Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm: Yara

@egeninincisiizmiir

Selamın aleyküümm.

 

Nasıl olmuş bacım bi yorumlara yazıığğnnn.

 

İyi okumalar, altta görüşürüz, bıy!

 

5. Bölüm: Yara

 

"Seninle birlikte bu dünyadaki cennetimi yaşamak için uğraşacağım."

 

Sağ elimin parmağına takılan yüzüğün ağırlığı hala beni tuhaf hissettiriyordu.

 

Dün istemede gelen çikolatalardan birini ağzıma attım, çikolatanın damağımda yayılan şekerli, aromatik tadı burnumun açılmasına sebep olmuştu.

 

"Suay." Özge dün saat geç olduğu için bizde kalmıştı.

 

"Eniştemin bir kardeşi falan yok mu? Bir arkadaş soruyor da." Şakayla karışık övgüsüne omuzlarımı silktim.

 

"Bilmem, yok herhalde." Olsa istemeye gelirdi, ya da onların evindeyken görürdüm.

 

"E o zaman sen beni evlatlık alsana."

 

Evdekiler henüz uyanmamıştı ve bunu korumak için sessizce kahkaha attım.

 

"Adam sana mehir olarak neler verdi bee." Dudaklarını aşağı sarkıtıp başını aşağı yukarı salladı.

 

"Kral pedermiş." Gözlerim devrilip yeniden eski haline geldi. En başındaki düşünceleriyle şimdikiler tamamen farklı duruyordu ama bunu benim rahatlamam için yaptığı aşikardı.

 

"Çıkalım artık, geç kalacağız." Son kez ağzına bir parça çikolata atıp kapıya yöneldik. Kapıyı açıp ayakkabılarımı giydikten sonra sessizce Kapıyı kapatıp çıktık. Özgenin arabasıyla restorana vardık ve çok geçmeden iş başı yaptık.

 

&

 

Çıkış saatim gelmişti, restoran kıyafetlerinden kurtulmak için soyunma odasına girdiğim gibi cebimdeki telefonun titremesi bir oldu.

 

0542******* arıyor...

 

Kayıtlı olmayan bir numara beni arıyordu, açmak ve açmamak arasında gidip gelsem de telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. Aynı anda eşyalarımın olduğu dolaba doğru ilerledim.

 

"Efendim."

 

"Oğuz ben." Onun olmasını beklemediğim için irileşen gözlerim ve titreyen ellerim eşliğinde ona kulak vermeye devam ettim.

 

"Restoranın adresini verir misin?" Tüm odunluk ve isteksizliğiyle kurduğu cümle beni biraz sıkmıştı.

 

"Neden?" Dedim dümdüz sesimle.

 

"Gelip alacağım seni. Annem evi gezdir istemediği bir şey olursa değiştirirsiniz dedi."

 

"Tamam, ben yarım saat sonra çıkarım. Konum atıyorum."

 

"Tamam."

 

"Allaha emanet ol. "

 

Birkaç saniye cevap gelmeyince telefonu kapattım ve mesaj yerine girip konumu attım. Telefon numarasını da kaydedip telefonu çantama koydum. Üzerime çoğunlukla giydiğim gibi bordo bir etek ve koyu mavi bir gömlek giydim. Üzerine de siyah bir şal bağlayıp çantamı da alıp restoranttan çıktım.

 

Konumu atalı yaklaşık 20 dakika olmuştu. Ne zaman gelir tahmin edemiyordum.

 

Restoranın kapısının biraz ilerisindeki otobüs durağının kenarında onu beklemeye başladım. Etraf kalabalıktı, insanların adım sesleri ve konuşma sesleri kulaklarıma ulaşıyordu ve ben buna son vermek için kulaklığımı takacaktım ki arkamdan ismim seslenildi.

 

"Suay, konuşabilir miyiz artık?" Bu Anılın sesiydi. Sesindeki kırgınlık ve usanmışlık ayrıca fark ediliyordu.

