Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18. Bölüm: Liman

@egeninincisiizmiir

Herkese selamın aleyküm.

Nasıllarsınız?

Oy sınırı: 14

Yorum sınırı: 55

 

18. Bölüm: Liman

 

"Ben ödülümü çoktan almışım."

 

Düğün çıkışı ilk durağımız hastane olmuştu. Bileğimi muayene eden doktor basit bir burkulma olduğunu söyleyerek iki günlük bir rapor vermişti. Merhem ve ağrı kesici bir ilaç yazmıştı. Nöbetçi eczaneden ilaçlarla gelen Heybetli Oğuzu görünce kısa bir süre gülümseyip eski halime döndürdüm bakışlarımı şoför koltuğuna bindiğinde elindeki ilaç poşetini kucağıma bıraktı. Kısa bir teşekkür sonrası yola devam ettik. Evden çok farklı bir yola girdiğinde çatık kaşlarımla ona döndüm. Hissetmiş gibi o da bana döndüğünde beni yormadan cevapladı beni.

 

"Sahilde köfte ekmek." Daha çok soru sorar gibiydi, onu onaylayarak önüme dönüp yolun bitmesini bekliyordum. İçimde ona karşı pek bir kırgınlık yoktu ama biraz burnu sürtsün istiyordum. Arabayı park edip ceketini arabadan bırakarak indiğinde ben de inmek için hazırlanıyordum. Bu bilekle yürüyebilecek miydim bilmiyordum. Ağrı kesici bir iğne vurulmuştum bu yüzden ağrı hissetmiyordum.

 

Kapıyı açmak için kolu kendime doğru nazikçe çektiğimde açılmıştı, itekleyerek dışarı çıkmak için bir alan açtım sağ ayağımı arabadan dışarıya attığımda Oğuz hemen önümde bitmiş elini bana uzatıyordu. İnadına elini tutmamaya çabalayarak arabadan inmeyi başardığımda yüzüne baktım bir anlığına. Gözlerini kısmış hafif gülümseyerek beni izliyordu.

 

Köfteci yolun karşısındaydı elimi ileriyi göstererek geç der gibi yaptığımda ellerini pantolonunun cebine koyup yürüyeceği sırada ondan önce davranıp adımlarım. Sol bileğim eskisi kadar olmasa da attığım her adımda bileğimde bir farklılık, ağrı hissediyordum.

 

Nihayet yolun karşısına geçtiğimizde boş olan ikili masaya geçtim ve hemen karşıma da o oturdu. Köfte kokusu rüzgarın da esmesiyle bize doğru geliyordu ve bu beni daha da acıktırmıştı.

 

Küçük bir çocuk elinde not kağıdı ve kalemle yanımıza geldi. On yaşlarındaydı tahminen, esmer teni, kocaman kahve gözleriyle tatlı ve masum görünüyordu.

 

"Canım, yarım köfte ekmek içinde soğan hariç herşey olsun ve ayran."

 

Soğanlı severdim ama şimdi kokmasıyla uğraşmak istemedim.

 

Oğuz da benimle aynı şeyi sipariş ettiğinde siparişlerimizi beklemeye koyulduk.

 

Denizin sesi, martıların ve insanların sesiyle birleşiyordu. Denizden esen serin rüzgarla gözlerimi kapatıp anı hissetmeye çalıştım, yaşanan bütün olumsuzluklardan sıyrılıp kaçtım. Serin rüzgar yanaklarımı nazikçe okşayıp geçtiğinde gözlerimi açtım ve ona döndüğümde beni izlediğini gördüm. Sakin ve durgun bakışlarımı ne ben çektim ne de o benimkine benzeyen bakışlarını çekti. İkimizde yorgunduk ve şu anda ikimizde birbirimize bunu belli ediyorduk çekinmeden. O da benim gibi kırık döküktü, yanındayken rol yapmak istemedim. Kendim gibi davranırken beni garipsemeyeceğini biliyordum, çünkü onunla benziyorduk. O da kırık döküntü, yaralıydı ben de. Rol yaparak daha da yorulmak istemiyordum.

 

"Sence mutluluk çabalayarak mı kazanılır?" Aramızdaki sessizliği bozan ben oldum.

