Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm: Düğün

@egeninincisiizmiir

Merhabalar canımlar, bölüme koyduğum yorum sınırı burada geçmedi, bu beni üzer :*(

Ama benciğim başka uygulamada geçilmesine rağmen tek seferliğine bir güzellik yapıp bu seferlik bölümü paylaşıyorum.

Oy sınırı: 13

Yorum sınırı: 55

Gözünüze fazla gelmesin lütfen çünkü herkes bölümle ilgili 4 5 cümle yazsa sınırı geçmiş olacaksınız. Sizi seviyorum ve yapabileceğinizi biliyorum, hoşçakalınnn.

 

17. Bölüm: Düğün

 

"İçimdeki çocuk geri dönüşü olmayan yaralar almıştı, yaşayamayacak kadar yıpranmıştı."

 

Camdan sızan sıcak gün ışığı huzursuz bir sabaha doğuyordu. Huzursuzca kıpırdanarak hala uykulu olan bedenimi uyandırma çabalarına giriştim. Sol tarafıma döndüğümde beni karşılayan boşluk beni boşluğa düşürmüştü. Yattığım yerden dogrulurken derin bir nefes firar etti dudaklarımdan.

 

Dünkü olaylar hala aklımı karıştırıyordu. Ne yapacağımdan pek emin değildim. O kadını bulmalı mıydım yoksa hiçbir şey olmadan devam mı etmeliydim bilmiyordum. Sanırım hiçbir şey olmamış gibi devam edecektim.

 

Yataktan kalkıp yatağı düzelttim ve banyoya gittim, rutin işlerimi halledip açıkta olan saçlarımı da tarayıp dağınık bir ev topuzu yapıp banyodan çıktım.

 

Makyaj masasının pufuna oturdum, makyaj yapmak değildi amacım, aynadaki çöküşümü izlemekti. Üzerimde göz ardı edilemeyecek bir durgunluk vardı, bunu maskelemek için gülümsedim. Aynadaki gözlerimin yansımasıyla öyle zıt bir görüntüydü ki gülümsemeye çalışmayı kestim.

 

Yorgunluk gözlerimden belli oluyordu. Bedensel bir yorgunluk değildi bu. İçimdeki yorgunluk artık maskeleyemeyeceğim kadar büyümüştü. Nasıl gidecekti onun hakkında da hiçbir fikrim yoktu.

 

Dünkü mevzu canımı epey yakmıştı, beni salya sümük ağlatmıştı ama şimdi tuhaf bir şekilde ağlamak gelmiyordu içimden. Belki de gözyaşlarım artık tükenmişti.

 

Kolumdaki uzun yaraya baktım uzun uzun. Bu da diğer yara izlerim gibi babamın eseriydi.

 

Çok ağlamıştım o gün yine dövmüştü beni, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Burnumun tıkanıklığı yüzünden ağzımdan hıçkıra hıçkıra nefes almak sorunda kalıyordum, susamıştım. Su almak için mutfağa gittim, odamdan mutfağa giderken onu oturma odasında sigara içerken görmüştüm. Telaşla mutfağa girdim, işimi çabucak halledip tekrar yorganımın altına girmekti amacım. Mutfak dolaplarına boyum yetmiyordu, masadan bir sandalye çekip üzerine çıkarak kapaklı yerden bir bardak aldım. Musluktan da bardağı su doldurup titreyen iki elimle bardağı dikledim. Daha suyun yarısındayken içeriye onun girmesiyle telaşlanmıştım. Sigara kokusu çok daha yoğun geldiğinde yanıma kadar gelmişti, yüzündeki değişik ifadeyle bana bakıyorken ona anlam veremiyordum. Her zamankinden farklıydı bakışları, belkide yumuşak olduğunu düşünmüştüm. Ta ki elimdeki bardağı anın stresiyle yere düşürürken. Korkmuştum, hali hazırdaki ağlamış suratım, ve hıçkırıklarımla suratı yine o ifadeye bürünmüştü, bana tanıdık olan o sinirli, tiksinti dolu ifadeye.

 

Bağırıp çağırdı, ağladım, daha çok bağırdı ve ben yerdeki kırıkları toplarken önümü bile göremezken yerden aldığı büyük cam parçasıyla ben daha ne olduğunu anlamadan bileğimin içini boydan boya derin bir şekilde kesti. Kolumu o kadar sıkı tutmuştu ki ne çekebilmiştim ne de kolumu ondan kurtarabilmiştim. Çığlıklarla olduğum yerde tepinirken ayaklarıma bile camlar batmıştı. O gün inanılmaz bir acı yayılmıştı kolumda, acısı günden güne azalarak bitse de o yara izi şu an benimleydi ve ömrümün sonuna kadar da benimle olacak, bana o günü hatırlatacaktı.

