyandığında gözlerimi kapattım ama uyuyamayacağımı biliyordum, amacım da o değildi zaten.
Saniyeler sonra tekrar araladım gözlerimi. Onun olduğu tarafa doğru döndürdüm bedenimi. Gözüme ilk çarpan dağınık saçlarıydı, sonra da karanlıkta zar zor fark edilen yüzü. Elim benden habersiz saçlarıyla buluştuğunda çok geçmeden gözleri beni bulduğunda saçlarını karıştıran elim durakladı.
"B-ben..." kendimi açıklamaya çalışarak kekelediğimde bana aldırış etmeden kolunu belime sarıp beni kendine çekip, başını kalbimin üzerine koydu. Bozguna uğrayan kalbim hızla yerinden çıkmak istediğini bildiriyorum ikimize de. Kalbimin atışını duyduğu gerçeği bedenimin kas katı kesilmesine neden oluyordu ve yanaklarım bir o kadar da sıcaklamıştı.
O hiç aldırmadan uyumaya çalıştığında rahatlamaya çalışarak uyumaya çalıştım ama pek mümkün değildi.
Olduğumuz durum ve yemekte yaşananlar aklımdan çıkmamaya yemin etmiş gibiydi.
&
Camdan vuran ışık ve vücudumun bir kısmında hissettiğim ağırlıkla ne zaman uyuduğumu bile fark etmeden uyandım.
Kahverengi saçlarım yastığımın etraflarından fışkırıyor, bir kısmı da yüzümdeydi. Gece hayal, meyal başımdaki baş ortüden bunalıp çıkardığımı, saçlarımı da çözdüğümü hatırladım.
Dün gece nasıl uyuduysa hala öyle duruyordu. Başını göğsüme yaslamış, hala uyumaya devam eden Oğuza bakmak için hafif başımı eğdiğimde göğsümün üzerindeki kumaşa yayılan kırmızı renk bedenimi telaşla alevlendirmeye yetmişti. Kaskatı kesilmesine bedenim hiçbir işlevini yerine getiremiyordu.
"O- Oğuz!" Fısıldar gibi çıkan sesim onu uyandırmaya yetmeyince daha da korkmuştum.
"Oğuz!" Sesimi biraz daha yükselterek seslendiğimde biraz kıpırdandığında endişem biraz olsun geçti.
"Hı?" Diye sorarca çıkarttığı nidadan sonra hala ayılamadığını anladım.
"Kalk." Diye mırıldandım sakince, onun korktuğumu anlamasını istemiyordum.
Belimdeki eli yerinden milim oynamazken sağ kolunun dirseğinde yükselip, kısık, uykulu gözleriyle yüzüme baktı. Kaşları ne olduğunu anlamaya çalışarak çatıktı. Yüzünü incelemeyi bitirecekken burnundan akan kanın yüzünde çizdiği yol henüz çok ta eski değil, kurumaya yüz tutmuş ama yine, yeniden yerine başkaları gelmiş gibiydi. Elimi kaldırıp yanağına götürdüm, onun gözleri tuhaf bir ifadeyle saçlarımı gezerken burnundan damlayan kan elbiseme düştü. O da hissetmiş olmalı ki tamamen ayılarak eli burnuna gitti ve yatakta oturur pozisyona geldi. Çok geçmeden yataktan kalkıp banyoya ilerledi, peşinden ben de ayaklanıp içeriye gireceğim sıra banyonun kapısını kapattığında şaşkınlıkla olduğum yerde dikili kaldım. Yüzüme her ne amaçla olursa olsun kapıyı kapatması beni sinirlendirmişti.
Kapıyı çalmadan sertçe açıp içeriye girerken dağınık saçlarım kapıyı açmamla geriye doğru savrulmuştu. Kapıyı çalmadan içeriye girmem onu şaşırtmış olacak ki bana dönmüştü. Sinirli olduğumu gizlemeden yanına ilerledim.
"Bir daha yüzüme kapıyı kapatma!"
Yanına vardığımda lavaboda burnunu yıkıyordu.
Bileğimde olduğuna emin olduğum tokayla saçlarımı yukarıdan toparladım.
Önce musluktan akan suyu kestiğimde kaşlarını çatarak bana karşı gelmeye çalışacağı sırada o daha söylenmeden ben başladım.
"Şşt! Eğ şu kafanı." Birkaç saniye bana bön bön baksa da ikiletmeden dediğimi yaptı. İşaret ve baş parmağımla burnunun kemikle birleştiği yerden sıkıp kanın kesilmesini bekledim. Çok geçmeden kan kesilmişti.
