Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm: Tanışma

@egeninincisiizmiir

Selamlaaarrr, nasılsınız, napıyorsunuuuzz?

 

Destek ve düşünceleriniz çok önemli,bıy!

 

3.Bölüm: Tanışma

 

Ona yardım etmek istiyordum. Birilerinin bana yardım etmesini istediğim gibi...

 

Bugün o gündü. Tanışmak için bu akşam onların ailesine konuk olacaktık. Tanışmayı kabul etmiştim ama evlenmeyi hala istemiyordum. Onun da evlenmeyi istemediği belliydi ya, isteseydi o da dün ailesiyle birlikte olurdu.

 

Yükselen alevlerle birlikte elimde tuttuğum wok tavayı çevirdim.

 

Yanımda sebzeleri doğrayan Özgeye dün olanları, her şeyi anlatmıştım.

 

"Ya adam itin kopuğun teki çıkarsa, o zaman ne yapacaksın?"

 

Sıkıntıyla nefes verdim. Ben de ne yapacagima henüz karar verememiştim. Evlenmeyi istemiyordum ama babamın beni zorlayacağına da emindim. Belki buralardan gidip yeni bir hayat kurabilirim kendime ama özlerdim onları, emindim buna.

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

"Sana kaçarım." Dedim ortamı yumuşatmak için. Evden uzaklaştığımda evde olduğum gibi bir insan değildim. Evden uzaklaştığımda kendi dünyamı yaşayıp mutlu olmaya, mutlu görünmeye çalışıyordum.

 

"Alır mısın beni?" Doğradığı sebzeleri tavaya koyarken konuştu.

 

"Babanın nasıl biri olduğunu anlayamıyorum." Her halinden üzgün olduğunu belli eden gözleri beni buldu.

 

"Bir baba nasıl böyle acımasız olabilir?" Babamın her bahsi geçtiğinde yüreğim titriyordu. Gözlerimin dolmaması için çabaladım.

 

"Ben artık sorgulamayı bıraktım, sen de bıraksan iyi olur. "

 

Sebzeler artık sotelenmişti itinayla sebzeleri tabağa aktarıp üzerinde mühürlediğim eti koydum. Sosunu da üzerinde gezdirdiğimde tabak hazırdı. Tabağı garsonun alacağı yere koydum.

 

"Masa 18 hazır." Geri eski yerime gelip sıradaki Tabağı yapmak için hazırlandım.

 

"Evlenirsen burada çalışmaya devam edecek misin?" Cümlesini tamamlamasıyla arkamızdan gelen yüksek sesler irkildim. Yüksek olmasa da ani sesler bile beni korkutmak için yeterliydi. Arkamı döndüm, yerde paramparça beyaz porseleni gördüm, bakışlarımı yavaşça yukarı kaldırdığında Anılı gördüm. Gözlerindeki saf hayal kırıklığını beni bulduğunda anladım, muhtemelen Özgenin söylediklerini duymuştu. Kısa zaman önce, uzun zamandır bana karşı bir şeyler hissettiğini söylemişti ama ben onun duygularına karşılık vermedim, beni gerçekten sevdiğine de inanmıyordum. Birinin beni sevebileceği düşüncesi aklımın, kalbimin ucundan geçmiyordu.

 

"Evleniyor musun?" Dedi, usulca kurduğu cümle kulaklarıma kadar ulaştı.

 

"Hayır." Dedim. Gözlerinden üzgün olduğu görünüyordu bir anlığına rahatladığını görebiliyordum.

 

"Kesin değil." Diye devam ettim, umutlanmaması için bu zamana kadar elimden geleni yapmıştım ve hala bunun için çabalıyordum. Arkamı dönüp işime devam edecektim ki konuşması beni durdurdu.

 

"Anlayamıyorum." Dedi. "Net bir şey söyler misin artık?"

 

"Bu akşam tanışmaya gidecekler ama evlenmek istemiyor." Dedi Özge. Artık gerçekten yorulmuştum, kendi içimde cebelleştiğim yetmezmiş gibi başkalarına da anlatmak yük oluyordu.

 

"Nası ya!" Dedi, sesindeki sinirli gülmeyi hissediyordum.

 

"Sana olan duygularımı bildiğin halde bunu cidden yapacak mısın?"

 

Arkamı döndüm, tüm mutfak bize konsantre olmuş durumdaydı.