 

Vücuduma bıraktığı en büyük yara izi buydu, ruhuma bıraktığı en büyük yara iziyse sevgisizliğiydi, ben beni sevsin diye önünde çırpınırken beni görmeyişiydi, benden başka çocuklarla arasının hep iyi oluşuydu. Sokaktan geçen herhangi bir çocuğun başını okşarkenki samimiyetiydi benim ruhumu ezen, zehirleyen.

 

Şimdi sevse, şimdi sevse onu ister miydim? Onca şeyden, onca yalandan sonra.

 

İstemezdim.

 

İçimdeki yıkık çocuğun ona karşı bitmek bilmeyen bir kini vardı.

 

İçimdeki çocuk geri dönüşü olmayan yaralar almıştı, yaşayamayacak kadar yıpranmıştı.

 

Şimdi de aynı şeyleri yapmaya yeltendiğimi fark ettim. Birilerinden sevgi dilenmeyi kesip kendimi sevmem gerekirdi. Ben bile kendimi sevemezken birinin beni sevmesini beklemek de bencillikti, en çok ta kendim için.

 

Ben bile bana karşı bencilin tekiyim, kendi hayatımda kendimi arka plana atan bencilin teki...

 

Düşüncelerime ara verip aynaya, ifadesiz suratıma son bir kez bakıp masadan kalktım. Odanın havasızlığını gidermek için camı ardına kadar açtım ve dolabimdan üzerim için siyah bol paça kumaş, günlük bir pantolon, üzerine bol bir tişört ve bir kapsonlu alıp tekrardan banyoda işlerimi halledip odadan çıktım. Merdivene daha da çok yaklaştığında alt kattan gelen sesler netleşiyordu. Biri mutfakta bir şeyler yapıyordu. Muhtemelen Oğuzdu.

 

Merdivenlerden indiğim gibi sağ tarafa, yani mutfak tarafına döndüm. Oğuz ve Tuna kahvaltı hazırlıyordu, dünkü bıraktığım dağınıklıksa yoktu.

 

Tuna soyup doğradığı salatalık dilimini Oğuzun ağzına doğru uzattığında Oğuz elindeki işini bırakmadan salatalığı ağzına almıştı ve aldığı gibi tükürünce Tuna kocaman, gerçekten kocaman bir kahkaha attığında bende de buruk bir gülümseme oluştu. İkisi birlikte o kadar hoştular ki! Kardeş olmasalar da tam bir kardeşlerdi.

 

"Tuz kavanozuna mı soktun lan, bu ne?" Çatık kaşlarıyla Tunaya hesap sorarken dikildiğim yerden kıpırdanıp konuştum.

 

"Günaydın." Yüzümdeki gülümsemeyi silmiştim. İkisinin de bakışları bana döndüğünde bana karşılık vermişlerdi. Yanlarına ilerleyip dolaptan aldığım bardağı suyla doldurup bir dikişte bitirip tezgaha koydum.

 

"Bulaşıklar için teşekkürler."

 

Arkamı dönüp oturma odasına ilerledim. Hulusi odada yerde oyuncaklarıyla oynuyordu, onu da es geçip bahçeye çıktım. Üzerim müsait değildi ama bahçe zaten yeterince muhafazakardı.

 

Havuzun etrafını dolanıp gölgelikli salıncağa oturdum. Kapı tarafına baktığımda Hulusi tin tin koşarak geliyordu burnumdan nefes vererek güldüm ve yanıma kadar geldiğinde eğilerek onu yerden aldım ve kucağıma yatırdım. Bahçenin kenarlarındaki çiçekleri izlerken bir yandan da ellerimle göbeğini okşuyordum. Hoşuna gittiğine dair mırıltılar çıkarıyor ve titriyordu. İşaret parmağımla kulak arkalarını kaşır gibi yaptığımda kendinden geçer gibi olan bu haline gülümsedim. Birkaç dakika sonra kucağımda uyuyakalmıştı, kafamı kaldırarak geriye doğru yasladım ve gözlerimi kapattım.