 

Yorgun bir gülümseme belirdi dudaklarında. "Çabalanarak olsaydı mutlu olurduk heralde."

 

Gülümsemesi bana bulaştığında gözlerimi kucağıma indirdim.

 

"Onu çok mu seviyordun?" Yüreğimin titremesi neye dalaletti bilmiyorum ama vereceği cevaptan korkuyordum. Soruyu sorduğumda da pişman olmuştum anında, kulaklarımı kapatarak koşmak istiyordum, vereceği cevabı merak etsem de duymak istemiyordum. Gözlerimi kucağımdan kaldırıp ona baktığımda tekrardan gözündeki kırgınlığı gördüm. O an korktuğum başıma gelmişti ve içimdekiler çatır çatır kırılmıştı. Kırıkların sert, sivri köşeleri içimi kanatıyordu. O onu sevmişti, hem de çok. Gözlerimin dolmaya hazırlanmasıyla kendimi sıktım.

 

"Sevmiştim." Dediğinde susması için yalvarıyorum içimden ama o devam etti.

 

"Ama o değerini bilmedi, aldattı beni." Sonlara doğru sesi kısılmıştı, yüzünü denize doğru döndüğünde kırıklarını benden saklıyordu.

 

Bana bakmayışını fırsat bilerek gözlerimi sıkıca yumup açtım.

 

Sevilmenin değerini bilmeyenler ne yaşıyordu? O kızı kıskanmıştım içten içe, onun tarafından sevilmek... Nasıl bir şeydi? Nasıl hissettirmişti o kıza? Ne kadar değer vermişti? Bunların hepsi içimi kemiriyordu.

 

Belki de bugün yaşananların sebebi aldatılma travmasıydı. Ona karşı içimdeki kırgınlık kalkarken onun için dünyaya kırılmıştım şimdi de.

 

Evet, ona fazlasıyla kapılıyordum ve bunun da farkındaydım.

 

Mutlu olmak için bu kez de ikimiz için çabalayacaktım.

 

Küçük garson siparişlerimizi getirdiğinde bakışlarını yüzüme değdirmeden yemeğini yemeye başladığında ben de ayranımı çalkalayarak ufaktan başladım. İştahım çoktan kaçmıştı ama mecbur yiyecektim.

 

İyi kötü iştahsızca yemeği yiyip hesabı ödedikten sonra arabada aldık soluğu. Anahtarı kontağa takıp çalıştırdığında elimi koluna koydum, bakışları beni bulduğunda kırgın sulu bakışlarımla gözlerini gezdim.

 

"Özür dilerim." O kadar içten bir özürdü ki bu söylenmeyen her özürün yerine söyledim. Kalbimin en derininden geliyordu bu özür.

 

"Neden?" Sakin, kalın sesi arabayı doldurdu. Durgun gözlerine baktım.

 

"Gecikmiş, hak ettiğin, söylenmeyen bütün özürler için özür dilerim." Gözlerinde oluşan parıltıyı görüyordum, kırgınlığın yanına başka duygular da eklenmişti.

 

Kolunu elimden çektiğinde elim vitesin gerisindeki boşluğa düşmüştü ki kocaman eliyle elimi kavrayıp canımı acıtmayarak sıktığında rahatladığımı hissettim. Teşekkür gibiydi bu.

 

Elimi bırakmadan arabayı sürmeye başladı, ara ara elimi bırakıp vitesi atıyordu ve tekrar elimi kavrıyordu uzun parmakları. Ellerimize bakarak huzurla kapattım gözlerimi, uykumun gelişiyle göz kapaklarım açılmamak için direniyordu, uykuya direnmeyi bırakarak gözlerimi rahatça kapattım.

 

&

 

Adımın seslenilmesiyle gözlerimi aralardım ve sağ tarafta kapım açık bir şekilde beni bekleyen Oğuza baktım. Uykulu gözlerimi neyin ne olduğunu idrak etmek için etrafta dolaşıyordu.