 

"Anıl, sonra konuşalım lütfen. Şu an hiç sırası değil, tamam mı?" Cevabını beklemeden arkamı döndüm. Bedenini sol tarafımda hissettiğimde kafamı çevirdim.

 

"Tahminen ne zaman konuşacağız Suay?" Gözlerindeki siniri, hayal kırıklığının tamamını sözlerine koyup bana gönderiyordu. "Sen evlendiğinde mi? Hiçbir şansım kalmadığında mı?" Elimdeki bıçağı tezgaha bırakıp tamamen ona döndüm. Beni sinirlendirmişti. Ben ona hiçbir zaman şans, ümit, hiçbirşey vermemiştim zaten. Sahip olamadığı bir şeyi yitiremezdi.

 

"Ben sana hiçbir şekilde ne şans ne de umut vermedim Anıl. Hatırlıyorsan eğer o gün bana söylediklerinde sonra ben sana söyledim, dedim ki 'ben sana senin bana verdiğin gibi bir ilgi veremem, kırılırsın, vazgeç bundan, benden de herhangi birşey bekleme' ben bunları sana söylemedim mi?"

 

Hiçbir cevap vermeden sinir ve hayal kırıklığıyla mutfaktan ayrıldı.

 

"Ağır konuştun." Özgenin sesiyle ona döndüm, tam arkamda duruyordu.

 

"Sen yapma bari Özge." Dedim. "Ben ona hiçbir zaman umut vermediğimiz sen de biliyorsun. Gelip de umut vermiş gibi konuşması normal miydi sence?"

 

"Öyle ama yine de çocuk seni seviyor. Evlenme lafını duyunca da şaşırdı işte."

 

Özgenin onu savunması beni daha da sinirlendiriyordu, mutfaktaki duvar saatine baktığımda çıkış saatinin yaklaştığını gördüm.

 

"Ben çıkıyorum Özge, son tabağı sen halledersin." İşi de Özgeye kitledikten sonra mutfaktan çıktım. Elimdeki eldivenleri çıkarıp hemen çıkıştaki çöp kutusuna atıp soyunma odasına ilerledim. Üniformamı çıkartıp günlük kıyafetlerimi giyindim. Siyah eteğimi ve beyaz gömleğimle bu akşam için hazırdım. Üzerimi değiştirmeye gerek yoktu. Minik siyah kol çantamı da alıp restoranttan ayrıldım. Biraz daha yürüyüp tramvay durağında vardığımda tramvay kartımı gişede basıp içeriye girdim. Çok geçmeden tramvay küçük sarsıntılarla birlikte önümde durdu. İş çıkışı kalabalığıyla birlikte tramvaya doluştuğumuzda oturacak yer yoktu. Üstteki tutacaklardan birine tutundum, diğer elimle de çantamdan kablolu kulaklığımı çıkarttım. Şarkı dinlemeye ihtiyacım olduğu bir zamandı. Kafamın dağılmaya sakinleşmeye, akıllıca düşünmem gerekiyordu. Kulaklarıma dolan şarkının beni biraz olsun huzura kavuşturmasını bekledim ama huzurdan çok canımı yakmıştı.

 

Sahiden

Doğruymuş söylenenlerde

Bir defa çıkmamış adım ağzından

Sahiden bir hiç mişim nazarında

Öylesine geçmiş zaman...

 

Bu gece tutmayın ateşi

Yanacak biraz daha

Biraz daha cehennem olsun hayat

Kurtulurum sabaha

 

Bu gece tutmayın beni

Denizlere akarım belki

Ağlarım haykıra haykıra

Gönderirim sulara...

 

Bu şarkı sanki benim hayatımı anlatıyordu. Sahiden de sevmemişti babam beni.

 

Bu gece acısın canım

Bi daha acımasın

Bunu bana yaşatan her gece

Böyle kahrolsun, of

 

En son bu gece acısa canım, bir daha acımasa keşke...

 

Birkaç şarkı daha doldu kulaklarıma ve ineceğim durağa geldim. Tramvay ilk bindiğim kadar kalabalık değildi. Kapının yanındaydım, kolayca kendimi dışarıya attım. Temiz havayı içimde sonuna kadar hissettiğimde geri boşalttım. Her zaman olduğundan fazla ayaklarım eve gitmek istemiyordu. Kulağımda çalan ama dinlemediğim müziğin yerine telefon zil sesim geldiğinde elimdeki telefona kısa bir bakış attım.

