Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. Bölüm: Ruhun Çizikleri

@egeninincisiizmiir

Hellöö, herkese Selamın Aleyküümm.

 

Nasıllarsınız, keyif ve kahyalarınız nasıllar efenimm?

 

Uzatmadan go to the bölüme, bıy!

 

7. Bölüm: Ruhun Çizikleri

 

"En acı renk uyumları..."

 

Kırmızıyı sevmezdim. Kırmızı dehşetin, acının rengiydi. Bedenimden damlayan her kırmızı renkle ruhum da bedenimi terk ediyordu damla damla, bense tutunacak dal, hayatta kalmaya sebep arıyordum.

 

Buluyordum da!

 

Her secdeye gittiğimde göğsümün ferahlaması, kalbimin esaretten kurtulmak için akıttığı gözyaşları yerini huzura bırakıyordu.

gelene razıydım, her ne kadar ağır gelse de razıydım! Olmak zorundaydım da zaten.

 

Muhtemelen sabah saatleriydi. Güneş koca gökyüzünden intikamını almış, bulutları kızıla boyamış, kanını akıtıyordu. Bense hastane odasının camından yeni yeni açtığım gözlerimi güçlükle açık tutmaya çalışıyordum.

 

Yorgundum, ağrılarımsa tahmin ettiğimin aksine vücudumu vurguna uğratmak yerine uzaktan seyrediyordu. Yüksek ihtimalle hastaneden verilen ağrı kesicinin etkisiydi ve geçince neler olacağı belliydi.

 

Kapının açılmasıyla kimin geldiğini tahmin ettiğim için o tarafa dönmedim. Özgeye açıklama yapmak istemiyordum. Ne olduğunu anlamış olmalıydı ama bana sormasını istemiyordum.

 

Kaçmak istiyordum ve de yaptım, yeni açmama rağmen tekrar kapattım gözlerimi. Sözde uyuyordum. Odama giren Özgenin ayak sesleri yakınımda sonlanınca koltuğa oturduğunu gelen hışırtılarla anladım. İçimde tuhaf bir his vardı, anlamlandıramıyordum. Odaya giren Özge yüzünden tuhaf bir soğukluk hissediyordum. Biraz da yabancılık...

 

"Uyumadığını biliyorum."

 

Bu ses...

 

Bu ses Özgenin olamayacak kadar kalındı! Ama bir o kadar da yumuşak ve naifti. Sanki her an kaçıp kaybolacak, ürkek bir ceylana seslenir gibiydi.

 

Şaşkınlığım bedenime üflenen soğuk hava gibi beni ferahlatmıştı.

 

Ellerimi hızla kafama götürdüm ve şalımın yerinde olmasının verdiği rahatlıkla gözlerimi yavaşça araladım ve onu gördüm.

 

Üzeri tamamen siyahla kaplıydı, üzerindeki bol tişort, altındaki bol pantolon... Baştan aşağıya siyahtı. Heybetli bedeni tek kişilik, kahverengi deri koltuğu kaplamış, arkasına yaslanıyordu. Sağ kolunu koltuğun çıkıntısına dayamış, parmaklarını da çenesine götürmüş beni izliyordu. Yüzünde de her zamanki o yorgun ifade yer edinmişti.

 

Onu burada görmeyi beklemeyi bırak aklımın ucundan dahi geçmezken burada olması gerçekliğin dışında gibiydi.

 

Yattığım yerden doğrulup oturur vaziyete geldim. Elimin üzerindeki serumun iğnesi canımı yaksa da umurumda değildi. Darbe aldığım yerlerde de ufak sızılar olsa da umursamadım. Bu ufak hareketlenmenin sonunda sırtımı duvara yasladım.

 

"Sen..." Diye mırıldandım. Ağzımda mırıldanacağım şeyleri anlamış gibiydi ama yine de devam etme isteği vardı içimde.

 

"Nereden öğrendin?" Sesim çelimsiz, güçsüz çıkmıştı ki bunun olmaması gerekiyordu.