 

"Geldik." Uykulu uykulu kafamı salladığımda inmek için hareketlendim. Bu sefer bana uzattığı elini tuttum ve arabadan öyle indim. O arabayı kitlediğinde hareketlendim. Sol ayağımın ağrısı biraz daha artmıştı, ağrı kesicinin etkisi gidiyordu.

 

Az biraz topallarak Oğuzun yardımıyla kapıya ulaştık. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtığında içeriye girip eğilerek ayağımdaki ayakkabıları çıkarttım. Kaç saattir ayağımda olan ayakkabılar sağlam ayağımı bile ağrıtmıştı.

 

Oğuz beni odama kadar çıkardığında üzerimi değiştirip makyajımı temizleyip yatmaya hazır hale geldim. Telefonumdan saate baktığımda 12 ye geliyordu. Acaba uyumuş muydu? Yatağıma uzanıp düşünmeye devam etti.

 

Yanına gitsem mi?

 

Ya ters teperse?

 

Ters teperse ajitasyonla karışık trip atar geri gelirsin.

 

Yastığımı sarılarak kucağıma aldım ve ayaklandım. Ne kaybederim ki? Mutlu olabilmek için çabalayacaksam o böyle ayrı gayrı uzaktan uzaktan olmazdı.

 

Odamın ışığını kapatıp odamdan çıktım ve onun kapısına kadar geldiğimde derin bir nefes alarak kapıyı tıktıkladım, ses gelmezse geri giderdim.

 

"Gel." Olumlu geri dönüşle birlikte kapıyı bedenim görünecek çekilde araladım.

 

"Bir şey mi oldu?" Yataktan destek olarak dirseği üzerinde kalktı.

 

Onu çıklayarak yanıtladım.

 

"Gelebilir miyim?" Pikesini koluyla kaldırdı.

 

"Gel." Kalbim havalanırken yüzümde istemsiz yayılan gülümsemeyle yavaşça sol ayağımı incitmemeye çalışarak yatağa ilerledim. Yatağa çıktığımda diz üstü yürüyerek aramızda mesafe bırakarak şekilde yastığımı koyup salık saçlarımı kafamın arkasına savurarak başımı yastığa koydum. Ona dönerek yatmıştım.

 

Havada olan koluyla üzerime pikeyi örttü. Rahat noktamı bulmak için başımı birkaç kere kıpırdattım ve sonunda amacıma ulaştığımda kıpırdanmayı kestim. Karanlık da olsa gözlerine bakıyordum, o da benim gibi gözlerime bakıyordu. Aramızdaki sessizliği bozarak pürüzlü sesiyle konuştu.

 

"Sen ona hiç benzemiyorsun ve bu onu benden uzaklaştırıyor."

 

Beklenmedik itirafı beni bulduğunda kalbimin sertçe göğüs kafesime vurduğunu hissettim, yavaş yavaş, sertçe...

 

"Bu kötü bir şey mi?" En az köftecideki kadar korkuyordum yine. Cevabının beni yıkmasından korkuyordum.

 

"Hayır." Sesi öyle netti ki bir rahatlama gelmişti. Derin bir nefes vermek istedim.

 

Kolunu kaldırıp saçlarımı kulağımın arkasına nazikçe sıkıştırdığında gözlerimi sakince kapattım, yanağımdaki elini tuttum ve baş parmağımı küçük küçük hareket ettirdim.

 

Canını sıkan her ne varsa bilmek istiyordum, birlikte göğüs gerelim istiyordum.

 

"Annenle konuşacağım." Uyku yüzünden pürüzlenmiş sesi kulaklarıma doldu.

 

"Neyi?"

 

"Buseyi." Dedim, içimde onu düşündükçe bir sinir kabarmıştı.

 

"Boşversen?" Bir anda olduğum yerden doğruldum, karanlığa alışan gözlerim onu rahatça görebiliyordu.

 

"Neden boşvereyim? Sana sarkıyor, bu da yetmiyor aramızı bozmaya çalışıyor. Ben de öylece onu mu izleyeyim yani?" Sinirli ve sitem dolu sesim odayı gezdiğinde ondan hiçbir geri dönüş alamadım.

 

"Peki." Yastığımı tutup ondan biraz daha uzaklaştırdım ve ona arkamı dönerek yattım. Burnumdan sinirli soluklar alıp veriyordum.