 

Herhangi bir harekette bulunmadan konuştum.

 

"Sen kendi kendine umutlanacaksan hayır." Kollarımı birleştirip birkaç adım daha ondan uzaklaştım.

 

"Suay, yapma lütfen!" Ona dönmediğim için kendisi önüme doğru gelip görüş açıma girdi.

 

Gözleri elimdeki yüzüğe kenetlendiğinde yüzü kızardı ve boynundaki damar kendini belli etmeye başladı.

 

"O yüzük ne?!" Nişanlandığımı anlamış olmalıydı ama aslında daha da derindi, biz dini nikah kaymıştık. Hiçbir cevap vermedim yola bakıyor, Oğuzun gelişini bekliyordum.

 

"Suay bana bak, lütfen!" Sesini hafif yükseltse de söylediğini yapmadım.

 

Bileğimden sertçe kavrayıp beni kendine çevirdiğinde şaşkınlıkla ona baktım, bana ilk defa sert davranmıştı.

 

"Suay, seninle konuşuyorum!" Sesini biraz daha yükselttiğinde artık çoğunluğun odağı bizdik. Sesi beni ürkütecek cinsten yüksek çıkmıştı. Her ne amaçla olursa olsun yüksek sesler irkilmeme sebep oluyordu ve ben anılarımı hatırlıyordum.

 

Onu ilk defa böyle görüyordum. Gözleri kızarmış, ağlamaklıydı. Ayakta dahi zor duruyor, sallanıp sendeliyordu. Galiba içmişti. Bu ihtimalle ondan biraz daha uzaklaşmak istesem de çok sıkı tutuyordu.

 

"Ama ben seninle konuşmuyorum Anıl." Kolumu tekrar elinden kurtarmakla uğraştım ve başardım da. Elimi ondan kurtardığımda onu var gücümle ittim ve sağ elimle yüzüne sert bir tokat indirdim. Korkmuştum titriyordum, gözlerim etrafı bulanık görmeye başlamıştı. Göğüs kafesimin solundaki şey bağımsızlığını ilan edip vücudumdan ayrılmak istercesine hareketliydi. Titreyen elimin işaret parmağını ona doğrulttum ve sesimi yükselttim.

 

"Bana bir daha dokunma!" hızla oradan uzaklaşmaya çalıştığımda bu sefer kolumu daha da sıkı tuttu.

 

"Bırak!" Dedim dişlerimin arasından bağırarak. O kadar insan içerisinden de kimse gelip yardım etmiyordu, hiçbir zaman etmemişti gerçi...

 

"Sen beni ne hale getirdiğinin farkında mısın?" Diye bağırdı çirkince. Gözleri neredeyse dolup taşacaktı. Ben elinden kurtulmaya çalıştıkça o daha da sıkıyordu. Diğer kolumu da sertçe kavradığında beni kendine daha da yaklaştırdı. Nefesinden alkol kokusu yüzüme vurduğunda taşmaması için uğraştığım gözlerim anılarımla birlikte taşıyordu.

 

Kokudan mi bilinmez midem bulandı.

 

"Ben sana hiç birşey yapmadım, bırak beni." Dedim çırpınarak.

 

"Beni sevmedin suay, bana daha ne yapabilirsin? Beni sevmedin!"

 

Sevilmemek, bunun ne demek olduğunu biliyordum, ne kadar acı verdiğini de. Ama bu farklıydı ben onu sevmek zorunda değildim. Ama o... O beni sevmek zorundaydı!

 

"Bırak!" Dedim, son gücümle ellerinden kurtulmaya çalışsam da olmuyor, sadece debelenip duruyordum. Bana dokunmasını dahi istemezken bu durumda olmak benim için çok daha kötüydü.

 

Yanımda beliren siyah bedenle kafamı kaldırdım, Oğuz gelmişti!

