@egeninincisiizmiir
|
Herkese selamın aleyküm, nasılsınız?son olaylardan sonra ben pek iyi sayılmam. Size bundan sonra bölümlerin ne zaman geleceği hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu kitabı birkaç platformda yayınlıyorum ve artık yeni bölümün gelebilmesi için oy ve yorum sınırı koyuyorum. oy: 15 Yorum: 55 Bu sınır yayınladığım herhangi bir uygulamadan geçildiği taktirde yeni bölüm gelecek. Kendinize iyi bakın, sizi bölümle kavuşturuyorum.
16. Bölüm: Acı Mutfağa son bulaşığı da yerleştirip mutfaktan çıkacaktım ki arkamı döndüğümde Busenin içeri girmesiyle yavaşladım. Onu tınlamadan mutfaktan çıkacaktım ki beni durdurdu.
"Ben ne öğrendim biliyor musun Suay?" Tüm bedenimle ona döndüğümde ne anlatıyorsun der gibi baktım ona. Yüzüme daha da yaklaştırdı kendini.
"Meğerse bir o***punun evladıymışsın sen!" Beynime sıçrayan kanla artık kontrol bende değil gibiydi, kendimi kaybettiğimi hissettim o an.
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü, bütün bedenime ani bir sıcaklık yayıldı.
Kulaklarım uğulduyordu, sesler birkaç saniyelik boğuklaştı.
Sağ elimi kaldırıp güçlü bir tokat savurdum suratına.
"Düzgün konuş annemle!" Bütün birikmişlikler sesimle dışarı çıktı. Sola savrulan yüzüyle saçları da yüzünü kapatmıştı. Yanağını tutarak bana döndü.
"Sen kimsin de annem hakkında böyle konuşuyorsun!" Diye bağırıp üzerine gittiğimde karnımda hissettiğim kolla geri çekilmiştim.
"Ne oluyor burda?" Tanıdığım ses ve sıcaklık kendimi daha rahat hissetmemi sağlıyordu ama rahatlamayı düşünemeyecek kadar sinirliydim. Ve ister istemez kafam da karışmıştı.
"Masum bir kadının da ölümüne sebep oldun." Tiksintiyle konuşmuştu.
Gözümden bir damla süzüldü, boğazım düğümlendi. Öğürme hissi yayıldı vücudumda, midem bulanıyordu.
"Kes sesini!" Diye bağırdım ona.
"Sen kimsin?! Sen kimsin de burnunu üstüne vazife olmayan işlere sokuyorsun?!" Belimdeki kola rağmen üzerine yürümeye çalıştığımda beni daha da sıkı sardı.
"Buse çık dışarıya!" Saçını başını düzelterek duruşunu dikleştirdi ve hızlıca çıktı mutfaktan.
Hiçbir şey anlamıyordum. Masum bir kadını öldürdüğümü söylüyordu, burada annemi kastediyorsa kime küfürler savurmuştu?
Midemin bulantısı arttığında Oğuzun kollarından zar zor kurtulup koşarak çıktım mutfaktan, kapının kenarında ne zaman geldigini bilmediğim Tuna da afallamış göründüğü için kolayca banyoya girdim arkamdan kapıyı kilitledim.
Son direncimle klozete kadar gidebilmiştim ki midemdeki her şeyi vücudum kasılarak dışarı atmıştı. Kapının tıklanma sesiyle birlikte sadece öğürüyordum. İçimdeki her şeyi çıkarmıştım ama hala öğürüyordum ve bu canımı yakmaya başlamıştı.
Gözlerimi kapattım, bedenim titreyerek kasılıyordu. Babamın nefret dolu gözleri gözümün önüne geldiğinde telaşla açtım gözlerimi, kasılmalarım durdu. Karın kaslarım kasılmanın verdiği rahatsızlıkla hala ağrıyordu.
Diz çöktüğü yerden kalkıp titreyen elimin tersiyle ağzımı sildim.