 

Arka tarafımdan gelen kıpırdanmalar ve adım sesleriyle yataktan kalktığını anladım, çok geçmeden benim yattığım tarafa geldiğinde görüş açıma girebilmişti. Biraz daha yaklaştığında ön tarafımda yatağa uzandı.

 

"Öyle birşey söylemek istemediğimi biliyorsun." Uykulu sesi tamamen yok olmuştu.

 

"Yoo, bilmiyorum." Düz bakışlarımı ona gönderip arkama dönüyordum ki sırt üstüyken kolları ve dizleriyle iki yanımdan destek alıp üzerime eğildiğinde kafesteki bir kuş gibiydim, kanatlarım kafesin tellerine değse yanıp kül olacak gibiydi. Bedenim kalp atışıyla beraber zonkluyor, uyuşuyor ve karıncalanıyordu.

 

"Öğren o zaman." Pürüzsüz sesi kulaklarıma ulaştığında yüzünü yüzüme daha da yaklaştırdığında bakışlarım dudaklarına kaydı, kendimi hızla toparlayıp gözlerine baktığımda yüzünde haylaz bir sırıtış vardı.

 

"Uzak dururuz olur biter demek istemiştim." Anın zorluğuyla dişlerimi alt dudağıma geçirip kafamı belli belirsiz salladım. Bakışları dudaklarıma kaydığında ben kalpten gidecek gibiydim ve bedenimi sıkmaktan kaskatı kalacaktım, bütün kaslarım ağrıyacaktı. Yüzündeki haylaz sırıtış arttığında üzerimden çekilip sol tarafıma fırlattı kendini. Rahat bir nefes vermek istesem de biraz nefesimi tuttum. Kalp atışlarım tüm bedenimi zonklatıyordu ve bedenim varlığını ilk defa bu kadar net gösteriyordu. Tuttuğum nefesi sessizce ve olabildiğince yavaş olarak bıraktım.

 

İlk defa yaşadığım şeyler ve duygular beni biraz olsun korkutuyordu, ne yapmam gerektiğini kavrayamıyordum.

 

&

 

Bundan sonra uyuyabileceğimi pek sanmıyordum, saatler geçmişti, uykum kaçmıştı. Kalbim hala beni zorlayacak derecede hırçın ve sertti. Tavanla bakışmayı sürdürdüm bir süre ve sıklıp pozisyon değiştirdim. Arkamı ona dönmüştüm bir süre de bu pozisyonda takılınca arkamdan gelen mırıltılarla yavaşça ona döndüm. Uyuyordu ama yüzünde değişik ifadeler gelip gidiyordu ve biraz da terlemişti.

 

Ona biraz daha yaklaşıp elimi saçlarına daldırdığımda uyanmamıştı. Dirseğimin üzerinde kalktım yüzüne doğru eğildim, vücudunda oluşan titremeyi gördüğümde hızla elimin tersini alnına götürdüm. Parmaklarımın üzerinde hissettiğim sıcaklık az buz bir sıcaklık değildi, ateşi vardı. Sıcak ta olsa sahilde ceketini çıkartması onu hasta etmişti.

 

Ne yapmalıydım? Ilık bir duş alması gerekiyordu ya da sadece ıslak bir bezle halledilebilirdi.

 

Yataktan seri hareketlerle kalkıp topallayarak odama girdim, ışığı açtığımda ışığa alışkın olmayan gözlerim ağrımıştı.

 

Başucu çekmeceme ilerleyip ilk katında olduğuna emin olduğum çekmeceyi alıp odaya ilerledim. Yanına vardığımda eskiye nazaran daha da fazla titriyordu. Hemen üzerindeki pikeyi ondan çekip yatağın diğer ucuna attım.

 

"Üşüyorum." Titreyen çenesiyle zar zor çıkmıştı sesi.

 

Elimdeki cihazı koltuk altına kıstırdım ve cihazı açtım. Ben cihazın onun ateşini ölçmesini beklerken o hala titriyordu.