"Tamam, kesildi." Diyerek ondan ayıldım.
"Şimdi suyla temizle." Cevap vermesini beklemeden banyodan çıktım. Su sesi kesildiğinde o da banyodan çıktı.
"Doktora gidelim artık." Gözlerindeki ani duygu değişimiyle konuşmaktan çekinmedi.
"Sen de mi öyle düşünüyorsun?" Sesinde gizlemeye çalışmadığı bir hayal kırıklığı vardı. Ne vardı bunda bu kadar düşünülmesi gereken.
"Evet, bende burnun kanadığı için doktora gitmen gerektiği kanaatindeyim." Deyiverdim bir anda, kapıyı yüzüme çarptığındaki sinirim vardı üzerimde ve endişeleniyordum da onun için.
Belki de dünkü sinirim de karışmıştı işin içine.
"Ne kadar sıklıkla oluyor bu?"
"Arada sırada oluyor." Diye yanıtladı beni.
"Hadi hazırlan."
"Nereye?"
"Doktora tabii ki!" Diye sitemle patladım ona.
"Basit bir kılcal damar çatlaması." Diye geçiştirdi beni ve yatağa sırt üstü uzandı. Daha çok fırlattı da denilebilir.
"Ona doktor karar versin istersen."
"Eve bir dönelim de, o zaman bakarız. Lütfen!" Aramızda uzun, soğuk bir sessizlik geçtikten sonra mesafeli bir ses tonuyla konuştum.
"Sence de bana bir açıklama borçlu değil misin?" Sakince kurduğum cümlemi ve bu da onun yataktan doğrulmasını sağlamıştı. Gözleri beni buldu. Dün akşam konuşmak istememiştim ama bu sonsuza kadar susması anlamına gelmiyordu.
"Kimdi o kadın?"
Sıkıntıyla bir nefes verdi.
"Eski sevgilimin ablasıydı." Hiçbir teorim tutmamıştı.
"Neden ayrıldınız?" Tüm merakım ve patavatsızlığımla sordum.
"Uzatmasak." Diye yanıtladı beni. Sesinde bıkkınlık vardı.
Usulca kafamı salladım. O kızdan bahsetmek istemiyordu ve bu beni biraz daha meraklandırıyordu. Sevgilisi olması da bir miktar moralimi zedelemişti.
Enseme değen saçlarım beni bunaltmıştı. Saçlarımı çözüp tekrar topladım ve yatağın başına ilerleyip şalımı aldım. Gelişigüzel saçlarımı ve üzerimdeki kanı örterek kapattım.
Yatağın çarşafındaki kan lekesini görünce yıkamam gerektiğini düşündüm, yanlış anlaşılmaya müsaitti.
"Oğuz kalksana bir." Yatakta oturduğu için çarşafı alamazdım.
"Neden?" Arkasını bana döndü ve anlam vermeye çalışarak baktı bana.
"Çarşafla kan var yıkayacağım." Diye yanıtladım onu
"Gerek yok, oteldekiler halleder." Umursamadan önüne döndü.
"Olmaz! Yanlış anlaşılır." Diye mırıldandım içime kaçan sesimle.
"Saçmalama, yanlış anlasınlar ne olur? Hem onlar daha neler neler görmüşlerdir, alışkınlardır."
Onun bu rahatlığına karşı sinirlerim yine gerilmişti.
"Neler neler görmüşlerdir?" Dedim ellerimi belime koyarken.
"Sen baya tecrübelisin galiba." Dedim imayla. Bu neydi yaa? Trip haftamda falan mıydım?
"Tecrübeli falan değilim tabii ki!" Dedi bir anda ayağa fırlayıp. Lafın bir anda ona dönmesiyle şaşırdı. Biz kadınların yeteneklerinin sadece bir tanesiydi bu.
Şüpheyle ve inanmazca kıstım gözlerimi ve baştan aşağıya süzdüm onu.
"Vallahi!" Dedi hızlıca. Gülmek istesem de gülmedim ve aynı soğuklukla devam ettim.
"İyi." Sesim tek düze bir şekilde çıkmıştı, tam da istediğim gibi! Adam ol.
"Ben odamın anahtarını almayı unuttum dün, sendekini verir misin?" Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ve komodinin üzerindeki cüzdanından oda kartını verdi.
"Bu gün ne yapıyoruz?" Diye sorduğunda omuzlarımı silktim. Benim kararsızlığımla devam etti.
"Şehri gezelim mi?"
Onu isteksizce onaylayıp odadan çıktım.
|
0% |