 

Kafamın karışıklığının verdiği yorgunluk ve durgunluk beni yanlız kalmaya itiyordu her zamanki gibi.

 

Derin bir nefes aldım ve titrekçe dudaklarımdan kaçmasına izin verdim. İçimde tuhaf, kötü bir ağırlık vardı ve nefesimi verdiğimde bunun da içimden çıkmasını beklemiştim ama pek de öyle olmamıştı. Hala içimdeki ağırlık yerini koruyordu.

 

"Kahvaltı hazır." Bahçeye çıkan fransız balkondan bana seslenen Tunaya döndürdüm bakışlarımı.

 

"Aç değilim ben, siz yiyin."

 

"Yemezsen büyüyemezsin." Şakayla karıştırarak önüme sunduğu cümleyle onun aksine gülmedim.

 

"Çocuk muyum ben Tuna?!" Yaslandığı yerden ayrılıp bana doğru geldiğinde bakışlarımı ondan çektim. Birkaç adım sonra yanıma ulaşmıştı.

 

"Bu triplerine bakarsak biraz öyle gibi." Ona ters bir bakış attığımda yanıma oturdu.

 

Tüm şakacılığndan sıyrıldı.

 

"Yaşadıklarının ne kadar zor olduğunun farkındayım Suay."

 

Sıkıntıyla bir nefes verdi. Gözlerini bir anlığına benden çekip kucağimdaki kediye baktı ve elini uzatıp kafasını sevip gözlerini tekrar bana çevirdi.

 

"Yaşadıklarını hafife aldığım için değil bu şakalarım. Toparlanman gerekiyor, ben de bu sürecin olabildiğince sancısız ve kısa geçmesi için yanında olmaya çalışıyorum."

 

Amacının bu olduğunu tabii ki biliyordum ama modum gereği şakalarına ters tepki verebiliyorum.

 

Oturduğu yerden kalkıp sanki deminki konuşmayı yapmamış gibi ciddiyetinden arındı.

 

"Hadi kahvaltıya, yer cücesi seni."

 

Burukça gülümseyerek kucağımdaki kediyi sağ tarafıma koyup bende ayaklandım. Birlikte eve girdiğimizde Oğuz üzerine yapışan siyah tişörtü ve bol siyah eşofmanıyla tezgaha yaslanmış, kollarını da göğsünde birleştirmiş gelmemizi bekliyordu. Masaya iyice yaklaştığımızda tezgahtan ayrılıp çaydanlığı alarak masadaki bardaklara çay doldurmaya başlamıştı.

 

Masadaki sandalyeye bağdaş kurarak oturdum. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu ve yemek yemeyi düşündüğümde bile miden bulanmıştı. Masanın üzerindeki sahandaki sucuklu yumurtanın kokusu da mide bulantımı arttırmıştı.

 

Sağ tarafımda kalan çaylardan birini alıp dudaklarıma götürdüm. Sıcak çay içimi ısıtarak mideme inmişti. Kahvaltıda yemiş olmak için birkaç bir şey atıştırıp geri çekildim.

 

&

 

Akşam üzeriydi, güneş batmıştı ama yaz oldugu için pek karanlık değildi.

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun?"

 

Elimde kahve kupasıyla oturuyordum ve gözlerim de halıda takılı kalmıştı. Omuzlarımı silkip gözlerimi halıdan ayırmadan Tunayı cevapladım.

 

Dünkü meseleden bahsediyordu.

 

"Şu anlık hiçbir şey." Sesim mırıltıdan farksızdı.

 

"İyi, hadi hazırlanın madem." Başımı halıdan kaldırıp çattığım kaşlarımla ona baktım.

 

"Nereye?"

 

"Oho o!" Sitemkâr sesi odayı doldurduğunda ne olduğunu anlamak için Oğuza çevirdim bakışlarımı ama o da tıpkı benim gibi anlam arayan bakışlarını Tunaya gönderiyordu.

 

"Düğüne daha!" Tamamen aklımdan çıkan mevzuyla yüzümü buruşturdum. Oğuzun bir akrabasının düğünleri vardı ve dün Selma Teyze bizi özellikle uyarmıştı gelmemiz için.

 

"Gerek yok gitmeye." Oğuz rahatça geriye yaslandığında Tuna lafa girdi.

 

"Saçmalama, dün teyzemi duydun. Ayrıca kafamız dağılır."

 

"Ne yapacaksın Tuna, oynayacak mısın?" Dedi Oğuz yüzünü hafif buruşturup.