"Suay, ses ver!" Oğuzun endişeli sesi banyoya ulaştığında sifonu çektim. Lavaboda ellerimi sabunla iyice yıkadım. Ağzımı da çalkalayıp ellerimi tekrar yıkadım ve aynaya döndüm.
Her şey yavaş yavaş oturmaya başlıyordu. O kızın kastettiği şeyi yavaş yavaş anlıyordum ama mantıksızdı. Her şey mantıksızdı.
Benim başkasının kızı olduğumu kast ediyordu. Olabilir miydi? Ya da başka bir şeydi.
Aynadaki yüzümü inceledim. Dudaklarım şişmişti, gözlerim kızarmıştı, burnum tıkanmıştı ve hala midem bulanıyordu. Onları geçip yüz hatlarımı inceledim. Anneme hiç benzetemediğim yüz hatalarımı... Doğru olma ihtimali beni sarmıştı.
Bu işin peşini bırakmayacaktım.
Arkamdaki seslerin çoğalmasıyla Tunanın da orda olduğunu anladım.
Yüzüme de son kez bir su çarpıp havluyla sildim. Kapının kilidini açıp yorgun bakışlarımı gezdirdim üzerlerinde.
"İyi misin?" Dedi Tuna, endişesini görebiliyordum.
"Bilmiyorum." Dedim ağlamaklı sesimle.
"Kafam karışık, yoruldum." Tuna koca bedenini bana sardığında ona karşılık veremedim.
Annemin fotoğraflardan ibaret gördüğüm yüzü gözlerimin önünden gitmiyordu.
Çok geçmeden Tunadan ayrıldım.
Sesimin normal çıkartmaya çalışarak konuştum.
"İyiyim." Kendimle olan bir konuşmaydı bu, kendimi ikna ediyordum toparlanmak için.
İçeri geçip kalan misafirlerle ilgilenmem gerekiyordu. Sadece Özge ve ablam erkenden ayrılmıştı. Ben salona doğru ilerlerken ikiside peşimden ilerledi.
Muhtemelen ettiğimiz kavgayı bahçede oldukları için duymamışlardı.
Durgun adımlarla salona geçtim ve mutfaktaki bulaşıkları arkamda bırakarak bahçeye ilerledim. Yorulmuştum.
Ağlamıştım. Ağlamıştım çünkü bir kez daha yüzüme vurulmuştu ölüm. Hemde dış kapının dış mandalı tarafından.
O nereden öğrenmişti. Tek seçenek Pelin Teyzeden birşeyleri öğrenmiş olmasıydı ama söyledikleri ile benim bildiklerim çelişiyordu işte.
Bahçedekilerde gezdirdim gözlerimi, herkes oturuyor, bir şeyler konusuyorlardı, çoğunlukla mutlu görünüyorlardı. Buse bile...
Pelin Teyzeyi buldu gözlerim ve tereddütsüz yanına ilerledim.
"Pelin Teyze, biraz konuşabilir miyiz?"
Bir terslik olduğunu anlamıştı, kaşları çatıldı. Masadaki başka kimseyi işkillendirmek istemedim.
"Tabii kuzum."
"İçeri geçelim." Beni sakince onayladığında herkesi arkamızda bırakarak salona geçtik beraber. Aynı koltuğa karşı karşıya gelecek şekilde oturduk.
Boğazımdaki yumruya inat boğazımı temizledim.
"Ben bir şey duydum, kafam çok karıştı, aklım almıyor Teyze." Gözümden bir damla yaş aktığında gözleri gözyaşımı takip etti. Yüzünde şaşkınlıkla karışık telaş hakim olmaya başlamıştı.
"Sana soracağım." Yutkundum, kulaklarım duyacaklarımı duymak istemez gibi tıkandı.
"Sana soracağım, lütfen bana doğruyu söyle."
O annemin arkadaşıymış eskiden, bilse o bilirdi, anlatsa bana o anlatırdı.
Dizlerimdeki ellerimi avuçlarının arasına alana kadar üşüyüp titrediğimi fark etmemiştim.