 

Aslında Nereden öğrendiği belliydi de nasıl olduğu muammaydı işte!

 

"Sabah seni aradım, açmadın." Kaşlarım benden habersiz çatıldı. Bu sabahtan bahsediyordu ama ben böyle bir şey hatırlamıyordum. Kaç saattir buradaydım ben?!

 

"Mesajlarıma da dönmedin. Birkaç kere daha arayınca arkadaşın açtı, durumu izah edince geldim." Durumu ne kadar izah etmiş olabileceği beynimin içinde dolanırken durgunluğumu bozdum.

 

"Ben ne zamandır buradayım?"

 

"Dün akşam gelmişsiniz, neredeyse bir gün olacak." Diye mırıldandığında şaşkınlığım bedenimi sarmıştı. Ben güneşi doğdu sanarken güneş batıyormuş! Bunun bile farkına varamamışım. Zaman kavramı bir anlığına alt üst olmuştu. Kaçırdığım namazlarım içime dert olmuştu.

 

"Sana ne olduğunu anlatmayacak misin?" Gözleri bana beklentiyle bakıyordu ama ben beklentisini karşılamayacaktım. Gözlerimi ondan kaçırıp hemen sol tarafımda asılan seruma çevirdim, bitmesi an meselesiydi.

 

"Medivenlerden düştüm." Yalanım dudaklarımdan güçsüz mırıltılar halinde odaya sızdı. Onun buna inanmayacağını biliyordum, umurumda da değildi. Üstelememesi yeterliydi.

 

"Merdivenlerden düştün?" Dediğinde gözlerimi serumdan çekip ona baktım. Kaşlarını kaldırmış bana sorgular halde bakıyordu ve bu halinden inanmadığı o kadar da belliydi ki!

 

Kapı açıldığında o tarafa döndüm. Kurtarıcım olan doktor ve hemşire somurtkan yüzüyle bile o kadar çok samimi gelmişti ki ona minnetle baktım.

 

"Uyanmışsınız, geçmiş olsun."

 

Teşekkür eden mırıltılarım doktoru bulduğunda hemşire hızlıca yatağımın etrafına dolanıp serumu kontrol etti.

 

"Herhangi bir şikayetiniz var mı?"

 

"Yok, iyiyim çok şükür. "

 

"Peki. Serumu çıkartalım Cansel hanım."

 

Verdiği komutla hemşire demir tepside getirdigi malzemeleri kullanarak elimin üzerindeki serumu çıkarttı. Doktor elindeki kağıda bir şeyler yazıp bana döndü.

 

"Serumunuz bitti, taburcu olmadan önce sizinle bir görüşmek isterim."

 

Darbelerin nedenini soracağına o kadar emindim ki!

 

Sahte olduğunu düşündüğüm gülümsemesini gönderip;

 

"Tekrardan geçmiş olsun." Dedikten sonra ikisi birden odadan çıktı. Onların çıkmasıyla Özge de odada bitmişti. Ona 'Neredeydin sen?!' Bakışları atarken o umursamazca omzunu silkti.

 

"Doktorla konuşuyordum da, o yüzden burada değildim." Bu rahatlığına bakılırsa önemli birşey yoktu.

 

"Sen nasılsın?" Tekrar bana yönelttiği cümlesiyle eskiye nazaran biraz hüzünlüydü. Dayanamayıp hüzünlü kollarıyla beni sıkıca sardı.

 

"Çok korktum." Sadece ikimizin duyabileceği şekilde konuştuğunda ondan ayrıldım.

 

"İyiyim." Diye mırıldandım.

 

Yüzünde bana inanmayan, benim için üzüldüğünü belli eden bir ifade vardı.