 

"Oynamaz mıyız hayatım?" Tuna tüm gıcıklığıyla lafın altında kalmamayı becerebilmişti.

 

Tuns birkaç dakikanın sonunda Oğuzu ikna ettiğinde hazırlanmak için yukarıya çıktık.

 

Gardırobumu açıp elbiselerime göz gezdirdiğimde saten, siyah bir elbiseyi çıkardım. İspanyol kol, zarif ve şık bir elbiseydi ve düğün için yeterliydi. Elbiseyi giydim, makyaj masasına oturup yeterince renksiz görünen yüzüme birkaç hareketle sade ama düğünlük bir makyaj yapıp siyah jakarlı şalımı da başıma bağladım. Siyah, kısa saplı bir çantanın içine ihtiyacım olabilecek şeyleri ve telefonu koyup önceden altlarını silerek kutusuna koyduğum kadife, siyah stilettolarımı giydim. Birkaç fıs parfüm de sıktığımda hazırdım. Odamın kilidini çevirip odadan çıktım. Aşağıdan gelen seslerle anladım ki onlar çoktan giyinmiş ve beni bekliyordu.

 

Takır tukur ses çıkaran ayakkabılarımla merdivenlerden indiğimde ikisi de gözlerini telefondan ayırmamıştı. İkisi de siyah birer takım ve beyaz gömlek giymişti, klasik erkek kıyafetiydi ama ikisine de oldukça yakışmıştı.

 

Tek kaşımı kaldırarak ikisine baktığımda hiçbiri buralı olmuyordu. Son adımımı attığımda ayağımı kasten yere sertçe vurdum. Nihayet Tunanın gözleri beni bulduğunda kaşları çatıldı.

 

"Bir saniye, böyle gelemezsin!"

 

Oğuzun gözleri beni bulduğunda baştan aşağı süzdüğünü gördüm uzun uzun ve adem elması hareketlendi, biraz heyecanlandığımı hissettim ama bozmadım.

 

Tek kaşım olabildiğince yukarı kalkarken konuştum.

 

"Sebep?!"

 

Omuzlarını silkti.

 

"İşte! Olmaz sen git değiştir." Kıskançlık yaptığını anlıyordum, küçükken bile böyleydi. Koruma içgüdüsüyle davranıyordu eskiden beri.

 

Oğuza baktığımdaysa bakışları ikimiz arasında gidip geliyordu.

 

Kocama batmazken sanane? Demek istesem de sustum.

 

Ters bakışlarımı sundum ona.

 

"Geç kalıyoruz hadi!"

 

Onları takmadan dış kapıya doğru ilerlerken arkamdan Tunanın sesini duydum.

 

"Ne oldu lan! Kalksana oğlum." Tuna gülerek söylendirken bir çarpma sesi geldiğinde Oğuz dişlerinin arasından uyarı dolu sesiyle konuştu.

 

"Tuna!"

 

İkisi birden kapıya yaklaşıp ayakkabılarını giyerken ben dışarıya çıktım, gecenin sıcak havası beni yumuşatmıştı. Kafamı kaldırıp gökyüzündeki tek tük yıldızlara baktım. Yüzümdeki huzurlu gülümsemeyle seyrediyordum onları. Derin bir nefes alıp burnumdan geri verdim.

 

Arabanın kilidinin açılma sesi geldiğinde başımı eski haline getirip arabaya ilerledim. Ön kapıyı açıp koltuğa yerleştim, ben kemerimi bağlarken Oğuz da arabaya gelmişti, Tuna da kendi arabasında yerini aldı ve düğün salonuna olan yolculuğumuz başladı.

 

Düğün salonu biraz uzaktı ama çok şükür ki gelebilmiştik. Arabadan indiğimizde Oğuzun kapıdan girmeden önce dirseğini bükerek bana uzattığı koluna girdim ve üçümüz birlikte salona giriş yaptık. Burası oldukça büyüktü, ve açık renklerle dekore edilmiş lüks bir mekandı. İçerideki kalabalığı görünce iyi ki düğün yapmamışız diye de geçirdim içimden kendimce.