 

Ablam arıyor...

 

Hiç bekletmeden telefonu açtım.

 

"Efendim." Bir yandan yürüyor, bir yandan da konuşuyordum.

 

"Geldin mi ablacım?" Sesi mutsuz ve huzursuz geliyordu. Ablam evlilik konusunda endişeliydi. Kendisi bunu kötü bir tecrübeyle yaşadığından benim evlenmemi istemiyordu. Babamla bu konuyu konuşsa da onun umurunda olmamıştı.

 

Ben onun ne zaman umurunda olmuştum ki zaten?

 

"Biz hazırız seni bekliyoruz."

 

"Geldim sayılır." Durak evimizin birkaç sokak altındaydı, birazdan evde olurdum.

 

"Tamam." Karşıdan cevap gelmesiyle cevap vermeden telefonu kapattım. Kulaklığı kulağımdan çıkardım ve çantaya tıktım. Kulaklığı sarma zahmetinde bulunmadım çünkü ne yaparsam yapayım hep bulaşık bir şekilde elime alıyordum. Biraz daha yürüdüğümde ev görünmüştü evin önünde arabaya binmiş beni bekliyorlardı. Adımlarımı ne hızlandırdı ne de yavaşlattım, yanlarına vardığımda tek bir kelime etmeden arka koltuğa, Duru' nun yanına oturdum. O daha 4 yaşında olduğu için çocuk koltuğunda oturuyordu. Kimseyle göz göze gelmeden kemerimi bağladım, araba hareket ettiğinde dışarıyı seyretmeye başladım. Tahmini 20 dakikadır boş bakışlarımla dışarıyı izliyordum ve düşünüyordum.

 

"Dün konuştuğumuz gibi." Babamın soğuk sesi arabayı doldurduğunda dikiz aynasından donuk bakışlarım onun bana her zamanki gibi olan bakışlarını bulduğunda devam etti.

 

"Evlenmeyi kabul edeceksin!" Ona cevap vermeden tekrar eski yerime döndüm. Babamın söyledikleri canımı yaksa da evlenmeye cesaretim yoktu. Sonum iyi de olabilirdi kötü de. Çok geçmeden araba durdu, sanırım gelmiştik. Emniyet kemerimi çözdüm ve herkes gibi arabadan indim. Ablam Duruyu almak için arka tarafa geçtiğinde onu bekledik. Kısa süre sonra herkes artık dışarıya çıkmıştı. Babam arabayı kilitledi. Müstakil, çok da büyük olmayan beyazın yoğunlukta olduğu eve doğru yol aldık. Kapıya geldiğimizde Babam son defa sessizce mırıldandı.

 

"Konuştuğumuz gibi." Cevap veremeyeceğimi bildiği için beklemeden zili çaldı. Saniyeler süren gergin bekleyişim açılan kapıyla arttı. Karşımda güler yüzüyle Selma Hanım ve Adnan Bey bizi karşılıyordu. Hep bir ağızdan klasikleşmiş cümlelerini söylediler.

 

"Hoşgeldiniz."

 

"Hoşbulduk."

 

İçeriye girdik, Selma hanım hiç beklemediğim bir anda kollarını bedenime sardığında istemsizce bocaladım. Ben de kollarımı bedenine doladığımda sırtımı okşuyordu. Ayrıldığımız elini yanağıma götürdü.

 

"Güzel kızım." Gözlerindeki o şefketi gerçekten de görebiliyordum, içimi rahatlatıyordu bu kadın. Bana böyle hitap etmesi de ayrı bir hoşuma gidiyordu. "Tekrar hoşgeldin."

 

"Hoşbuldum." Diye mırıldandım. Yüzümde istemsizce bir gülümseme oluşmuştu bile, hem de en gerçeğinden.

 

"Zuhal kızım, sen de hoşgeldin." Tıpkı bana yaptığı gibi kollarını ablama da sardı.

 

"Hoşbulduk." Diye mırıldandı ablam da.

 

Yüzünde tıpkı benimki gibi sahici bir gülümseme vardı ama ablamda biraz da tedirginlik vardı.

 

"Bu güzel kız da kim?" Ablamın elini tutmuş Duruyu kastederek sorduğu soruya Duru cevap verdi.