 

Acaba köfte mi bozmuştu? Eğer öyle olsaydı ben de bu durumda olurdum. İnşallah ateşi çok fazla değildir, eğer öyleyse onu doktora götürmem gerekecekti ve hastanelerden oldum olası nefret ederdim.

 

Cihazın çıkardığı sesle onu koltuk altından çaktim ve dijital göztergesindeki yazan sayılarda gezdirdim gözümü.

 

38,9

 

Ateşi neredeyse 39 du. Odasındaki lavaboya koşturdum, içeriye girdiğim an gözümde canlananları kafamı sağa sola sallayarak giderdim, aynayı yaptırmıştı. Ne ara yapılmıştı onu da bilmiyordum.

 

Lavabonun dolaplarına eğilip küçük el havlularından üç tane aldım. Soğuk suyla ıslatıp fazla suyunu sıkıp tekrar odaya girdim.

 

Onun ateşi inşallah inatçı değildi.

 

Hızlıca yanına gidip havlular yatağa bıraktım. Pikeyi nasıl bulduysa tekrar üzerine almıştı. Bir çırpıda onu üzerinden aldım.

 

"Üşüdüm." Mırıltıyla çıkan halsiz, kısık sesiyle söylediğini zar zor anlayabilmiştim.

 

Yanına ilerleyip onu dürterek uyandırma çabalarına giriştim.

 

"Oğuz, uyan hadi." Ellerimle saçlarını okşayarak uyanmasına yardım ettim ve gözleri birkaç saniyelik çabamdan sonra aralanmıştı.

 

"Üşüyorum." Kısık gözleri gözlerimdeyken konuştu, aynı zamanda hala titriyordu da.

 

"Ateşin var çünkü." Pikeyi almaya yeltendiğinde pikeyi alıp yere attım.

 

"Üşüyorum." Küçük bir çocuk gibi mızmızlandığında onu kollarından çekerek oturur pozisyona getirmeye çalışıyordum ama koca bedeni sadece birazcık kıpırdanıyordu.

 

"Hadi kalk, lütfen." Sesim onu çekmeye çalıştığım için kısık çıkıyordu. Beni dinleyerek kendini oturur pozisyona getirdi. Kollarımı ondan çektim.

 

"Tişörtünü çıkart." Kollarını göğsünde çapraz yaparak bedenini kapattı. Başını sağa sola sallayarak konuştu.

 

"Olmaz." Onu dinlemeden tişörtünün diplerinden tutup yukarıya doğru çekiştirmeye çalıştığımda çatallayan sesi odada duyuldu.

 

"İstemiyorum ya. Sapık var, yakalayın!" Gözlerimi kocaman açıp afalladığımı belli ettiğimde gülünce hali hazırda kısık bakan gözleri kapanmıştı. Yüzünde benimle alay eden bir sırıtış kaldı.

 

Şaşkınlığım geçtiğinde konuştum.

 

"Çıkart dedim." Sesim netti ama o sadece omuzlarını yukarı kaldırıp indirdi ve başını olumsuz anlamda salladı.

 

Sert olan gardımı indirerek konuşmayı denedim. Ateşi yüksekti ve ona müdahale etmemi engelliyordu, havale geçirmesinden korkuyordum.

 

"Oğuz, ateşin yüksek. Lütfen." Hiçbir şey demeden kollarını yukarıya doğru kaldırdığında bende tişörtü yukarıya doğru çekip çıkarttım. Titreyen bedenini yatağa doğru fırlattığında iki büklüm yattı.

 

"Kollarını açarak sırt üstü yatar mısın?" İstediğimi yapmadığı için ondan rica ettim tekrar.

 

"Lütfen, ateşin geçene kadar istediklerimi yaparsan sana bir ödül veririm." Ödül maması gibi, kedi mi bu adam? Saçmalamıştım. Şeker, çikolata?

 

"Ödülümü ben seçebiliyor muyum?"

 

"Hıhı." Saçmalamamı sorgulamadan kabul etmesine şaşırmıştım.

 

Kollarını iki yana açarak sırt üstü uzandığında yatağa bıraktığım ıslak havluların birini alnına, diğer ikisini de koltuk altına bıraktım. Havluların soğukluğuyla irkilse de devam ettim.