 

Gözlerim Selma Teyzeleri arıyordu ama sadece aramakla kalmıştım ki Oğuzun da yön vermeleriyle ilerledim. Boş bir masaya oturduk, ortalara yakın bir masaydı. Ben Oğuzun yanına oturuyorken Tuna da diğer yanına oturuyordu ve oturur oturmaz telefonuyla ilgilenmeye başlamıştı. Salon yavaş yavaş dolarken gözlerim etrafı geziyordu ki nihayet masamızın yanı başına tanıdık birileri geldi. Selma Teyzeye ve Adnan amcaya sarılıp Buseyi es geçip tekrar yerime oturdum. Üzerine oturan kırmızı, askılı, dizlerinin üzerinde biten bir elbise giymişti ve boyalı sarı saçlarını dalgalı bir şekilde omuzlarından aşağıya sarkıtmıştı. Hoşlanmasam da güzel bir kızdı, kalbinin kötülüğü yüzüne vurmamıştı. Tam Oğuzun karşısına gelecek şekilde oturup yüzündeki gülümsemeyle Oğuzu keserken rahatsızca kıpırdanıp yanı başımdaki adama baktım. O elindeki telefonla ilgileniyordu, telefona daha yakından baktığımda mimarlıkta ilgili bir proje olduğunu anladım. Bakışlarımı telefondan ona kaldırdığımda büyük bir dikkatle beni izlediğini görmek acemi kalbimin teklemesine sebep olmuştu. Yakınlığı da kafamı karıştırıyordu. Yüksek müzik sesi aramızı dolduruyordu, kulağıma doğru eğildiğinde nefesimi tuttum, yanlış bir şey yapmaktan korkarak.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

Hafifçe benden uzaklaştığında kendime gelmeye çalışarak toparlandım ve rahat olmaya çalıştım. Dudaklarım hafif büzüldüğünde gözleri dudaklarıma kaydığında hızla kendini toparlayıp gözlerime dikti harelerini.

 

"Yok bir şey." Sesimi duyabilmesi için biraz yükseltmiştim. İnanmaz gözlerle bana baktığında olduğum yerden ayaklandım. Soru soran gözleriyle buluştuğumda sessizce 'lavabo' diye hareket ettirdim ağzımı. Anladığını belli ederek gözlerini yumup açtı. İstikametim doğrultusunda ilerlerken aklım masada kalmıştı, masada değil de o şırretteydi aklım. O kadar edepsizdi ki evli bir adamı rahat rahat süzebiliyordu. Evlilik bağımız her ne kadar kuvvetli olmasa da beni rahatsız ediyordu ve edecekti. Selma Teyzeyle konuşacaktım bu durumu ve o kızdan olabildiğince uzak duracaktım.

 

Tuvaletin kapısını ittirerrek açtım ve ben içeri girdiğimde otomatikman kapanmıştı. Çantamı lavabonun yanına bıraktım ve aynada kendimi süzdüm bir süre. Yaptığım makyaj hiç bozulmamış, olduğu gibi duruyordu. Kapı açıldığında içeriye birisi girmişti ama kim olduğuna bakmadan şalımın önünü çözdüm ve biraz olsun kayan şalı düzeltmeye başladım. İçeriye giren kişi sol tarafımdaki aynaya yansıdığında kim olduğunu rahatça görebiliyordum. Sarı boyalı saçlarını elleriyle geriye doğru atıp çantasından çıkardığı kırmızı rujla dudağının üzerinden geçti.

 

"Naber Suaycım?" Sert bakışlarımla ona döndüm.

 

"Sana ne?!" Kısa ve gür bir kahkaha attı.

 

"Saman ye de diyecek misin? İlk okul çocuğu gibi." Tepeme doğru fokurdayan kanımda büyük miktarda sinir vardı.

 

"Kes sesini, benden de kocamdan da uzak duracaksın!" Şalımı bırakıp onun üzerine doğru yürümeye başladım, elimi yüzüne doğru kaldırıp işaret parmağımı ona doğru salladım. Gülüşünü kesip düz bir suratla bana baktığında solumdan sıyrılarak kapıya ilerledi. Tekrar aynaya dönüp şalımı düzeltmeye başladım, şalın önden birleştirdiğim iki ucunu arkadan iğnelerken içeriye bir anda giren heybetli bedenle elimi çekmeden kapı tarafına döndüm.

 

İçeriye giren iri yarı, siyah takım giyen adam beni süzdüğünde olabildiğince sert davrandım.

 

"Ne yapıyorsunuz beyefendi?! Kadınlar tuvaleti olduğunu görmüyor musunuz?"