 

"Ben Duru, annemin kızıyım." Verdiği cevap hepimizi gülümsetti.

 

"Sen de hoşgeldin.".

 

"Hoşbuldum."

 

"İçeriye geçelim. " Adnan Bey elini içeriye geçmemiz için uzatıyordu. Ayakkabılarımızı çıkartıp içeriye geçtik.

 

Babam ne zaman aldığını bilmediğim tatlı poşetini Selma Hanım uzattığında kapılar kapandı ve hepimiz içeriye geçtik.

 

Sanırım o yine yoktu. Ben kiminle tanışacaktım öyleyse. Gözlerimin etrafta birilerini aradığını gören Selma Hanım sessizce bana fısıldadı.

 

"Oğuz da gelir birazdan." Yanaklarımı kızardığını hissedebiliyordum, sadece kafamı salladım.

 

"Suay kızım, gel seninle biraz konuşalım, hiç konuşamadık. " Selma hanımla birlikte mutfağa geçtik. Elindeki tatlıyı tezgaha bıraktı.

 

"Oğlumuzun neden seninle evlendirmek istediğimizi merak ettiğini biliyorum, sana nedenini açıklayacağım. Hatta belki de bu durumdan korkuyorsun ama korkmanı gerektirecek bir şey yok güzel kızım Öncelikle lütfen sakin ol ve iyice düşünerek kararını ver, seni zorlamak istemiyoruz inan bana. Oğuz son birkaç aydır kendinde değil kızım. Biz ne yaparsak yapalım bir türlü kendine getiremedik, bizden gittikçe uzaklaştı etrafında artık kimseyi istememeye başladı, bunun nedenini sana şuanda açıklayamam ama sana söz veriyorum ki eğer oğlumla evlenirsen bunu anlayacaksın." Yüzüm son derece ciddileşmişti, sinirlenmiştim de biraz.

 

"Siz yetiştiremediginiz çocuğunuzu benim adam etmemi mi bekliyorsunuz?" Dedim. "Ben anlayamıyorum."

 

"Hayır güzel kızım inan bana bizi yanlış anlıyorsun sadece oğlumuzu düşündüğümüz için yapmadık bunu."

Anlamadığımı belli ederek kaşlarım hafif aşağıda doğru gerginleşti.

 

"Babanın sana olan tutumunu bildiğimiz için böyle bir karar aldık."

 

Duyduklarımın verdiği şaşkınlık beni esir alırken hiçbir şey söylemeden dinlemeye devam ettim onu.

 

"İkinizin de bir takım yaraları var, birbirinize iyi geleceksiniz. Eğer evlendikten sonra anlaşamazsanız da inan hiç sorun değil, evlenmenin hak olduğu gibi boşanmak ta hak. Bu konuda senin yanında olacağımızı da bil güzel kızım."

 

Kendini açıklamanın verdiği gerginlikle sessizliğe büründü mutfak.

 

"Siz babamla aramızda olanları nereden biliyorsunuz?"

 

"Pelin teyzeni, Harun amcanı ve Tunayı hatırlıyor musun?

 

O an çocukluğuma dair hemen hemen bütün güzel anılarım gözümün önüne gelip beni hüzünlendirmişti.

 

En son biz 14 15 yaşlarındayken taşınmışlardı ve onlardan bir daha haber alamamıştım. Çocukluğuma dair sahip olduğum güzel anılar varsa bu onların sayesindeydi. Pelin teyze benim için çok önemliydi, annemin yokluğunda benim süt annem olmuştu, Tuna da süt kardeşimdi. Tunayla iyi anlaşırdım, hatta çoğunlukla zamanımızı birlikte geçirirdik. Harun amcanın da bana karşı hiçbir zaman soğuk davranışları olduğunu düşünmemiştim Tunaya karşı nasılsa bana karşı da öyleydi. Bana babamdan daha yakın davranıyordu.

 

"Evet, siz nereden tanıyorsunuz?"

 

Yüzünde yumuşak gülümsemesiyle devam etti konuşmasına.

 

"Pelin benim kız kardeşim. Birkaç yıl önce sizin karşı komşunuzdu sonra yurt dışına taşındılar. Pelin bize senin durumunu anlatmıştı Oğuz son zamanlardaki halleri olmasa daha önceden bile sizi tanıştırmayı düşünüyorduk canım. Lütfen bu konu hakkında içinde şüphe olmasın."