 

Sol eliyle, sağ elimin bileğine yapışan eli kavradı.

 

"Bırak!" Sesi hala umursamaz, otoriter ve sertti. Ağlamak üzereydim ve bu beni durdurmamıştı. Hala yere oturup ağlamak istiyordum.

 

"Kimsin lan sen?! Kimsin de istediğini yapacağım?!" Anıl hala beni bırakmazken sesini daha da yükseltip Oğuza dikleniyordu.

 

Oğuz tuttuğu eli Anılın arkasına doğru sertçe ittirdi. Anıl yüzünü acıyla buruşturup diğer bileğimi de bırakınca birkaç adım geriye doğru sendeledim. Gözümden bir damla yaş daha firar edince dayanamayıp yere oturdum. Çocukken olduğu gibi başımı dizlerime yaslayıp ağlıyordum. Etrafımdaki sesler boğuklaşmıştı, sanki dünyadan soyutlaşmış gibiydim. Dayak yedikten sonra gardolabın içine saklanıp o karanlıkta saatlerce ağlayarak uyuya kalan Suaydım ben her zaman. Yediği dayaktan hep kendi payını düşünen ama asla geçerli bir sebep bulamayan küçük Suaydım.

 

"Suay, Suay." Derinlerden bir ses geliyordu sanki kulağıma, boğuk. Kafamı kaldırmadan sarsılarak ağlamaya devam ediyordum ki koluma dokunan elle irkilerek kafamı kaldırdım. Oğuzun ifadesiz yüzü karşımdaydı. Dudağının sol tarafı patlamıştı. Yüzümden yaşlar akarken elimi kaldırıp dudağına götüreceğim sırada bileğimi tuttu. Bakışları kızaran bileğime döndüğünde kaşları çatıldı. Elbisemi biraz yukarı sıvadığında kızaran bileğimin içindeki yara izini gördü. Ben bileğimdeki kızarıklığa baktığını düşünsem de onun gözleri yara izimdeydi. Gözleri beni buldu, gözlerinde ne bir acıma ne de bir küçümseme vardı. Adını koyamadığım bir şeyler vardı, gözlerimden bir sıcaklık daha süzüldü.

 

Belki de anlamıştı...

 

"Gidelim." Sesi yumuşaktı, ifadesiz suratına kıyasla farklıydı, eskisinden farklıydı, kolumu tutup beni yavaşça kaldırdığında kalkmak için çabaladım. Sol taraftaki insan kalabalığını gördüğümde anladım ki Anılın başındaydılar.

 

Kaşlarım istemsizce çatılırken yüzüm de ekşimişti.

 

"Çok kötü mü?" Dedim, oraya baktığımı anladığı için soru sormadı.

 

"Çok bir şey yapmadım, sarhoştu, bayıldı." Kolumdan tutarak beni ön kapıya kadar refakat etti sonra arabaya bindim. Ağlamamı durdurmaya çalışarak emniyet kemerimi bağladığımda o da arabaya bindi ve kemerini bağladı.

 

"Torpidoda peçete var." Söylediğini ciddiye almayarak camdan dışarıyı izliyordum. Yanımda oluşan hareketlilikle ona döndüm. Eğilip torpidodan peçeteye alıp bana uzattı, ses çıkartmadan, hiçbir şey söylemeden aldım.

 

Ağlamamın şiddeti gitmişti hatta bitti denecek kadar azdı.

 

"Sevgilin miydi?" Sol tarafımda sürücü koltuğundan gelen ses sadece ikimizin olduğu arabada yayılınca ona döndüm.

 

Oldukça düz bir ifadeyle yola bakıyordu. Kaşlarım çatıldı,gerçekten böyle bir izlenim mi vermişti.

 

"Tabii ki de hayır." Dedim, ondan bunu sormasını asla beklemiyordum, sinirlenmiştim ve bunun olma ihtimali midemi bulandırmıştı bu da sesime yansımıştı tabii. İnandırıcı olmuş muydu ya da inanmış mıydı hiçbir fikrim yoktu, öyle bir çabam da olmamıştı zaten.