 

"Şey, ben..." Telaşla konuşmaya çalışıyordu, elini ensesine götürdü, gözleri hala benim üzerimdeydi.

 

"Buradan çıkan kadın içeride birinin beni çağırdığını, acil olduğunu söyleyince kapıya yaklaştım ama kadın beni içeriye itikleyince de girmiş bulundum. Çok pardon."

 

Bu da o şırretin başının altından çıkmıştı, sinirle bir soluk verdim.

 

Adam benim bir şey söylememi beklemeden kapıya davranıp kulpu aşağıya indirdiğinde kapıda hiçbir hareketlilik yoktu. Telaşla adamın yüzüne baktım, o gerizekalı embesil üzerimize kapıyı kilitlemişti.

 

"Kilitlemiş." Elimi anlıma götürüp sakince bir nefes alıp geri verdim. Şansını zorlamıştı ve artık bunun cezasını da çekecekti.

 

Telefonu alıp hızlıca Oguzu aradım, bu gürültüde açamayacağını biliyordum ama bir ihtimal denedim. Beklediğim gibi de oldu, telefonu 3 kere çala çala kendiliğinden kapandı, karşımdaki adam da telefonuyla bir şeyler yapıyordu.

 

Sinirden karıncalanan bedenimle mesajlara girdim ve ona tuvalette kilitli kaldığımı belirten bir mesaj attım.

 

"Beyefendi, kapıyı kıramaz mısınız?"

 

Adamda Hulktu zaten!

 

Olumsuz anlamda kafasını salladı.

 

"Kapı içeriye doğru açılıyor, buradan kırılmaz."

 

Sinirle bir nefes verip tuvaletin camına doğru ilerledim ve ardına kadar açtım. Temiz havayı ciğerlerime doldurup uzunca bir nefes verdim.

 

Telefondan bu sefer de Tunayı aradım ama yine açan yoktu.

 

Kapıdan gelen gümbürtülü sesle arkamı döndüm, tuvalette kaldığım adam da geriye doğru çekilmişti. Kapı birkaç gümbürtüden sonda hızla ardına kadar açıldığında yere de bir anahtar düştü. Anahtarı birnin fırlattığını anlayabilmiştim ve bunun kim olduğunu da.

 

Oğuzun sert ve öfkeli bakışları adam ve benim aramda gidip geliyordu, bedeni sanki öfkeden kabarmış gibiydi, öyle heybetli görünüyordu. Arkasında endişeli Tunayı ve olanları sırıtarak izleyen Buseyi görebilmiştim. Tekrar

Oğuza döndüğümde benim sinirli bakışlarım onun sinirli hareleriyle buluşmuştu, yere sertçe büyük birkaç adım attığında yanıma gelebilmişti çantamı tuttuğum koluma uzandı, sıkıca kavrayıp beni çekiştirerek tuvaletten çıkarıyordu ki Busenin tam önünde durdurdum onu zorla. Sol elimi büyük bir hırsla kaldırıp boyalı suratına indirdim. Sağ elimin onda oluşu beni sol elimi kullanmaya itmişti.

 

Oğuz bir yandan beni çekiştiriyordu. Sağ tarafa düşen yüzü eski yerine gelmeden elinde kola olduğunu bildiğim kadehi çabucak alıp yüzüne doğru çarptım.

 

"Suay!" Oğuzun uyarı dolu yüksek sesiyle bardağı yere attım, bardağın kırılma sesi müzik sesine rağmen bize ulaşmıştı. Elimi kaldırıp işaret parmağımı ona doğru sallayarak konuştum.

 

"Sana benden de kocamdan da uzak dur demiştim!" Şaşkınlıkla açılan ağzı ve rolden akan gözyaşlarıyla doğruldu.

 

"Ben ne yaptım, Oğuz karına sahip çık istersen." Ağlamaklı sesiyle konuşunca daha da çıldırmıştım üzerine doğru ilerlemeye çalıştım bu kez ama başarılı olamadım. Oğuz beni tüm gücüyle tutuyordu.

 

"Bana bak, kendini acındırmaya falan çalışma! Senin ne bok olduğunu çok iyi biliyorum!"

 

"Suay, yeter!" Sesi o kadar sert ve yüksekti ki olduğum yerde irkildim ama bende tüm sertliğimle ve sinirimle ona döndüm, bana mı bağırmış o?!

 

Sana da burdan bir tane çarparım. Bakışlarımı ona atarken kolumu aşağıya doğru savurup ellerinden kurtuldum. Sert yüzüne baktığımda gözleri iki gözüm arasında gidip geliyordu.