Derin bir nefes aldım, böyle bir soru nasıl sorulurdu ki? İçimde kopan fırtınalar bir anda kendini gösterdi.
"Benim annem Zehra değil mi?"
Tuttuğum nefesimi titrekçe geri verdim. Ağlamamalıydım tekrar. Gözlerine baktım ve anladım ki yalandı her şey. Yalandı annem. Yıllarca fotoğrafına bakarak ağladığım kadın annem değildi.
Başını olumsuz anlamda salladı, gözlerime bakamadı, ellerimize indirdi gözlerini.
Bir kez daha ağladım, bu sefer fotoğraf yoktu ama elimde. Karşımdaki yaşlı gözlerden de yaşlar dökülmeye başladığında duramadım.
"Kim o zaman?" Bir hıçkırık daha koptu dudaklarımdan. Kendimi kaybetmek istemiyordum. Bunun doğru olmasını istemiyordum. Annemin ölmesini kabul edebilirdim ama diğer türlüsünü kabul edemezdim.
Gözleri tekrar beni buldu.
"Sen nereden duydun?"
"Bunun bir önemi yok ki!" Dedim ağlayarak, çaresizce. Sesim oldukça çelimsizdi, annesiz büyüyen bir sesti bu.
"Benim annem kim?"
Göz temasını benden çekip ellerimdeki ellerine baktı.
"Söylersem çok daha fazla canın yanacak Suay'ım."
Doğruydu o kızın dedikleri!
Doğruydu!
Annem ağzıma bile almak istemeyeceğim türden bir kadındı. Ellerimi kulaklarıma kapattım, gözlerimi sıkıca yumdum ve kafamı olumsuz anlamda salladım.
Gerçek olamayacak kadar acı vericiydi.
Yasak elmanın zehirli çekirdeğiydim ben.
Bu kadar acı verici olmamalıydı!
Bedenimde hissettiğim sıcak kollarla Teyzemin bana sarıldığını anlamam uzun sürmemişti.
Koyverdim bu sefer kendimi. Saldım, tutamadım.
Ne yapacaktım bundan sonra?
O kadını bulmalı mıydım?
"Zehra da ihanetini öğrenince dayanamadı."
Daha fazla devam etmesine dayanamazdım ki o da bunu bildiği için sustu.
O sustu ama ben içimde konuşmaya devam ettim.
O sustu ama benim canım yanmaya devam etti.
&
Evde sadece Tuna ve Oğuz kalmıştı. Üzerimi değiştirme bahanesiyle odama çıktım.
Durgun düşüncelerle birlikte üzerimi değiştirdim ve komodinin üzerinden annemin çerçeveli fotoğrafını elime aldım.
Ya da...
Ölümüne sebep olduğum kadının.
Tuhaftı, bütün çocukluğum bu fotoğrafa bakıp ağlayarak geçtiğinden olanlar biraz da inandırıcı gelmiyordu. Yaşananlardan acı hariç her şey koca bir yalandan ibaretti. Bu yalan hayatıma yön vermişti.
Babam annemi, yani o kadını çok severdi. Yani ben öyle sanırdım. O öldüğü için bana etmediğini bırakmamıştı.
Fotoğrafta gülümseyen yüzünde gezdirdim parmaklarımı, benim de dudaklarımda acı bir gülümseme peydah oldu.
"Özür dilerim." Dedim sessizce. Gözlerim buğulanmıştı, fotoğrafı göremiyordum.
Özürler diledim peş peşe, defalarca.
Ağlamam şiddetlendi.
Nefes alamadığımı hissettim.
Elimdeki çerçeveyi sinirle duvara fırlattığımda büyük bir gürültüyle duvara çarptı ve parkeye indi.
Bacaklarımdan kesilen dermanla diz üstü yere düştüm çığlık çığlığa. İki tarafımda kalan ellerimi bacaklarımı delmek ister gibi etlerime geçirdim.