 

"Biryerin ağrıyor mu, başka bir rahatsızlığın var mı?" Ağzını açmadan sadece kafasını iki yana sallayarak cevap verdi bana.

 

Birkaç dakikada bir havluları ters çevirip soğuk yerlerini tenine değdiriyordum. Kapanan gözleri ve derinleşen nefesi uyuduğu konusunda beni ikna ediyordu. Sağ tarafındaki havluyu yatağın üzerine koydum, biraz bekleyip ateşini ölçmek için havlunun soğukluğunun geçmesini bekledim. Yeterli olduğunu düşündüğüm bir zamandan sonra cihazı koltuk altına kıstırıp beklemeye başladım.

 

Elimi boynuna götürüp elimle ateşine baktığımda vücut ısısının düşmediği barizdi. Biraz telaşlanmıştım açıkçası. Cihazın ötmesiyle koltuk altından cihazı çıkarttım.

 

39,4

 

Elimdekini telaşla komidinin üzerine bırakıp ayaklandım.

 

"Oğuz kalk, banyo yapman lazım." Ondan ses gelmiyordu, kıpırdanmıyordu da. Korkuyla Titreyen ellerim ve dolan gözlerimle birkaç kere daha dürttüm onu.

 

"Oğuz, lütfen kalk." Sesim ağlamaklı, titrek çıkmıştı ve biraz daha ondan ses gelmezse ağlayarak ambulansı arayacaktım.

 

Başımdan aşağıya doğru inen sıcaklık bütün bedenimi telaşa veriyordu, ellerim titrerken aynı zamanda kalbim de hırçınlaşmıştı. Midem de burulmaya başlamıştı.

 

Onu dürterek ve seslenerek zar zor ayılttım, ayılmasının verdiği rahatlıkla bir nefes çıktı dudaklarımdan. Gözümü rahatlayarak sıkıca yumduğumda gözlerimden aşağı inen bir sıcaklık kucakladı beni. Gözlerimi açtım.

 

"Kalk, hadi. Ateşin düşmedi banyo yapman lazım." Sesim hala titrek çıkıyordu. Beni daha fazla ikiletmeden kalktı, banyoya gideceğini sansam da karşımda durdup iki elini kaldırarak gözlerimden inen yaşları sildi.

 

"Ağlama." Kısıkça çıkan halsiz sesine hızla kafamı salladım. Elleri benden kurtulduğunda sendeleyerek banyoya ilerlediğinde kolundan tutarak ona destek oldum. Banyoya girdiğimizde ışığı açarak içeriyi aydınlattığımda yüzünü net bir şekilde görebiliyordum artık. Yanakları, dudakları ve gözleri kızarmıştı. Gözleri uykulu, kısıkça bakıyordu. Onu olduğu yerde bırakarak duşakabine ilerledim. Suyu açıp ılık bir seviyeye getirip duşakabinden çıktım.

 

"Ben kapıda bekliyorum." Titreyen bedeniyle başını olumlu şekilde salladığında kapıya doğru ilerleyip kapıyı aralık bırakıp kapının dibinde dikilmeye başladım. Birkaç saniye sonra suyun sesi geldiğinde içimden rahat bir nefes aldım.

 

Ama bir terslik vardı. Soğuk havlu bedenine değdiği anda ortalığı inleten adamın sesi çıkmıyordu.

 

Ya sıcak suyu açmıştı ya da suyu kendine tutmuyordu. Daha fazla düşünmeden arkamı dönüp kapıyı sertçe ittirip içeriye girdim. Elindeki başlıktan çıkan dumanlar bedenini ıslattığı suyun sıcak su olduğunu bağırıyordu.

 

"Kızım sen harbiden sapık mısın?"

 

Şaşkınca bana bakarak sarf ettiği cümleleri tınlamayarak sinirle ona doğru ilerledim, altında siyah iç çamaşırı vardı. Ayağım ağrıyordu ama onu umursamadan hafifçe topallaya topallaya devam ettim.

 

Duşakabinin kapısını açıp içeriye girdim, elindeki duş başlığını sertçe aldım ve elime tuttum suyu. Su banyo suyu gibiydi, hatta yazın banyo yapmak istenmeyecek kadar sıcaktı. Saçma sapan yine gözlerim dolmuş, sesim titremişti.