 

"Bir daha bana sesini yükseltme!" Dedim, bütün hırsım, sinirim kelimelerime yansımıştı.

 

Gözlerim dolacak gibiydi ki gözlerimi onsan ayırıp koridorun solunda ileride gördüğüm çıkışla arka kapıdan bahçeye çıktım hızlı adımlarımla.

 

Topuklu ayakkabıların kaldırım taşında bıraktığı tok seslere başka bir ayakkabı sesi de katıldığında onun peşimden geldiğini anladım. Durup olduğum yerde ona döndüm ve kısık bakışlarımla konuştum.

 

"Sen neden geldin kapıyı kırdın?" Onu Busenin pişpiklediğini öyle iyi biliyordum ki!

 

"Gelmese miydim?!" O da en az benim kadar sinirliydi.

 

"Sorumun cevabı bu değil! Seni kaç defa aradım, mesaj attım. Hiçbirine dönmedin ama geldin kapıyı kırdın." Dedim tek nefeste sinirlerimi saklamaya çalışmayarak, yüz ifadesi her saniye değişiyordu, çatık kaşları yavaştan eski haline dönmeye başlıyordu.

 

"Açıkça soruyorum." Birkaç adım ilerledim ve dibine kadar girdim. Beni görebilmek için kafasını biraz aşağıya çevirdi.

 

"Buse sana ne söyledi?!" Üzerine basa basa tane tane söylediğim her şeyi gözlerimin içine kısık gözlerle bakarak dinledi.

 

Vereceği cevap benim için önemliydi, o ona ne söylediyse gerçekten inanmıştı çünkü.

 

Kafasını kaldırıp bakışlarını benden çekip bir nefes verdi ve konuştu.

 

"Seni bir adamla tuvalete girerken gördüğünü ve arkanızdan gittiğinde kapının kilitli olduğunu." Bakışları tekrar beni bulduğunda gözlerimdeki hayal kırıklığını sinirimle örttüm ve sesimi kısarak sertçe konuştum.

 

"Sen de inandın!" Gözlerinde pişman olduğunu görebiliyordum ama bu sinirimi ve hayal kırıklığımı gideremedi.

 

"Ben senin için öyle basit bir kadın mıyım?!" Gözlerim hafifçe dolmuştu.

 

Yumruk yaptığım elimin işaret parmağını çıkararak göğsüne götürdüm, işaret parmağımla sert göğsüne vurarak konuştum. Gözlerinin ta içine bakıyordum kararlı bir şekilde.

 

"Bir daha bana güvenmeyerek ona inanırsan bundan epey farklı bir tepki vereceğime emin olabilirsin." Yüzünde memnun olmuş, etkilenmiş bir ifade kol geziyordu ama bu benim için hiç birşey ifade etmiyordu. Güvensiz bir ilişkiye ilişki değmezdi çünkü. Elimi ondan çektim, gözlerimi de gözlerinden ayırıp arkamı dönerek ilerledim.

 

"Nereye?!" Sesi eskisi gibi sert değildi.

 

"Cehennemin dibine, sana ne?!" Soğuk sesim ona ulaştığında adım seslerini duydum ve benimle gelmesini istemediğim için içimi bir telaş kaplamıştı. Tam arkamda olduğunu hissedebiliyordum ve bu bedenim uyuşturmuştu sanki.

 

Sol ayağıma gelen ani bir yükseklik değişimiyle sol ayağım burkulmuştu. Dengede durmak adına kollarımı iki yana açmıştım ki sendeleyen bedenim sol kolumdan ve belimden tutan Oğuz sayesinde dengede durmuştu. Sırtım bedenine yapıştığından hızlı nefes alış verişlerini hissedebiliyordum, kalbim hızını artırırken burnumdan aldığım serin nefes içimi gıdıklıyordu.

 

Kafamı sola çevirip yukarıya kaldırdığımda yüzü yüzüme epey yakındı. Yüzüme çarpan nefesiyle gözlerimi kırpıştırdım ve ondan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım. Belimdeki ve kolumdaki elleri güçsüzleştiğinde ondan tamamen ayrıldım.

 

Böyle havalı bir bitiriş yapacakken bu oldu mu şimdi?