 

Başımı sağa çevirip akan yola çevirdim, dışarıya bakıyordum ama gördüğüm şey dışarısı değildi, kafamda dolananlardı.

 

Önüme döndüğümde arabayla bir kapıdan geçtik ve biraz daha ilerleyip durduk, gelmiştik. Yol boyunca dışarıyı izleyip kendimi toparlamaya çalışmıştım. Arabadan inince bende indim. Yavaşça kapıyı kapatıp binaya göz gezdirdim. Bahçesi olan iki katlı müstakil bir evdi. Koyu grinin yoğunlukta olduğu bir dış cephesi vardı. Evin kapısına doğru ilerledik birkaç saniyelik kilit açma mücadelesinden sonra kapı ardına kadar açıldı. Elini içeriye doğru girmem için uzattığında içeri girdim.

 

Ayakkabılarımı çıkartıp koridor boyunca ilerlediğimde karşımda üst kata çıkan merdiven sağ tarafta büyük bir oturma odası ve sol tarafında da Amerikan tarzı bir mutfak vardı. Grinin koyu bir tonundan oluşan oturma odası takımı, siyah halıyla biraz kasvetli olsa da geri kalan açık renklerle gayet şık görünüyordu.

 

Mutfağa bakmadan ona döndüm, koltuğa oturmuştu, düşünceliydi.

 

"Şu dudağını bir temizlesek."

 

"Gerek yok." Diyip kestirip attı.

 

"Sen evi gez, beğenmediğin bir şey olursa söylersin." Gözlerini odaklandığı halıdan ayırmadan konuşmuştu. Oradan ayrılıp mutfağa ilerledim. Tezgahlar siyahtı ve aralarda beyaz damarları vardı, mutfak dolapları ise beyazdı, bahçeye çıkan fransız balkon vardı. Mutfağa kısa bir göz gezdirirken sonra yukarıya çıktım. L tarzı bir koridor vardı ve kapalı kapılar. Birinci kapıyı açtım, burası yatak odasıydı, içeriye girip banyoya girdim, amacım evi gezmekten çok pansuman malzemesi aramaktı. Banyo kapaklarını yoklasam da hepsi boştu.

 

İki tane daha oda gezdim, bunların hiçbirinde banyo yoktu.

 

Odadan çıkıp bir diğer odaya girdim. Burası da yatak odasıydı içeriye girdim, bir kapı vardı ve balkona açılıyordu. Diğer kapıyı açtığımda burası banyoydu. İçeriye girip dolapları açtım ve nihayet aradığımı bulmanın sevinciyle odadan çıktım. Koridorun sonundaki odalar da muhtemelen banyo ve tuvaletti ama aradığımı bulduğum için oraya gitmedim.

 

Merdivenlerden inerken Oğuzu görebiliyordum, elini başına götürmüş, parmaklarıyla alnını sıkıp bırakıyordu. Birkaç adımda yanına vardığımda aramızda mesafe bırakarak koltuğa oturdum. Bakışlarını kaldırıp bana baktığında dudakları aralanacak gibi olsa da aramızdaki mesafeye elimdeki pansuman çantasını bıraktığımda ağzını kapattı.

 

"Dudağını temizle."

 

"Gerek yok, küçük bir şey zaten."

 

"Niye inat ediyorsun?" Biraz sinirlenmiştim ve bu sesime yansıyordu. Çantanın fermuarını açtım, içerisinden bir pamuk aldım, batikonu da üzerine sıktım. Renklenen pamuğu dudağına yaklaştırdığımda geri çekildi.

 

"Kıpırdama." Elimi tekrar yaklaştırdığımda yine gerileyince ayağa kalktım.