Kapım büyük bir gürültü ile açıldığında o tarafa dönemedim. Tekrar bir çığlık daha koptu dudaklarımdan ve nefes aldım. Gözyaşlarım sicim gibi akarken sıcacık beden beni kolları arasına aldığında bile rahatlayamadım. Bağıra bağıra ağlamaya devam ediyordum. Bir kolu sıkıca beni sararken diğer eliyle de saçlarımı okşuyordu.
"Tamam, tamam..." Diye mırıldandı bana yumuşak sesiyle. Boşta olan titrek ellerini sardım bedenine. Beni güvende hissettirmesi daha da çok ağlamama sebep olurken karnıma giren sancıyla nefesim kesildi.
Bir müddet nefes almadığımda nefesimin kesildiğini anlayan Oğuz beni kendinden uzaklaştırıp yüzüme baktığında gözlerinde gezdirdim yaşlı gözlerimi. Başımdaki eliyle gözümden akan yaşı sildi ve endişeli gözleri aceleyle, telaşla gezdi yüzümde.
"Nefes al Suay!" Karnımın altını bıçak gibi kesen sancıyla ağzım açıldı ve boğazımdan sert bir nefes doldu ciğerlerime. Onun gözlerinin içine bakarak aldığım bu nefes değdiği her yeri yaktı geçti.
"Ben onu öldürdüm." Dolu gözleriyle kafasını olumsuz anlamda salladı.
"Sen bilmiyorsun ki!" Dedim cılız çıkan sesimle ve içim acıyarak gülümsemeye çalıştım.
"Duydum her şeyi." Dedi ve tekrar yanağımı okşadı.
"Senin hiçbir suçun yok."
Kafamı sağa sola salladım.
"Sen yanlış biliyorsun." Zar zor ondan sıyrılıp ayağa kalktım ve karnıma tekrar bir sancı girmesiyle yüzümü buruşturdum.
"Ben onu öldürdüm ve bunu kafama vura vura öğretti o bana." Bağırıyordum, her şeyi değiştirecek iş gibi hissederek. Sanki sesimin yüksekliği geçmişi silecek, üzerini kapatacak gibi bağırıyordum.
Histerik bir gülüş yayıldı dudaklarımda.
"Hep nefret etti benden, hep! Bir kere beni sevdiğine dair bir bakış, bir laf duymadım ondan. Hep çabaladım beni sevsin diye."
Duraksadım, sesim o kadar cılız çıktı ki ben bile zor duydum.
"Ama sevmedi." Oğuz oturduğu yerden ayaklandı. Bana yaklaştığında mırıldandım.
"Neden sevmedi beni?" Başımı hafif sol tarafa yatırdım ve yorgun bakışlarımı ona gönderdim.
Sen de sevmedin. Diye geçirdim içimden. Bunu söyleyebilecek cesaretim yoktu.
O da benim gibi yana yatırdı kafasını. Sadece baktı bana.
Geçti demedi.
Geçecek demedi.
O da biliyordu.
Geçmeyecekti.
"Ben çok yoruldum." Dedim sessizce, yorgunluğum sesimden anlaşılıyordu.
Usulca kollarını bana sardığında bu sefer karşılık verecek gücü kendimde bulamadım.
"Özür dilerim." Diye mırıldandığında burnum sızladı. Babamın yaptıkları için miydi bu özrü.
Odada başlayan ve git gide azalan ayak sesleriyle Tunanın odadan çıktığını anladım.
Uzun uzun sarıldı bana, ağladığım her dakikanın acısını çıkarır gibi.
Uzun süre sonra başıma küçük bir öpücük kondurup ayrıldı benden ve yüzüme baktı.
Ağlamıyordum ama gülmüyordum da. Bana sarıldığı bu süreçte daha iyi hissediyordum kendimi.
"Dinlen biraz." Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Namaz kılmadım." Diye mırıldandım, sesim anladığımdan kaynaklı bana pek de yabancı olmayan boğuklukta çıkmıştı
"Birlikte kılalım mı?" Hafif tebessümle sorduğu bu soruyla olan herşeye rağmen içimde küçük bir mum gibi yanan mutlulukla gülümsedim.