 

Onu arkamda bırakarak yürümeye çalıştığımda sol ayağımın üzerine basmamla bileğime vuran bıçak kesiği gibi sancıyla dudaklarımdan acı dolu bir inleme çıktı. Oğuzun eli kolumu sardığında ters bakışlarım yine onu buldu.

 

"Bırak, ben kendim gideceğim." Beni dinlemeden çektiğinde inatla olduğum yerde durdum.

 

"Suay, hadi." Gayet nazikti ama ben ona sinirliydim ve kırgındım.

 

"İstemiyorum." Kolumu ondan çektim.

 

"Taksiyle gideceğim. " Hafifçe kaşlarını kaldırıp gözlerini kıstı, bana iyice yaklaştığında beynim gerilememi söylüyordu ama ben öylece dikildim.

 

"Gecenin bu saati ve bu halde." Kaşları havalanmış ve gözleri hafif kısıktı.

 

"Ne varmış halimde?!" Dedim hiddetle.

 

"Ne yok ki?" Derin bir nefes aldı ve geri bıraktı.

 

İyi anlamda mıydı yoksa kötü anlamda mıydı? Sanırım iyi anlamdaydı ve ben utanmıştım. Bravo bana!

 

Sağ elimde tuttuğum çantamı sol eline aldığında dikkatlice ona bakıp, ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.

 

Sağ kolumu boynuna dolayıp bir anda sırtımdan ve dizlerimin altından kavrayarak beni kucağına aldığında dudaklarımdan şaşkınca bir çığlık koptu.

 

"Ne yapıyorsun?!" Gözlerini görmek için başımı kaldırdığımda gülümseyen pembe dudaklarına takıldı gözüm ve gözlerine çıkardım gözlerimi.

 

"Öyle bir şey yapmayacağını biliyordum ama delirdim bir anda. Özür dilerim." Kulaklarıma dolan açıklamasıyla biraz yumuşamış gibi olsam da burnu biraz sürtmeliydi.

 

Beni sıkıca tutarak ilerlediğinde beni bırakmasını söylüyordum ama hiç oralı olmuyordu ve arabanın oraya doğru yürümeye devam ediyordu. Etraftaki insanların bakışlarına maruz kaldığımızı fark ettiğimde utançla göğsüne doğru sindim ve soldaki elimi omzuna götürdüm. Başımın altında atan kalbinin hızlandığını hissettiğimde yüzümde bir gülümseme oluştu.

 

Onun kalbini hızlandırmıştım!

 

"Herkes bize bakıyor." Kucağında olmayı kabullenmiştim.

 

"Baksın." Umursamaz sesi kulaklarımı bulduğunda başımın altındaki kalbi hala hızlıydı. Biraz daha yürüdüğünde arabaya gelmiştik. Ne çabuk!? Beni yavaşça yere doğru bıraktığında arabaya tutunarak sol ayağımın üzerine basmamaya çalıştım.

 

Çantamı bana iade edip ceketinin iç cebinden arabanın anahtarını çıkartıp arabanın kilidini açtı ve kapımı açıp binmeme yardım edip kapatmadan önce eğilerek konuştu.

 

"Birazdan döneceğim." Anahtarı da bana bırakıp kapıyı kapatıp uzaklaştı.

 

İçimdeki mutluluğa engel olamayarak çantamdan telefonu çıkarttım ve Özgeyi aradım, Busenin yaptıklarını ona anlatıp biraz rahatladıktan sonra telefonu kapattım. Aynadan baktığımda Oğuzun geldiğini görüyordum. Yürüyüşünden kaynaklı ceketinin kenarları havalanıyor ve saçları titrekçe hareket ediyordu.

 

Ona olan sinirim ve kırgınlığım cabuk yumuşamıştı. Kapıyı açıp içeriye bindiğinde anahtarı ona uzattım, arabayı çalıştırırken konuştu.

 

"Bizimkilere haber verdim." Sesimi çıkartmadan kafamı aşağı yukarı sallayıp kemerimi bağlayarak arkama yaslandım.

 

Onu onayladığımda yolculuğumuz başladı.

 

Öhm öhm... sizi heyecanlandırmak istemem ama (yalan, çok hoşuma gidiyor...) bir sonraki bölüm bomba.

 

Yeni bölüm çabuk gelsin isterseniz yapacaklarınız belli.

Oy sınırı: 13

Yorum sınırı: 55

Seviliyorsunuz, öpüldünüz baaayy.

 

INSTAGRAM: egenin_incisiizmiiir

Loading...
0%