 

"Biraz inat mı ediyorsun, hıh?" Çenemi kaldırıp hesap sormamı tastiklediğimde elimdeki batikonlu pamuğu dudağına yaklaştırdım. Geri kaçmadığı için birkaç tampon hareketle işimi bitirdim.

 

"Yandı mı?" Dudağındaki yarayı inceliyordum. Ses gelmeyince gözlerimi ona çevirdim, bayıldın mı aloo. Gözleriyle gözlerimi inceliyordu, ben de gözlerinde gezdirdim gözlerimi. Açık renkli uzun, kıvrık kirpikleri vardı ve göz rengi de kirpikleri gibi açık kahve rengindeydi, bu renk bal rengiydi galiba.

 

Gözlerinde fazla zaman harcadığımı anlayınca geri çekildim, yanaklarım alev almaya başlamıştı çoktan. Yüzümü gizlemek için tekrar pansuman çantasına döndüm. İçerisinde bir krem vardı ve pansuman malzemelerinin içinde olduğuna göre açık yaraya sürülüyordu. Kremi de bir pamuğa sıktım, yarasına elimle dokunmam iyi bir fikir gibi belmemişti. Kremi dikkatlice sürdüm, gözlerine bakmamak için sarfettiğim çabalar sonra uzaklaşacaktım ki nazikçe bileğimden tuttu. Ne yaptığını anlamak için gözlerine baktığımda aramızdaki sessizlik büyüdü. Yutkunma isteğim sıcaklayan yüzümle birleşince kendimi fazlasıyla ele veriyordum. Beni daha da zora sokmak üzereydi ki konuştu.

 

"Bileğine ne oldu." Yutkundum şimdiye kadar düşündüğü bu muydu?

 

Bir anda ellerindeki çizikler gözümün önüne geldiğinde üzerimdeki baskıdan kurtulmak için bir çıkış yolu bulmuştum. Biraz zaman geçtikten sonra konuştum.

 

"Eğer söylersem." Eli hala bileğimdeydi, Gözleri ise hala beklenti içerisindeydi.

 

"Sen de ellerindeki çizikleri anlatacak mısın?" Sesim sanki bir sırrın duyulmamasını ister gibi fısıltıyla çıkmıştı. Gözleri iki gözlerimin arasında mekik dokudu ama cevap vermedi. Bunu yerine bileğimdeki elini gevşetmesi benim için bir cevaptı.

 

Pansuman çantasını yerine bırakmak için merdivene yöneldim. Arkamdan kıpırdanmasını duysam da tereddüt etmeden ilerledim. Beni durduran kolumdan tutmasıydı. Ona döndüm gözleri gözlerimi sanki bir şeyi açığa çıkarmak ister gibi bakıyordu.

 

"Seni karanlığıma çekmek istemiyorum." Dedi, gözleri hüzünlüydü, aynı zamanda da uyarı doluydu.

 

"Korkmuyorum karanlığınla yüzleşmeye." Dedim, bir yola çıkmıştım ve söylediğim gibi de olacaktım. Korkmayacaktım.

 

"Bunu sen istiyorsun." Dediğinde üzerime doğru geliyordu, bir adım gerileyip duvarla birleştiğimde bu onu durdurmamıştı, iyice yaklaştı, kulağıma eğildi.

 

"Ama ben sana istediğini vermeyeceğim. Seninle birlikte bu dünyada benim cehennemimi yaşamayacağız." Yakınlığı beynimi uyuştururken demin kendime verdiğim sözden aldığım cesaretle benden uzaklaşmasına izin vermeden yakasına tutundum, tıpkı onun gibi kulağına

fısıldadım;

 

"Seninle birlikte bu dünyadaki cennetimi yaşamak için uğraşacağım."

 

Uwwuuu alev aldı buralar djfdhjejdus.

 

Ee nasıldı caneyleerr?

 

Yeni bölümde görüşmek üzere bıy!

 

Takip edin ha!

 

 

Loading...
0%