"Kılalım."
Abdest almak için banyoya girdiğimde aynadaki görüntüme baktım. Solgun tenim hastalanmışım gibi bir hava katmıştı yüzüme ve dudaklarım, burnum, gözlerim şişmiş, kızarmıştı.
Olanları düşünmemeye çalışarak abdest aldım ve odaya girdim. Oğuz muhtemelen kendi odasının banyosunu kullanmak için gitmişti. Dolaptan anlamaz elbisemi alıp hemen üzerime geçirdim ve hazır şalı kullanmak yerine kendi şalımı başıma sardım.
Oğuz da lacivert seccadesiyle kapıda belirdiğinde her şeyi unuttum o an ve dualarımın kabul olduğunu hatırladım. Hayallerimi süsleyen o görüntüyü görmenin heyecanıyla kıpırdandım.
Üzerini değiştirmişti, siyah bol bir eşofman, üzerine de siyah bir tişört giymişti. Saçları abdest aldığının belirtisi olarak ıslaktı ve alnından sarkıyordu. Acemi kalbimin ona kapıldığını anladım o an, farklı şeyler hissettiriyordu bana, hiç kimseye hissetmediğim. İnkar etmek de istemiyordum, aç olduğum merhameti onda bulunca ona kapılıyordum.
Beyaz seccademi kıbleye yönelterek serdiğimde o da biraz önümde duracak şekilde serdi seccadesini ve birlikte namaza durduk.
13 rekatlık yatsı namazını karın ağrısı eşliğinde kılıp tesbihleri çektikten sonra sıra duaya gelmişti.
Bütün manzaraları bedeldi benim manzaram.
Yaşadığım bütün sıkıntılara rağmen Hamd ettim. Yaşadığım bütün güzel anlar için de şükür.
"Beni niye çağırmadınınız, biz gavur muyuz? Bir de cemaat yapmışlar Allahım yaa. Tamam bütün sevaplar size. Pick me ler sizi." Tunanın sahte bir ciddiyetle sıraladığı cümlelerle gülümsedim.
Biraz daha dua edip seccademi topladım.
"Size ceza, Oğuzcum bu gece buradayım."
"Sen gitsene ya, ne işin var gece gece evimde."
"Yorgunum yarın gideceğim. Hadi size hayırlı geceler." Tuna bölünmemek için hızla sıraladığı cümlerlerin ardından odamın kapısını kapattığında utandığımı hissetmiştim.
Namaz elbisemi çıkartıp dolaba koyduğumda Oğuz da seccadesini katlamış bir kenara koymuştu.
Namaz elbisesini çıkardıktan sonra çıplak kalan kollarımı yeni fark ediyordum. Kolumdaki yara izi kendini on metreden belli ediyordu. Hızlıca gardrobuma yönelecektim ki Oğuzun bileğimi nazikçe kavramasıyka ona döndüm. Gözleri bileğimdeki yara izini gezdi, bileğimi tutan elinin başparmağı yara izimin üzerinde gezindi ve yavaşça gözlerime çıkardı gözlerini.
"Baban yaptı değil mi?"
Gözlerim dolarken acı bir tebessüm yayıldı dudaklarımda.
"Aklım almıyor. " Dedi kafasını yavaşça sağa sola sallayarak.
"Keşke daha önce tanısaydım seni."
Kalbim ağzımdan çıkacak gibi atarken bunların gerçek olup olmadığını sorguluyordum kendimce. Olanlar gerçek değilse de içimdekiler, hislerim gerçekti.
"Yatalım mı?" Daha fazla utanmamak için yatmayı seçenek olarak sunmuştur ama şimdi daha da utanıyordum.
Olumlu anlamda kafasını sallayıp ışığı söndürmek için anahtarı dokundurdu elini, odayı aydınlatan tek şey ay ışığıydı.
Saçımdaki tokayı çekerek saçlarımı özgür bıraktıktan sonra pikenin altına girdim ve sırt üstu yatağa uzandım. Oğuz da yatağa girmişti.