 

İçimdeki güncel düşünceler anlığına ortadan kalkıp yerini özlem almıştı.

 

"Pelin teyze, Harun amca, Tuna nasıllar?" Kaç senedir onları görmüyordum, hatta haklarında hiçbir şey duymamıştım. Uzun zaman sonra onlardan haber almak heyecan vericiydi.

 

"Onlar da birkaç hafta sonra buraya tekrar taşınacaklar kızım." Yüzüne yayılan mutluluk gülümsemeye dönüştü.

 

Bunu duyduğuma o kadar sevinmiştim ki gözlerimin parladığından emindim ama sevincimi sadece buruk bir gülümseme ile belli edebilmiştim.

 

Özlemi bir kenara bırakıp asıl meseleyi yine raflara sürdüm. Bu meseleden kârlı çıkmam için tamamıyla duygularımı söylemem gerektiğini düşünüyordum.

 

"Ben hayatımın eskisinden daha da kötü olmasından korkuyorum." Dedim çekingence.

 

"Oğuz bir kadına şiddet uygulayacak bir çocuk değil kızım, biz onu böyle yetiştirmedik. Sinirli olabilir ama bunu yapacak bir çocuk asla değil, buna emin ol."

 

Elini destek olmak ister gibi kolumu okşadığında yüzündeki iç ısıtan gülümsemesi bana da bulaştı. Bu kadında içimi rahatlatan değişik bir hava vardı, ona güvenebileceğimi hissediyordum ama güvenmek için henüz çok erkendi.

 

"İstersen içeriye geçelim kızım. Oğuz da birazdan gelir hem."

 

Heyecan ve telaş duygusu içimi sararken kafamı salladım ve birlikte içeriye geçtik. Gözüme kestirdiğim bir yere oturup sessizce olan biteni izliyor ve arada bana yöneltilen sorulara güçlükle cevap veriyordum. Hala vereceğim karardan emin değildim, kafam karma karışıktı. Selma Hanımın sözleri umut verse de manipüle etmek amacıyla olması ya da gerçeği yansıtmaması olasıydı.

 

Kapının zil sesi konuşmalar arasına dağıldığında hali hazırda yeterince gergin olan ben, biraz daha gerildim, galiba o gelmişti vücuduma hücum eden gerginliğin sonucu olarak avuçlarım terliyordu. Fark ettirmemeye çalışarak eteğimi sıvazladım. Evin yardımcılarından biri kapıyı açmaya gittiğinde çok geçmeden o içeriye girdi.

 

Koyu sarı, kumral saçları, bıyıksız, sakalsız teni, dolgun denilebilecek dudakları, uzun ve yapılı bedeniyle birçok kadına farklı duygular hissetirebilecek bir potansiyeli vardı ama ne var ki bende hiçbir etki bırakmamıştı. Onun yüzüne baktığımda mimiksiz, buraya geldiğinden hoşnut olmayan, evlenmek istemediğini belli eden, soğuk bir yüz ifadesinden başka bir şey göremiyordum.

 

Bu tavırları canımı sıkmıştı. Tamam, ben de hevesli değildim. Ne bekleyeceğimi bilmiyordum ama istenmediğimi bilmek yine canımı yakmıştı.

 

Belki de en iyisi buydu. Beni istemezdi ve bu iş de burada kapanırdı.

 

"Hosgeldiniz." Dedi bakışları herkesin üzerinde gezinirken birkaç saniyeliğine benim üzerimde asılı kaldığında gerginliğim hat safhadaydı. Gözlerimi kaçırdım.

 

"Hosgeldin oğlum biz de seni bekliyorduk." Dedi Selma hanım.

 

"Geç otur."

 

Boş bir koltuğa yavaşça kendini bıraktı ve akan sohbetin odağı oldu.

 

"Ne iş yapıyorsun oğlum." Babam ona bir soru yöneltti.

 

"Mimarlık okuyorum." Diye kısaca cevapladı.

 

Yaşı benden büyük görünüyordu diye geçirdim içimden. Ama değilmiş sanırım.

 

Babam tatmin olmuş gibi kafasını salladı. Alacağı paraya değeceğini düşünüyordu sanırım.

 

"Sen ne yapıyorsun güzel kızım? Çalışıyor musun, yoksa okuyor musun?"