 

"Çocuk musun sen? Ateşin var ama sen haşlı suyla banyo yapıyorsun?" Sesimi yükseltmiştim.

 

Cevap vermesini beklemeden bataryayı soğuk tarafa çevirdim ve su ılık olduğunda ona doğrulttum. Suyun bedenine değdiği an irkilmişti, zar zor suyun altında duruyordu ama birkaç saniye sonra alışmış kısık gözleriyle öylece beni izliyordu. Yaşadığım sinir boşalması ellerimin ve çenemin titremesine neden oluyordu.

 

Dayanamayıp gözlerimi kapattığımda sıcak banyodan bile sıcak olan gözyaşım yanaklarımı yakarak aşağıya inmişti. Gözlerimi açmadan yutkundum, fark etmemesini diledim ama ıslak kolları sırtımı ıslattığında beni kendine çektiğinde artık bedenim de ıslanıyordu. Duş başlığını bırakmadan kollarımı boynuna doladım, boynuna gömdüğüm başımla zar zor kendimi tutuyordum ki artık tutamadım. Gözyaşlarım artık daha da hızlıydı. Sağ elimdeki duş başlığı sırtımın solunu ıslatıyordu. Birikmiştim, herşey üst üste gelmişti ama artık kaçacak bir limanının olduğunu hissediyordum. Sular yükseldiğinde kaçacak bir liman...

 

"Çok korktum." Diye mırıldandığımda tenine çarpan sesim oldukça boğuk çıkmıştı. Biraz daha böyle kaldıktan sonra zar zor ayrıldım ondan ve suyu ona tutmaya devam ettim. Başından aşağıya tuttuğumda gözlerini kapattı, ağzını açarak nefes almaya devam etti. İki yanda kalan elleriyle saçlarını geriye doğru taradığında suyu ondan çekip kapattım. Onun gibi ben de sırılsıklam olmuştum, Allah'tan bu sefer üzerimdekiler siyahtı.

 

Duşakabinden çıkıp banyo dolabına ilerlediğimde onun da peşimden geldiğini anlayabiliyordum. Dolaptan bornozu çıkarmak için eğildiğimde arkamdan durdu, kalın sesi duyuldu.

 

"Ben ödülümü istiyorum." Söylediklerine olan şaşkınlığım saniyeler içerisinde geçerken bornozu alıp ayaklandım ve ona uzattım, titriyordu.

 

"Yok sana ödül falan." Çocuk gibi omuzlarını silktiğinde bana doğru yaklaştı, yerimden milim kıpırdamazken elleri iki yandan belimi sardığında ıslak tişört tenime değdiğinde beni üşütürken ellerinin olduğu yer sıcaktı.

 

Beni kendine doğru çektiğinde ellerimi omzunun altına dayadım. Elimdeki bornoz yere düşmüştü. Elimin altındaki teni soğuğa yakındı.

 

Sağ tarafıma, yüzüme doğru eğilip sıcak dudaklarını yanağıma bastırıp derin bir nefes aldığında ister istemez omuzlarım yukarıya doğru çekilmişti, içim gibi. Tenimin altındaki göğsüne tırnaklarımı geçirmemek için zar zor tuttum kendimi. İçim ona doğru çekiliyordu ve ben buna engel olamıyordum, engel olmaya çalışmıyordum da. Karnımdan boynuma kadar olan kıpırtılar ondan etkilendiğimi bağırıyordu bana.

 

Yanağıma kokulu bir öpücük bırakıp geriye çekildiğinde yüzündeki gülümseme neyin eseriydi bilmiyorum.

 

"Ben ödülümü çoktan almışım."

 

Vvvveeee ı am camee.

 

Ödül bahane, öpücük şahane diegwueuei (kaşlarını kaldırıp indiren küpek)

 

Nasssııl olmuş¿

Oy sınırı:15

Yorum sınırı: 55

Bir dahaki bölümde görüşürüzz, kendinize iyi bakıınn.

İnstagram: egenin_incisiizmiiir

 

Loading...
0%