 

Hastane süremi uzatmamak adına ayaklandım, bir anlığına dengemi sağlayamayıp sendelediğimde Oğuzun elleri bileğimi kavrayıp beni dengede tuttuğunda acıyla yüzümü buruşturdum. Dünden kalma bir acıydı bu. Acı çektiği anladığında bileklerimdeki elleri gevşedi ama tamamen bırakmadı. Sağ kolumu hiç beklemediğim bir anda sıvazladığında sevmediğim o rengin tenimin bir kısmını ele geçirdiğini gördüm. Mor ve yeşil karışımı renk yine tüm netliğiyle canımı yakmaktan başka birşey yapmıyordu.

 

Kolumdaki morluktan kafamı kaldırıp onun yüzüne baktığımda gözleri koluma kitlenmişti. Tıpkı gözleri gibi çenesi de kitlenmiş, kasılmıştı. Kolumu yavaşça ondan çekip elbisemin kolunu geri yerine sıvadığımda bakışları yüzümü buldu. Burnundan aldığı sert nefesler göğsünü sert iniş çıkışlara zorluyordu. Gözlerindeki ifade sanırım sinirdi. Evet sinirdi! Ama ne içindi bu sinir? Kolumu ondan çektiğim için olamazdı değil mi? Bakışları beni biraz olsun korkutmuştu. Onu tanımıyorum ve bu bakışların ne anlama geldiğini de anlamıyordum.

 

"Sen beni neden aramıştın?" Olduğum bu durumdan kurtulup, konuyu değiştirmek için sorduğum bu soruyu merak de ediyordum aslında.

 

Yüzündeki ifade yavaş yavaş silinirken konuştu.

 

"Nikah işlemleri için."

 

"Anladım." Diye mırıldanıp ondan uzaklaştım.

 

Taburcu işlemlerini halledip hastaneden çıktık. Doktoruma bireysel konuştuğumda bana şiddet görüp görmediğimi sordu, anlamıştı elbette ama ben inkar etmiştim. İşe polislerin karışmasını istemiyordum ki öyle de oldu. Şükürler olsun ki işe polisler karışmamıştı.

 

Belki de karışmalıydı...

 

"Sen biraz dinlen, kendini toparlayınca nikah işlemlerini hallederiz."

 

İtiraz edecek halim yoktu, sadece kafa sallamakla yetindim.

 

"Eve bırakayım sizi." Söylediklerinin altında gizli bir ima hissetsem de üzerine gitmedim.

 

"Yok, beni Özge getirdi. Onunla geri dönerim." Dedim, dedim ama o eve geri dönmeyecektim.

 

Anlayışla kafasını salladı ve gitmek için yeltendiğinde konuştum.

 

"Allaha emanet ol!"

 

"Sende!"

 

Bu gün ilk defa bana geri cevap vermişti.

 

Bana ilk defa cevap vermesinde bu yaşananların etkisi var mıydı bilmiyordum.

 

Gülümsememe engel olamadığımda o da buruk bir tebessüm yerleştirdi yüzüne ve arkasını dönüp gitti. O gittiğinde gülümsemem sırıtmaya dönüştü. Özgenin imalı bakışlarına maruz kalınca eski halime dönmek için çabaladım.

 

"Ne zamandan beri burada?"

 

"Dünden beri."

 

"Ne?!" Gözlerim pörtleterek saşkınlığımı belli ettiğimde gülümsedi.

 

"Sen niye haber veriyorsun ki!" Diye çıkmıştım.

 

"Ne yapsaydım?!" Dedi sahte bir sinirle ve kendini savunmaya devam etti.

 

"Sürekli arıyordu, ben de en sonunda cevap verdim."

 

"Sürekli mi?" Diye kaçırıverdim ağzımdan.

 

"Kaç kere aradı ki?"

 

Umursamazca omuz silktiğinde bu durumdan oldukça zevk aldığını görebilmiştim ama dün yaşananlar bunun üzerini örtüyordu.

 

"Telefonum nerede?" Kolunu kaldırıp çantamı gösterdi. Çantamın onda oldugunu henüz fark ediyordum.