Biraz zaman geçtikten sonra bu duruma iyi, kötü adapte oldum.
"Bu hayatta o kadar keşkem var ki... İyi ki lerin değerini çok iyi anlıyorum." Sesim beklemediğim şekilde uykulu çıkmıştı.
"Milyonlarca keşkelerim biri değil de iyi ki'm olduğun için teşekkür ederim."
Ettiğim itiraf sonucunda başımı soluma çevirdiğimde hali hazırda bana baktığını gördüm. Şaşırmış gibiydi bakışları, biraz da mutlu olmuştu sanki. Bense utanmıştım. Kafamı tekrar tavana çevirdim ve gözlerimi yumdum.
Biraz zaman geçtiğinde uykum gelir gibi oldu. Karnıma saplanan sancıyla rahatsızca kıpırdandı bedenim. İyice gecikmişti bu da! Adet döndüm çoğunlukla düzensizdi ve sancılı geçiyordu. Bazen acile gidip iğne vurdurduğum bile oluyordu.
Ağrının haricinde bir de sancı ekleniyordu ya işte bu kötüydü.
Ağrım şiddetlendiğinde sağ tarafıma dönüp dizlerimi kendime çektiğimde bir nebze olsun iyi gelmesini bekliyordum.
Karnıma bir sancı saplandığında şokla sessiz bir inleme kaçtı dudaklarımdan. Aynı zamanda ellerimle bacaklarımı sıkıyordum. Arka tarafımdaki hareketlenmeyle onun fark ettiğini anladım.
"İyi misin?" Naif sesi kulaklarıma ulaştığında olumlu anlamda kafamı salladım.
"Karnım ağrıdı biraz."
Biraz mi? Az daha zorlasa hastanelik olacaksın.
Belimde hissettiğim sıcaklıkla kolunu belime sardığını anladığım gibi beni kendine çekmişti. Bu yaptığı o kadar hoşuma gitmişti ki utancım bile ikinci planda kalmıştı. Peki ya nabzım? O koşturuyordu.
Karnımda olan eli ufak ufak okşar gibi hareket ettiğinde gözlerimi kocaman açtım.
"Hastaneye gitmek ister misin?" Sıcak nefesi enseme çarpıyordu, yutkundum.
Konuşup afallamamak için çık layarak cevapladım onu ve gözlerimi sıkıca kapattım.
Elinin karnıma yaydığı sıcaklık iyi gelmişti, sancı vurmuyor, ağrımsa azalır gibiydi.
Sol elimi karnımda olan elinin üzerine koydum. Teşekkür eder gibi...
Beni daha da kendine çektiğinde artık bedenlerimiz bir gibiydi. Kalbimiz de bir olması için dua ettim, yolun başındaydık, ilerlerken canımın çok yanmaması ve duygularımın karşılık bulması için, bütün kötülükleri atlatmak için dua ettim.
Karnımdaki kıpırtılar uykumu kaçırmıştı, ciğerlerim bütün oksijeni bitirecek kadar açtı. Her şeyi unutturmuştu bana, acılarımı...
Tanıştımız gün geldi aklıma. Selma Teyzenin sözleri.
Birbirinize iyi geleceksiniz.
İkimizde yaralıydık.
Hem ruhen, hem bedenen.
"Yaralarını sarmak istiyorum." Diye mırıldandım tüm açık sözlülüğümle.
"Ne olduysa anlat bana olur mu?" Uyumadığını biliyordum ama ses de yoktu. Beni duymuş olması umuduyla sıkıca yumdum gözlerimi.
&
Sabah ezanıyla uyanmaya alışkın bedenim hiç zorluk çekmeden aralandı. Gözlerim loş odada yanımda uyuyan adamı buldu. Kumral saçları dağılacağı kadar dağılmıştı. Sık kirpikleri karanlığa rağmen kendini belli ediyordu.
Yataktan destek alarak doğruldum ve sol elimi yavaşça saçlarına daldırdım.