 

"Gastronomi okudum." Dedim terleyen ellerimi çaktırmadan eteğime silerken.

 

"Şu anda bir restorantta aşçı olarak çalışıyorum."

 

Malum kişiye baktığımda hala kimseye bakmıyor halıdaki desenleri inceliyordu. Soru yöneltilmedikçe sohbete de katılmıyordu.

 

Benim gibi.

 

"Gençler yemek hazırlanana kadar dışarıda bir konuşun, birbirinizi tanıyın." Selma Hanım ortaya bombayı bırakmıştı. Bunu hiç beklememiştim heyecanım ve üzerimden hiç gitmeyen gerginliğim artmıştı.

 

Oğuzun ayağa kalkıp, el mecbur bahçe kapısına yol aldığını görünce mecburen ben de ayaklanıp tedirgin adımlarla peşinden ilerledim. Nihayet dışarıya çıktığımızda bahçede oturmak için hazırlanan çardağa geçtik.

 

Koltuğa oturdum, kucağıma aldığım ellerimle oynarken Oğuzun yüzüne bile bakamıyordum. O da benden farksız değildi. İkimizde konuşmuyorduk. Bir dakika kadar böyle sessizce oturduk, böyle giderse yemek hazırlanan kadar sessizce oturacaktık ama birşey söyleyecek cesaretim de yoktu. Gözlerim nerede duracağını bilemeyecek bahçenin her yanını geziyordu.

 

Birsürü yeşil çalılar, ağaçlar, çiçekler vardı. Birinin özenle ilgilendiği belliydi.

 

Aramızdaki sessizlik arttığında içimde büyüyen huzursuzluk boğazıma bir yumru olmuştu ve giderek büyüyordu.

 

Böyle devam edemezdi!

 

Kendimi toparladım ve aradaki sessizliği bozdum.

 

"Okuduğunu söyledin, benden büyük duruyorsun."

 

Sıkıntılı yüz ifadesi yerleri incelerken konuştu, sesi de bir o kadar isteksizdi.

 

"2. Üniversiteyi okuyorum."

 

Bana bakmasa da anladım anlamında kafamı aşağı yukarı salladım.

 

Konuşmayı başlatarak ilk adımı ben atmıştım ikinciyi de onun atması gerekirdi ama o istifini bozmadan düşünceli düşünceli yeri izliyordu.

 

Saniyeler, dakikalar geçti...

 

Uzun süren sessizliği bu sefer o bozdu.

 

"Benimle evlenecek misin?"

 

Ellerimde olan bakışlarımı kaldırıp ona baktım, bana bakmıyordu, halinden son derece memnun değildi. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum.

 

"Sen benimle evlenecek misin?" Diye soruya soruyla cevap verdikten sonra nihayet kafasını kaldırıp bana baktı.

 

"Buna sen karar vereceksin ama eğer evlenirsek benden sana yakın davranmamı bekleme."

 

Benimle evlenmek istemediği her halinden belliydi ama ben ne yapacağımdan emin değildim.

 

"Neden evlenmemizi istediklerini biliyor musun?" Dedi, yüzündeki az da olsa yeni duyguyu, alaycılığı fark ettim ve bu kaşlarımı çatmama nedendi.

 

"Birbirimize iyi geleceğimizi düşünüyorlar." Dedim.

 

Yüzünde acı bir tebessüm oluştu. Gözlerini gözlerime diktiğinde yeni bir duyguyu daha gördüm gözlerinde... İçindeki umutsuzluğu gördüm. Ona iyi gelme düşüncesine sonuna kadar inanmıyordu.

 

"Sence birbirimize iyi gelecek miyiz?" Dedi, yüzündeki o acı içeren tebessüm yerini tekrar eski haline bıraktı.

 

Onun inanmamışlığına benim de inanmamamı bekliyordu. Belki de gerçekten onun düşündüğü gibiydi, ikimize de iyi gelecek bir şey yoktu.

 

"Sofra hazır." Selma hanım balkonun kapısından bizi çağırdığında cevap vermek zorunda olduğum sorudan kaçtığım için rahatlamıştım, ayaklandım.

 

"Kararını iyi ver, inan mutsuz olmanı istemem." Dedi ve krem rengi koltuktan kalkıp kapıya ilerledi. Tüm topu bana atmıştı, istemiyorum diyerek de kestirip atmamıştı. O da istemiyordu, o da zorla kabuk ediyordu peki ama neden? O neden bu zorlamalara katlanıyordu.