 

Çantamı ondan alıp tek omzuma astım. Koluma destek olurcasına girdiğinde birlikte arabaya geçtik. Çantamdan telefonumu çıkartıp kilit ekranını açtım. İnternetimi de açtığımda mesaj uygulamasında kırmızı bildirimlerin ve bildirim sesleri arabayı doldurdu. 21 tane mesaj bildirimi vardı. İlk defa bu kadar mesajın gelmesi kalbimi hızlandırırken uygulamaya girdim. Mesajların hepsi Oğuzdandı.

 

Dün

 

Oğuz: Suay bugün müsaitsen nikah işlemleri için seni alayım mı?

 

10.37

 

Oğuz: Meşgulsün galiba.

 

14.45

 

Oğuz: Müsait olduğun günü söylesen?

 

14.49

 

Oguz: Hey!

 

16.56

 

Oğuz: Orada mısın?

 

16.56

 

Oğuz: arıyorum açmıyorsun. Birşey mi oldu?

 

20.29

 

Oğuz: İyi misin?

 

22.04

 

Oğuz: Cevap ver Suay!

 

22.07

 

Oğuz: 10 kere aradım açmıyorsun!

 

22.09

 

Oğuz: Neredesin?!

 

22.09

 

Oğuz: Bu mesaj silindi.

 

Oğuz: Bu mesaj silindi.

 

Oğuz: Bu mesaj silindi.

 

Oğuz: Bu mesaj silindi.

 

Oğuz: Cevap vermezsen evinize geleceğim.

 

22.13

 

Oğuz: Bu mesaj silindi.

 

Oğuz: Geliyorum.

 

22.24

 

Oğuz: Geldim.

 

22.39

 

 

Gözlerim istemsizce açıldı. 15 dakikada nasıl gelebilmişti. İnşallah içeriye girmemiştir, eğer girdiyse herseyi anlardı büyük ihtimalle.

 

Tekrar mesajlara döndüm.

 

Oğuz: Son kez arıyorum.

 

22.44

 

Oğuz: ve yazıyorum!

 

22.44

 

Oğuz: Cevap vermezsen zili çalacağım.

 

22.45

 

Başka da mesaj yoktu. Hızlıca aramalara girdim. 34 cevapsız çağrı vardı ve hepsi de ondandı. Son mesaj saatiyle uyuşan arama cevaplanmıştı.

 

Anlamsızca içime dolan mutluluk sanırım birileri tarafından düşünülmenin verdiği mutluluktu.

 

Sahte bir ilgi de olsa güzeldi.

 

Reçeteye yazılı olan ilaçları almak için eczanede durduk, Özge bana zahmet vermeden ilaçları alıp arabaya döndü ve onun evine olan yolculuğumuz devam etti.

 

Özge annesi ve zihinsel engelli kardeşiyle kalıyordu. Babası birkaç yıl önce vefat etmişti. Kardeşinin zihinsel engeli olduğundan namahremlik konusunda bir endişem yoktu. Annesini de severdim ama yine de onlarda çok kalmayacaktım.

 

Zaten hazırda bekleyen bir nikah da vardı...

 

Arabanın camını yalayıp geçen sıralı ağaç ve bina silüetlerini izleyerek geçirdiğim yolculuğun sonuna geldiğimizde, doğduğunu sandığım güneş tamamen batmış, yerini karanlığa bırakmıştı.

 

Arabanın kapısını zar zor ittirdiğimde karnımda oluşan sızıyla dudaklarımda oluşan acı dolu inlemeyi serbest bıraktım. Özge benden biraz uzakta olduğu için beni duymamıştı, bunu fırsat bilerek yavaşça arabadan inip kapıyı kapattım. Birlikte apartmana ilerlediğimiz her adımda bedenimin sarsılmasıyla içimde ve dışımda yeni acılar doğuyordu. Adımlarımın verdiği minik sarsintilar fiziksel acılarımı uyandırırken, fiziksel acılarım da ruhumun çiziklerini biraz daha yaralıyordu.