"Oğuz." Fısıltılı sesim ona ulaştığında ağzından küçük bir nida yayıldı odaya.
"Hı?" Buruk bir gülümseme yayıldı dudaklarımda.
"Namaza kalkacak mısın?" Kafasını olumlu anlamda sallar gibi olduğunda gözleri yavaşça açıldı. Sonrasında benim gibi yataktan destek alarak doğruldu.
"Hala karnın ağrıyor mu?"
"Biraz."
Birkaç saniye kendini toparlayıp ayaklandı ve banyoya girdi.
Beni önemsiyor muydu? Düşüncesi bile beni mutlu etmişti.
Birkaç dakika sonra banyodan çıktığında ben de yataktan çıkıp banyoya ilerliyordum ki bacak aramda hissettiğim sıcaklıkla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Oğuz da bunu fark etmişti, gözleri bana anlam vermek ister gibi bakıyordu. Hızlıca banyoya girip kapıyı kilitledim. Kendimi kontrol ettiğimdeyse misafirimin geldiği açıktı.
Ne yapacaktım şimdi, odaya girip ped alıp gelmeliydim ve utançtan banyodan çıkmak istemiyordum.
Tabii ki utanılacak bir şey değildi ama içimde bir utanç belirgisini kaldıramayacaktım ortadan.
Namaz da kılamayacaktım.
Mecburen banyodan çıktım, seccadesi yere serili Oğuzu görmezden gelerek hızlıca gardıroptan ped ve iç çamaşırı alıp banyoya geri girip kilitledim.
Arkamdan meraklı bakışlarını yakalasam da bu beni durdurmadı.
Banyodaki işlerimi halledip çıktığımda Oğuz hala beni bekliyordu. Koşup yatağa girdim ve pikeyi suratıma kadar çekmeden önce gerekli açıklamayı yaptım.
"Ben kılamıyorum."
Odada ķısık bir nefes sesi duyulduğunda güldüğünü anladım, pikenin altında kızarmıştım. Zaten sıcaktı ve kendi nefesimde yanıyordum bir de buna utanç eklenmişti. Saçma sapan şeylere utanma kabiliyetimi gerçekten kınıyorum.
Utancımı bir kenara bırakıp olanları düşünmeden edemedim yine.
Yüreğimi titreten çocukluk çaresizliklerim bir bir geçti aklımdan.
Ortada hiçbir şey yokken yediğim dayaklar.
Elimde annem olduğunu sandığım kadının resmiyle uyuyup kalana kadar ağladığım günler.
Hepsi bir bir geçti aklımdan defalarca, her gün.
Şimdi de onlara yeni anılar eklendi. Zaten alt üst olan çocukluğum şimdi daha da yaralandı. Zaman geçmişti, büyümüştü bedenim ama yine de o çocuk yaralanmıştı.
Para karşılığı ruhum satılmış, kalbim başka birilerine umursanmadan verilmiş, evlendirilmiştim.
Başlarda bu durum epey canımı yaksa, beni korkutsa da şimdi bu duruma alışmıştım, hatta bazen mutlu bile oluyordum.
İyi ki bile diyebiliyorum...
Ve yine iki gramlık mutluluk bana fazla gelmişti. Boğazıma tıkanmıştı yine umutlarım.
Ben ağzıma bile almak istemediğim sıfatlara sahip bir kadından doğma olduğumu öğrenmiştim.
Ve masum bir kadının ölümüne sebep oluşum tekrar kafamdaki masaya yatırılmıştı.
Doğmam bile bir felakete sebep olmuştu benim.
Gözlerim beynimin düşüncelerle doluşu gibi yaşla dolduğunda gözlerim acıyla kapandı. Sıcaklık şakaklarımın altından saçlarıma karıştı ve kayboldu.
Acılarımın da kaybolmasını diledim tekrar rabbimden.
Tekrar, tekrar ve tekrar...
oy: 15 yorum: 55 yeni bölümde görüşmek üzere, Allah'a emanet olun ^^ |
0% |