 

Belki de miras ile tehdit etmişlerdir diye geçirdim içimden.

 

Peşinden ben de eve geçtim. Herkes sofrada yerini almıştı, bize ayrılan yere, ablamın yanına oturdum. Tam karşımdaki boşluğa da o oturmuştu.

 

Masaya oturmuştum ama zerre yemek yemek istemiyordum. Kasemdeki mercimek çorbasından ağzıma bir kaşık aldım, güzeldi ama istemeyerek yiyordum. Birkaç kaşık daha aldığımda sonunda bitmişti. Başka bir yemek yiyecek halim kalmamıştı. Herkes yemeklerini bitirdikten sonra çay konseyi toplanmıştı. Elimi yakarak ısıtan çayımdan son bir yudum alıp sehpaya bıraktım. Biraz daha sohbet ettiler ve nihayet kalkma kararı alıp evden uğurlandık.

 

Yine aralarında bir buluşma planladılar. Üç gün sonra bizim evde toplanacaktık, bu karar elbette sonu belli olan kararı vermemiz, ikimizin bir araya gelmesi içindi.

 

&

 

2 hafta sonra...

 

Artık köprüden önceki son çıkışa doğru geliyorduk. Toplamda 4 kere toplanmıştık ve muhtemelen artık bu son buluşmaydı, bir karar vermem gerekiyordu.

 

Ki ben kararımı vermiştim.

 

Çaresizdim, mutsuzdum, ümitsizdim, kararsızdım ama sonunda kararımı verdim.

 

Kararımı onun bunun söyledikleriyle de değil, Allaha sığınarak vermiştim. Şüphesiz o herşeyi en iyi bilendi. İstihare namazı kılmıştım. Garanti olsun diye birkaç defa da yapmıştım bunu ve her defasında aynı sonuç çıkmıştı.

 

Ki ben bunu kendi başıma karar vermesem de babamın zoruyla evlenecektim, beni ite kaka o nikah masasına oturtacaktı.

 

Onunla 4 kere konuşmuştuk, ya da birlikte susmuştuk. Aramızda pek bir ilerleme olmamıştı. Onun yerine Selma Hanım bana daha da çok bilgi verip ondan bahsediyordu. Ne yapar ne eder, neyi sever, neyi sevmez. Hatta beni güldürecek anılarını da anlatıyordu. Tabii ki de aralara evlenmekten kormamamı, olumlu yönde karar vermemi sağlayacak cümleler kurmayı da atlamıyordu.

 

"Ee, ne karar verdin güzel kızım?" Dedi Adnan Amca ve bütün gözler beni buldu.

 

Yutkundum.

 

Herkesin bakışları benim üzerimdeydi.

 

Kimsenin kararımdan haberi yoktu.

 

Kucağımdaki ellerime çevirdim başımı biraz ellerimle bakıştıktan sonra kafamı kaldırdım. Sessizliğin sesi artık rahatsız ediciydi.

 

"Kabul ediyorum." Sesim savunmasız bir kedi gibi çıkmıştı. Ona baktım, tıpkı o çardakta oturduğumuz günkü gibi acı bir tebessüm oluştu yüzünde. Yavaşça gözlerini yumup açtı.

 

Onu merak ediyordum. Acı çektiğini görebiliyordum, ona yardım etmek istiyordum. Belki de hiçbir zaman gerçekten karı koca olamayacaktık ama kabul ettim. Belki de kırılacaktım, çok pişman olacaktım ama ikimizi de kurtarmak için çabalayacaktım. Tek tesellim istihare namazının olumlu çıkmasıydı.

 

Gözlerinden acı çektiğini görebiliyordum, aynaya baktığımdaki görüntüyle özdeşleşiyordu.

Gözlerindeki benzerliğimizi görüyordum o an.

 

Ona yardım etmek istiyordum. Birilerinin bana yardım etmesini istediğim gibi...

 

Ve evvet, bölüm sonu canavarı mekana girdi.

 

Evet Suaycığımızda eser miktarda bir mallık bulunabilir. Alerjisi olanlara duyurulur jdgsiedhuwurs

 

Bir sonraki bölümde ve panomda görüşelim bıy!

 

 

Loading...
0%