 

Özgenin anahtarıyla dış kapıyı geçmiş, sonunda evin kapısına varmıştık. Anahtarla eve giriş yaptığımızda Özgenin annesi Ayşe teyze hemen kapıda bitmişti. Geleceğimizden haberi vardı ve başıma gelenlerden de...

 

"Hoşgeldiniz kızım." Beklediğim gibi beni sıkıca sardığında acımı belli etmemek için nefesimi tuttum. Birkaç saniyenin sonunda benden ayrıldığında yüzündeki hüznü açıkça görebiliyordum ve bu beni mutlu ediyordu.

 

"Hoşbulduk." Diye mırıldanıp içeriye girdik.

 

"Aç mısınız?" İtiraz etmek için dudaklarımı aralasam da yerini bulamayacağını bildiğim için geri kapattım. Ayşe teyzeyle mutfağa girdik, sofraya yardım etmek istesem de azarlanıp yerime oturdum. Kasedeki çorbayı büyük bir iştahsızlıkla zar zor bitirip sofradan kalkıp lavaboya girdim. Aynadaki kendimle yüzleşmekten korkarak elimi yüzümü yıkayıp abdest aldıktan sonra banyodan çıktım. Mutfağa, yanlarına geri döndüm. Daha kapıdan içeriye girmeden Ayşe teyzenin konuşmalarına maruz kalınca olduğum yerde durdum.

 

"Yorulmuşsundur sen kızım. Yatacağım yeri ayırdım. Özge, yatacak birşeyler ver de kız yatsın. Hadi anneciğim."

 

Özgenin peşinden misafir odasına girdiğimde bana kendi pijamalarını verdi.

 

"Bu gece dinlen, daha sonra konuşuruz." Başımı sallamakla yetindiğimde başımdan öpüp odadan çıktı. Önceden bildiğim kıbleye seccadeyi örtüp önce yatsı namazımı eda ettikten sonra kaza namazlarımı da kılıp dua ettikten sonra seccademden ayrıldım.

 

Ardından kapımı kilitleyip üzerimi giyindim. Odadaki boy aynasından kendimi seyrediyordum.

 

Pijama üstümü yukarıya sıyırıp karnımdaki bölge bölge morluklara bakındım. Kimi yerlerinde kılcal damarlarım patlamış, ince ince damarlar halinde görünüyor kimi yerlerde de yeşil ve mor vücudumda aşina renk uyumları salıyordu.

 

En can yakıcı renk uyumlarını...

 

Karnımı kapatıp kollarıma çevirdim gözlerimi. Hastanedeyken Oğuzun parmaklarının çevreledigi bileğime gitti ilk gözüm. Morluktan çok yeşil görünüyordu, babamın sıkmasından yeşilleşmiş kollarıma da alışmıştım elbette. İlk olduğu zamanki gibi şaşkınlık yasatmıyordu üzerimde ama acı aynı acıydı. Neden olan aynı kişiydi.

 

Aynaya çevirdim gözlerimi. Yüzümdeki yorgunluk aynaya yansıyordu. Eskiden de çok renkli sayılmayan tenim şimdi daha da renksiz, ruhsuz duruyordu. Bu durumu maskelemem gerektiği aklıma gelince yüzümde acı bir tebessüm oluştu ve peşisıra dolu gözlerimin birinden gözyaşım akıverdi. Acıyla gözlerimi kapattım, diğerlerinin de akmasına izin verdim. Öyle sıkı kapattım ki sanki dünyaya karşı kendimi savunduğumu hissettim o an. Ama bu tamamen bir savunmasızlıktı. Nefes almadığımı fark ettiğimde derin bir nefes aldım ve dudaklarımdan kopan o hıçkırığı susturmak için iki elimi birden ağzıma götürüp sıkıca kapattım. Aynadan baktım gözlerime, ağzımı kapatmıştım ama onlar hıçkırarak, bağıra bağıra ağlıyorlardı.

 

Ben yenik düşmesem de onlar her seferinde yenik düşüyorlardı.

 

Ben yalan söylesem de onlar yalan söyleyemiyordu.

 

 

Loading...
0%